restoran konsepti nedir etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
restoran konsepti nedir etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29 Aralık 2021 Çarşamba

menü danışmanlığı

 Restoran danışmanlığında menü danışmanlığı’ da var mı? Restoranım da Mutfak danışmanlığını yapan kişi restoran menümü ’de yapar mı? Yeni restoranıma beyaz yakalılar gelmeli mi? Ofis çalışanlarının öğle yemeği beni kurtarır ‘mı? Restoran Menü Çeşitleri Nelerdir? Yeni restoranımda hangi menü çeşitleri olmalı?


Hem yeni restoranlarda hemde Örnek Otel Menülerinde nelere dikkat edilir? Restoran menülerinde Menü Planlaması Nedir? Nasıl yapılır? Yeni restoran açarken Menü Analizi Nasıl Yapılır? Menü seçeneklerini düzenlerken Menü Yönetiminde dikkat edilecek hususlar nelerdir?  Restoranımda islerim çok kötüye gidiyor acaba yemek menümden kaynaklanıyor olabilir'mi?


Menü Danışmanlığı & Menu Consulting


Yeni açacağım restorana nasıl bir menü yapmalıyım?

Restoran menüsü yaparken nelere dikkat etmeliyim?

Yeni açtığım restorana Kendim bir menü yapsam olur mu?

Acaba restoran menüsü yaparken arkadaşlarımı da çağırsam faydaları olur mu?

Şehrin en iyi restoran menüsü nü nasıl yapabilirim?

Çok para harcadım restoran menüsüne ’de niye para vereyim?

Örnek bir restoran menüsü yaparken menü danışmanlığı almalı mıyım acaba?

Restoran menüsü yapılırken menü maliyetleri nasıl hesaplanır?

Nasıl bir menü planlaması yapmalıyım? 

Restoranımın konumunu neye göre ayarlamalıyım?

Yeni restoranıma yiyecek ve içecek danışmanlığı alsam restoran menümü de yaparlar mı?

Restoran danışmanlığında menü danışmanlığı’ da var mı?

Restoranım da Mutfak danışmanlığını yapan kişi restoran menümü ’de yapar mı?

Yeni restoranıma beyaz yakalılar gelmeli mi?

Ofis çalışanlarının öğle yemeği beni kurtarır ‘mı?

Restoran Menü Çeşitleri Nelerdir?

Hem yeni restoranlarda hemde Örnek Otel Menülerinde nelere dikkat edilir?

Restoran menülerinde Menü Planlaması Nedir? Nasıl yapılır?

Yeni restoran açarken Menü Analizi Nasıl Yapılır?

Menü seçeneklerini düzenlerken Menü Yönetiminde dikkat edilecek hususlar nelerdir? 

Yeni restoranıma çok profesyonel bir mutfak şefi almalımıyım?

Yoksa yeni mutfak şefimi kendi yemek menüme göre kendimmi yetiştirmeliyim?

Mutfak Danışmanlığı & Kitchen Consulting

 Yeni restoran açılışında ilk sistemlerin doğru kurulmuş olması çok önemlidir. Yiyecek ve içecek işletmelerinde yönetim tarafından beraberce alınmış kuralların kişlerce bozulması tehlikelidir. Yemeklerin kalitesiz ve standart olmayan şekil ve lezzetlerde çıkması daha büyük problemlerin habercisidir. Doğru organizasyon, kontrol ve standartlara uygun takip konuya vakıf kişilerce yapıldığı takdirde başarı kaçınılmazdır.

 

Mutfak önemlidir, başarı yada başarısızlıkların %100 kaynağı değildir. Gerektiğinde ilgili etkenlerin araştırılması gerekir...

 

gastronomide Mutfak danışmanlığı tamamen işletmenin standartlarının oluşması, mutfak organizasyonun hazırlanması, yönetim sirküleri ve sistemlerin başarı odaklı senkronizasyonundan ibarettir. Nasıl bir motorun dişlilerinin tamamı çalışınca performans alabiliyorsanız, mutfakta da her personelin görevini kusursuz yerine getirmesi ile başarı yakalanabilir. Bu bir nevi mutfak genelinde hem çalışanlar hem de mutfak üniteleri ve pişirme ekipmanlarının doğru yerleştirilmesi karşılığında sonuç verir.

 

uluslararası gastronomi danışmanlığında Ekip zihniyetini tüm departmanlara aşılayabilmek başarının anahtarı olabilir...

 

İyi bir restoran işletmeciliğinde başarı sadece ilgili departmanlardan herhangi birinin sorumluluklarını yerine getirmesinden ibaret değildir. Başarı bir ekip işidir. Tüm departmanların birbiri ile bağlantı içerisinde uyumlu çalışmasının karşılığında yakalanabilir. Ben yaptım diyenlerin değil, biz yaptık diyebilen zihniyete sahip kadrolar başarıyı daha çabuk yakalayabilirler. Bu konuda restoran yönetimine büyük görevler düşer.

 

Restoran ve otel işletmelerinde bazen sorunlar görüştüğü gibi değildir, harici kaynaklardan meydana gelebilir...

 

Bazen sorunlar her ne kadar mutfak olarak görülse de servisten çıkabilir. Hatta sorunların kaynağı servis yada mutfak olarak gözükse de esasında sorunun kaynağı Retoran yönetiminde, yönetim sirkülerinde de çıkabilir. Burada en önemli detay sorunun kaynağını tespit edebilmektir. Bu tespit bazen deneyim sahibi, konuya vakıf insanların işletmeci körlüğü ve benzeri yöntemler ile araştırmalarında saklıdır.

 

Günlük kurallar, restoran ve mutfak yönetiminde beraber alınmış kararların yalnız bozulması hiç beklemediğiniz sorunlar ile karşılaşmanıza neden olabilir...

 

Uluslararası restoran danışmanlığı Ve Yiyecek İçecek Danışmalığı Konularında Nasıl Çalışırım?

 

Türkiye İçerisinde Ve Yurt Dışında Daha Önceden Tarafım İle Bağlantıya Geçilerek Karşılıklı Bir Tarih Kararlaştırıldıktan Sonra Anlaşılan Konsept, Süre Ve Anlaşma Metninde Karara Bağlanan Maddelere Kapsamında…

 

Benimle Kimler Çalışmak İster? Mutfak Danışmanlığı Ve Yiyecek İçecek Danışmanlığında Hizmet Alanlarım Nerelerdir?

 

• Yeni Restoran Açacak Olanlar, Tüm Restoranın Sistem Ve Operasyonu (Küçük Açılış Ve Büyük Açılış Min. 6-7 Ay)

• Tüm Mutfak Ve Servis Mesleki Eğitimleri

• Daha Önce Restoran Açmış Ama İstediği Başarıyı Yakalayamamış Yiyecek Ve İçecek İşletmeleri,

• Cazip Fiyatlar İle Hazır Bir Restoran Alarak Konsept Değiştirmek Amacı Taşıyanlar,

• Yeni Bir Restoran Alarak Hizmet Kalitesini Yükseltmek İsteyenler,

• Uluslararası Standartlara Sahip Butik Oteller

• Uluslararası Standartlara Sahip Yıldızlı Oteller (Şehir İçi Veya Turistik)

• İlk Mutfak Kurulumları

• Yiyecek Ve İçecek Menü Tasarımları, "Menü Danışmanlığı" Menü Degiştirmek  İsteyenler,

• Sadece İlgili İşletmeye Özel Patentli Yemekler İsteyenler, 

• Sadece İlgili İşletmeye Özel Pişirme Teknikleri İsteyenler, 

• Sadece İlgili İşletmeye Özel Yeni Emsalsiz Yemek Tasarımları İsteyenler,

• Sadece O İşletmeye Farkındalik Yaratmak, Menü Çeşitleri, Menü Planlaması, Menü Analizi, Menü Yönetimi ve Özel Sunum Teknikleri İsteyenler,

• Özel Devlet Yemekleri,

• Özel Holding Yönetim Kurulu Yemekleri,

• Kurumsal Şirketler (Ziyafet, Protokol, Organizasyon)

 

Tüm bunlar öncelikte tarafımdan talep edilecek olan hizmet seçeneklerine göre şekillendirilir. Herhangi bir işletme sahibi kişi yada kurumun tarafımdan hangi hizmeti istediği önemlidir. İhtiyaç duyulan konularda seçenekler fizibilitesini hazırladıktan sonra karşılıklı mutabakat doğrultusunda çalışma programımı zaman, maliyet ve "hedef" sonuçları ile sunarım.

restoran danışmanlığı


Yiyecek, içecek ve konaklama sektöründe gerçekte ayrı ayrı departmanlar olan ama bir biri ile bir bütün olarak birleştiği takdirde başarıya ulaşan mutfak ve servis departmanlarında çalışabilmek için özel meziyetler gereklidir. Bu konuda el becerisi, mesleki eğitim ve bilgi doğrultusunda deneyim zanaatkarlık ile sonuçlanan başarı zirvelerini oluşturur.


Bizim mesleğimizde özel istek olduktan sonra restoran danışmanlığında her türlü bilgi eksikliği giderilir. 


Giderilemeyen tek şek karakter eksikliğidir. Gerekli incelemelerden sonra mutfak ve servis çalışanlarında kimin hangi bilgiye ihtiyacı olduğunu da görebilmek ayrı bir beceri gerektirdiği için ilgili işletmeler ihtiyaç duydukları alanlarda danışmanlık hizmetleri alırlar.


Bu hizmetler bazen sadece mutfak danışmanlığı hizmetinden öte mesleki eğitimler ve bire-bir tatbik ile başarı odaklı hedeflerine ulaşır. 


İlgili eğitimlerin hangilerinin olması gerektiğine gerekli tespitlerden sonra bazen konuya vakıf, gerekli deneyim sahibi danışmanlar karar verir, bazen de alanında tecrübeli işletme sahipleri. Sonuçta misafir memnuniyeti odaklı hizmet kalitesinin yükseltilmesi veya verilen hizmetlerin standart hale getirilmesi hedefini taşır.


İşletmenizde standartlarınızın oluşması hizmetlerinizden memnun kalan müdavimlerinizin de zamanla oluşması anlamına gelir...


Kalite demek bir ürünün çok iyi olduğu anlamına gelmez. Kalite demek standart demektir. Bir ürünü standart olarak üretebilmek önemlidir. Bunun karşılığı da gastronomide misal olarak işletmenizde 3 ay önce herhangi bir yemeği çok beğenen bir misafirinizin aynı lezzeti 3 ay sonra geldiğinde bulabilmesi anlamını taşır. Buna servis personellerinin davranış ve ilgi standartlarını da ekleyebiliriz.


Benimle Kimler Çalışmak İster mi? Mutfak Danışmanlığı Ve İçecek Yiyecek Danışmanlığında Hizmet Alanlarım Nerelerdir?


• Yeni Restoran Açacak Olanlar, Tüm Restoranın Sistem Ve Operasyonu (Küçük Açılış Ve Büyük Açılış Min. 6-7 Ay)

• Tüm Mutfak Ve Servis Mesleki Eğitimleri (Restoran Konseptine göre ve çalışanların mesleki eğitim düzeyine göre değişir- 1 ay ve 1 yıl arası)

• Daha Önce Restoran Açmış Ama İstediği Başarıyı Yakalayamamış Yiyecek Ve İçecek İşletmeleri,

• Cazip Fiyatlar İle Hazır Bir Restoran Alarak Konsept Değiştirmek Amacı Taşıyanlar,

• Yeni Bir Restoran Alarak Hizmet Kalitesini Yükseltmek İsteyenler,

• Yeni Restoran Açmak İsteyenler ve İlgili Konularda Destek Almak İsteyenler,

• Uluslararası Standartlara Sahip Butik Oteller

• Mutfak Planlaması ilk mutfak kurulumu ile birlikte açılış yapacak olan şehir içi yada turistik 4-5 yıldızlı veya butik oteller.(en az 8 ay)

• Uluslararası Standartlara Sahip Yıldızlı Oteller (Şehir İçi Veya Turistik)

• İlk Mutfak Ünitelerinin Kurulumları

• Yiyecek Ve İçecek Restoran Menü Tasarımları (Menü Değiştirmek  İsteyenler)

• Sadece İlgili İşletmeye Özel Patentli Yemekler İsteyenler, 

• Sadece İlgili İşletmeye Özel Pişirme Teknikleri İsteyenler, 

• Sadece İlgili İşletmeye Özel Yeni Emsalsiz Yemek Tasarımları İsteyenler,

• Özellikle Mutfak Yönetimi, Organizasyon, Cost - Maliyet, Anket ve Formlar Oluşturmak İsteyenler,

• Yeniden İlgili Konularda Yönetim Sirküleri, Yönetim Raporları Oluşturmak İsteyenler,

• Sadece O İşletmeye Farkındalık Yaratmak İcin Özel Sunum Teknikleri İsteyenler,

27 Aralık 2021 Pazartesi

Türkiye Selçuklularında Tatlı Kültürü

Türkiye Selçuklularında Tatlı Kültürü


Türk-Arap ve Fars Mutfaklarının Buluşması


Toplumların beslenme alışkanlıkları, hayat tarzları ve kültürleriyle yakından ilgilidir. Hayat tarzı ve kültürlerin değişimi siyasi sınırların değişimi kadar hızlı gerçekleşmedi. Bu ise farklı diller ve devletlerin ortak kültür içerisinde yoğrulmalarına sebep olmuştu. Nitekim bu yavaş değişimin sonucu olarak orta çağlar boyunca bütün yakın doğu ve Türk-İslam dünyasında büyük bir kültür coğrafyası meydana gelmişti. Bu Türkiye Selçuklularında Tatlı Kültüründe kültür coğrafyası her ne kadar çeşitli sahalardan ve bazı bölgesel ayrılıklardan meydana gelmiş olsa da oluşturdukları sosyal ve siyasi teşkilatlarda büyük benzeyişlerin olduğu görülmekteydi.22 Bu yüzden benzerlik gösteren kültür coğrafyalarını ve özelde tatlı kültürünü Türk-Arap ve Fars kültürleriyle beraber değerlendirmek gerekmekteydi.


Nitekim Abbasi halifeleri İran kisralarının düzenlediği yemek yarışmalarına devam ederek ve İran seçkinlerinin sevdikleri yemekleri kayıt ettirerek kendi saraylarında Fars mutfağını yaşatmışlardı.23 Diğer taraftan Türklerin yakın şarka gelmeleri ile birlikte yemek kültürlerinde bir takım etkileşimler ve çeşitlenmeler oldu. Böylece Türk, Arap ve Fars mutfaklarının buluşmasıyla İslam dünyasında zengin bir mutfak kültürü oluşdu.24


Hayvansal ve Bitkisel Ürünlere Dayalı Beslenme


Buğday unundan ve hurmadan yapılan ekmek İslamiyet öncesinde bile Güney Arabistan’da çok beğenilen bir mamuldü. Pirinç unundan yapılan ekmek ise daha çok gelir düzeyi düşük halk tarafından tercih edilirdi.25 Çin yıllıklarından Hunların buğday ürettiklerini öğrenmekle birlikte, Göktürklerin ve Uygurların ihtiyaç duydukları buğdayı Çin’den vergi ve hediye olarak temin ettiklerini görmekteyiz.26


Bilindiği gibi mutfak eğilimleri ve geleneklerinde daha çok batıdan doğuya değil, doğudan batıya etkileşim gerçekleşmişti. Anadolu coğrafyasında beslenme ve mutfak kültürü bitkisel ve hayvani gıdalara dayanmaktaydı.27 Süt genellikle inek, keçi ve koyundan elde edilirken, kırmızı et olarak oğlak, kuzu, koyun, deve ve dana eti kullanılmaktaydı. Bölgede hayvancılığın yapılması et ve süt ürünlerinin tüketilmesini sağladı. Buğday, arpa, pirinç, darı tarımının yapılması bu yönlü beslenme eğilimini artırdı. Beslenmede temel belirleyici ise buğdaydı.28 Bu ise Buğdaya bağlı yemek kültürünün gelişmesini sağladı.


Anadolu’da hayvani ve bitkisel ürünlere dayalı beslenme, tatlı kültürünü de bu yönde geliştirdi. Meydana getirilen tatlıların ana malzemelerinde bu yönde mecburi tercihler tesirli oldu.


Tatlı Malzemeleri


Bal: Beslenmedeki temel ihtiyaçlarını et ve buğday merkezinde gideren insanlar bunlara ilaveten şartlarına göre yeni tatlar aramışlardı. Bu tatlar en kolay ulaşılabilme durumuna göre sıralandığında çok bulunanlar sıklıkla kullanılmıştı. Bu tatların başında ise bal gelmekteydi. Bal, Ortaçağ Anadolusunda kolay ve ucuz bulunan bir üründü. 


Seyyah İbn-i Battuta Anadolu seyahatinde Kastamonu’ya on iki arkadaşı ile birlikte uğradığını ve burada kırk iki gün kaldığını, buranın ucuz bir memleket olduğunu ifade ederken, ucuza aldığını zikrettiği gıdalardan birisi de baldı.29 Dönem hakkında bilgi alabileceğimiz kaynaklardan olan Yunus Emre ise, şiirlerinde baldan örnekler getirmiş,

Yunus bu sözleri çatar Sanki balı yağa katar Halka metaların satar Yükü cevherdir tuz değil30


dizeleriyle en doğruyu insanların en çok tanıdığı bal ile örneklendirerek ifade etmişti. Mevlana’nın eserlerinde ise tadın derecesini, denge ve uyumu, şifayı izah ederken bal örnekleri sıklıkla kullanılmıştı.


Sirke satma da kanaat yüzünden bal denizine garkolmuş binlerce can gör.31

Sütün balın güzelliği gönlün onlara aksiyle hâsıl olur; her güzele güzellik, gönülden gelir.32

Rab bal arısına vahy etti ayeti gelince onun vahiy evi tatlılarla doldu.33

Bal ırmağında arının içine kaynak etti, o ırmağı bedendeki hastalıkları gidermek için akıttı.34

Bal arıları da dağlarda, kovanlarda, ağaçlarda, baldan şeker ambarları doldururlar.35

Sütle bal gibi birbirleriyle uzlaşsınlar; şekerle helva gibi birbirlerine katılsınlar, vefa göstersinler, birleşsinler.36

Gönlünde din zevki beliren kişiye dünya balı lezzetli gelir mi hiç.37


Çeşitli Meyve Şurupları: Bitkisel ürünlerle meşguliyet çeşitli ağaçlardan ve tahıllardan şuruplar ve şekerler elde etmeği öğretmiştir. Mevlana’nın, Pekmez içinde ne kaynatılırsa pekmez lezzetini alır. Havuç, elma, ayva ve ceviz pekmezde kaynatılsa, Hepsinden de pekmez lezzetini alırsın.38


beyitlerinde geçen pekmez ifadelerinden Konya’da tatlıların pekmezle tatlandırıldığı kanaatini uyandırmaktadır. Dönemin yazarlarından Eflaki, Konyadaki Meram bağlarından söz etmektedir.39 Üzüm üretimi sadece Konya’da değil Anadolu’nun birçok yerinde oldukça fazladır. 


Ekonomiye de önemli bir katkı sağladığı görülmektedir.40 Alâaddin Keykubad’ın Konya’ya girişini anlatan tarihçiler burada muattar şerbetlerin içildiğinden bahsetmektedirler.41 Gül suyu, nar, incir, üzüm, kayısı vb. lerinden hoşaflar ve şerbetler yapılmakta, ikram edilmekte veya dükkânlarda satılmaktadır.42


Bana hastayım dediğin geceden beri binlerce şifa veren Şerbet, sevgililerle, esirgemelerle kaynayıp coşuyor.43


ifadelerinden büyük mutasavvıf Mevlana’nın da şerbeti şifa veren bir iksir olarak gördüğü anlaşılıyor. Şeker şerbeti bal şerbetine göre daha pahalıya mal edildiğinden halka açık büyük törenlerde seçkin konuklara şeker şerbeti, avama ise bal şerbeti sunulmaktadır.44


Hurma, Badem, Antep Fıstığı, Ceviz, Fındık, vs.: Anadolu topraklarında çok çeşitli meyve yetiştirilmekteydi. Meyvelerin ucuz ve bulunabilir olması, yaygın olarak kullanılmasını artırmaktaydı. Anadolu’ya çeşitli zamanlarda gelen seyyahlar bahçeler, sulama sistemleri ve çeşitli bölgelerde yetişen badem, erik, fıstık, ceviz gibi meyvelerden söz etmişlerdir. Alâaddin Keykubad’ın Konya’ya girişini anlatan tarihçiler burada badem şekeri, fındık, fıstık dağıtıldığından bahsetmektedirler.45 Ortaçağ Anadolu mutfağında yapılan tatlılarda, bu meyvelerin iç malzemesi olarak kullanıldığı görülmekteydi. Mevlana’nın eserlerinde geçen


-Her kim hürmet ederse hürmet görür. Her kim şeker getirirse badem helvası yer.46


-Onun cevizlerle, bademlerle, şekerlerle yoğrulmuş badem helvası hem dilimi, damağımı tatlılaştırır hem gözlerime nur verir.47


ifadelerinden cevizle ve bademle yoğrulmuş helvadan bahsedilmekteydi. Meyvelerin tatlı iç malzemesi olarak kullanılması sadece Anadolu’ya has bir durum değildir. Nitekim Abbasi Saray Mutfağında Hurma, Badem, Antep Fıstığı, Ceviz, Fındık gibi yiyeceklerin tatlılarda iç malzeme olarak kullanıldığı bilinmektedir.48


Şeker: En önemli şeker kaynağı olan şeker kamışı, buğdaygiller familyasının ürünü olan bir tahıldır. Şeker kamışı ve çeşitli meyvelerden başka buğday, darı, pirinç ve arpa nişastasından şeker şurubu çıkarılabilmektedir.49 14. yüz yılda Mısır’a seyahat eden İbn-i Battuta buğdaydan çıkarılan bir şuruptan söz etmektedir.50 


Güney Asya ve Pasifik adalarından yola çıkan şeker kamışı 5. yüz yılda İran’a 7. yüzyılda ise Araplar tarafından Mısır’a, Kuzey Afikaya’ya, Rodos, Sicilya ve İspanya’ya ulaşmıştır. Orta Asya şehirlerinde 8. yüz yıldan itibaren şeker işleme teknolojisi hızla ilerlemiş günlük hayata girebilecek bollukta üretilmeye başlamıştır. Araplarla çok yönlü ilişkileri olan ve ipek yolunda önemli rol oynayan Türkler erken devirlerden itibaren şekerle tanışmışlardır. 


