Osmanlıda Padişahların Biniş ve Tebdilleri
Ahmet ÖNAL*
İstanbul, payitaht oluşundan bu yana emperyal özelliklerinin bir gereği olarak resmî tören ve seremonilere sahne olmuş, hususiyle bu açıdan bir “merasimler kenti” vasfı kazanmıştı. Osmanlılar döneminde üç kıtaya yayılan imparatorluğun ana merkezi olarak resmî törenler Bizans dönemine nispetle biraz daha farklılaşarak sürdü. İmparatorluğun yönetim merkezi olması, sarayda divan toplantılarını özel bir merasim alanı hâline de getiriyordu.
Öyle ki burası çeşitli meselelerini takip edenlerce merakla izlenen bir resmî merkez konumu kazanmış gibiydi. Saray merkezli merasimler için divan günlerinin özel bir önemi olduğuna şüphe yoktur. Öte yandan ordunun sefere çıkışı, hacıların payitahttan ayrılışı, kutsal günler ve dinî bayramlar, saray kaynaklı evlilik, doğum, sünnet, cenaze merasimleri, kılıç alayı ve Cuma selamlığı gibi resmî bir çerçeve kazanmış törenler durumundaydı. Bu törenler, saltanatın azametini görünür kılması ve padişahların, payitaht civarındaki gezi ve tebdil, dinlenme, eğlenme, spor gibi ihtiyaçlarına cevap vermesinin yanında, halkla ilişki kurulmasını, İstanbulluların eğlenmesini, şehirde toplum hayatının renklenmesini, dinî hayatın canlanmasını ve ticari hareketliliğin artmasını sağlayarak geniş bir fonksiyon ifa ediyordu.
Padişahların Biniş ve Tebdilleri Nedir?
Osmanlı padişahlarının İstanbul ve çevresinde yaptıkları geziler, şehrin gerek gündelik hayatında gerekse mekânsal gelişiminde ve şekillenmesinde önemli izler bırakmıştır.
Tarihimizde Osmanlıda Padişahların İstanbul’da at veya saltanat kayığı ile gerçekleştirdiği günübirlik geziler, “biniş-i hümayun” olarak anılmaktaydı. İki tür biniş vardı: Padişahların, bir merasim dairesinde, maiyetleriyle ve mutat kıyafetleriyle yaptıkları aleni binişler; değişik kıyafetlerle ve tanınmayacak surette gerçekleştirdikleri tebdil binişleri. Tebdil binişleri ile padişahların tebdilen yaptıkları gezileri birbirinden kesin sınırlarıyla ayırt etmek güçtür. Ancak resmî görevlilerin kontrolü, İstanbul’un iaşesinin ve temel ihtiyaç maddelerinin tedariki ve bunların fiyatlarının denetimi gibi teftiş amaçlı tebdiller ile ziyaret, dinlenmek, eğlenmek, ibadet etmek veya bir alay geçişini izlemek maksatlı olanları arasında fark bulunduğu söylenebilir.
İlk grupta yer alan aleni binişler, saltanatın şiarından olup genellikle pazartesi ve perşembe günleri yapılmaktaydı. I. Abdülhamid devrine ait bir vesika, bu binişlerin maksadını açık bir şekilde izah eder. 1782 yangınlarında birçok kimsenin evsiz kalması, yiyecek sıkıntısı çekilmesi ve padişahın da binişleri terk etmesi üzerine sadrazam, I. Mahmud’un serhadlerden kederli haberler gelmesine rağmen buna devam ettiğini hatırlatarak, binişlerin ihmal edilmemesini rica etmiş ve bu sıkıntılı zamanda padişahı gören halka metanet ve sebat geleceğini bildirmiştir.1
Aleni binişler her ne kadar merasime tâbiyseler de bunlarda katı teşrifat kuralları uygulanmazdı. Padişah, binişin nereye ve ne surette yapılacağını; çuhadarlar, peykler ve solaklar gibi mutat alay maiyetinin yanı sıra sadrazam, yeniçeri ağası, çavuşbaşı gibi devlet ricalinden kimleri yanında götüreceğini silahdar ağaya bildirir, o da gerekli tebligatı yapardı. Biniş mahalli belli olunca Enderun ağaları, padişahtan önce buraya giderek hazırlık yaparlardı.