8. yüzyılda Buhara ve Harezmden Çin İmparatoruna hediye olarak beyaz şeker yollanmıştır.51 Dönemin en meşhur şeker merkezi İran’ın Güney batısında bulunan Huzistan bölgesidir. 640 yılında Huzistan’ı fetheden Araplar buradaki şeker teknolojisini Akdeniz’e yaymışlardır. Böylece şeker sanayi Mısırda yükselmeye başlamış ve buranın adı şekerle birlikte zikredilir olmuştur. Mevlana Celaleddin Rumi, Divân-ı Kebir’inde;


-A çarşı taciri, Mısır’dan şeker geldi; şeker gibi tatlı Yusuf, ansızın çıkageldi seferden.52


-Şimdicek aşk duduları kanat açtılar; çünkü Mısır’dan kantarlarla şeker gelmede.53


ifadeleriyle şekerin merkezine işaret ederken,


“Canım aşk Mısır’ında o kadar çok şeker yemiş ki feryadımdan, neyin özünde şekerler bitmiş.”54 ifadeleriyle de Mısır’daki şekerin çokluğuna değinmiştir. Mısır’ın bu konudaki şöhretine Gelibolulu Mustafa Ali ise,


Aksa Mısır’ın şekeri bahr olsa

Gelse İstanbul’a gayet bulsa55


dizeleriyle Mısır’ın şekerini denize benzetmiş her yere buradan aktığına işaret etmiştir.


XI. yüzyılda şeker ancak zenginlerin ulaşabildiği bir besin olmalı ki zamanın bilgesi Yusuf Has Hacib;


-İster şeker, ister arpa, darı yemiş olsun, doyup yatan sabah aç kalkar56


demekle önemli olanın maddeten zenginlik değil gönül zenginliği olduğunu ifade ederken şekere ulaşmanın pek de kolay olmadığına vurgu yapmaktadır.


Abbasi ve Selçuklu saraylarında şekerin bol miktarda kullanıldığı görülmektedir. Halife ElMuktedi Billâh ile Selçuklu Hatunu Mah Melek’in izdivaçlarında eşi ve benzeri görülmemiş bir ziyafet verilmiştir. İbnü’lEsir bu ziyafette 40 bin batman şeker harcanıldığını kaydetmektedir.57 Diğer taraftan Türkiye Selçuklu tarihçisi İbn Bibi, Sultan I. Alâeddin’in düğününü anlatırken insanlık tarihi boyunca görülemeyecek derecede şeker dağıtıldığını anlatmaktadır.58


Un-Yufka: Araplara Türkçe öğretmek için Kaşgarlı Mahmud tarafından sözlük olarak hazırlanan Divân-ı Lügatü’t-Türk’te ziraat ile ilgili meslekler zikredilirken ekmek pişirme ve satma işlerinden bahsedilmektedir. Diğer taraftan aynı eserde evlerde hamur açmak için kullanılan tahtalar ve oklavalardan bahsedilmektedir. Bu durumda Türklerin XI. yüzyıldan itibaren oklava ile hamur açtıkları anlaşılmaktadır.59 


Yoksulluğun gerektirdiği mecburiyetle ekmeklerini saç üzerinde pişiren Türkler, besledikleri sürülerden ürettikleri et ve süt ürünlerini, sebze ve meyveleri katlamak suretiyle farkında olmadan yeni ürünler elde ederek karınlarını doyurmuşlardır. Tereyağında kızartılıp katlanan yufkaya verilen bu isim gözleme veya katmer olarak nitelendirilebilir.60


Yağ: Türk-Arap ve Fars kültürlerinde süt ve ondan elde edilen tereyağı, toplum hayatında çok önemli yere sahiptir. Türkler, yoğurttan yapılmakta olan tereyağını kullanmaktadırlar.61 Tereyağı Araplar için de kıymetli bir malzemedir. 


Tereyağının rafine edilip kaynatılmasıyla sadeyağı elde edilmektedir. Cahız, karnı tok olan kişiyi ağırlamanın zor olduğunu anlatmak için “Has tereyağı gözünün önündeyken tok olduğunda köpek bile yanından geçer” ifadesiyle tereyağı örneğini kullanarak hayır denilemeyecek gıda olarak belirliyor. Tatlıların yapımında başta tereyağı olmak üzere kuyruk yağı, susam yağı, badem yağı, fıstık yağı kullanılabilmiştir.62


Tatlı Çeşitleri


Helva: Şeker, un ve yağ’dan yapılan bir çeşit tatlı olarak ifade edilen helva, Abbasi63 ve Selçuklu mutfaklarının vazgeçilmez tatlarındandır. İrene Melikof, Mevlana zamanında helva törenleri yapıldığından bahsetmektedir.64 Helva, çeşitleri ile birlikte Mevlana’nın eserlerinde sıkça zikredilmektedir.


-Her kim hürmet ederse hürmet görür. Her kim şeker getirirse badem helvası yer.65


-Onun cevizlerle, bademlerle, şekerlerle yoğrulmuş badem helvası hem dilimi, damağımı tatlılaştırır hem gözlerime nur verir.66


Gülbeşeker: Gül yaprakları ve şekerin karıştırılmasıyla elde edilen tat, Mevlana’nın eserlerinde bu isimle anılmıştır. Değişik kaynaklarda gül reçeli olarak ifade edilmekle birlikte, Mevlana’nın bahsettiği Gülbeşeker’in macun olması muhtemeldir.67


Pelte: Türkçe “Pelte”, Arapça “Faluzec”,68 Farsça “Paluze” şairlere ilham vermiş bir tatlıdır. Bal, şeker, nişasta, badem den yapılan koyu kıvamlı bir tatlıdır. Halk mutfağında badem yerine nişasta kullanılmıştır.69 Mevlana Divân-ı Kebir’inde


Öyle tatlar var sende, öylesine tatlısın ki, Yağlıya ballıya boş vermişsin Kendi yağınla kavrul, kendi balınla tatlan, Zaten Paluzesin, tattan, lezzetten ibaretsin sen70


Güllaç: XIII. yüzyıla ait Arapça bir yemek kitabında rastlanılan tarifte şam fıstıklı ve içi doldurularak yapıldığından bahsedilmektedir. Arapça tariflerde ince ekmek olarak ifade edilen güllaç “güllü aş” ‘tan bozma olup farsça’ya ise gülanç olarak girmiştir. 14. Yüz yılda Moğol devrine ait Çince bir ansiklopedide ise “gülaci” adıyla bir tarif bulunmaktadır.71


Kadayıf: X. yüzyıldan beri kayıtları bulunan bir Arap tatlısıdır.72 Kadayıf XIII. yüzyıl Anadolu’sunda bilinmektedir. Mevlana’nın eserlerindeki benzetmelerde sıklıkla bahsedilmektedir. Şöyle ki,


“O vefakâr, o yoksul şeyhe evlat ölümü kadayıf gibi gelmişti.73 “Haydin, şarap geldi küpten dışarıya;

kadayıf için, pelte için bedeninizi bulaştırmayın”.74


Aşure: Dünyanın birçok yerinde karşımıza çıkan aşure İslam dünyasında yılın ilk ayı olan Muharrem’in onuncu gününün adıdır. Bu günde buğday yemeği yapıp dağıtmak geleneği Nuh’un gemisiyle ilgili bir hikâyeye dayandırılmaktadır. Buna göre Aşure gemi karaya oturunca kalan bütün erzak bir araya getirilerek pişirilen ve gemidekilerin beraber yedikleri yemek olarak anlatılmaktadır. İslam dünyasında gerek Şii gerekse Sünni çevrelerce yapılagelmiştir.75


Sütlaç: Sütlü aş veya sütlü pirinç denilen tatlıya ilk olarak XV. yüzyıla ait tıbbi kitaplarda ve Kaygusuz Abdal’ın şiirlerinde rastlanılmaktadır XI. yüzyıla ait kaynaklardan Divân-ı Lügati’t-Türk’te ise benzer bir tatlı “Uwa” ismiyle tarif edilmektedir.76


Zerde: Pirinç, bal, pekmez veya şeker, safran ve yağdan meydana gelen tatlı Binbir Gece Masalları’nda ve Mevlana’nın eserlerinde zikredilmektedir.77


Baklava: Türk-Arap ve Fars topluluklarının yaşadıkları coğrafya onları büyük oranda tarım ve hayvancılığa bağlı hayata zorlamıştır. Benzerlik gösteren bu kültürler birbirleriyle etkileşimlerde bulunmuşlar, ellerindeki malzemeleri geliştirerek paylaşmışlardır. Buğdaydan unu, undan hamuru, hamurdan katlarını elde eden bu kültür buluşması, hamur katlarının arasına fındık, fıstık, bal, badem, ceviz, kaymak vs. koymak suretiyle yeni ürünler


elde etmişlerdir. XI. yüzyıla ait kaynaklardan Türklerde hamurun katlama usulünün bilindiği öğrenilmektedir.78 Abbasi sarayında da yufka ile yapılan benzer tatlıların olduğu bilinmektedir. 


Faludec ve Levzinec tatlılarında iç malzemesi olarak badem, Antep fıstığı, hurma kullanılmaktadır.79 XIII. yüzyıla ait kaynaklardan olan Mevlana’nın Divân-ı Kebir’inde “Samsa Baklavası”80 isminde bir tatlıdan söz edilmektedir. Farsça üçgen anlamında “Senbûse” den olan Samsa XIII. yüzyıldan beri üçgen şe-

killi bir börektir.81

21 Aralık 2021 Salı

Din-Gastronomi Etkileşimi Üzerine: Dinlerde Mutfak Ritüelleri

 Din-Gastronomi Etkileşimi Üzerine: Dinlerde Mutfak Ritüelleri


Din-Gastronomi Etkileşimi Üzerine: Dinlerde Mutfak Ritüelleri
Dr. Ümit ŞENGEL
Sakarya Uygulamalı Bilimler Üniversitesi, Turizm Fakültesi, Turizm Rehberliği Bölümü, Sakarya, Türkiye

Giriş

İnsanlık tarihi kadar eski olan ve bireyin yaşamını sürdürmek için gereksinim duyduğu fiziksel ihtiyaçlarının başında yeme-içme gelmektedir. Zamana ve ortama bağlı baskın kültürel karakterlerle lezzet, tat, form ve çeşitleri değişiklik gösterse de bu gereksinim hiçbir zaman yok olmamıştır. İnsanlık tarihiyle birlikte gelişimini sürdüren yeme-içme alışkanlıkları tarih boyunca kültürle karşılıklı bir etkileşim içerisinde olmuştur. 

Bu etkileşim ile birlikte kültürü besleyen her türlü dinamiğin mutfağın şekillenmesinde belli seviyelerde katkı sağlamasına neden olmuştur.

Toplumların mutfak kültürlerini belirleyen çok sayıda faktörün olduğu söylenebilir. Bu faktörler genellikle toplumların sosyal yaşam kurallarını belirlemede etkili olan unsurlardır. Din, bu faktörlerden en önemlilerinden biridir. Her iki kavram da en eski dönemlerden beri insanlık tarihinin önemli birer tamamlayıcısı olarak ön plana çıkmıştır. Bu açıdan insanlık tarihi ile eşdeğer bir geçmişe sahip olan din ve mutfak olgularının etkileşimde bulunmaları kaçınılmazdır. Bu etkileşim sürecinde genellikle din mutfağı etkilemiştir. Dinlerin yasakladığı ürünler, o dinlere tabi olan insanlar tarafından kullanılmaz. Dinlerin tüketimini teşvik ettiği ürünler ise genellikle daha sık tüketilmektedir.

Din ve mutfak arasındaki etkileşim sadece günümüz toplumlarında ve geniş insan topluluklarında inanılan dinler için değil, aynı zamanda tarihte belli küçük bölgelerde ortaya çıkmış ve ömrü kısa olan inanışlarda da mevcuttur. Birçok eski inanışta ibadetler geniş bölgelerde yapılan toplu eğlencelerde ziyafetler eşliğinde yapılmaktadır. Günümüzde ise birçok din ürün bazlı veya tüketim kalıpları bakımından mutfakları ve gıda tüketimini şekillendirmektedir. İki olgu arasındaki etkileşim konuyla ilgili akademik çalışmaları gerekli kılmaktadır. Bu bilgiler ışığında bu çalışmada geçmişten günümüze kadar dillerde bulunan mutfak ritüellerinin tespit edilmesi amaçlanmaktadır. Böylece kaynak taramasına dayanan bu çalışmayla din-gastronomi arasındaki etkileşimin ortaya konması hedeflenmektedir.

Kültür-Gastronomi İlişkisi

Gastronomi, 2000’li yıllardan sonra ciddi bir ivme kazanarak modern dünyanın en önemli kavramlarından biri haline gelmiştir. Kavram küresel düzeyde yaygınlaştığı gibi yerelliği ön plana çıkaracak şekilde de yaygınlık kazanmaktadır. Gastronomi yerel olarak soyut varlıkları içeren kültür varlıklarını konu edinmekte ve işlemektedir. Gastronominin kültürle ilgili sahip olduğu bu yerel misyonun uluslararası niteliği de mevcuttur. Bu anlamda gastronomi uluslararası düzeyde kültürel çeşitlilik oluşturmakta, dünyada yaşayan toplumlara yaşam biçimi, kültür ve geçmiş gibi parametreler açısından ışık tutmaktadır (Işkın, 2020).

Geçmişten günümüze kadar süre gelen gastronomi ile kültür arasındaki etkileşim iki şekilde ifade edilebilir. Bunlardan ilki gastronominin gelenekselliği de içerecek biçimde kültürden etkilenmesi, ikincisi ise gastronominin toplumsal düzeyde oluşabilecek kültürel kalıpların şekillenmesinde bazı etkilere sahip olmasıdır. Bu yönüyle gastronomi hem kültürden beslenen hem de kültürü besleyen bir yapıya sahiptir. 

Gastronomik deneyim sonucu deneyimlenen her farklı mutfak farklı bir kültürün örneğidir. Dolayısıyla gastronomi motivasyonu turistleri farklı toplumlara ait kültürel değerleri denemeye ve öğrenmeye teşvik etmektedir. Kültürel merak gibi güdülerin gastronominin gelişimi için birer itici faktör olduğunu ifade etmek gerekir. Burada gastronomi ve kültür etkileşiminin en açık örneklerinden biri görülmektedir (Fields, 2002). Seymen (2019) yaptığı çalışmada bu etkileşime dikkat çekmekte ve bir toplumda gastronominin en yoğun şekilde ilişkili olduğu unsurlardan biri olarak kültürü öne çıkarmaktadır. Bir şehrin yerel kültüründeki ilk belirleyici unsuru ve bir şehri (kültürü) anlamanın ilk yolu mutfaktan geçmektedir.

Gastronomi ve kültür arasındaki ilişkinin net bir şekilde ortaya çıkmasında gastronomi turizmi kavramının giderek yaygınlık kazanmasının da büyük etkisi vardır. Aslında gastronomi turizminin bizzat kendisi, kültür turizminin önemli bir boyutunu oluşturan alternatif bir turizm çeşidi olarak ön plana çıkmış ve gelişmiştir. Dolayısıyla gastronomi turizminde turistlerin esas gayesi bölge kültürüyle etkileşime girmektedir. Bu sayede toplumların geçmişleri, gelenek ve görenekleri, örf ve adetleri, tarihleri ve kültürel miraslarıyla bir bağ kurma düşüncesi hâkimdir. 

Çünkü üretim ve sosyal yapıdan beslenen geleneklerin kültürel mirasın en önemli dinamikleri olduğu bilinmektedir. Gastronomi turizmi sayesinde belli bölgelerin üretim ve sosyal yapısını görerek bölge kültürün ayırt edici yanlarına tanık olunmaktadır. Bu turizm çeşidi sayesinde bölge kültürleri ekonomik, sosyal ve çevresel bağlamlarıyla ilişkilendirilerek öğrenilmektedir (Corigliano, 2002: 168).

Belli bir dönemde kültür olarak kabul edilen faktörler o döneme kadarki kültürle ilgili olabilecek her türlü belleğin toplamından oluşur. Buradaki toplam özellikle devlet, toplum ve medyadan oluşan politik, siyasi ve sosyo-kültürel kurumların belirleyici bir role sahip olduğu özel tercihlerden oluşabilir. Ancak dünyanın geldiği küresel nokta bunun daha geniş bir perspektiften oluştuğu düşüncesini hâkim kılmaktadır. 

Sonuçta dünyanın geldiği noktada kültür yerel üretim algısının dışına çıkmıştır. Kültür genellikle burada ifade edilen belleğin bir kısmını içeren ve doğal hale gelmiş, önceki kültürel deneyim ve etkilerin izlerini taşıyan, yerel bir bölge ile sınırlı kalmayıp sınırları aşan bir kimliğe sahip olabilmektedir (Tomlinson, 1991). Nitekim Işkın (2020) meseleye kültür bellek açısından bakıldığında, uluslararası gastronominin en az yerel gastronomi kadar önemli olabileceğini ifade etmektedir.

Uluslararası gastronominin toplumsal etkileri ön plana çıkmış en belirgin kültürel öğesi Fast-Food ağırlıklı tüketim kalıplarıdır. Özellikle büyük Fast-Food şirketlerinin ortaya çıkması ve dünya genelinde yaygınlaşması uluslararası gastronomi açısında önemli bir modern kültürün oluşmasına zemin hazırlamıştır (Hall ve Mitchell, 2002). Meseleye büyük bir tüketim değişikliği hareketi olarak bakıldığında, dünyadaki beslenme alışkanlığının homojen bir kimliğe kavuştuğu görülebilir (Ripe, 1996). 

Basit bir şekilde ele alınsa bile buradaki homojenlik fikri karmaşık bir yapıya sahiptir. Çünkü bu gibi kültürel bütünleşmelerle dünyanın tek bir kimlik olarak öne çıkmasına karşı çıkan geniş bir kitle mevcuttur. Kültürü ve gıdaları besleyici veya kültürel formlarda homojenleştirme çabalarındaki bu endişelerin temelinde modernleşme hareketleri yatmaktadır. Çünkü batılı tarzdaki kapitalist kültür buradaki homojenlik problemini küresel kültür tehdidi olarak gördüğünden, bunu çeşitlilik ve zenginlik hissi verebileceği düşüncesiyle kendi kültürlerine entegre etme arayışındadır (Tomlinson 1991).

Gastronominin uluslararası kültürel kimliğinin belirgin bir şekilde ortaya çıkmasında, uluslararası ticarette yaşanan gelişmelerin önemli bir payı vardır. Çünkü öncellikli olarak gastronominin gelişimini sağlayan hammaddeleri oluşturan gıda pazarı küresel bir kimlik kazanmaktadır. Bu sayede aynı ürün, dünyanın farklı bölgelerinde aynı anda tüketime sunulmaktadır. Böylece mutfak kültürü bağlamında uluslararası gastronomiyi oluşturan yerel ve bölgesel modelleri aynı kalmakta, hatta bazen büyümektedir (Hall ve Mitchell 2002). 

Gastronomideki gelişmeler sayesinde uluslararası bir niteliği dönüşen mutfak kültürlerindeki gelişmelerde de uluslararası ticaretin büyük payı vardır. Örneğin Anadolu mutfağındaki pek çok geleneksel yemek zorunluluktan (fakirlik vb. sebepler) veya hammaddeye erişimle ilgili yaşanan sorunlardan ortaya çıkmıştır. Anadolu coğrafyasında mutfak kültürünü oluşturan çoğu gastronomik değer, zamanında olan malzemelerin değerlendirilme çabasından doğmuştur. Doğu Anadolu bölgesine ait Keledoş yemeği bunun en güzel örneklerinden biridir. Bu yemekte kullanılan malzemeler sıcak tandır ekmeği, yoğurt, sarımsak ve yağdır. Yemekte kullanılan bu malzemelerin her biri ya kırsal bölgelerdeki insanların kendi üretimleri veya mutfakta bulunan temel (bu yemek için yağ) malzemelerdir. Bu malzemelerin geçmiş dönemlerde mecburi olarak bir araya getirilmiş olması günümüz gastronomisine bir geleneksel yemek kazandırmıştır.

Gastronominin giderek yaygınlaşması ve ulusal-uluslararası anlamda sahip olduğu rol, ulusal veya uluslararası düzeyde faaliyetler yürüten Sivil Toplum Örgütlerinin konuya ilgi duymalarına neden olmuştur. Bu örgütlerin amaçları genel olarak kültürel çeşitliğin sürdürülebilir kılınmasını sağlayarak, kültürel değerlerin tescillenerek koruma altına alınmasını sağlamaktır.

Bu örgütler, dünya üzerindeki farklı yerel kültürleri temsil eden kültürel çeşitliliklerin devamını sağlamak için bu kültürleri tescilleyerek koruma altına almak için çalışmalar yürütmektedir. Gastronomi kavramının giderek gelişmesi bu STK’ların dikkatini çekmiş ve bunlar mutfak kültürü bakımından zengin olan bölgelerde kültürel değerlerin korunması için bazı faaliyetler sürdürmektedir. Bu faaliyetler aşağıdaki gibidir (Kara, vd., 2017);

• Yerel kültürleri korumaya kaynaklık etmek
• Bölgesel kalkınma sağlayarak bölgeler arası gelişmişlik farklılıklarını gidermeye yardımcı olmak
• Sürdürülebilirliği sağlarken günümüz turistlerinin de ihtiyaçlarını karşılamak

Fine (1996) gastronomi ile kültür arasındaki etkileşimi restoran tanımlamasında ele almaktadır. Fine, restoranları bir grup emeğin organizasyonu olarak ifade ederken, organizasyonun kültürel ve fiziksel öğelerin ortak üretimine dayandığını vurgulamaktadır. Bu tanım aracılığıyla, yemek sunan basit işletmeler algısının dışına çıkılarak, restoranlar kültürel bir misyon yüklenmiştir. Gastronomi ile ilgili araştırmaların genel çerçevesini oluşturan profesyonel yemek üretimi, kültür endüstrisinin en önemli ayaklarından birini oluşturmaktadır. Bu anlamda kültürel bir olgu olarak mutfağın üretim, tasarım, hazırlık, sunum gibi unsurların her biri bu kültürün birer parçasını oluşturmaktadır (Scarpato, 2002: 65).

Montanari (1994) yaptığı çalışmada gastronomi ile kültür arasındaki etkileşime dair kritik bir problemi ortaya koymaktadır. Bu çalışmaya göre en yüksek düzeyde kültürü temsil etme yeteneğine sahip pek çok ürünün zamanla önemini kaybettiği vurgulanmaktadır. Çünkü gastronomide yaşanan gelişmeler konuyla ilgili ticari kaygıların artmasına sebep olmuştur. Bütün bu gelişmeler kültürü temsil yeteneğine sahip yemeklerin gastronominin popülerliği karşısında deneysel deneyimlerin ve suni kalıpların ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır. Gastronomi turizminin ortaya çıkması bu durumun en önemli nedenlerinden biri olarak ifade edilebilir. Yemeklerde standart üretim kalıplarının artışı gastronominin yerelden uzaklaşarak uluslararası formlarının ortaya çıkma sürecini hızlandırmıştır. Kavram için önemli bir unsur olan otantik kültür yerini popüler kültüre bırakmıştır.

Ravenscroft ve van Westering (2002) gastronomi ile kültür arasındaki etkileşimi evrensel bir değerlendirmeyle ele almaktadır. Bu değerlendirmede gastronomik kültürü sahiplenmek için bir sınırlamanın mümkün olmadığını vurgulamaktadır. Bu sahiplik kullanıcılara ait olup, sahipliğin ne kadar süreceği gastronomik kültürün kullanımına bağlı olarak belirlenebilir. Bunun da ötesinde gastronomiyle alakalı fikri mülkiyet hakkı ve gastronomik değerlerin bulunduğu bölgelerin markalaştırılmasında ilgili gastronomik değerlerin bölgeye ne kadar ait olduğunun önemli bir yeri vardır. Dolayısıyla gastronomi temelli bir fikri mülkiyetin somutlaştırılması esastır. Gastronominin sahip olduğu soyut kültürel özelliklerin ürünler aracılığıyla somutlaştırılması buna yardımcı olabilir. Tersi durumda ise zorlaştırabilir.

Kültür-Din İlişkisi

Din ve kültür arasında oldukça büyük bir etkileşim vardır. Zira birçok din veya inancın inanış felsefesinde ortak argümanlardan hareket edilmektedir. Birçok din ve inanış ortak bir değer olarak bireyin iç huzuru ve toplumsal düzen ile yakından ilgilenmektedir. Farklılaşan unsurlar ise ibadet anlayışları ve problemlerin çözümüne ilişkin yöntemleridir. Örneğin; birçok din veya inanışta oruç bir ibadet veya vücudu terbiye eden bir perhiz olarak yerini almaktadır. Ancak ibadet, dinlere ve dinlerin yaşam bulduğu dönemlere göre farklı beslenme biçimlerini öngörmektedir. Benzer şekilde birçok din veya inanç için kurban önemli bir ibadet iken uygulamada belirgin farklılıklar yaşanmaktadır. Öyle ki bazı inanışlara göre bitkiler kurban edilmekte, hatta insanın kurban edildiği inanışlar bile var olmuştur (Beşirli, 2017).

Din ve kültür, Cebeci (2008) tarafından toplumun iki temel yapı taşı olarak ifade edilmekte ve bu olguların anlam ve işlev bakımından benzerlikler taşıdığı vurgulanmaktadır. Her iki kavramın var oluşu temelde insan varlığıyla mümkün olmakta ve bunlar insanların birer etkinliği olarak hayat bulmaktadır. Bu anlamda bu iki olgu arasındaki ilişkide insanın girdi ve çıktı olma gibi temel bir özelliği bulunmaktadır. Ayrıca insanla yoğun bağlantıları olan bu etkileşimli iki kavramın birbirini etkileyen bir yapıda oldukları söylenebilir. Gerek iki kavram arasındaki etkileşim, gerekse de iki kavramın insanla olan ilişkisi bu iki olgunun insanın sahip olduğu kimliğin inşasında önemli bir role sahip olduğu sonucuna varılabilir.

Din-kültür ilişkisi dinler antropolojisinin en önemli konularından birini oluşturmaktadır. Bu ilişki başta felsefe olmak üzere psikoloji, ekonomi ve sosyoloji gibi pek çok sosyal ve beşerî bilimin çalışma sahasına girmektedir. Farklı yöntem ve araştırma çabaları olan her bir bilim dalının bu iki kavram arasındaki ilişkiye dair öngörüler sunması bu ilişkinin önemini ortaya koymaktadır. Ayrıca bu iki husus arasındaki ilişkinin temellerinin sağlam atılması, toplumlar arasındaki kullanımı bu disiplinlerdeki anlamlarıyla çok farklı biçimlerde çalışılması bir gereklilik olarak ön plana çıkmaktadır (Özmen, 2018; Tanrıverdi, 2018).

Bazı toplumsal normların hem din hem de kültür için ortak bir değer olması bu iki kavram arasındaki ilişkilerin daha da iç içe geçmesine neden olmaktadır. Bu toplumsal normların en önemlilerinden biri de ahlaktır. Ahlak kavramı din ve kültürün en önemli erdemlerindendir. Gerek din gerekse de kültür ahlaklı birey ve dolayısıyla ahlaklı bir toplum inşasını ilke edinmektedir. Bu iki yapı aynı zamanda toplumsal normlar üzerinden birbirini destekleyen bir görüntü de çizmektedir. Örneğin; besleneme alışkanlıkları, giyinme tarzları ve toplumsal olaylar için din ve kültür birbirlerini destekleyici refleksler vermektedir. Örneğin; dinen (İslam örneğinde) haram veya helal kabul edilen unsurlar toplumsal normlar tarafından benimsenen veya benimsenmeyen kurallar olarak hayat bulmaktadır. Bu iki hususun karşılıklı etkileşimi aile ilişkilerine kadar inmektedir (Kılıç, 2013).

Bu iki kavram arasındaki ilişkiler farklı toplumlarda farklılık gösterebilmektedir. Çünkü toplumlar farklılaştıkça kültürün ve dinin farklılaşması da muhtemel olmaktadır. Bu anlamda inanışları ve ibadet uygulamaları farklı olan bir Müslümanın bir Yahudi’nin veya bir Mani’nin herhangi bir toplumsal meseleye bakışı açısı kültürel ve inançsal farklıklardan dolayı farklılık gösterebilmektedir (Freyer, 1964).

Din-Gastronomi İlişkisi

Bazı dini törenlerde gıda tüketiminin olduğu bilinmektedir. Benzer şekilde besin olarak tüketilebilecek bazı ürünlerle ilgili dini uygulamalarda mevcuttur. Bu yönüyle gastronomi ve din olgularının karşılıklı bir etkileşim içerisinde olduğu söylenebilir. Bu ilkel kabile dinlerinden başlayıp günümüze kadarki din ve inanışlarda da devam etmektedir. Dinlerdeki gastronomi ağırlıklı uygulamalarda temel amaç yüce ilaha şükretmek, hoş görünmek, hediyeler vermek ve onun rızasını kazanmaktır. Böylece kötülüklerle mücadele edilebilir anlayışı hâkimdir. Neredeyse bütün inanışlarda ve dinlerde bu uygulamaların başında Kuran-ı Kerim gelmektedir. 

Kimi dinlerde hayvan kurban edilirken, kimisinde bitkilerin kurban edildiğine bile rastlanmaktadır. Hatta gastronomi olgusuyla ilişkili olmasa da, bazı eski inanışlarda insanların kurban edildiğine bile rastlanılmaktadır. Gastronomide özellikle kurban edilen hayvanlar üzerinden din gastronomi ilişkisini görmek mümkündür. Kanlı kurban ibadetlerinde güvercin gibi kuş türleri, büyük ve küçükbaş grubundaki hayvanların kurban edildiği bilinmektedir. 

Ayrıca bazı inanışlarda kurban edilen bitkilerde yemek olarak tüketilmektedir (Akkuş, 2014; Küçük, vd., 2018). Bazı dinlerde kurban ibadeti toplumsal dayanışmanın bir aracı olarak uygulanmaktadır. Örneğin; Müslüman toplumlarda kesilen kurban edilen hayvan etleri, gıda maddesi olarak pahalı olması nedeniyle ekonomik anlamda problem yaşayan insanlara dağıtılmaktadır. Hatta etlerin bir kısmı kurbanı kesildiği ülkelerin dışındaki ihtiyaç sahibi insanlara dağıtılmaktadır (Işkın, 2020).

İnsanlık tarihi kadar eski olan din olgusunun toplumları birçok açıdan etkilediği bilinen bir gerçektir. Bu etkilenmenin en açık şekilde hissedildiği konuların başında ise gastronomi (yeme-içme) gelmektedir. Din ile gastronomi arasında bulunan güçlü ilişki tarihin eski dönemlerinde olduğu gibi günümüzde de devam etmektedir. Özellikle bazı etkinliklerde bu etkileşimin en güzel örneklerine rastlamak mümkündür. 

Young Crop veya Young Cassava Festivali olarak bilinen ve her yıl Haziran ayının ilk Cumartesi günü gerçekleşen festivalde festivale özgü yiyecekler hazırlanmaktadır. Rahip tarafından kutsanan bu yiyecekler daha sonrasında tüketilmektedir. Bu yemeklerde genellikle “manyok” olarak bilinen bitkiden yararlanılmaktadır. Diğer bazı yemeklerde ise “maum” kuşları ve “silabey” balıkları kavrulmaktadır. Festivalden bir gün öncesinde ise şeker kamışı suyu, amonyak çiçeği ve ananas içeceği yapılmaktadır. Danslar ve dualar edildikten sonra hazırlanan yiyecekler klişe cemaatine ikram edilir (Sinclair ve Marcus, 2015: 301). Hristiyanlık geleneğindeki bu uygulama din-gastronomi etkileşimini ortaya koymaktadır.

Bazı dinlerde gıdalara ilişkin yasaklayıcı hükümler din-gastronomi arasındaki etkileşimin en belirgin örneklerinden biri olarak ön plana çıkmaktadır. Farklı din veya inançlarda bazı besin modellerinin tüketilmesi yasak, bazılarının ise hoş karşılanmamaktadır. Bu yasaklayıcı hükümlerin dinlerdeki kullanımları da farklıdır. İslamiyet’te haram kavramlarıyla ele alınan bu yasakların dinen tüketimi uygun değildir. Beslenme biçimlerinin şekillenmesinde de etkili olan bu kurallar dinlerin kutsal kitaplarında veya yazılı metinlerinde yer almaktadır (Kılıç ve Albayrak, 2012: 708). İnsanlar bir yandan inandıkları dinlerin ibadetlerini yerine getirirken, diğer yandan da bu yasaklayıcı kurallara uymak zorundadır.

Geçmişten günümüze gelene dek yiyecek ve içeceklerin çok büyük bir değişim geçirdikleri bir geçektir. Dolayısıyla, özellikle dinlerin veya inanışların köken olarak çok eskiye dayansalar da günümüz gıda tüketimi konusunda bu kuralların önemli bir kısmının devam ettiği söylenebilir. Dinlerde çok eskiden beri tüketilmesi yasak edilen ve haram kılınan gıdalar söz konusudur. Bu yasaklar günümüzde de geçerlidir. Örneğin; İslam’a göre domuz ile ilgili her türlü ürün, leş hayvan eti ve alkollü içecekleri tüketmek haram kabul edilmiş ve dinen tüketilmeleri yasaklanmıştır. Buna benzer haram uygulamalar Yahudilik inancında da yer almaktadır. 

Yahudilik ve İslam dinlerinin arasındaki en önemli benzerlik gıda tüketimi noktasında kendini göstermektedir. Özellikle gıda tüketimindeki yasaklayıcı kuralları anlatan “koşer” kavramı İslamiyet’teki tüketilmesi yasak olan ve “haram” olarak ifade edilen anlayışla önemli benzerlikler taşımaktadır. Nitekim domuz her iki din içinde tüketilmesi yasak olan bir hayvandır (Kılıç, 2011).

Din veya İnanışlarda Bazı Mutfak Ritüelleri

Şintoizm

Yapılış yeri önemli olmaksızın arınma ile başlayan ve dua ile devam eden ibadetlerde en son kısımda kutsal şölenler yapılmaktadır. Bu şölenlerde “naorai” olarak bilinen ve “kami” (kutsal, güçlü, korkulan insan kavrayışının üstünde olan varlık) ile birlikte yenilen yemek olarak bilinen gösteriler yapılmaktadır. İbadetin sonunda ikramlar getirilir ve yemek zamanı geldiğinde bunlar tüketilir. Bu sunular özel odalarda hazırlanıp arındırılır. Daha sonra düzenli bir şekilde tepsilere konularak törensel bir bir biçimde sunu masalarına konulur (Küçük, vd., 2018). Toplumların dinleri ile gastronomik değerleri arasında güçlü ilişkilerin varlığı açıkça ortadadır. 

Ancak Şintoizm’deki bu ritüelde olduğu gibi mutfakla ilgili imgelerin ibadetlerin yapılışı esnasında olması bu iki husus arasındaki ilişkiyi daha net bir şekilde ortaya koymaktadır. Bu anlamda Beşirli (2017)’ye göre ölen insanlar yaşayanlara ihtiyaç duymaktadır. Bu vesileyle yaşayanların ölülere ikramlarda bulunduğu ve ölülerin mezarlarına yiyecek ve içecek bırakılmasında dolayı mutlu oldukları rivayet edilmektedir.

Şintoizm’de ibadetlerin dört temel unsurundan biri de “kamilere” (Yüce varlık) sunulan yiyeceklerle ilgilidir. Bu ritüel bu yemeklerin pişme durumuna göre şekillenmektedir. Bu inanışta sebzeler, meyveler, deniz yosunu, balık, pirinç, tahıl ve kek gibi besinler önemli bir yer tutmaktadır. Yapılan sunular özel odalarda ve özenerek hazırlanmaktadır. Günümüzde bile Şintoizm ile iğli tapınaklarda et ürünlerinin sunulduğuna şahit olunmaktadır. Tapınaklardaki yemek ritüelleri oldukça baskındır. Hazırlanan yiyecekler ahşap bir masanın üzerinde sunulmaktadır (Ono ve Woodard 2011).

Hinduizm

Hinduizm inancının toplumsal yapısı kast sisteminin etrafında şekillenmektedir. Kast sistemi toplumsal yapıyı dört sınıfa bölen ve toplumsal sınıf ayrımcılığının en üst seviyede hissedildiği bir toplumsal hiyerarşik sistemdir. Kast sisteminde toplum temelde din adamları-bilginler (Brahmanlar), prensler-askerler, (Kisatriyalar), çiftçiler (Vaisyaslar) ve İşçiler-köylüler (Çudralar) olmak üzere dört sınıfa ayrılmıştır (Kahraman, 1965). Çudralar, ya da sudralar olarak bilinen en alt tabakadaki sınıfta köleler de yer almaktadır. Ayrıca bu dört kastın dışında Puryalar denilen kast dışı bir sınıftan da söz edilmektedir (Yemenlioğlu, 2016). Kast sisteminde kastlara mensup olanlar doğuştan bu hakkı elde etmekte ve kastlar arası geçiş veya imtiyaz söz konusu olmamaktadır. Kast sisteminin sosyal hayatı düzenleyici rolü mutfak ritüellerine de yansımaktadır. Alt kastlar üst kastlardan istedikleri yiyecekleri alamazken, üst kasta mensup olanlar diğer kastlardan ürün alabilmektedir (Közleme, 2012).

Hinduizm’de cenaze ile ilgili uygulamalarda mutfak ile ilgili bazı ritüeller mevcuttur. Ölenlere ait cenazeler yakıldıktan sonra, ruhun başka (yeni) bir bedene girişini kolaylaştırmak amacıyla tatlı ikram edilmektedir. Bu ikramlar ölümün gerçekleştiği günden sonraki 10 ve 20. günlerde gerçekleşmekte ve yıl dönemlerinde de tekrar edilmektedir. Bu ikramlar ölen kişinin bir erkek çocuğu veya erkek akrabası tarafından eksiksiz bir şekilde yapılmalıdır (Küçük, vd., 2018).

Maniheizm

Maniheizm inancının faziletli kabul edilen davranışlarından bazıları mutfak ile ilgilidir. Örneğin; Maniler’e göre içki içmemek ve et yememek hayatın temel unsurlarından bazılarıdır. Bu inanca mensup kişiler et ve et ürünleri yerine bitkisel gıdaları tüketmektedir. Mutfak ritüellerinde bitkinin çok ciddi bir ağırlığı vardır. Dinde bitkisel gıdaların tüketiminde bile öncelik esası vardır ve salatalık kavun ve karpuz en fazla tercih edilen ürünler arasındadır. Maniler bitkilerin ota basmamaya ve ekinleri çiğnememeye azami düzeyde özen göstermektedir. 

Gıdalardaki bu genel bilgilerin yanında Maniheizm’de “genel yemeği” en önemli dini ritüellerden birdir. Günlük olarak gerçekleşen bu ritüelde yemekler seçkinler için dinleyiciler tarafından hazırlanmaktadır. Dinleyicilerin yaptıkları hizmetler ise günahlarının kefareti sayılmaktadır. Bu yemeklerde salatalık, karpuz, kavun, bazı meyve suları ve buğday ekmeği tüketilmektedir (Küçük, vd., 2018).

Cainizm

Cainizm inancında yiyecek ve içeceklerle ilgili bazı ritüellerin olduğu bilinmektedir. Bu inanışta yemede ölçü genellikle yiyeceklerin temiz olması, et ürünlerinden yoksun olması ve yemeklerin yapan kişinin övülmeden yenmesidir (Raju vd., 2002). Ayrıca Cainistler hiçbir canlıya zarar vermemeyi ilke edinmektedir. Bu nedenle bu inancın mensupları modern formundan farklı da olsa genellikle vejetaryendir. Farklılığın noktası kök hücreye sahip bitkilerde canlı kabul edildiği için bunlar da tüketilmemektedir. Elma yendiğinde bitki yok edilmez, ancak kök sebze tüketildiğinde bitki yok olur felsefesi bunun için bir gerekçe olarak sunulmaktadır (Beşirli, 2017).

Sihizm

Sihizm geleneklerinde özellikle düğünlerde bazı mutfak ritüellerine rastlanılmaktadır. Örneğin; düğün günü damada tatlılar ikram edilir. Düğün günü gelini almaya giden damat ve ailesini gelinin ailesi karşılar. Burada çay, atıştırmalık ve yiyecekler ikram edilmektedir. Düğünün son seremonisi kabul edilen ve “Laavan” olarak bilinen gelinin artık ailesinin evinden ayrılacağı zamanda çok sayıda davetli torlarca yiyecek ve içecek eşliğinde eğlenmektedir (Yemenlioğlu, 2016).

Yahudilik

Yahudilik inancında hayvansal ürünlerin aynı anda tüketilmesi yasaktır. Hatta bir hayvansal gıdanın alınmasının üzerinden belli bir zaman geçmeden başka bir hayvansal gıdanın vücuda alınması yasaklanmıştır. Örneğin, et ve süt ürünlerinin belli bir zaman aralığı olmadan vücuda alınması yasaktır. Bu nedenle çoğu zaman tereyağı veya diğer hayvansal yağların yerine zeytinyağı, fıstık yağı, pamuk yağı mısır yağı veya susam yağı gibi bitki temelli yağlar kullanılmaktadır (Roden, 2003). 

Yahudilikte bayram veya anma kutlamalarında uyguladıkları mutfak ritüellerinin varlığı da mevcuttur. Bu ritüellerde genellikle kutlama aracı kabul dilen ürünlerin tüketimine rastlanılmaktadır. Kutsal gıdalar olarak kabul edilen bu ürünlerin Yahudi toplumunun kültürel değerlerinin sürdürülmesi gibi bir misyona da sahip olduğu söylenebilir (Kılıç, 2011).

Yahudilik inancındaki önemli bir mutfak ritüeline Pesah olarak bilinen bayramda rastlanılmaktadır. Kuzuların kurban edildiği bu bayrama hamursuzlar bayramı da denilmektedir. Bayram boyunca yalnızca mayası olarak yapılan hamurlardan üretilmiş ekmekler tüketilmektedir. Mayalanan veya kabaran ürünler bayram boyunca asla tüketilmemektedir. Tahıllar (buğday, yulaf, arpa, çavdar, darı vb.) veya tahıl ağırlıklı yapılan ürünler evlerde bulundurulmaz. Sofralarda seder denilen mayasız hamurdan yapılan ekmek, acı otlar, kurban etleri, kırmızı şarap ve haşlanmış yumurta bulunur (Özkan, 2009).

Hristiyanlık

Hristiyanlık inancında Apokria denilen bir dinsel ritüel bulunmaktadır. Bu ritüel büyük perhiz öncesi ve büyük oranda yeme-içme faaliyetlerini içeren bir karnavaldır. Farklı kostüm ve maskelerin kullanıldığı eğlencelerin eski dönem örneklerinde özellikle Anadolu coğrafyasında süt ve süt ürünleri ile yumurta tüketilerek bu geleneklere son verilmektedir (Atilla, 2017).
Hristiyanlık geleneği içerisinde Ermeni toplumu Noel kutlama günü ve yılbaşında mutfağın ön planda olduğu kutlamalar veya geleneksel faaliyetler sürdürürler. Noel’de ailenin bütün bireyleri bir sofrada toplanarak birlikte yemek yemektedir. Yemekte ise genellikle tereyağlı pilav ve balık tüketilmektedir. 