Atla binişlerde diğer saltanat alaylarının aksine, padişahın geçeceği yollara asker sıralanmazdı. İstanbullular, rahatça padişahı izleyebilir, yardım taleplerini veya şikâyetlerini uzaktan dile getirebilirlerdi. Bu durumda, salma çuhadarları, şikâyeti olanları sadrazamın konağına götürür; hazinedarlar, yardım isteyenlere bir miktar para verirlerdi.
Deniz yoluyla yapılan binişlerde padişahlar, XVI. yüzyılda genelde “baştarda” denilen gemileri kullanıyorlardı. Sonraki tarihlerde, saltanat kayığını tercih etmişlerdir. Özel olarak yapılan bu kayıkların, görkemli, özenle işlenmiş koyu kırmızı kadife örtüsü olan kıç tentesi vardı. Padişah “köşk” denilen bu bölümde tek başına, müzeyyen yastıklara otururken ağalar bir elleriyle kayığın kenarından tutarak ayakta durur, hususi olarak yetiştirilmiş acemioğlanları yine ayakta kürek çekerlerdi, yalnızca bostancıbaşı dümeni idare etmek için ara sıra oturabilirdi.
1- Kanunî Sultan Süleyman’ın Cuma namazına giderken At Meydanı’ndan geçişi (Aelst)
2-Padişahın kır gezisi (Pertusier)
Bu son vazife Fatih Kanunnâmesi ile bostancıbaşının uhdesine verilmişti.2 Saltanat kayığında da yedek götürülür ve bunlar padişahın bulunduğu kayığı arkadan takip ederdi.
Padişahların deniz yoluyla yapacakları binişler, Kız Kulesi’nden ve hisarlardan atılan toplarla ilan edilirdi. Bunun üzerine İstanbullular, kayıklarla Boğaz’a akın ederlerdi.
Saltanat kayığının önünde, içoğlanlarının bindiği “sandaliye” denilen altı kayık ilerler; bunların arkasındaki kayıkta ayakta duran dülbent ağası, Cuma selamlıklarında da yapıldığı gibi padişahın sorguçlu bir sarığını sağa sola eğip kaldırarak ve aşağı yukarı eğdirerek halkı selamlardı. Padişahın kayıkla geçişi sırasında, etraftaki gemiler, toplarını ateşleyerek selam verirlerdi.
3- III. Selim saltanat kayığında (Melling)
Biniş yerine varıldığında, iskeleye kumaşlar serilir, padişah karadan getirilen atına biner, maiyeti de atlanır, bahçeye veya köşke gidilirdi. Binişlerde padişahın gidilen yerde önce sünnet namazı kılması âdetti. Günün programı bundan sonra başlardı. Bazen geceye kadar devam eden eğlencelerde, musiki dinleniyor; tombak, cirit, güreş, ok ve tüfek atma, at ve kayık yarışları gibi müsabakalar düzenleniyor;
Hayalbazların, cambazların, mukallidlerin, çengilerin, tavşan oğlanlarının vs. gösterileri izleniyordu. Kimi zaman, bizzat padişah da ok veya tüfekle atış yapıyordu.
Mesela III. Selim, 1790’da Gülhane’de yapılan binişte, 434 adım mesafeden tüfekle yumurtayı vurmuş ve bunun hatırasına bir kitabe dikilmişti.3 Eğlenceler tamamlanınca aynı veya ertesi gün gelindiği gibi saraya geri dönülürdü.