Yılbaşı gününde de benzer faaliyetlere rastlanılmaktadır. Yılbaşı eğlencelerinde hindi başta olmak üzere, midye dolma, zeytinyağlı yaprak sarma ve topik gibi yemeklerle ziyafet çekilir. Yılın ilk gününde ise nar ritüeline rastlanılır. Bereket getirdiği düşüncesiyle ev ve işyeri başta olmak üzere birçok alanda nar bulundurulur. Yılın ilk günlerinde narlar iş yerlerinin kapılarında kırılarak yere saçılmaktadır (Özkan, 2009).

Hristiyanlıkta kutsal olarak kabul edilen ve sakrament olarak bilinen yedi kutsal uygulama bulunmaktadır. Hristiyanlıktaki bu sakramentlerden ikincisi de bazı gastronomik öğelerle ilgili olan ekmek ve şarap ayinidir. Bu ritüel Hz. İsa’nın çarmıh öncesi 12 havarisiyle yediği ve son akşam yemeği olarak bilinen yemeğin anısında kutlanan bir şükran ibadetidir. Bu ayinden önce Agape veya Evharistiya denilen yemekler yenilmektedir. İncil’deki bilgilere göre ekmeği bölerek bu benim etim, bir kase içindeki şaraba ise bu benim kanımdır diyerek havarilerine vermiştir. Kilise Aziz Pavlus tarafında yorumlanan bu olayı ekmek ve şarap ayini olarak ayin haline getirmiştir (Küçük, vd., 2018).

Rumlar Protohronia dedikleri yortu gününde özel bir pide pişirmektedirler. Vassilopita denilen pidenin içerisine brendi ve mastika konulmaktadır. Hamur biraz fazla olduğu için genellikle yoğurma işi güç gerektirdiği için erkekler tarafından yapılmaktadır. Pişirilmeden önce pidenin içine bir demir para konulur. Bu paranın denk geldiği kişinin yeni yılının uğurlu geçeceğine inanılmaktadır. Bu özel günde bereket getirmesi için çeşmeler açılır ve evlerin girişinde narlar kırılarak pirinçler serpilir (Atilla, 2017)

İslam

İslam dini dinler veya inanışlar içerisinde en fazla mutfak ritüellerinden söz edilecek dinlerden biridir. Önemli kültürel olgulardan biri olan din olgusunun İslam toplumlarındaki ilk etkisi mutfakla ilgili düzenleyici kurallarla ilgilidir. Yiyecek ve içecekle ilgili bu düzenleyici kurallara Kuran ve sünnet gibi dini kaynaklardan hareket edilerek uyulmaktadır. Bu kuralların başında yasaklayıcı unsurlar gelmektedir. Bu anlamda hela-haram ayırımı İslam dinindeki mutfak ritüellerinin temellerini oluşturmaktadır. Örneğin; İslam dininde domuz eti ve bununla ilgili diğer bütün ana veya yan ürünlerin ve katkı maddelerinin kullanılması yasaklanmıştır (Zaouali, 2016). Ancak özellikle İslamiyet inancı için en eski geleneklerin en çok Anadolu coğrafyasında korunabildiği söylenebilir.

İslamiyet’te mutfak ritüellerinin uygulandığı en önemli olayların başında dini bayramlar gelmektedir. Günümüzde bazı Müslüman toplumlarda arefe günü çocuklar, komşuları ziyaret ederek kuruyemiş ve şeker toplamaktadır. Böylece arefe gününden itibaren bayram kutlamaları bazı gıda ürünlerinin paylaşılmasıyla başlamaktadır (Güldemir, 2016).

İslamiyet’te mutfak temalı paylaşımların yapıldığı diğer bir önemli olay ise kandillerdir. Kandillerde yiyecek içecekle ilgili bazı geleneksel uygulamalar mevcuttur. Örneğin; Beraat kandilinde lokma dökülmekte ve komşulara dağıtılmaktadır. Hatta bütün kandillerde kandil simidi dağıtılır. Daha kırsal kesimlerde ise helva ve ekmek dağıtıldığı da bilinmektedir (Halıcı, 2013). Kandillerin çoğunda lokma dökülür ve komşu ve akrabalara kandil simidi dağıtılır (Güldemir, 2019).

Oruç ibadeti farklı usullerde olmakla birlikte çoğu inanışta yapılan bir dini uygulamadır. Ancak İslamiyet’te oruç ibadetinin oldukça belirgin bir yeri olup dindeki bazı önemli ritüelleri içermektedir. Örneğin; Ramazan ayı boyunca mümkün olduğu kadar hafif yemeklerin tüketilmesi tavsiye edilmektedir. Zaten Ramazan orucunun en önemli özelliklerinden biri midenin ve bedenin dinlendirilmesi ve Allah’a karşı şükredilmesidir. İftarlarda insanlar birbirlerini davet ederek birlikte ve dayanışma içerisinde bu ibadeti yerine getirmektedir. Ayrıca bu aya özel yiyecek ve içecekler ramazan sofralarını süslemektedir.

Sonuç ve Değerlendirme

Günümüzdeki modern anlamıyla olmasa da mutfağın geçmişi insanlığın geçmişiyle eşdeğer bir niteliğe sahiptir. Çünkü canlı formlarının bir özelliği olarak insan var olduğundan beri beslenmeye ihtiyaç duymuştur. Fizyolojik bir gereksinim olan beslenme nedeniyle insanlar var olur olmaz besinlere ihtiyaç duymaktadır. İlkel kabile topluluklarının iki ana faaliyet alanı olan avcılık ve toplayıcılığın ana karakteri insanın gereksinin duyduğu besinlerin elde edilmesine yöneliktir. Zaman ilerledikçe insanların beslenme şekilleri de değişmiş ve günümüze gelindiğinde ise oldukça çeşitlenmiştir. Öyle ki beslenme küresel dünyada fizyolojik bir ihtiyaç olmasının yanında statü, saygınlık ve gösteriş gibi benlik ve ego kavramlarıyla güçlü ilişki içerisinde bulunan unsurların birer aracı haline gelmiştir.

Beslenme alışkanlıklarının geçirdiği büyük değişim ile günümüzde geldiği nokta pek kolay olmamıştır. Bu büyük değişimde toplumların sosyo-kültürel özelliklerinin oldukça büyük bir payı vardır. Kültürü besleyen her bir unsurun mutlaka bu değişimde sahip olduğu bir rolü mevcuttur. Bundan hareketle din olgusu ile mutfak kültürü ve dolayısıyla gastronomi kavramı arasında güçlü bir etkileşimin olduğu söylenebilir. Aslında etkileşim mutfak-kültür-din kavramlarının ortak ilişkilerine dayanmaktadır. Bu nedenle birçok din veya inanışta mutfakla ilgili ritüellere rastlamak mümkün olmuştur.

Din veya inanışlardaki mutfak ritüelleri farklı şekillerde gerçekleşmektedir. Bunlardan ilki, ilgili yemeklerin hammaddesi olabilecek besinlerin sahip oldukları rol ve inançların bu besinlere yaklaşımı ile ilgilidir. Bazı inanışlarda belli gıda maddeleri ve bunlarla yapılan yemekler yasaklanırken bazı belli başlı ürünler ve bunlarla yapılan yemeklerin tüketimi teşvik edilmekte ve iyi olarak kabul edilmektedir. Dinlerdeki bir diğer önemli ritüel yemeklerin bazı dini ibadetlerdeki rolüyle ilgidir. Bunun en bilineni oruç ibadetidir. 

Bu ibadet büyük oranda yeme ve içme eylemleriyle doğrudan ilişkili olup ibadetin niteliği yiyecek ve içecek tüketimini beslemektedir. Bununla birlikte, bazı dinlerdeki ayinlerde yapılan yiyecek tüketimi de bu kapsamda ele alınabilir. Mutfak-din etkileşimindeki diğer önemli ritüel ise cenaze, düğün vb. özel günlerde ikramların yapılmasıdır. Bu ikramların niteliğine bakılmaksın, toplumsal dayanışmaya katkı sağladığından hareket edilmektedir.

Kaynakça
Akkuş, M. S. (2014). Eski Mezopotamya’da Tanrılara Sunulan Kurbanlar, Tarih Okulu Dergisi, 7 (17), 1-17.
Atilla, N. (2017). Anadolu İnançlarında Mutfağın Yeri-1. Metro Gastro, 84, 72-76
Beşirli, H. (2017). Yemek Sosyolojisi Yiyeceklere ve Mutfağa Sosyolojik Bir Bakış. Ankara: Phoenix Yayınevi
Cebeci, S. (2008). Milli Kimlik Bağlamında Din-Kültür İlişkisi. Akademik İncelemeler Dergisi, 3(2), 1-11.
Corigliano, M. A. (2002). The Route to Quality: Italian Gastronomy Networks in Operation. (Eds.) A. M. Hjalager and G. Richards, İçinde Tourism and Gastronomy, (s. 166-185). London: Routlendge Publishing.
Fields, K. (2002). Demand for the gastronomy tourism product: motivational factors. (Eds.) A. M. Hjalager and G. Richards, İçinde Tourism and Gastronomoy, (s. 3649). London: Routlendge Publishing.
Fine, G.A. (1996). Kitchens: The Culture of Restaurant Work. Berkeley: University of California Pubh.
Freyer, H. (1964). Din Sosyolojisi. T. Kalpsüz (Çev.). Ankara: Ankara Üni. İlahiyat Fakültesi Yayınları
Güldemir, O. (2019). Gastronomide Dinsel Kültürün Etkileri. C. Avcıkurt ve M. Sağlam (Ed.), İçinde Gastronomi Olgusuna Sosyolojik Bakış, Ankara: Detay Yayıncılık, ss. 71-84
Güldemir, O. (2016). Bölgelere Göre Türk Mutfak Kültürü. İçinde Mutfak Kültürü. Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Yayınları, Yayın No: 32-86, ss. 106-139
Halıcı, N. (2013). Türk Halk Mutfağı, geçmişten Günümüze Milli Yemek Kültürümüz. İstanbul: Kitabevi Yayınları
Hall, M. ve Mitchell, R. (2002). The changing nature of the relationship between cuisine and tourism in Australia and New Zealand: from fusion cuisine to food networks. (Eds.) A. M. Hjalager and G. Richards, İçinde Tourism and Gastronomoy, (s. 186-206). London: Routlendge Publishing.
Işkın, M. (2020). Bir Destinasyonun Gastronomi Turizmine Uygunluğunun Belirlenmesi Üzerine Keşifsel Bir Araştırma. (Basılmamış Doktora Tezi), Sakarya Uygulamalı Bilimler Enstitüsü, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, Sakarya
Kahraman, A. (1965). Dinler Tarihi. İstanbul: Sümer Matbaası
Kara, E., Bingöl, Z., Karadağ, L. ve Baysal, K. (2017). Gastronomi turizmi çerçevesinde yöresel ürünlerin turizme kazandırılması: Marmaris Bal Evi örneği. (Eds.) Düriye Bozok, Cevdet Avcıkurt, Murat Doğdubay, Mehmet Sarıoğlan, Göksel Kemal Girgin, İçinde Gastronomi Üzerine Araştırmalar, (ss. 413-426). Ankara: Detay Yayıncılık.
Kılıç, R. (2013). Din ve Kültür İlişkisi Üzerine Felsefi ve Teolojik Bir Değerlendirme. Fatsa, M. (Ed.). Geçmişten Günümüze Giresun’da Dinî ve Kültürel Hayat Sempozyumu –I içinde (ss. 16-21). Giresun: Giresun İl Özel İdaresi Kültür Serisi-2.
Kılıç, S. ve Albayrak, A. (2012). İslamiyet’ten Önce Türklerde Yiyecek ve İçecekler. Turkish Studies, 7 (2), 707-716.
Kılıç, S. (2011). İlahi Dinlerde Yiyecek ve İçecekler. Ankara: Sarkaç Yayınları
Közleme, O. (2012). Türk Mutfak Kültürü ve Din. Basılmamış Doktora Tezi, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul.
Küçük, A., Tümer, G. ve Küçük, M. A. (2018). Dinler Tarihi. Ankara: Berikan Yayın Evi
Montanari, M. (1994). The Culture of Food. Oxford: Blackwell Publishing.
Ono, S. ve Woodard, W. P. (2011). Shinto: The Kami Way. Tokyo: Tuttle Publishing Özkan, A. (2009). Kardeş Bayramlar ve Özel Günler. İstanbul: İnkılap Yayınevi Özmen, N. (2011). Kültür ve Din: Türk-İslam Örneği. Manisa Celal Bayar Üniversi-
tesi Sosyal Bilimler Dergisi, 16(1), 673-678.
Ravenscroft, N. ve Van Westering, J. (2002). Gastronomy and Intellectual Pro-
perty. (Eds.) A. M. Hjalager and G. Richards, İçinde Tourism and Gastronomy, (s. 153165). London: Routlendge Publishing.
Raju, T. P., Chan, W. T., Kitagawa, J. M. ve Farukî, İ. R. (2002). Asya Dinleri. A. Davudoğlu (çev.), İstanbul: İnkılab Yayınları.
Ripe, C. (1996). Goodbye Culinary Cringe. Sydney: Allen and Unwin Publishing.
Roden, C. (2003). Ortadoğu’da Musevi Yemekleri, Ortadoğu Kültürleri. İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları
Scarpato, R. (2002). Gastronomy as a Tourist Product: The Perspective of Gastronomy Studies. (Eds.) A. M. Hjalager and G. Richards, İçinde Tourism and Gastronomy, (s. 51-70). London: Routlendge Publishing.
Seymen, S. (2019). Göztepe-Karşıyaka: İzmir’in İki Yakası. Atlas Coğrafya Turizm Keşif Dergisi, 12 (321), 86-101.
Sinclair, D. ve Marcus, C. (2015). Aboriginal Food Traditional dishes surviving in the fast food era. P. Solan, W. Legrand ve C. Hindley (Eds.), İçinde The Routledge Handbook of Sustainable Food and Gastronomy, (s. 288-316). iBooks.
Tanrıverdi, H. (2018). Din-Kültür İlişkisi Üzerine Bir Değerlendirme. ODÜ Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi, 8(3), 595-601.
Tomlinson, J. (1991). Cultural Imperialism: A Critical Introduction. Baltimore: Johns Hopkins University Press.
Yemenlioğlu, M. M. (2016). Dinler Tarihi. İstanbul: Gelenek Yayıncılık
Zaouali, L. (2016). Ortaçağ’da İslam Mutfağı. B. Baysal (Çev.), İstanbul: Ruhun Gıdası Kitaplar.

Has aşçıbaşı Ahmet ÖZDEMİR olarak kaynak gördüğüm:
Sn. Dr. Ümit ŞENGEL' e ilgili "Dinlerde Mutfak Ritüelleri" isimli akademik çalışmaları için yürekten teşekkür eder mesleki yaşamlarında başarılar dilerim. Profesyonel mutfaklarda ve gastronomi ve aşçılık camiasında ihtiyacı olanlar tarafından mutlaka örnek olarak dikkate alınacaktır.

Din-Gastronomi Etkileşimi Üzerine: Dinlerde Mutfak Ritüelleri

26 Kasım 2021 Cuma

“Sûrmâme” Adıyla Anılan Surname-İ Hümayun "Osmanlıda Şenlikler" -04

 16. Yüzyılda İse Yalnızca Şenlikleri Ele Alan Ve “Sûrmâme” Adıyla Anılan Surname-İ Hümayun "Osmanlıda Şenlikler"  -04


Sûrnâmelerde "1582" Şenliği -04
"Gülsüm Ezgi KORKMAZ"

Âlî’nin anlatımından halka verilen bu yemeklerde belirli bir protokol ve sıra olmadığı anlaşılır. Âlî, meydana kurulan sofralara hücum eden halkın yemekleri yağmalayarak yemesini şöyle anlatır: Yazar yedinci bölümde sarayı ve padişahı över, padişahın bahşiş ve ihsanlarından söz eder. Bu ihsanlardan bazılan, padişahın halka tepsilerle altın ve gümüş para saçması, yüksek devlet görevlilerine at ve giysi hediye etmesi ve mahkumlan affetmesidir.

Sûmâmenin son bölümü, düğünün asıl düzenleniş amacı olan şehzadenin sünnetine ayrılmıştır. Yazar ilk olarak sünnet için yapılan hamam hazırlığından söz eder. Sünnetin anlatılmasının ardından o gece yapılan eğlenceler betimlenir. Gelibolulu Âlî bu bölümün sonuna düğünle ilgili yazdığı kasidesini eklemiştir. Yazar, bu kasidenin devrin ileri gelen şairleri tarafından da beğenildiğini söyler ve kendi faziletlerini sayıp dökerek yaptığı bu iş karşılığında ödüllendirilmeyi beklediğini belirtir.

Zeyl bölümünde 1582 şenliği ile karşılaştırılabilmesi için Kanunî’nin şehzadelerine yaptırdığı sünnet düğünü özetlenir ve son olarak Hâtime bölümünde kitap hakkında bilgi verilip tanrıya şükredilir. Gelibolulu Âlî, sûrnâmesinde Surname-İ Hümayun "Osmanlıda Şenlikler"de şenliği sekiz bölümde ve son derece düzenli bir biçimde anlatır. Âlî’nin anlatımında şenlik sırasında çıkan karışıklıklar, düğün için daha önceden planlanan sürenin aşılması gibi İntizâmî sûrnâmesinde bulunan pek çok ayrıntı yer almaz. Bunun yanında İntizâmî sûrnâmesinde hiç sözü edilmeyen hediyelere bir bölüm ayrılmıştır. 

Yazar, düğünü, padişahın ve dolayısıyla OsmanlI’nın “gücünü”, “zenginliğini”, “cömertliğini” ve “mutlak otoritesini” öne çıkaran bir söylem içinden anlatır. Anlatının biçimdeki mükemmeliyetçi düzen ve gösteriler sırasındaki aksaklıklardan söz edilmeyişi bu söylemle ilişkilendirilebilir. Âlî’nin anlatısındaki düzen, Osmanlı için yaratılmaya çalışılan (güçlü, zengin, cömert, mutlak iktidar sahibi) imgenin simgesel bir yansıması olarak okunabilir. Benzer şekilde anlatıda şenlikle ilgili aksaklıklara yer verilmemiş olması, bu türlü bir Osmanlı imgesinin inşasına hizmet ediyor olabilir. 

Âlî sûrnâmesinde sarayla ilgili neredeyse tek eleştiri, Bâb-ı Âlî’nin bilgisiz kişilerle doldurulmuş olması ve Gelibolulu Âlî gibi yetenekli yazarlara hak ettikleri değerin verilmemesidir. Yazar, özellikle düğün hazırlıklarını anlattığı ilk iki bölümde sık sık kendisini över ve kıymetinin bilinmeyişinden yakınır. Sûmâmede bunun dışında devlet yönetimine ilişkin herhangi bir olumsuz yaklaşım bulunmaz.

B. Sûrnâme-i Hümâyûn

İntizâmı tarafından yazılan Sûrnâme-i Hümâyûn’’un bilinen beş nüshası olduğundan söz edilmişti. Bunlardan Topkapı Sarayı’nda bulunan metin, padişahın emriyle genişletilerek tekrar yazılan ve minyatürlenen nüshadır. Diğer nüshalar bu son metnin ön çalışması niteliğindedirler. Bu çalışmada, içerikleri bakımından çok az değişiklik gösteren Viyana ve Süleymaniye nüshaları esas alınmıştır.

Mensur olarak kaleme alınan Sûrnâme-i Hümâyûn’da yer yer konuyla ilgili bazıları Farsça yazılmış manzum parçalar da bulunur (4b/l 1, 8b /2-3, 1 lb / 10).  

Bu manzum parçalar metin içinde “mesnevi, nazm, şiir, beyit” vb. başlıklar altında verilmiştir. “Mesnevi” başlığı altında verilen manzum bölümlerin uzunluğu iki beyitle, sekiz beyit arasında değişir. Şeref Boyraz, “Sumâme-i Hümâyûn’da Folklorik Unsurlar” başlıklı yüksek lisans çalışmanınde bu parçaların mesnevi olarak isimlendirilmesinin kafiye düzenleriyle ilgili olabileceğini belirtir (23).  

Sûrnâmede şenlik etkinlikleri gün gün, ayrıntılarıyla anlatılmış, her günün programı Farsça başlıklar altında verilmiştir. Esnaf alaylarının geçit törenleri Gelibolulu Alî sûmâmesinde olduğu gibi Sûrnâme-i Hümâyûn’da da en fazla ele alınmış konudur. Bundan başka anlatıda çeşitli oyuncuların yaptıkları gösterilere ve sportif oyunlara ağırlık verilmiştir. 

Yazar, zaman zaman günlerin ve cemiyetlerin sırasını karıştırdığından şenliğin süresi ve hangi gün hangi etkinliğin yapıldığı konusunda bazı karışıklıklar vardır. Etkinlikler tarih karışıklığına bakılmaksızın listelendiğinde ise, şenliğin 43 gün ve 240 cemiyette anlatıldığı görülür. Derin Terzioğlu, Gelibolulu Âlî’nin, eserindeki resmî dil ve betimlemelere karşılık Întizâmî’nin sûmâmesinde renkli sahnelerin betimlendiğinden söz eder (84).   

Eser manzum olarak yazılmış na’t ve padişaha övgü bölümüyle başlar. Daha sonra yazar ismini belirtmeden kendini över ve eserin yazılış amacını mesnevi başlığı altında şöyle dile getirir:  

Âkil odur ki koya dünyede bir hûb eser Eseri olmayanun gör ki yerinde yel eser
Bu cihân içre ânun kim eseri bâkîdür
Ölmez ol hazr-i sıfat zinde durur tâ mahşer (V. 5r / 72)

Mehmet Arslan, “Osmanlı Saray Düğünleri ve Şenlikleri ve Bu Konuda Yazılan Eserler: Sûrnâmeler” başlıklı makalesinde mensur surnamelerden söz ederken bu surnamelerin yazılışındaki amacın manzum surnamelerde olduğu gibi sanat göstermek değil olayları ayrıntılarıyla vermek olduğunu belirtir. Arslan’a göre, genellikle olayların günü gününe anlatıldığı bu tür eserlerde söz sanatları ikinci plandadır (170). Oysa İntizâmî’nin mensur olarak kaleme aldığı Sûrnâme-i Hümâyûn’da Arslan’ın söylediğinin aksine söz sanatları ikinci planda bırakılmamıştır. Şenlik gün gün anlatılırken söz oyunlarına, sanatlı söyleyişlere önem verilmiş, metin sık sık beyitlerle hareketlendirilmiştir. Metin özellikle deyimlerin kullammı bakımından çok zengin bir kaynak niteliğindedir.

Metinde kullanılan deyimlerden bazılan , “ayaklanna kara sular [,..]indi” (15r-2 / 87), “canana can katdı” (24r-21 / 102), “ ula ma alma[mak]” (39v-6 / 125) ve “boyunlarun eğüb” (21r-9 / 97) şeklinde geçen ve günümüzde de hemen hemen aynı şekilde kullanılan deyimlerdir. Metinde geçen bazı deyimler ise günümüzde pek fazla kullanılmaz. 

Bakkallann anlatıldığı bölümde kullanılan “yüz kızdırmak” (39v-7 / 125) deyimi bunlardan biridir. M. Ali Tanyeri, Örnekleriyle Divan Şiirinde Deyimler adlı kitabında bu deyimi “utanmayı göze almak” (270) şeklinde açıklar. “[M]iskTne avşan uy usı verfmek]” (21v-4 / 97) deyimi de aynı şekilde pek bilinmeyen bir deyimdir. 

Tanyeri, bu deyime “tavşan uykusu vermek” olarak yer verir ve deyimi “yalancı vaatlerle aldatmak” (230) şeklinde açıklar. Metinde, nahılların geçişinin anlatıldığı bölümde kullanılan “sa alma gül[mek]” (1 lr-7 / 81) deyimi ise “ciddî gibi görünen sözlerle alay etmek” anlamına gelmektedir (Tanyeri 217). Sûmâmede aynca, bugün gündelik dilde kullanılmayan “fır atı râygân düşür[mek]” (10r-10 / 80), “hasedinden göbeği bur[ulmak]” (412-1 / 127), “izin azıtmak” (10r-10 / 80), “kirpiğine salındırma[mak]” (9v-17 / 79), “sinek gibi burnuna gir[mek]” (39v-3 / 125) gibi çok sayıda deyim bulunur.

Sûrnâme-i Hümâyûn bu üslûp özelliği bakımından “takvim” türüne benzer. Fuat Köprülü, Kayıkçı Kul Mustafa ve Genç Osman Hikâyesi' ni yayımlarken bu tür bir eserden yararlanmıştır. Yazar, bu çalışmasındaki bir dipnotta, bu ve benzeri eserlerin nitelikleri ile ilgili bazı bilgiler verir. Köprülü, eserlerden bazılan için takvim sözcüğünü kullanır; ancak bu sözcüğü benzer özellikler gösteren eserleri kapsayan bir tür ismi olarak düşünmemiştir (7). Köprülü, müneccimlerin her yeni yıla girmeden önce zâyiçe yazması geleneği bulunduğundan söz eder. Buna göre takvimin, zâyiçe yazma geleneğinden, yani bir tür yıldız falından doğduğu düşünülebilir. 

Bu metinlerde, yıldız falına göre belirli meslek gruplarının, cemaatlerin ya da kişilerin o yıl içinde yapacağı, yapması gereken ya da tersine kaçınması gereken işler sıralanır. Metinlerin anlatımındasöz konusu meslek grupları ve tiplerle ilgili sözcük, deyim ve kavramlarla çeşitli söz oyunları yapılır. Dolayısıyla, bu metinlerinde çok sayıda meslek grubu, sosyal sınıf ve tip çeşitli yönleriyle yansıtılır. Aynı üslûpla yazılan ve genellikle toplum yaşayışını ve görgü kurallarını mizahî bir dille anlatan metinler “takvim” olarak tanımlanabilir.  

Dönemin sosyal hayatı, günlük yaşayıştaki alışkanlıklar, çeşitli cemaat, meslek gruplan ve kişilerle ilgili sözcük ve deyimler gibi pek çok konuya ilişkin veriler içermeleri bakımından takvimler kültür tarihimiz açısından değerli metinlerdir. Bu tür eserlerin yazıldıklan dönemdeki yaşam tarzıyla çok önemli bilgiler içerdiğine ilk kez Fuat Köprülü değinir. Yine bir takvim metni olan Zâtî’nin Letâyiffm yayma hazırlayan Mehmed Çavuşoğlu da, eserin giriş kısmında takvim türü hakkında bilgiler verir. Yazar, “mizâhî takvinf’in, şehrengiz gibi Türk edebiyatında 16. yüzyılda ortaya çıkmış bir tür sayılabileceğini belirtir (145). 

Surname-İ Hümayun "Osmanlıda Şenlikler"  -04

“Takvim”, Âşık Çelebi tarafından da edebî bir tür olarak adlandırılmıştır. Âşık Çelebi, tezkiresinin “Va yî-i Evvel” ve “Na ühl” maddelerinde takvim türünden söz eder. Yazar, Va yî için “[ve] resâ’il-i inşâdan bir ta vimi vardur. Nâ ühînü ta viminü me’ âzı oldur ammâ Na ühı da ı sebk ü şifin ü mu ta ar eylemişdür” der. Bu açıklamadan sonra söz konusu takvimden uzunca bir bölüm alıntılanmıştır (Kılıç 462).

Sûrnâme-i Hümâyûndun üslûp bakımından takvim metinlerine benzediğinden söz edilmişti. Bu üslûp benzerliğinin görülebilmesi için sûmâmenin bir takvim metniyle birlikte incelenmesi gereklidir. Ancak böyle bir inceleme bu çalışmanın sınırlarını aşacağından, takvim üslûbunu örneklemesi bakımından Zâtî’nin Letâyifı’nden bazı parçalar seçilmiştir. Mehmed Çavuşoğlu’nun yayma hazırladığı bu metinden seçilen parçalarda çeşitli meslek grupları ve tiplerle ilgili sözcük, deyim ve kavramlarla çeşitli söz oyunları yapılmıştır:

Sûrnâme-i Hümâyûn, üslûp bakımından takvim metinlerine benzer. Bu nedenle içinde kelimelerin çoklu anlamlarıyla yapılan söz oyunları ve çok sayıda deyim bulunur. Bu anlamlardan biri ya da birkaçı sözü geçen konunun (esnaf grubu, sınıf, tip vs.) özellikleri ile ilgisi kurulabilecek şekilde, diğerleri de benzer ya da karşıt anlamlarda kullanılır. Sûrnâme, genel olarak çok uzun cümlelerden oluşan Osmanlı düzyazı metinlerine göre kısa sayılabilecek cümleler ve iç kafiye kullanılması bakımından da takvim metinlerine benzerlik gösterir.

Terzilerin geçişinin anlatıldığı bölümde terzilik mesleğiyle ilgili “iğne”, “iplik”, “yaka”, “yüz” ve “astar” gibi sözcüklerin birden çok anlama gelecek şekilde kullanılması, sûrnâmenin üslûp bakımından takvim metinlerine benzemesine örnek gösterilebilir. İntizâmî terzi esnafında 300 kadar genç güzel “oğlan” bulunduğunu söyler ve bunları şöyle betimler: “ve ol mihr-i cihânu mâh-i taban iki ya ayı bir yere getürmez b -çâresi * ve bi-l-cümle /8/ iğneden ipliğe dek orub tefa u eyledüm bir âfet imişki ‘ayn: yüzi estârı 191 belürmez yeler âvâresi ço ” (12v / 84). 

Görüldüğü üzere betimlemede “iki yakası bir araya gelme[mek]”, “iğneden ipliğe dek sor[mak]” gibi terzilik mesleğini anımsatan sözcüklerle kurulan deyimler kullanılmıştır.  Sûrnâmenin, kısa cümleler ve iç kafiye kullanılması bakımından da takvim metinlerine benzerlik gösterdiğinden söz edilmişti. Döşekçilerin geçişinin anlatıldığı bölümde daha önce örneklenen söz oyunlarının yanı sıra, iç kafiye kullanımı ve cümle yapısının kısalığı gözlemlenebilir:

âmeden-i cemâ’at-i pister-füröşân andan o ra döşekçiler geldiler müşteri ârzüsıyla boyunların eğüb ın-i kesâdda başları ya dı da ve bir ac gün bâzârlan yürimese â ib fırâş olub gözleri döşekde deger-i behâda ona çı mayan metâ’ı yüzlü deyü atarlar ve gözi ba lu olan derdmendi oldun oldun elleyüb yü gibiatarlarrüstâyT ve beledi demeyüb cümlesi sipâhiyâne geyinüb uşandular ve mu âbele-i pâdişahide enva’-i uşü’lagelüb uzü’labir ayli döşendiler (42v/129; vurgular benim)

Örneklerde de görüldüğü üzere sûmâme metni üslûp bakımından takvim metinlerine benzer. Metinde kelimelerin çoklu anlamlanyla yapılan söz oyunlan ve deyimler bulunur. Ancak yazıldıkları tarihte canlılıklannı koruyan ve içerdikleri çoklu anlamlar belki de herkesçe anlaşılabilen bu sözcük ve deyimlerin bugün tam olarak anlaşılabilmesi zordur. Bu durum sûmâmeyi anlaşılması oldukça güç bir metin hâline getirir. Yazar yalnız gördüğünü anlatmamış, gösterilerin kayda geçirilmesinde özgün bir edebî bir dil oluşturma kaygısı gütmüştür. 

İntizâmî’nin bu dili oluştururken, anlattığı konuyu çağrıştıran sözcük ve deyimleri kullanması kendisinin dolayısıyla da yaşadığı dönemin dil ve edebiyat anlayışını yansıtır. Sûrnâme-i Hümâyûn genel olarak değerlendirildiğinde, İntizâmî’nin gündelik dile daha yakın olduğu anlaşılan bir dil kullandığı söylenebilir.

İntizâmî, Âlî’nin aksine şenlikle ilgili olayları daha ayrıntılı bir biçimde aktarmıştır. Şenlik sırasındaki organizasyon bozuklukları ve kavgalar gibi bazı aksaklıklar Âlî sûmâmesinde yer almazken Sûrnâme-i Hümâyûn ’da ayrıntılarıyla anlatılmıştır. Gelibolulu Âlî, bir iki istisna dışında (davet mektuplarının yazılışı)

“kusursuz Osmanlı” imgesini zedeleyebilecek olayları anlatısına almamıştır. Bu anlamda Âlî’nin sözü edilen Osmanlı imgesine daha yakın bir söylemi benimsediği ve bunu sûmâmenin (konularına göre bölümlere ayrılmış) biçimine de yansıttığı söylenebilir. İntizâmî de anlatısında Osmanlı Devleti’nin “gücünü” ve “zenginliğini” vurgular ve sık sık abartılı betimlemeler yapar; ancak Âlî gibi sûrnâmeyi “kusursuz Osmanlı” imgesini yansıtma kaygıyısıyla yazmadığı söylenebilir. İntizâmî’nin anlatımı, zaman zaman şenlikteki gösterileri anlatmayı bırakıp, yine aynı konuyla ilgili başka hikâyeler ya da gözlemler aktarması bakımından da Âlî’nin düzenli anlatımından oldukça farklıdır.

Sûrnâmelerde Esnaf Alayları

Esnaf alayları 1582 şenliği sûmâmelerinde en geniş yer ayrılan etkinliktir. Bu bölümde, esnaf alaylarının sûmâmelerde ne şekilde anlatıldığı İncelenmektedir. Metinlerdeki anlatımların büyük bir kısmını oluşturan esnaf alaylarının öneminin anlaşılabilmesi amacıyla, ilk alt başlıkta bu alayların şenliklerdeki yeri ve genel nitelikleri üzerinde durulmaktadır. İkinci alt başlıkta ise, esnaf alaylarının iki sûmâme metnindeki anlatım biçimleri ele alınmakta ve metinler arasındaki farklılıklar İncelenmektedir.

Sûrnâme yazarlarının ele aldıkları konuyu nasıl farklı şekillerde işlediklerinin gösterilebilmesi için iki metinde de kahveci esnafının anlatıldığı bölümler örnek olarak seçilmiştir. Yazarların esnaf alaylarının anlatımında nasıl bir yöntem izlediği, metinlerde ne gibi ayrıntıların öne çıkartıldığı metinlerden yapılan alıntılarda gösterilmeye çalışılmıştır. Metinler ayrıntılarıyla açıklanmış ve bu ayrıntılardan yola çıkılarak dönemin kültür edebiyat hayatına ilişkin bazı değerlendirmeler yapılmıştır.

A. Şenlikte Esnaf Alayları

Şenlik hakkında yazılmış çeşitli kaynaklarda anlatıldığına göre, esnaf alaylarının geçit törenleri 1582 şenliğinde önemli bir yere sahiptir. Esnaf bu törenler sırasında yaptıkları işleri, hünerlerini sergiler, meslekleriyle ilgili gösteriler yapar ve padişaha hediyeler sunardı. Nitekim, 1582 şenliği üzerine yazılmış iki sûmâme metninde de, esnaf alaylarının geçişi, anlatıların önemli bir kısmını oluşturur. Metin And’m verdiği bilgilere göre Nakkaş Osman da 148 esnaftan 110’unu resimlemiş, her birini sultanın önünde ve loncaların olduğu kesimde olmak üzere iki kez göstermiştir (234).

Şenlik hakkında yazılmış diğer metinlerde de bu konuya geniş yer ayrılmıştır. Özdemir Nutku’nun PolonyalI gezgin George Lebelski’den aktardığına göre, Lebelski, anlatısında binden fazla esnafın mesleklerine ilişkin gösteriler yaparak geçtiğinden söz eder (“Eski Şenlikler” 111). Metin And ise, Sûrnâme-i Hümâyûn ’da ve şenliği izleyen yabancı gezginlerden Haunolth’un metninde esnaf alaylarının anlatımını karşılaştırır: 1582 şenliğinde esnaf alayı şenliğin her kesimi için olduğu gibi çok zengin ve görkemliydi. Surname-i Hümayun bunların 148’ini göstermiştir. Haunolth’un anlatısında 179 esnaf vardır, bunlar içinde Surname-i Hümayun''un saydığı oyuncular da yer almakta, sayılmamış olanlar da bulunmaktadır. (Osmanlı Şenliklerinde Türk... 234 

Mehmet Arslan’m verdiği bilgilere göre, şenliklerde her esnaf loncası kendi meslekleriyle ilgili sahneler gösterdikleri bir geçit düzenler (219). Âlî sûmâmesi şenliği konularına göre gruplandırarak anlattığından, bu alayların günlük organizasyonu ve geçiş sırasıyla ilgili veriler içermez. Sûrnâme-i Hümâyûn’da ise şenlik gün gün ele alındığından, bu metinde esnafın geçiş sırası da izlenebilir. Ancak çoğunlukla birbiriyle ilgisiz meslek dallarının arka arkaya gösteri yaptığı bu alaylardaki geçiş sırasının neye göre (hiyerarşi, önem vb.) organize edildiği konusunda yoruma ulaşmak zordur. 

Robert Elliott Stout, esnaf loncalarının geçişinin festivalin geneli gibi organize edildiği görüşündedir. Yazara göre, izleyicinin ilgisini canlı tutmak için bu geçişlerde sürekli bir değişiklik ve birbirine uymazlık vardır (250).Mehmet Arslan, esnafın bu gösterilerde hüner ve yenilik gösterme yarışına çıktığını belirtir. Yazar, alayların Osmanlılar’m sanat ve teknolojide ulaştıkları başarıyı ortaya koyması bakımından önemli olduğu görüşündedir:

Bu alaylarda esnaf birbiriyle üstünlük yarışına çıkmışlardı. Her biri kendi meslekleriyle ilgili daha güçlü ve teknolojik bakımdan en şaşırtıcı, akıl almaz buluşları göstermeye çaba sarfediyorlardı. Bu bakımdan esnaf alaylarının incelenmesi o yüzyıllarda Osmanlılar’ın gerek sanat gerek teknoloji bakımından ne aşamada olduklarını göstermesi bakımından önem taşımaktadır. {TürkEdebiyatında Manzum... 219)

Geçirin sonunda her esnaf grubu padişaha meslekleriyle ilgili değerli armağanlar verir. Padişaha sunulan hediyelerin (pîşkeşlerin) daha önceden belirlenen bir ölçü ve biçime göre verilmesi dikkat çekicidir. Hediyelerin bile önceden belirlenen bir düzene göre sunulması, şenlikte ve daha sonra şenlikleri birer edebî anlatıya dönüştüren sûrnâmelerde yaratılmaya çalışılan “Osmanlı düzeni” imgesiyle ilişkili olmalıdır. Suraiya Faroqhi, Osmanlı Kültürü ve Gündelik Yaşam adlı kitabında şenliğin bu politik yönüne dikkat çeker ve esnaf alaylarının taşıdığı politik mesajlar üzerinde durur.

Faroqhi’ye göre:

Hükümdar ve önde gelen devlet görevlileri bir esnaf alayı düzenlenmesini kararlaştırdığında, bu alayın ana çizgilerini belirleyen onu düzenleyen esnaftan çok politik güç sahipleri olmuştur. Üstelik bu olayı yazıya dökenler de olayı çoğu zaman aynı bakış açısıyla ele alarak padişahın gücünü, başka bir deyişle mutlakiyet yönetimini meşrulaştırmaya yönelmişlerdir. (195) 

Surname-İ Hümayun "Osmanlıda Şenlikler"  -04

Faroqhi, ayrıca, bazı alaylara esnaf ve zanaatkârlardan başka devletin çeşitli katlarından ulemânın da katıldığından söz eder (190). Böylelikle, bu alaylar, yüksek devlet görevlilerinden en küçük iş kollarında çalışanlara dek, Osmanlı toplumunun bütününün canlandırıldığı bir gösteriye dönüşür. Bu gösteriyle bir dünya imparatorluğu olma iddiasındaki Osmanlı Devleti’nin “büyüklüğünü” ve “zenginliğini” kendi halkına ve yabancı konuklara sergilenmesinin amaçlandığı düşünülebilir. 

Metin And’a göre, esnaf loncalarının geçit alayları ve sundukları gösteriler yalnız Osmanlı şenliklerinde değil, Avrupa’da da çok önemlidir. Osmanlı şenliklerinde olduğu gibi Avrupa’da da, esnaf alaylarının tekerlekler üzerinde gezici sahneleri vardır ve bu sahneler üzerinde oyuncular canlı olarak uğraşlarını sergilerler. 

Ancak bunlar Osmanlı’dakinden farklı olarak, doğrudan doğruya kendi sanatlarının sergilenmesi biçiminde olmaz. Ortaçağ Avrupa’sında esnaf, dinî nitelikte oyunlar hazırlamakla görevlidir ve her bir esnaf grubu kendi konusuna yakın bir dinî oyun seçerek sergiler (227). Barbara A. Hanawalt ve Kathryn L. Reyerson’ın, City and Spectacle in Medieval Europe adlı kitabın giriş yazısında belirttiklerine göre, esnaf loncalarının geçit törenlerinin, Avrupa şenliklerinde de önemli bir yeri vardır. Bu geçit törenleri, Osmanlı şenliklerinde olduğu gibi Avrupa’da da siyasi otorite ve halk arasında bazı mesajların iletilmesini sağlar:

Törenler bir yandan yönetenle yönetilenler arasındaki sınırları belirlerken, bir yandan da toplumsal düzenin çeşitli yönlerini yansıtmakla yükümlü idi [....] törene katılan çeşitli toplumsal sınıflar ve bunların giyimleri, krala sunulan hediyeler, taşıdıkları pek çok mesaj açısından önemlidir. (xvi; çeviri bana ait

Esnafın geçit alayları düzenlenmesi geleneği biçim ve amaç değiştirerek de olsa günümüze kadar varlığını sürdürmüştür. Metin And, Cumhuriyet döneminde yapılan en görkemli geçit alaylarından birinin Cumhuriyet’in 10. Yıldönümü şenliklerinde İstanbul’da düzenlenen geçit alayı olduğunu belirtir (242). 1965 yılından beri kutlanmakta olan Ahilik ve Esnaf Bayramları’yla, 1988’den itibaren kutlanmaya başlanan Ahilik Kültürü Haftası etkinlikleri kapsamında da çeşitli kentlerde esnaf geçit törenleri düzenlemektedir (Yalkın 296). İlk kez Kırşehir’de başlatılan ve her yıl Ekim ayının ikinci haftasında yapılan Ahilik kutlamaları, bugün 20’den fazla kentte sürdürülmektedir (299). Ahilik kutlamaları çerçevesinde düzenlenen geçit alaylarına, esnaf grupları, tıpkı Osmanlı şenliklerde olduğu gibi, bir araba üzerinde (bu araçlar günümüzde kamyon vb. motorlu taşıtlardır) işlerini sergileyerek katılmaktadır.  

B. Sûrnâmelerde Esnaf Alaylarının Anlatımı

Esnaf alaylarının sûmâme metinlerinde nasıl anlatıldığının incelenmesi için her iki metinde kahveci esnafının anlatıldığı bölümler ele alınmıştır. Kahveci esnafının örnek olarak seçilmesinin nedeni kahvehanelerin sosyal bir buluşma ve iletişim yeri olması, hattâ giderek bir edebî muhit mekânı hâline gelmesidir. Bu esnaf grubunun metinlerde ne şekilde anlatıldığını incelemeden önce Osmanlı toplumunda kahve kahvehanenin yerinden kısaca bahsetmek metinlerdeki bazı verilerin anlamlandırılabilmesi açısından yararlı olacaktır.   