Ziyaret edilen yerlerde padişahın dinlenmesi için devlet adamları tarafından “biniş kasrı” denilen ve bazıları hâlâ İstanbul’u süsleyen küçük köşkler yaptırılmıştır. Davut Paşa Kasrı yakınındaki köşk bu amaçla II. Mahmud zamanında inşa edilmiştir. Baltalimanı’ndaki köşk Valide Kethüdası Yusuf Ağa tarafından III. Selim için, Beykoz Kasrı ise Kavalalı Mehmed Ali Paşa tarafından Sultan Abdülmecid için aynı amaçla yaptırılmıştır. Bu son kasır tamamlandığında tahta Abdülaziz geçtiğinden kasır ona armağan edilmiştir.4
XVI. yüzyıl padişahlarının İstanbul’da yaptıkları gezilere dair elimizdeki kaynaklar sınırlı olmakla birlikte yine de bazı malumata ulaşmak mümkündür. 1532-1540 arasında İstanbul’da bulunan Venedikli Luigi Bassano’ya göre, Kanunî Sultan Süleyman’ın kullanımı için genellikle çok güzel ve altınla işlenmiş dört fırkateyn veya iki direkli yelkenli bulunur, padişah bunlardan biriyle Asya yakasına geçerdi. Kanunî, avdan büyük zevk alır, yaz-kış havanın durumuna aldırmadan ava çıkar, kalabalık bir maiyet kendisine eşlik ederdi. Ayrıca güreşlerden çok hoşlanır, oldukça çok sayıda bulundurduğu, hepsi de ücretli olan ve hususi kıyafetler giyen güreşçilerine müsabakalar düzenlettirir, başarılı olanlara kendi eliyle para verirdi.5
II. Selim’in, Kaptanıderya Kılıç Ali Paşa’nın ve III. Murad’ın da İbrahim Paşa’nın baştardasıyla Boğaz gezisine çıktığı; III. Mehmed’in ceddi Kanunî gibi Hasbahçe’deki tersanede bir baştarda-i hümayun, diğer adıyla “hünkâr baştardası” yaptırıp Kaptanıderya Cigalazade Sinan Paşa ile Boğaz’ı gezdiği bilinmektedir. XVII. yüzyılda biniş yapılan ve “hadâik-i hassa” denilen belli başlı saray bahçeleri, Tokat, Kandilli, Mirgûn, Kalender, Sultaniye, Büyükdere, Kuleli, Üsküdar, Tersane, Florya, Kâğıthane, Akpınar, Çatalca ve Karaağaç bahçeleriydi.
XVIII. yüzyılda, I. Mahmud zamanından itibaren karşımıza çıkan ve padişahların gündelik hayatını konu edinen ruznameler sayesinde binişler ve tebdiller, yakından takip edilebilir. Bunların tetkikinden, padişahların, sarayda kapalı bir hayat sürdürmedikleri, İstanbul’un günlük yaşamına faal olarak dâhil oldukları ve bunu yönlendirdikleri görülür. Mesela mehtaplı gecelerde kayıkla Boğaz’da gezmeyi çok seven I. Mahmud’un bu şahsi zevki, zamanında İstanbul eğlence hayatında kendine has bir kültür oluşturmuştur.
Aynı şekilde, Sadabad ve Boğaziçi gibi bölgelerin İstanbul’un şehir dokusuna eklenmesi ile padişahların gezileriyle ortaya koydukları buralara yönelik ilgileri arasında karşılıklı bir etkileşimden söz etmek mümkündür. Topkapı Sarayı ile çevresindeki yalı, köşk ve bahçelerin yanı sıra gezilerini Dolmabahçe, Taksim, Okmeydanı, Büyükçekmece, Kemerler, Küçüksu, Beykoz, Çamlıca tepeleri gibi İstanbul’un her iki yakasında birçok noktaya uzatan I. Abdülhamid zamanında, binişler dolayısıyla Büyükdere’ye kadar sahilden bir araba yolu yapılmıştır.6
1 Biniş ve tebdillerin tarif ve tasnifi için bk. Fikret Sarıcaoğlu, Kendi Kaleminden Bir Padişahın Portresi: Sultan I. Abdülhamid (1774-1789), İstanbul 2001, s. 41-42, 44, 47.
2 Fâtih Sultan Mehmed, Kânûnnâme-i Âl-i Osman, haz. Abdülkadir Özcan, İstanbul 2003, s. 16.
3 Mehmet Ali Beyhan, Saray Günlüğü 1802-1809, İstanbul 2007, s. 16-17.
4 Abdülkadir Özcan, “Biniş”, DİA, VI, 184-185.
5 Luigi Bassano, Kanunî Dönemi Osmanlı İmparatorluğu’nda Gündelik Hayat, çev. Selma Cangi, İstanbul 2011, s. 67-68.
6 Sarıcaoğlu, Sultan I. Abdu¨lhamid, s. 41-53.