Osmanlı vakanüvisi İbrahim Peçevi’nin verdiği bilgilere göre, kahve ve beraberinde gelen kahvehane kültürü İstanbul’a Hakem ve Şems adlı iki Suriyeli’nin 1555 civannda Tahtakale’de açtıkları kahvehanelerle birlikte gelir. Bu tarihten önceİstanbul’da ve Rumeli’de kahve ve kahvehane yoktur. Peçevî, kısa zamanda popüler olan kahvehanelerin görünümünü şöyle anlatır:

Keyfe mübtelâ ba’zı yârân-i safa, hususâ okur yazar makûlesinden nice zürefâ cem’ olur oldu ve yirmişer otuzar yerde meclis durur oldu. Kimi kitab ve hüsniyât okur, kimi tavla ve satranca meşgul olur, kimi nev-güfte gazeller getürüb ma’âriften bahs olunur [....] Şu mertebe oldu ki, mülâzemet eden ma’zûlîn ve kudât ve müderrisin ve bî-kâr u kisb olan gûşe-nîşîn makûlesi böyle bir eğlenecek ve gönül dinlenecek yer olmaz deyü dolup oturacak ve duracak yer bulunmaz oldu ve bilcümle olkadar şöhret buldu ki, eshâb i menâsibden gayri kibâr bî- ihtiyâr gelür oldular. İmâmlar ve müezzinler ve zerrâk sûfîler halk kahvehaneye mübtelâ oldu. Mescidlere kimesne gelmez oldu. (Târîh-i Peçuyî363-364)  

Gelibolulu Alî de, Mevâ ‘idün ’n-Nefâis Fî-Kavâ ‘idi ’l-Mecâlis adlı eserinde kahvehanelerle ilgili benzer bilgiler verir. Âlî’ye göre, kahvehanelere devam edenler arasında dervişler ve ehl-i irfanın yanında halk tabakasından “bilgisiz ve sefil” kişiler de vardır. Kimi kişiler birbirlerini görüp sohbet etmek amacıyla, kimi parasızlıktan, kimi yalnız kahve içmek için kahvehanelere gelmektedir. Âlî, bazı kimselerin ise buralara “gıybet ve kötülük” için geldiğini, bütün gün dedikodu yapıp kumar oynadıklarını anlatır (Şeker 363-64).

Kahve ve kahvehane kültürü İstanbul’da kısa zamanda yaygınlaşmıştır. Osmanlı kültüründe kahvehanenin sosyal bir buluşma ve iletişim yeri hâline gelmesi kültür tarihi açısından önemli olduğu kadar edebiyat tarihi açısından önemlidir. Kahvehanelerde edebiyatçıların bir araya gelmesi, Peçevî’nin söylediği gibi “nev-güfte” gazellerin okunması, edebî tartışmaların yapılması, bu mekânları OsmanlI’nın edebî muhitlerinden biri hâline getirmiştir. Nitekim, sûmâmelerin kahvecilerle ilgili bölümlerinde de, kahvehanelerde şiir okunduğu anlatılmaktadır.   

Ortaya çıkışından itibaren, kahvehaneler devlet otoritesinin gözünde “sakıncalı” yerler olmuştur. Halk, asker ve medrese öğrencileri gibi farklı kesimlerden insanların bir araya geldiği, siyasî meselelerin konuşulduğu, sarayda olup biten olayların kulaktan kulağa aktarıldığı bu mekânlar, siyasî otorite tarafından tehlike olarak algılanmış, sayısı ve yeri devlet tarafından kısıtlanmıştır. 

Peçevî’nin verdiği bilgilere göre III. Murad zamanında da kahvehaneler kapatılmıştır (364). 1582 şenliği yapıldığı sırada böyle bir yasağın uygulamada olup olmadığı bilinmiyor; ancak sûmâmelerde kahveci esnafının geçişinin anlatıldığı bölümlerde kahvehanelerin sık sık kapatılmasıyla ilgili anlatımlar yer almaktadır. Derin Terzi oğlu, “The Imperial Circumcision Festival of 1582: An Interpretation” başlıklı makalesinde, şenlikte kahvecilerin geçişiyle ilgili şu yorumu yapar:   

Şenlik, çeşitli grupların topluma ve sultana mesajlar iletmesi için de bir vesile olmuştur. Gösterilere kaplanlardan biri de kahvecilerdir. İstanbul’un 1550’lerde tanıştığı kahvehanelerin geçmişi pek eski değildir. Kahvehaneler ilk açıldıkları zamandan itibaren uyuşturucu kullanılan ve “uygunsuz davranışların” olduğu yerler oldukları gerekçesiyle dindar kesimin tepkisini çekmişlerdi. Sık sık kapatılan kahvehaneler, 17. yüzyıl boyunca tartışma konusu olurlar. (87) Terzioğlu’nun da belirttiği gibi, şenlik, çeşitli grupların topluma ve padişaha mesajlar iletebileceği bir alan yaratmıştır. 

Bu alan, Osmanlı toplumunda yer alan bütün meslek gruplarının gösteriler yaparak sultanın ve halkın önünden geçtiği esnaf alaylarıdır. Sûmâmelerdeki anlatımlara göre esnaf bu gösterilerde, hünerlerini ve yaptıkları işleri sergilerken, zaman zaman dilek ve şikâyetlerini iletebildikleri gösteriler de hazırlamıştır. Bu gruplardan biri de siyasî otoriteyle sürekli sorunlar yaşayan kahveci esnafıdır. Burada bizi ilgilendiren bu esnaf grubunun sûrnâmede nasıl anlatıldığı ve bu anlatımların OsmanlI’da kahve ve kahvehane kültürüne ilişkin içerdiği verilerdir.

1. Câmi’ü’l-buhûr DerMecâlis-iSûr'de Kahveciler

Gelibolulu Âlî, sekiz bölümden oluşan sûrnâmesinin dördüncü bölümünü esnaf alaylarının anlatımına ayırmıştır. 1582 şenliğinde Âlî’nin sûrnâmedeki anlatımına göre 65, Haunolth’a göre ise 179 esnaf grubu geçiş yapmıştır. Oysa, Sûrnâme-i Hümâyûn'da 148 esnaf grubunun adı geçer. Bu bölümde, bazı esnaf gruplarının anlatımına daha geniş ayrılırken (ör. kahveciler, meyhaneciler), bazılarının yalnızca isimleri sayılmıştır (ör. iğneciler, çilingirler, demirciler). Âlî’nin alayların geçişini anlattığı bölümde dervişler, hâfızlar, talebeler gibi esnaf sayılmayan gruplar da yer almaktadır. 

Bu durum, şenlikle ilgili olayları konularına göre gruplayarak anlatan yazarın, diğer bölümlerde bu gruplardan söz etme fırsatı bulamamış olmasıyla ilgili olmalıdır. Bu bölümde adlan geçmeyen bazı esnaf gruplarının ise, sûmâmenin düğün süresince yapılan gösterilere ayrılan beşinci bölümünde yer aldığı görülür. Deniz suyu doldurduklan bir sandıkla meydana gelip karada balık tutan balıkçılar ve tellağından içinde yıkanan adama dek her şeyiyle gerçek bir hamama benzeyen temsilî bir hamamla gelen hamamcılar bunlardan bazılarıdır.

Âlî, bu bölümde anlattığı esnafın her biri için önce mesleklerine göre birkaç tanıtıcı söz söyler. Daha sonra eğer anlatılan esnaf bir gösteri yaptıysa yaptıkları gösteri. yapmadıysa geçişleri betimlenir. Son olarak, grupların genellikle ürettikleri nesnelerden oluşan hediyelerini padişaha sunmaları anlatılır

Gelibolulu Âlî, kahvecileri anlattığı bölüme “Pây-ı Ta t Kahvecileri Gelüp Nezâketle Arz-ı âl İtdükleridür” başlığını vermiştir. Anlatının bu bölümünde de, sûrnâmenin genelinde olduğu gibi, anlatılan konuyla ilgili benzetme ve sözcük oyunları kullanılmıştır. Yazar, anlatımına “Bir se erkipır-içar oldı uyün/ ildi mâhu ahve fıncânın nigün” (55b-1354 / 186) dizesiyle başlar. “Göz”, “ay” ve “kahve fincanı” arasında (muhtemelen şekil benzerliklerine dayanarak) bir benzetme kurulan bu beyitte, güneşin doğup ortalığın aydınlanması betimlenmektedir. 

Kahve fincanının ters dönmesi fincanın içindeki kahvenin koyuluğuna benzetilen karanlığın kaybolup, ortalığın aydınlanmasıdır. “ âb-ı afletden göz açdı ins ü cân / ahvesin nüş itdi an tiryâkiyân” (1355 / 186) beytinde ise artık insanların ve cinlerin gaflet uykusundan yani dalgın uykularından uyandığı, tiryakilerin kahvesini içtiği anlatılır. Âlî, kahveci esnafının geçişini anlatmaya başlamadan önce, ele aldığı konuya ilişkin birbiriyle ilişkili bir dizi imge kullanarak sabah vaktini betimlemektedir. Uyku açıcı ve zindelik verici etkisiyle bilinen kahve içeceğini satan esnafın geçişinin anlatımından önce yapılan bu betimlemeler şöyle devam eder: 

undı bir zer- o a mihr-i tâb-nâk Keyf ü kemden optolu tiryâk-i pâk
Çüntenâvül ildi anda ehlâlahvedür andını -ıeyyamehal (186)

“Parıldayan güneş altından bir hokka sundu, keyif içindeki hâlis tiryâkilere” şeklinde çevrilebilecek ilk beyitte, bu kez güneşin yükselmesi betimlenmektedir. İkinci beyitte ise, kendinden geçmişlerin parıldayan güneşin sunduğu bu altından hokkayı kahve sanarak içtikleri söylenir. Görüldüğü gibi buraya kadar ki dört beyitte kahvecilerle ya da şenlik alanıyla ilgili herhangi bir anlatım yoktur.

Yazar, ancak bu bölümün beşinci beyitine geldiğinde şenliğe döner ve kahvecilerin geçişini anlatmaya başlar:

ahve-nüşâ her biri geldi tamâm kahveciler ayretin çekdi enam Yapdılarbir ahve- âne mu ta ar  Kâseler a nına virdi zıb ü fer (186)

İlk beyitte kahve içenlerin geldiği ve kahvecilerin bu insanlar için zahmetler çektiği söylenir. Daha sonra kahvecilerin küçük bir kahvehane yapması ve onun kâselerle süslenmesi anlatılır. Bu kahvehanenin o sırada mı yapıldığı yoksa önceden mi hazırlanmış olduğu Alî’nin anlatımından pek anlaşılmamaktadır. Sûrnâme-i Hümâyûn minyatürlerinde de Âlî’nin betimlemesine benzer küçük bir kahvehane resmedilmiştir (bkz. EK B.l). Âlî, bu küçük kahvehanenin ocağını ve yapılan kahvenin niteliği şöyle betimler: “ ahvesi cüşân u âteşdânı nerm / LTk bâzâr-ı revâc-ı ahve germ”. Kahve hafif ateşli bir ocakta pişmektedir ama esas revaçta olan sıcak kahvedir. Bundan sonraki beyitlerde kahvehanenin içi ve müşteriler anlatılır:  

1361 Bir iki nev-res civân-ı ahve-nüş 
Şir o ur elde Sefine ba r-i cuş 
ahvenü sâ Tsi bir zîbâ püser Elde bir
fincanı var oş cilve-ger (186) 

Buna göre kahvehanede elinde fincanıyla hizmet edip kahve sunan güzel ve cilveli bir genç oğlan vardır. Kahvehanede oturan birkaç yeni yetme bir yandan kahve içerken bir yandan da ellerindeki şiir mecmualarından şiir okumaktadır. Gelibolulu Âlî’nin metninde, kahvehanede şiir okunan bir sahneye yer vermesi, o dönemde edebî ürünlerin kamusal alan olarak nitelenebilecek kahvehanelerde paylaşıldığını göstermesi bakımından önemlidir. Burada, sûrnâme metninin edebî bir metin olduğu ve yazarın böyle bir sahneyi gördüklerine değil hayâl gücüne dayanarak betimlediği düşünülebilir. 

Ancak yazarın bu bölümü gerçekten gördüğü bir sahneye dayanarak yazmış olması önemli değildir, çünkü şenlikte yer almasa da Gelibolulu Âlî bu sahneyi betimleyebilmek için bu tür bir gözlem yapmış olmalıdır. Bu da dönemin kahvehane kültürü ve edebiyatın üretilip tüketildiği mekânlar hakkında bazı ipuçları vermektedir.

Anlatının buraya kadar olan kısmı sûmâmedeki çoğu esnaf grubunun betimlenme şeklinden pek farklı değildir. Söz konusu meslekle ilgili bir dizi benzetme ve sözcük oyunu yapılmış, esnaf grubunun araba üzerinde gelişleri ve araba üzerindeki dükkânları tarif edilmiştir. 

Yazar bu dizelerde şunları anlatmaktadır: Kahveci esnafının küçük kahvehanesi, yanan ocağı ve içinde müşterileriyle tam padişahın bulunduğu yerden geçerken, birkaç “yasakçı” gelerek dükkânı basar. Kahveciler kaçar, kahvehanedeki müşteriler öylece kalır. Yasakçılar kahvehaneyi dağıtarak, fincanları kırıp döker ve müşterilerin ellerini bağlayarak götürür. Yazar bu hareketli gösteriyi aktardıktan sonra kahvecilerin bu gösteriyle anlattıkları durum karşısındaki tutumunu şu beyitle belirtir: “ ahvenü beytini bozdılar tamâm / aralandı anki nâ-mevzün kelâm” (1366 / 186). “Beyt” sözcüğü “hâne, ev” anlamına gelir. Yazar, kahve beytinin yani kahvehanenin dağıtılmasını, vezni bozuk bir sözün karalanmasına benzetir. 

“Ey insaflı sultanımız, hâlimiz sabah akşam böyledir, keyif ehli kahvesini içerken ikide bir böyle zulüm ederler” diyerek durumlarını ve şikâyetlerini anlatan kahveciler sözlerini “biz her zaman sultanımızın duacısıyız, neden bize böyle ağır eziyetler yapılıyor” diyerek bitirirler.

Gelibolulu Âlî bundan sonra yine gözlemci ve anlatıcı konumunu üstlenerek daha sonra olanları anlatır. Padişah kahvecilere lütûfta bulunarak dükkânlarının kapatılmaması için hemen ferman çıkartır: “Kıldılar fermân-ı âlT-şânı güş / ahve- nüşân oldı zev inden amüş” (1373 / 187). Âlî’nin anlatımına göre kahveciler bu komik gösteriyle padişahı öyle memnun etmiştir ki padişah böyle bir ferman çıkartır. Ancak Âlî bu bölümün son beyitinde kahvecilerin rahatlığının çok sürmediğini şu sözlerle anlatır: “Bir zamân âsüde a vâl oldılar / avf-ı aşyetden biraz urtuldılar” (1374 / 187). 

Surname-İ Hümayun "Osmanlıda Şenlikler"  -04

Kahvecilerin siyasî otoriteyle yaşadığı sorunlar elbette bu fermanla sona ermez. Daha önce de belirtildiği gibi 17. yüzyıl boyunca kahvehaneler tartışma konusu olmuş, çeşitli gerekçelerle sık sık kapatılmıştır. Kahvehanelerin yasaklanmasında bu mekânlardaki bazı “uygunsuz” davranışlar ve uyuşturucu kullanımı gerekçe gösterilmiştir. Âlî’nin anlatımında bu konulara ilişkin herhangi bir ipucu yoktur. Sûrnâme-i Hümâyûn’da, kahvecilerin anlatıldığı bölümde ise yazarın bu konulardan söz ettiği görülür.

2. Sûrnâme-i Hümâyûn’da Kahveciler  

Daha önce de belirtildiği gibi Sûrnâme-i Hümâyûn’da 148 esnaf grubunun geçişi anlatılır. Sûmâmedeki anlatımdan kazzazlar (ipekçiler), terziler gibi bazı grupların şenlik süresince birden fazla gösteri yaptığı anlaşılmaktadır. Özellikle de Sûrnâme-i Hümâyûn’un genişletilerek yazılmış hâli olan Topkapı nüshasında pek çok esnaf grubunun şenlik süresince tekrar tekrar gösteri yaptığı anlatılır. İntizâmı, şenliği gün gün anlattığından, Sûrnâme-i Hümâyûn şenliğin organizasyonu hakkında daha fazla bilgi içeren bir metindir. Yazarın sûmâmede benimsediği anlatım düzeni, şenlik etkinliklerinin günlük akışında esnaf alaylarına nasıl bir yer ayrıldığı, hangi esnaf gruplarının arka arkaya geçiş yaptığı gibi ayrıntıların izlenebilmesine olanak tanır.  

Bu gibi ayrıntılar, dönemin toplum hayatında esnafların nasıl bir yeri olduğu ve çeşitli meslek gruplarının toplum içinde nasıl bir öneme sahip olduğu hakkında fikir vermesi açısından önemlidir. Metindeki anlatım düzeni, şenlik etkinliklerinin düzenlenişinde nasıl bir yöntem izlendiği ve ne tür kaygılar güdüldüğünü göstermesi bakımından da önemlidir. 

Sûrnâme-i Hümâyûn’ da esnaf alaylarının anlatımı genellikle grupta yer alanların kıyafetlerinin ve yaptıkları gösterinin betimlenmesinden oluşur. Kahvecilerin de içinde bulunduğu bazı grupların anlatımında ise söz konusu esnafla ilgili başka özellikler, hattâ bazen de yaptıkları gösteriyle ilgisi olmayan başka hikâyelere yer verilmiştir. 

İntizâmî, kahveci esnafının geçişini anlattığı bölüme “âmeden-i cemâ’at-i ahve- fürüşân-i le âfet-‘unvân” başlığıyla başlar. Kahve satıcıları meydana “bir ahve- âneyi ‘araba üzerinde peyda edüb” (64r / 161) gelirler. Yazar, kahveci esnafının geçişini betimlerken, kahve, kahve yapımı ve kahvehane kültürüyle ilişkili sözcükleri kullanarak sözcüklerle oyun yapar. Araba üzerindeki bu kahvehane şöyle betimlenmiştir: “otları ıvâmında abbe adar u ür yer omayub tamâm zînet ve fincanlarla cevânib-i arba’asına şöhret verüb her biri baş aoca eri olub pır-i meykedenü düdmânma u oyub ürmetden düşürmekle afrâsın bulandurmışlar” (64r/ 161). 

“Otlan ıvâmında abbe adar u ür yer omayub” cümlesinde kahvehanenin ocağındaki ateşin kıvamında ve kusursuz bir biçimde yandığını anlatılmaktadır. Kahvehanenin “en ufak bir kusuru olmaması” anlamında kullanılan “habbe kadar kusur [bulunmamak]” deyimindeki “habbe” sözcüğü, kahve yapımını da hatırlatır. “Habbe” sözcüğü “tane” anlamına gelir ve kahve içeceği kahve tanelerinden yapılır. Ayrıca kahve köpüğünde oluşan hava kabarcıklarının her birine de “habbe” denir. Görüldüğü gibi arabanın betimlenmesinde, kahve yapımını da hatırlatacak “habbe” sözcüğü kullanılmıştır. Benzer kullanımlara Sûrnâme-i Hümâyûn’un tamamında, özellikle de çeşitli meslek gruplarıyla ilgili bölümlerde rastlanır.

Kahvecilerin geçit sırasındaki görünümleri ve yaptıklarıyla, toplum içindeki yerleri ve genel durumlarına ilişkin bilgiler aynı anda verilmiştir. Örneğin yazar, “tamâm zînet ve fıncânlarla cevânib-i arba’asına şöhret verüb her biri baş a oca eri olub pır-i meykedenü düdmânma u oyub ürmetden düşürmekle afrâsın bulandurmışlar” (64r /161) sözleriyle, hem meydana getirilen araba üzerinde kahvehanenin her tarafının süslenerek dört yanma fincanlar asıldığından hem de her yerde yaygınlaşan kahvehanelerin meyhaneleri gözden düşürdüğünden söz eder. 

Metinde betimlenen kahvehanenin görünümü minyatürdeki çizimle paralellik gösterir (bkz. EK B.l). Burada, kahvehanelerin meyhane müşterilerini çekerek, meyhanelerin gözden düşmesine neden olması “düdmânına u oy[mak]” deyimiyle ifade edilmiştir. Bu deyim günümüzde kullanılmadığından anlamını kesin olarak saptamak mümkün değildir, ancak metin içindeki kullanımından yola çıkılarak günümüzde “ocağını söndürmek” şeklinde kullanılan deyimini hatırlattığı söylenebilir. Deyimin yine kahve yapımını hatırlatan “duman” ve “su” sözcüklerinden oluşması dikkat çekicidir.

Anlatının bundan sonraki kısmında yazarın araba üzerindeki kahvehaneyi mi yoksa herhangi bir kahvehanede geçen bir olayı mı aktardığı pek belli değildir. İntizâmî, bu kısımda “kahvehane öksüzü” olarak nitelediği parasız kişilerin, kahvecilerden kahve dilenmesini anlatır: ba’zı ahve- âne öksüzi fıncânu dibin gösterüb arifane reftâr düşiyüb a çesin aban araya oyub bunda ne zibâ işr ahvesi olur fincanı bir filon değer * müferri köşe cem’Tyet-i urafa bir böyle olmaz deyü bumın ovara bu beyti vird-i zeban ederbeyt: kerem et ahve-fürüş eğleme ver fincanı * inti ara niçe ber çekdüresin yârâm (64r / 161) 

“Kahvehane öksüzleri” kahve fincanının dibindeki telveden daha bir filori değerinde kahve yapılabileceğini söylerler. İntizâmî’nin “ arifane reftâr düşiyüb” (zarifçe, salınarak yürüyüp) şeklinde betimlemesinden ise, bu kişilerin kahvecinin gözüne hoş gözükmeye çalıştığı anlaşılır. Kahvehanenin “müferrih” yani ferah bir köşesinde oturan “zarif müşteriler”, “kahvehane öksüzlerinin” böyle dilenmesi karşısında daha fazla dayanamayıp, kahveciye bu zavallı adamlara acımasını ve cömertlik edip bir fincan kahve vermesini söylerler. Kahveciye bir beyitle seslenen bu “zariflerin” kahvehanelerde sohbet edip, şiirler okuyan okur yazar kimseler olduğu düşünülebilir.  

İntizâmî, bundan sonra kahvecinin bu durumdan pek hoşnut kalmadığını şöyle anlatır: “derdmend ahve-fürüş a çenü arasına ermemekle afyünına u oyılub boş fincanı elinde dutarken oldun oldun i âle edüb ardlannca bu beyti göz arardub vird-i zeban eyleyüb o ur” (64r-64v /161). Yazann, burada “akçenin karası” olarak betimlediği, o dönemde kullanılan değeri düşük ya da başka bir deyişle “bozuk akçelerdir”. Kahveci bu bozuk ayar paraları almak istemez ve afyon tiryakisi olduğu anlaşılan ve bozuk akçeden başka parası olmayan bu kimselere kahve vermez. 

Surname-İ Hümayun "Osmanlıda Şenlikler"  -04

İntizâmî, kahve alamayınca bir türlü ayılıp kendine gelemeyen afyon tiryakilerinin perişanlığını şöyle anlatır: “anlaru ki keyfe mâ ttafa mizadan keyf ile alışmayub ve bir ara ahve ile bün düşmeğin abı’atı barışmayub seyrlerine geldi”. 

Yazar, afyon tiryakilerinin hâlini seyretmek için toplananlann ağzından, şu beyitleri aktanr: şehri bünyâd eylemek olsa müyesser a bilür ref edem afyüm hTc yapdurmayam dükkân-i berş yıllar ile anı cerrâ -i ecel anca çeker her kimün canına batsa zeh(i)rlü peykân-i berş etse da’vâ bir müsülmâm utub öldürmeğe rüy-i zerdü püşt-i am dur üccet u burhân-i berş (64r-64v / 161) Beyitlerde afyon kullanmanın zararı ve afyonun yasaklanması gerektiği anlatılmaktadır. 

Bu sözler üzerine kahveciler, kahve müdavimlerinin ulu bir kişinin kerametidir diyerek kahvehaneye geldiğini, orada keyiflenip, afyonla uyuştuklarını ve gelip geçici dertlerini unuttuklarını söylerler: fe-ammâ anlar ki rüz u şeb müdâvemet ve bir vel Tnü i hâr-i kerâmetidür deyü ahveye müvâ ebet edüb az ço keyf ile ta mil-mizâc ve afyün u berş ile imtizaç edüb şu 1-i ‘İlmiyeye nâfı’ ve umüm-i ‘ânzîyeyi bi- - ât dâfı’dür deyü (64v /161-162) Afyon alınca böyle keyiflenen tiryakiler, uyuşuklukları geçince, uykuyla uyanıklık arasında saatlerini şaşırır ve bütün dertleri tekrar başlarına üşüşür. 

Kahveciler son olarak, kahvenin insanların uyanık kalmasına yardımcı olduğu için gerekli olduğunu söyler ve “inkisâr-i dil-i ma zünumı ma’zür dutu da ı yetişmedi şol zehr olası âfyünum” (64v /162) beyitini söyleyerek giderler. İntizâmî, kahvecilerin padişaha selam verişini, siyasî otoriteyle olan çekişmelerini hatırlatan “ a r-i ‘adalete arşu dumb ba’de d-du’â revâne oldılar “(64v / 162; vurgu benim) sözüyle betimler. 

İntizâmî’nin kahveci esnafını anlattığı bu bölüm oldukça mizâhî bir dille yazılmıştır ve kahvehanelerin dönemin toplumsal yaşantısı içinde nasıl bir yere sahip olduğunun belirlenmesine yardımcı olacak önemli ayrıntılar içerir. Derin Terzioğlu, kahvecilerin anlatıldığı bu bölümü şöyle yorumlar:[KJahveciler çelişik 

İntizâmî’nin bu kısımda şenlikteki gösteriyi mi yoksa herhangi bir kahvehanede geçen bir olayı mı anlattığı pek belli değildir. Bu bölümle, Âlî sûrnâmesindeki anlatım karşılaştırıldığında şenlikte kahvecilerin dükkanlarının kapatılmasıyla ilgili bir gösteri sergiledikleri sonucu çıkarılabilir. Ancak iki yazar, şenlikteki bu gösteriyi farklı bakış açılarıyla edebî birer metne dönüştürmüşlerdir. Dolayısıyla, kahvecilerin şenlikteki gösterisi, farklı ayrıntılarla donatılmış iki ayrı metin hâline gelmiştir. Anlatılardaki ortak yön ise, kahveci esnafının o dönemdeki durumlarının mizahî bir dille sergilenmesidir 

Bakış açıları farklı da olsa, her iki anlatıda da kahve ve kahvehanenin toplum hayatındaki yeri ve işlevi ile ilgili pek çok ayrıntıya yer verilmiştir. Özellikle uyuşturucu kullanımıyla ilgili anlatımlar tarihi kaynaklarla örtüşmektedir. Ralph S. Hattox, Kahve ve Kahvehaneler: Bir Toplumsal İçeceğin Yakındoğu ’dahi Kökenleri adlı kitabında kahvehanelerde uyuşturucu kullanımıyla ilgili şu bilgileri verir: “Kimyasal ya da kültürel nitelikte bazı nedenlerden dolayı kahvenin başta afyon olmak üzere bazı sert uyuşturucuları kullanan kişiler arasında çok gözde bir içecek haline geldiği anlaşılmaktadır” (97). 

Hattox, kahveyle birlikte uyuşturucu kullanımının oldukça yaygın olduğunu belirtir ve Kâtip Çelebi’den şu alıntıyı yapar: “Hele keyf erbabının [afyon tiryakilerinin] keyflerini artırır, cana can katar bir hal olduğundan bir fincan uğruna can vermek yanlarında caiz oldu” (97). Sûrnâme-i Hümâyûn'âdi kahveci esnafıyla ilgili anlatımdan da kahvehanelerde uyuşturucu kullanımının yaygın bir alışkanlık olduğu anlaşılmaktadır.

Gelibolulu Alî, anlatısında kahvehanelerin kapatılma nedenlerine değinmezken, İntizâmî’nin yasaklamaların temel nedenlerinden biri olan uyuşturucu kullanımı üzerinde durması yazarların benimsedikleri söylem arasındaki farkı belirlemek bakımından önemlidir. Alî’nin, anlatısında, genel olarak şenliğin aksayan yönlerini aktarmadığından söz edilmişti. Yazar, bu kısımda da “uygunsuz” kabul edilen uyuşturucu kullanımından söz etmemeyi seçmiştir. İntizâmî’nin ise diğer konularda olduğu gibi bu konuda da böyle bir kaygısı yoktur ve uyuşturucu kullanımına anlatısında yer vermekten çekinmemiştir.

Sonuç

Osmanlı şenliklerinin en büyüklerinden biri olarak kabul edilen 1582 şenliğiyle birlikte sûrnâme bağımsız bir edebî bir tür olarak ortaya çıkar. Şenlikleri konu edinen bu eserlere genellikle şenlikleri gerçeğe uygun bir biçimde yazıya geçiren kayıtlar olarak yaklaşılır. Oysa sûrnâmeler gerçek olaylardan yola çıktıkları halde gerçeği bire bir yansıtmazlar. Dolayısıyla sûrnâmeler hakkında yapılacak çalışmalarda, bu metinlerin şenlikleri olduğu gibi aktaran kayıtlar değil, yazarlarının hayat görüşünü ve hayâl gücünü yansıtan edebî birer yaratım olduklarının göz ardı edilmemesi gerekir.  

Stephanos Yerasimos da “Sûr ve Sûrnâmeler” başlıklı yazısında şenlikler ve sûrnâmeler arasındaki ilişkiyi şöyle tanımlar: 

Aslında Osmanlı şenlikleri birbiriyle örtüşmeyen iki olgudan oluşur. Biri sûr-ı hümâyûn’un kendisi, diğeri ise onu anlatan sûrnâme adlı yapıtlar. Sûrnâmeler gösterileri anlatmanın ötesinde, kullandıkları abartıcı ve övücü ifadelerle ön plana çıkardıkları ya da geçiştirdikleri olaylarla, onları belli bir biçimde tarihe geçirirler. Önemli şenlikler için elimizde bulunan birden fazla sûrnâme—ki 1530, 1582 ve 1675 şenliklerinde bunlara yabancı gözlemcilerin yazılarını da katabiliriz—arasındaki farklar bu görüşü pekiştirecek niteliktedir. (8)

Yerasimos’un da belirttiği gibi sûrnâmeler şenlikleri belirli bir biçimde tarihe geçirirler. Burada “tarihe geçirmek” sözünün altını çizmek gereklidir, çünkü sûrnâmelerin pek çoğu—özellikle de bu çalışmanın konusu olan 16. yüzyıla ait iki sûrnâme— şenlikler hakkında kaleme alınmış sınırlı sayıdaki yazılı metin arasında en ayrıntılı olanlarıdır. Dolayısıyla, edebî birer eser olan bu metinler, bir yandan da tarihçiler, özellikle de kültür tarihçileri için önemli birer kaynak niteliğindedir. 

Bu noktada, tarih ve edebiyat yazımının hangi dönemde gerçek anlamda birbirinden ayrıldığı ve neyin tarih neyin edebiyat olarak okunması gerektiği gibi yanıtlaması oldukça güç sorularla karşılaşabiliriz. Fakat çalışmanın kapsamı bu soruların burada yanıtlanmasını olanaksız kılar, dolayısıyla böyle bir işe girişilmeyecektir. Bu soruların gündeme getirilmesinin nedeni, sûrnâme metinlerinin tarih ve edebiyat disiplinlerinin çalışma alanları arasında bir yerde durduğunu hatırlatmaktır. Sûrnâmelerin bu ara konumu nedeniyle, metinler üzerinde yapılan çalışmalarda benimsenen yöntem çalışmanın da niteliğini belirler.

Bu çalışmanın konusu olan 1582 şenliği sûmâmeleri de, edebî bir tür olmalarının yanı sıra, yazıldıkları dönemden ötürü de tarihî birer kaynaktır. Sûrnâme metinlerinin 16. yüzyılda halkın gündelik hayatından saray göreneklerine, üretim ilişkilerinden çeşitli sanatsal formlara dek pek çok konuda önemli bilgiler içerdiği yadsınamaz. Ancak 1582 sûmâmeleri üzerine yapılan çalışmaların pek çoğunda metinlerin birer edebî eser olduğu göz ardı edilmiş ve barındırdıkları bilgilere somut gerçeklikler gibi yaklaşılmıştır. Oysa sûrnâme yazarları, eserlerini belirli bir söylem içinden kaleme aldıklarından, şenlikler bu eserlerde sınırlı bir bakış açısından yansıtılır. 

Bu çalışmada 1582 şenliği hakkında yazılmış iki sûrnâme metni arasında saptanan farklılıklar da bu görüşü destekler niteliktedir. Dolayısıyla, sûmâmelerdeki anlatımlardan yola çıkılarak dönemin kültür ve toplum hayatı hakkında yapılacak yommlarda bu bilgi sınırlılığının göz ardı edilmemesi gerekir. Bu tezde, 1582 şenliğinin Gelibolulu Âlî’nin Câmi ’ü 7- Buhûr Der Mecâlis-i Sûr’u ve İntizâmî’nin Sûrrıâme-i Hümâyûnunda bir edebiyat metnine dönüşerek nasıl aktarıldığı incelenmiştir. Bu amaçla, ilk olarak Osmanlı şenlikleri ve sûrnâmelerin nitelikleri genel olarak ele alınmıştır. 

Surname-İ Hümayun "Osmanlıda Şenlikler"  -04

Daha sonra 1582 şenliğinin sûrnâmelerde nasıl anlatıldığı, şenlikle ilgili hangi yönlerin öne çıkartıldığı, yazarların olaylara bakış açıları ve bunu metinlerde yansıtma biçimleri incelenmiştir. Metinler çok yönlü bir biçimde değerlendirilmeye çalışıldığından, tez çalışmasının sonuçlarını bölüm başlıkları altında değerlendirmek daha uygun olacaktır.

çalışmanın “Osmanli’da Şenlikler ve Metinleri” başlıklı ilk bölümünde yürütülen tartışmada yapılan saptamalardan ilki Özdemir Nutku ve Stephanos Yerasimos gibi araştırmacıların şenliklerin niteliğine ilişkin ortaya attığı görüşlerle ilgilidir. Nutku ve Yerasimos Osmanlı şenliklerini tüm halkın eğlencelere katıldığı her türlü kuralın ihlâl edildiği, baskıların kalktığı karnavallara benzetirler. Oysa daha önce de belirtildiği gibi sûrnâmeler şenliği olduğu gibi aktaran metinler değildir. Öyle oldukları kabul edilse bile sûmâme metinleri, şenlik sırasında şehrin başka yerlerinde kutlamalar yapılıp yapılmadığı, yapılıyorsa halkın nasıl eğlendiği konusunda yok denecek kadar az bilgi içerirler. Bu metinlerde, halkın eğlendiği bir şenlik değil; saray halkının, şenliğe davetli olarak çağrılan yabancı konukların ve bu arada halkın da izlemesi için düzenlenen bir resmî geçit töreni anlatılmaktadır.

Kısacası Osmanlı şenlikleri üzerine yazılmış sûmâmelerden yola çıkılarak, halkın şenliklere katılımının ne ölçüde ve ne şekilde olduğu tam olarak saptanamaz.

Şenliklerin bu tür bilinmeyen yönlerinin ortaya çıkarılması, tarihî kayıtların, özellikle de kadı sicilleri gibi halkın gündelik yaşayışına dair bilgiler içeren kayıtların incelenmesiyle mümkün olabilir. Fakat bu tür kayıtlar şimdiye kadar çok az sayıda araştırmaya konu olmuştur. Bu kayıtların değerlendirilmesiyle, şenliklere halkın katılımı vb. konularda çeşitli bilgilere ulaşılabilir ve elde edilen bilgilerle sûmâmelerdeki anlatım karşılaştırılabilir. Bu tür bir çalışma sûmâme yazarlarının, metinlerinde şenliği ne şekilde yansıttıklarının daha iyi anlaşılmasını sağlayacaktır.

çalışmanın ilk bölümünde yapılan bir diğer gözlem, sûmâme yazarlarının konu aldıkları şenliği genel olarak tek bir açıdan betimlenmesidir. Burada sözü edilen fiziksel anlamda bir “bakış açısı”dır. Sûmâmelerdeki anlatım ele alınan konular bakımından görsellikle iç içe olmak dummundadır ve yazarlar şenlikleri “gördükleri” bir noktadan betimlerler. Sûrnâmelerde bu görüş açısının genel olarak değişmediği gözlemlenmiştir. Özellikle 1582 sûrnâmelerinde, yazarlar şenliği hep aynı noktadan, yani Atmeydam’nda İbrahim Paşa Sarayı’nın olduğu yerden betimlerler. Dolayısıyla, bu metinlerin okurları da şenliği hep aynı noktadan izler. Yazarlar şehrin diğer yerlerindeki eğlenceler bir yana, Atmeydam’mn başka köşelerinden bile söz etmediği için, sûrnâmelerde şenliğin kentin diğer kısımlarında kutlandığına ilişkin betimlemeler yer almaz. 

çalışmanın “1582 Şenliğini Konu Alan Metinler” başlıklı ikinci bölümü, 1582 şenliği hakkında yazılmış metinlerin tanıtılmasına ayrıldığından, bu bölümde metinler üzerinden yürütülen bir tartışma yer almaz. Fakat bu bölümde tanıtılan şenlik hakkında yazılmış yerli ve yabancı metinlerin diğer şenlikler hakkında yazılmış metinlere göre sayı bakımından fazla olması, 1582 Şenliği’nin diğer Osmanlı şenlikleri içinde önemli bir yeri olduğunu gösterir. Sûmâmenin bu şenlikle birlikte bağımsız bir tür olarak ortaya çıkması da, kaside gibi görece kısa biçimlerin şenliğin görkemini ve çok sayıdaki ilginç ayrıntılarını betimlemekte yetersiz kalması şeklinde yorumlanmıştır.

Çalışmanın “1582 Şenliği Sûrnâmelerinde Anlatım Özellikleri” başlıklı üçüncü bölümünde, Gelibolulu Âlî ve İntizâmî sûmâmelerinin şenliği edebî olarak ne şekilde yansıttıkları incelenmiştir. Bu bölümde, sûrnâmelerin dil ve biçim özelliklerinin yanı sıra, yazarların benimsediği söylem bakımından da birbirinden çok farklı olduğu gözlemlenmiştir.

Gelibolulu Âlî, manzum olarak yazdığı sûmâmesinde şenliği, konularına göre ayırdığı sekiz bölümde ve son derece düzenli bir biçimde anlatır. Âlî, anlatımı çeşitli vezin kalıplan, fiil kipleri ve söz oyunlanyla hareketi endi rmiştir. Yazann, sûmâmesinde oldukça resmî bir dil kullandığı ve şenlikteki gösteriler hakkında çok ayrıntılı betimlemeler yapmadığı gözlemlenmiştir. Âlî, anlatımında şenlik sırasında çıkan karışıklıklar, düğün için daha önceden planlanan sürenin aşılması gibi İntizâmî sûmâmesinde bulunan pek çok ayrıntıya yer vermez. Yazar, düğünü, padişahın ve dolayısıyla OsmanlI’nın “gücünü”, “zenginliğini”, “cömertliğini” ve “mutlak otoritesini” öne çıkaran bir söylem içinden anlatır. Anlatının biçimdeki mükemmeliyetçi düzen de bu söylemle örtüşmektedir.

İntizâmî, Âlî’nin aksine, şenliği gün gün anlatır ve metinde şenlikle ilgili pek çok ayrıntıya yer verir. Şenlik sırasındaki organizasyon bozuklukları ve kavgalar gibi bazı aksaklıklar Âlî sûmâmesinde yer almazken Sûrnâme-i Hümâyûn ’da ayrıntılarıyla anlatılmıştır. İntizâmî de Âlî gibi anlatısında, Osmanlı Devleti’nin “gücünü” ve “zenginliğini” vurgulayarak abartılı betimlemeler yapar. Yazann anlatıya dahil ettiği ayrıntılara bakılırsa, sûrnâmeyi “kusursuz” bir Osmanlı imgesi oluşturma kaygıyısıyla yazmadığı söylenebilir. Sûrnâme-i Hümâyûn genel olarak değerlendirildiğinde, İntizâmî’nin gündelik dile daha yakın olduğu anlaşılan bir dil kullandığı gözlenmiştir. İntizâmî, zaman zaman şenlikteki gösterileri anlatmayı bırakıp, yine aynı konuyla ilgili başka hikâyeler ya da gözlemler aktarması bakımından da Âlî’ye göre farklılık gösterir.  

Surname-İ Hümayun "Osmanlıda Şenlikler"  -04

Bu bölümde yapılan gözlemlerden biri Sûrnâme-i Hümâyûndun üslûbuyla ilgilidir. Sûrnâme metni üslûp bakımından takvim adı verilen bir türe olan benzerliğiyle dikkat çeker. Bu benzerlik sûmâmede takvim metinlerinde olduğu gibi kelimelerin çoklu anlamlarıyla yapılan söz oyunları ve deyimler bulunmasıdır. Sûrnâme-i Hümâyûn’un bu üslûp özelliği yazıldığı dönemin dil ve edebiyat anlayışını yansıtması bakımından son derece önemlidir. Ancak yazıldıkları tarihte canlılıklarını koruyan ve içerdikleri çoklu anlamlar belki de herkesçe anlaşılabilen bu sözcük ve deyimlerin bugün tam olarak anlaşılabilmesi zordur. Bu durum sûrnâmeyi anlaşılması oldukça güç bir metin hâline getirir.

Metinde kelimelerin çoklu anlamlarıyla yapılan söz oyunlarının incelenmesinde karşılaşılan zorluklar, Osmanlı edebî pratikleriyle kurulacak hemen her türlü ilişkide karşılaşılan daha temel bir sorunla bağlantılıdır. Sûrnâme türünün de içinde yer aldığı Osmanlı edebiyatını şekillendiren toplumsal koşullar, inanışlar, alışkanlıklar, kısacası bütün bir değerler sistemi yerini farklı bir sisteme bırakmıştır. Osmanlı edebiyatına ait edebî türler bugün artık birer edebî yaratım aracı olmaktan çıkmıştır. Artık varlığını sürdürmeyen birtakım kültürel kodlar ve bunların dil düzeyindeki yansımaları, aslında içinde yazıldıkları devrin kültürünün önemli birer taşıyıcısı konumunda olan şenlik metinlerinin tam olarak anlaşılmasını engellemektedir.

Bu metnin tam olarak anlaşılabilmesi için tarihsel bir sözlüğe ihtiyaç vardır. Ancak bu tür kapsamlı bir çalışma bulunmadığından, sûrnâme metinlerinin tam olarak kavranması ne yazık ki mümkün değildir. Günümüzde şenlik üzerine yazılmış metinlerin okurları ve araştırmacılar, şenliğe o tarihte olaya tanık olan yabancıların bulundukları “yabancı” konumdan bile daha uzak bir yerden bakmaktadır. Buna bir de şenlik metinlerinin olayı belirli bir bakış açısına uygun olarak yalnız belirli yönleriyle betimlemiş olmaları eklendiğinde, metinlerden yola çıkılarak çizilecek bir dönem portresinin “gerçekliği” oldukça tartışmalı bir konudur.

çalışmanın “Sûmâmelerde Esnaf Alayları” başlıklı dördüncü bölümde sûmâmelerdeki anlatımların büyük bir kısmını oluşturan esnaf alaylarının metinlerde ne şekilde anlatıldığı İncelenmektedir. Sûmâmelerdeki anlatıma göre, şenlikte esnaf alayları, yüksek devlet görevlilerinden en küçük iş kollarında çalışanlara dek, Osmanlı toplumunun bütününün canlandırıldığı bir gösteriye dönüşmüştür. Derin Terzioğlu’nun da söylediği gibi sûmâmelerde ve minyatürlerde anlatılan 1582 şenliğinin dekoru tıpkı bir sahneye benzer. Şenliğin bir parçası olan geçit törenleri de bu sahne üzerinde Osmanlı dünyasını yeniden yaratılmasıdır (89).

Sûrnâme yazarlarının ele aldıkları konuyu nasıl farklı şekillerde işlediklerinin gösterilebilmesi için, her iki metinde kahveci esnafının anlatıldığı bölümler örnek olarak seçilmiştir. Bu bölümde yapılan karşılaştırma sonucunda, Âlî ve İntizâmî sûrnâmelerinin aynı olayı konu edindikleri halde birbirinden çok farklı iki metin ortaya çıktığı görülmüştür. Metinler arasında görülen bu farklılık da sûrnâmelerin, şenliği olduğu gibi aktaran kayıtlar değil, edebî birer yapıt oldukları görüşünü desteklemektedir.

Tezde ele alman iki sûrnâme metni genel olarak değerlendirildiğinde, hem edebî bir tür olarak hem de şenliklerin edebiyatla ilişkisine dair içerdikleri veriler bakımından yazıldıkları devrin dil ve edebiyat anlayışını yansıtttıkları söylenebilir. Gösterilerin kayda geçirilmesinde her iki sûrnâme yazarının da edebî bir metin oluşturma kaygısı güttüğü, söyleyişte özgünlük aradığı gözlemlenmiştir. İntizâmî sûmâmesinde daha fazla olmak, üzere her iki metinde de görülen söz oyunları bu arayışın göstergesi sayılabilir. Gelibolulu Âlî bu özgünlük arayışını eserin başında şu sözlerle dile getirmiştir:iy bî-çâre seni bu sür-i mesrurda bir bikr-i ma’nâya vâ ıl ve bu cem’Tyet- i mesnünede faraza niçe i sânı mücib-i ma üdu a mütevâ ıl olayın derse mu âbele-i pâdişâhîde her kes bir mehâreti uhüra ve semtince bir an’atı udüra getürüb mu a al-i kelâm mula a u 1-merâm olmışdür” (3v-9v / 70; vurgu benim)  

Sûrnâme metinleri tek tek ele alındığında ise, yazarların kullandıkları anlatım biçimleri ve benimsedikleri söylem bakımından birbirinden çok farklı olduğu saptanmıştır.

Sonuç olarak, İntizâmî ve Gelibolulu Âlî, eserlerinde aynı şenliği anlatmalarına karşın ortaya birbirinden çok farklı iki metin çıktığı gözlemlenmiştir. Gelibolulu Âlî, Osmanlı Devleti’nin resmî söylemine daha yakın bir söylemi benimsemiş ve eserinde şenliği “kusursuz Osmanlı” imgesine uygun bir biçimde anlatmıştır. Âlî’nin şenliğinde Osmanlı Devleti’yle ilgili neredeyse hiç olumsuz bir anlatım yoktur. Âlî’nin sûrnâmesi biçim ve bölümleniş bakımından da son derece düzenlidir. Bu anlamda yazarın benimsediği söylemle anlatısının biçiminin birbiriyle örtüştüğü söylenebilir. 

İntizâmî de sûrnâmesinde Osmanlı Devleti’nin “gücünü”, “zenginliğini” öven abartılı betimlemeler yapmıştır. Ancak yazarın anlatısında yer verdiği ayrıntılarda ortaya çıkan Osmanlı portresi “kusursuz” olarak nitelenemez. Yazar şenlikle ilgili pek çok aksayan yönden ve olumsuzluklardan söz eder. İntizâmî’nin gündelik dile daha yakın olduğu anlaşılan bir dil kullanması ve anlatının Âlî Sûrnâmesine göre daha düzensiz ve dağınık kurulmuş olması bakımından da, yazarın bakış açısıyla dilinin ve anlatının düzeninin birbirine uygun olduğu söylenebilir.

Surname-İ Hümayun "Osmanlıda Şenlikler"  -04

2. Sûrnâme-İhümâyûn’un Viyana Nüshasında Kahveciler Cemaatinin Geçişi 64R-64V /160-162  

Âmeden-i cemâ’at-i ahve-fürüşân-i le âfet-/12/‘unvan Ba’dehü ahve-fürüşlar geldiler * bir ahve- âneyi ‘araba üzerinde/13/ peyda edüb * otlan ıvâmında abbe adar u ür yer omayub * tamâm zînet * /14/ ve fincanlarla cevânib-i arba’asına şöhret verüb * her biri baş a oca /15/ eri olub * pîr-i meykedenü düdmânma u oyub ürmetden düşürmekle /16/ afrâsın bulandrılmışlar * ve mey sevdasında olanlaru anda ise mâ-beynlerine /17/ yeksere bal am bira ub niçe kezü meclislerine o bet baltası olma la câ ibe-i /18/ yaranla dünyâyı olandurmışlar * ba’zı ahve- âne öksüzi fincânu /19/ dibin gösterüb arifane reftâr düşiyüb * a çesin aban araya oyub * /20/ bunda ne zıbâ işr ahvesi olu fincânı bir filon değer * müferri köşe * /21/ cem’îyet-i urafa bir böyle olmaz deyü * burnın ovara bu beyti vird-i zebân 1221 eder * beyt: kerem et ahve-fürüş eğleme ver fincânı * inti âra niçe ber /23/çekdüresin yârânı ne r: derdmend ahve-fürüş a çenü arasına  ermemekle afyünına u oyılub boş fincânı elinde dutarken oldun 121 oldun i âle edüb * ardlarınca bu beyti göz arardub vird-i zebân /3/ eyleyüb o ur * beyt: be tün ü be tünce be âb-i siyâh  incâ ke hergiz 74/ narüyad giyâh ne r: anlaru ki keyfe mâ

105tafa mizadan keyf ile alışmayub * ISI ve bir ara ahve ile bün düşmeğin abî’atı barışmayub * seyri erine geldi 161 işbu ebyâtı vird-i zeban edüb o udi na m: şehri bünyâd eylemek 111 olsa müyesser a bilür * ref edem afyüm hîc yapdurmayam dükkân-i berş * /8/ yıllar28 29 ile anı cerrâ -i ecel anca çeker * her kimün canına batsa zeh(i)rlü peykân-i berş * 191 etse da’vâ bir müsülmâm utub öldürmeğe * rüy-i zerd ü püşt-i amdur üccet u /10/ burhân-i berş ne r: fe-ammâ anlar ki rüz u şeb müdâvemet * ve bir velınü /11/ i hâr-i kerameti dür deyü * ahveye müvâ ebet edüb * az ço keyf ile ta mil- /12/ mizaç * ve afyun u berş ile imtizaç edüb * şu 1-i ‘İlmiyeye nafı’ * ve umüm-i /13/ ‘ârızîyeyi bi- - ât dâfı’dür deyü * otı geçtükde * ve gözinden uy usı /14/ uçdukda * ki beyne n-navm ve-l-ya aza sâ’atin şaşurmış * ve amm u mi neti /15/ başına üşürmişdür * bu beytle teslîye bulub ıdâ-yi rü dur deyü */16/yârân afanu cevâbı tetimmâtında bu beyti o ur * beyt: inkisâr-i İlil dil-i ma zünumı ma’zür dutu * da ı yetişmedi şol zehr olası âfyünum ne r: /18/ ve bi-l-cümle anlar da ı a r-i ‘adâlete arşu dumb ba’de d-du’â revâne oldılar *   SEÇİLMİŞ 

Bibliyografya

Açıkgöz, Namık. Kahvenâme. Ankara: Akçağ Yayınlan, 1999. And, Metin. A History of Theatre and Popular Entertainment in Turkey. Ankara: Forum Yayınları, 1963-64.  
İstanbul in the 16th Century. İstanbul: Akbank Yayınlan, 1994.  40 Gün 40 Gece: Osmanlı Düğünleri, Şenlikleri, Geçit Alayları. İstanbul: Creative Yayıncılık ve Tanıtım Ltd. Şti., 2000 
Osmanlı Şenliklerinde Türk Sanatları. Ankara: Kültür ve Turizm BakanlığıYayınlan, 1982.  
Akbayar Nuri ve Necdet Sakaoğlu. Osmanlı’da Zenaatten Sanata (I. Cilt: Esnaf ve Zenaatkârlar). İstanbul: Creative Yayıncılık, 1999.
Aktaş, Şehsuvar. “16. Yüzyılda Kentin Oyunu: Şenlik İki Örnek: Avrupa’da Şarlken Dönemi Osmanlı’da 1582 şenliği”. Yayımlanmamış doktora tezi. Ankara: Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tiyatro Anabilim Dalı, 1996.
Armağan, Mustafa, haz. İstanbul Armağanı 3: Gündelik Hayatın Renkleri. İstanbul: İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür İşleri Daire Başkanlığı Yayınlan, 1997.
Arslan, Mehmet. “Osmanlı Saray Düğünleri ve Şenlikleri ve Bu Konuda YazılanEserler: Sûmâmeler”. Osmanlı Edebiyat-Tarih-Kültür Makaleleri. İstanbul: Kitabevi Yayınlan, 2000. 169-189.
Türk Edebiyatında Manzum Surnameler (Osmanlı Saray Düğünleri ve Şenlikleri).Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Yayınları, 1999. Atasoy, Nurhan. Surname-i Hümayun: Düğün Kitabı. İstanbul: Koçbank Yayınları, 1997.
“III. Murad Şehinşahnamesi, Sünnet Düğünü Bölümü ve Philadelphia Free,Library’deki İki Minyatürlü Sayfa”. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Yıllığı V (1973): 358-87.
Atıl, Esin. Levni and the Surname: The Story of an Eightennth Century Ottoman Festival. İstanbul: Koçbank Yayınları, 1999. “The Story of An Eighteenth-Century Ottoman Festival”. Muqarnas: An Annual
on Islamic Art and Architecture 12(1993): 181-200.  
Aynur, Hatice. “Osmanlı Saray Düğünlerinin Edebiyata Yansıması”. SözdenYazıya: Edebiyat İncelemeleri. Haz. Selim Sırrı ve Erol Köroğlu. İstanbul, Boğaziçi Üniversitesi Matbaası, 1994. 25-32.  
Saliha Sultan ’ın Düğününü Anlatan Surnâmeler: 1834. Harvard: Harvard
Üniversitesi Yakındoğu Dilleri ve Medeniyetleri Bölümü Yayınlan, 1995. Babinger, Franz. Osmanlı Tarih Yazarları ve Eserleri. Çev. Coşkun Üçok.
Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, 1982. Bakhtin, Mikhail. Rabelais and His World. İngilizceye Çev. Helene Iswolsky. Cambridge, Massachusetts ve Londra: M.I.T Yayınlan, 1968.
Baumann, Richard, der. Folklore, Cultural Performances, and Popularntertainments. New York ve Oxford: Oxford Üniversitesi Yayınlan, 1992. Boyraz, Şeref. “İlk Mensur Sûrnâme Müellifi: İntizâmî”. Türklük Bilimi Araştırmaları 1. Sivas, 1995.
“Sûrnâme-i Hümâyûn’da Folklorik Unsurlar” Yayımlanmamış yüksek lisans tezi. Kayseri: Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1994. Çabuk, Vahid, haz. Solak-Zâde Tarihi II. Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları, 1989. 2 cilt  
Çavuşoğlu, Mehmed. “Zatî’nin Letâyifı IF’. I.Ü. Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı 22 (1997): 144-61.
Çerçi, Faris. Gelibolulu Mustafa Âlî ve Künhü ’l-Ahbâr ’ında II. Selim, III. Murat ve III. Mehmet Devirleri. Kayseri: Erciyes Üniversitesi Yayınlan, 2000. 3 cilt. Dankoff Robert ve Semih Tezcan. “Seyahat-name’den Bir Atasözü”. Türk Dilleri Araştırmaları 8 (1998): 15-28. Devellioğlu, Ferit. Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lügat. Ankara: Aydın Kitabevi Yayınları, 2000. (17. baskı).
Ergun, Sadeddin Nüzhet. Türk Şâirleri. C.l İstanbul: 1936. Ertuğ, Ahmet, haz. Sûrnâme: Sultan Ahmed’in Düğün Kitabı. Bern: Ertuğ & Kocabıyık, 2000.  
Eyüboğlu, Sabahattin. “Eski İstanbul’da Bir Düğün”. Sanat Üzerine Denemeler ve Eleştiriler I. Haz. Azra Erhat. İstanbul: Cem Yayınevi, 1997. 645-49. “Surnâme”. Sanat Üzerine Denemeler ve Eleştiriler I. Haz. Azra Erhat.  
İstanbul: Cem Yayınevi, 1997. 650-54.  
Faroqhi, Suraiya. Osmanlı Kültürü ve Gündelik Yaşam: Ortaçağdan Yirminci Yüzyıla. Çev. Elif Kılıç. İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınlan, 1998. Fleischer, Cornell H. Tarihçi Mustafa Âli: Bir Osmanlı Aydın ve Bürokratı. Çev.  
Ayla Ortaç. İstanbul: Tarih VakfıYurt Yayınlan, 1996. Gökyay, Orhan Şaik. “Bir Saltanat Düğünü”. Topkapı Sarayı Yıllığı I (1986): 21-55.Hanawalt, Barbara A. ve Kathryn L. Reyerson, ed. City and Spectacle in Medieval Europe. Minneapolis ve Londra: Minnesota Üniversitesi Yayınlan, 1994.
Hattox, Ralph S. Kahve ve Kahvehaneler: Bir Toplumsal İçeceğin Yakındoğu ’dakiKökenleri. Çev. Nurettin Elhüseyni. İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1998.  
Holbrook, Victoria. Aşkın Okunmaz Kıyıları: Türk Modernde si ve Mistik Romans. İstanbul: İletişim Yayınları, 1998. Holme, Bryan. Princely Feasts and Festivals: Five Centuries of Pageantry and Spectacle. Londra: Thames ve Hudson, 1988.
İpekten, Haluk. Divan Edebiyatında Edebî Muhitler. İstanbul: Milli Eğitim Bakanlığı Yayınlan, 1996.
İpşirli, Mehmet, haz. SelânikîMustafa Efendi: Tarih-i Selânikli. Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınlan, 1999. 2 cilt. İrepoğlu, Gül. Levnî: Painting, Poetry, Colour. İstanbul: Society Friends of Topkapı, 1999.  
İsen, Mustafa. Gelibolulu Mustafa Âlî. Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınlan, 1988.
Kılıç, Filiz. “Meşa’irü’ş-şu’ara inceleme tenkitli metin”. Yayımlanmamış doktora tezi. Ankara: Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1994. 2 cilt.
Kuban, Doğan. “Sûmâme’nin Minyatürleri”. Sûrnâme: Sultan Ahmed'in Düğün Kitabı. Bern: Ertuğ & Kocabıyık, 2000. 13-17 
Köprülüzade Mehmet Fuat. XVII nci Asır Sazşairlerinden Kayıkçı Kul Mustafa ve Genç Osman Hikâyesi. İstanbul: Evkaf Matbaası, 1930.
Kütükoğlu, Bekir. “Şehmameci Lokman”. Prof Dr. Bekir Kütükoğlu’na Armağan. İstanbul: Edebiyat Fakültesi Basımevi, 1991. 39-48.Olgun, Tahir. Şair Nev 1 ve Sûriyye Kasidesi. İstanbul: Aydınlık Basımevi, 1937.
Onay, Ahmet Talât Eski Türk Edebiyatında Mazmunlar ve İzahı. Haz. Cemal Kurnaz. Ankara: Akçağ Yayınları, 2000 
Öztekin, Ali. Gelibolulu M. Ali: Câmi ’u ’l-Buhur Der Mecâlis-i Sûr (Edisyon Kritik ve Tahlil). Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınlan, 1996. Pakalın, Mehmet Zeki. Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü 3. İstanbul:
Millî Eğitim Bakanlığı Yayınlan, 1983. Mantran, Robert. XVI. ve XVII. Yüzyılda İstanbul’da Gündelik Hayat. Çev.Mehmet Ali Kılıçbay. İstanbul: Eren Yayıncılık, 1991.
Nutku, Özdemir. IV. Mehmed’in Edirne Şenliği, 1675. Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınlan, 1972. “Eski Şenlikler”. İstanbul Armağanı 3: Gündelik Hayatın Renkleri. Haz.  
Mustafa Armağan. İstanbul: İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür İşleri Daire Başkanlığı Yayınlan, 1997. 97-138. Tarihimizden Kültür Manzaraları. İstanbul: Kabalcı Yayınevi, 1995.
Peçevî, İbrahim. Peçevî Tarihi. Haz. Murat Uraz. İstanbul: Neşriyat Yurdu-Yeni Şark Maarif Kütüphanesi, 1969. 2 cilt 
Tarîh-i Peçuyî (faksimile). İstanbul: Enderun Yayınları, 1980. Pekin, Ersu. “Surname’nin Müziği: 16. Yüzyılda İstanbul’da Çalgılar”. Dipnot 1 (Yaz 2003): 52-90.
Prochazka-Eisl, Gisela. Das Surname-i Hümayun: die Wiener Handschrift inTranskription, mit Kommentar undIndices versehen. İstanbul: Isis Verlag, 1995.
Purgstall, Baron Joseph Von Hammer. Osmanlı Devleti Tarihi VII. Çev. Mümin Çevik ve Erol Kılıç. İstanbul: Üçdal Neşriyat, 1985.
Reyhanlı, Tülay. İngiliz Gezginlerine Göre XVI. Yüzyılda İstanbul’da Hayat (1582-1599). Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınlan, 1983.  
Sahm, W., haz. Beschreibung der Reisen des Reinhold Lubenau I. Könisberg: Herd. Beyers Kitabevi, 1914.
Sakaoğlu, Necdet. Bu Mülkün Sultanları. İstanbul: Oğlak Yayınları, 1999. haz. Bostanzade Yahya /Duru Tarih (Tarih-i Sâf 7 Tuhfetu ’lAhbab). İstanbul:
Milliyet Yayınları, 1978. Sakaoğlu, Necdet ve Nuri Akbayar. Binbir Gün Binbir Gece: Osmanlı ’dan Günümüze Osmanlı ’da Eğlence Yaşamı. İstanbul: Creative Yayıncılık ve Ltd. Şti., 1999.  
Sevinçli, Efdal. “İntizâmî’nin Sûr-Namesinde Gösteri-m Sanatları”. Ünlem 2 (Kasım- Aralık 2003): 52-57. Seyyid Lokman Çelebi. Kıyafetti ’l-însâniyye Fi Şemâili 7- ‘Osmâniyye. Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınlan, 1987.  
Sinanlar, Seza. “Atmeydanı As a Public Square in Ottoman İstanbul”. Yayımlanmamış yüksek lisans tezi. İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2001.
Stout, Robert Elliott. The Sur-i-Hümayun of Murad III: A Study of Ottoman Pageantry and Entertainment. Ann Arbor: UMI, 2003.
Şeker, Mehmet. Gelibolulu Mustafa ‘Âlî ve Mevâ ‘idün ’n-Nefâis Fî-Kavâ ‘idi 7- Mecâlis. Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1997.
Şentürk, Ahmet Atilla. Osmanlı Şiiri Antolojisi. İstanbul: Yapı Kredi Yayınlan,1999. Tansuğ, Sezer. Şenlikname Düzeni. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 1993.
Tanyeri, M. Ali ve Mertol Tulum, haz. Nev'îDîvânı. İstanbul: İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınlan, 1977. Tanyeri, M. Ali. Örnekleriyle Divan Şirinde Deyimler. Ankara: Akçağ Yayınları,1999.
Tarlan, Ali Nihad, haz. Şiir Mecmualarında Divan Şiiri, XVI. ve XVII. Asırlar: Ubeydî-Aşkî-Şem’î-lşretî. Seri:l, Fasikül: 1-2. İstanbul: Üçler Basımevi, 1948.
Tekeli, İlhan. “Bir Toplumsal Anlatım ve Katılım Biçimi Olarak Kutlama Şenlikleri”. Ankara İstanbul İzmir İçin Cumhuriyet Geçitleri ve Şenlikleri. İstanbul: Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı, t.y.
Terzi oğlu, Derin. “The Imperial Circumcision Festival of 1582: An Interpretation”. Muqarnas: An Annual on Islamic Art and Architecture 12 (1995): 84-100.
Toska, Zehra. “Bir Armağan: Zübdetü’l-Eş’âr”. Prof. Dr. Nihad M. Çetin’e Armağan. İstanbul: Edebiyat Fakültesi Basımevi, 1999. 293-358.
Tulum, Mertol. “Vehbî ve Sûrnâmesi”. Sûrnâme: Sultan Ahmed’in Düğün Kitabı. Bern: Ertuğ & Kocabıyık, 2000. 19-22.
Uran, Hilmi. III. Sultan Mehmed’in Sünnet Düğünü. İstanbul, 1942. Uzunçarşılı, İsmail Hakkı. “Nahıl ve Nakil Alaylan”. Belleten 15.157 (Ocak 1976): 55-69.
Vocelka, Karl. “Habsburg Festivals In The Early Modern Period”. Karin
Friedrich, ed. Festive Culture in Germany and Europe From The Sixteenth To The Twentieth Century. Lampeter: Edwin Mellen Yayınevi, 2000. 124-148. Yalkın, Suat. “Tesk’in Ahilik Kültürü Haftası Kutlama Etkinlikleri ve Çağdaş Ahilik Uygulamalarından Eğitim Çalışmalarımız”. II. Uluslararası Ahilik Kültürü Sempozyumu Bildirileri. Kırşehir: Kültür Bakanlığı Yayınları, 1999. Yerasimos, Stephanos. “Sûr ve Sûrnâm el er (Düğün ve Düğün Kitapları)”. Sûrnâme: Sultan Ahmed ’in Düğün Kitabı. Bern: Ertuğ & Kocabıyık, 2000. 7-11.

Türk Mutfağından Kaybolan Kerkük Yemekleri Nedir?

 Türk Mutfağından Kaybolan Kerkük Yemekleri Nedir? Ziyat AKKOYUNLU* Özet:  Bu makalede, Orta Asya’dan başlayarak Osmanlı’ya ve oradan da Ker...