en iyi restoran etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
en iyi restoran etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Mart 2021 Perşembe

Hacı Paşa’nın Şifâü’l Eskâm ve Devâü’l-Âlâm Adlı Eserindeki Şurup Formülleri

 Hacı Paşa’nın Şifâu¨’l Eskâm ve Devâu¨’l-Âlâm Adlı Eserindeki Şurup Formu¨lleri


Hacı Paşa’nın Şifâü’l Eskâm ve Devâü’l-Âlâm Adlı Eserindeki Şurup Formülleri 

Sevgi Şar* 
Bilge Sözen Şahne** 
Miray Arslan***

Özet
Bilinen en eski meslekler arasında yer alan eczacılık mesleğine ait bilgilere pek çok tıp tarihi eserinde rastlamak mümkündür. Önemli bir tarihi geçmişe sahip olan Anadolu’da da tıp ve eczacılık konusunda değerli eserler yazılmıştır. Eski Anadolu Türkçesi döneminde, çeşitli bilim dallarında yazılmış tıp yazmaları arasında Şifâü’l Eskâm ve Devâü’l-Âlâm önemli bir yer tutmaktadır. 

Eser, 14. yüzyılın ikinci yarısında ve 15.yüzyılın başlarında yaşamış, çağının ünlü hekimlerinde Hacı Paşa adıyla bilinen Celâlüddin Hızır tarafından yazılmıştır. Adının anlamı “hastalıkların şifası ve ağrıların tedavisi hakkında kitap” olan eserin ilk iki bölümü teorik ve pratik bilgilerden oluşmaktadır. Üçüncü ve dördüncü bölümlerde ise hastalıklardan ve tedavilerinden bahsedilmektedir.

Eserde süzülmüş gül şurubu, nilüfer şurubu, menekşe şurubu, turunç şurubu, limon şurubu, sandal şurubu, ipek şurubu, elma şurubu, ayva şurubu, dut şurubu, tatlı nar şurubu, ekşi nar şurubu ve üzüm şurubu gibi çeşitli şurupların hazırlanışı ile hangi hastalıklarda kullanıldıklarına ve etkilerine yer verilmiştir.

Bu çalışmada, eserde yer alan şuruplar incelenmiş ve eserde belirtilen etkileri ile günümüzdeki etkileri karşılaştırılarak konu etraflı olarak tartışılmıştır.

Anahtar Kelimeler: Hacı Paşa, Celâlüddin Celâlüddin Hızır – Hacı Paşa

Bilinen en eski meslekler arasında yer alan eczacılık mesleğine ait bilgilere pek çok tıp tarihi eserlerinde rastlamak mümkündür. Önemli bir tarihi geçmişe sahip olan Anadolu’da da tıp ve eczacılık konusunda değerli eserler yazılmıştır.

Eski Anadolu Türkçesi döneminde, çeşitli bilim dallarında yazılmış tıp yazmaları arasında Şifâü’l Eskâm ve Devâü’l-Âlâm önemli bir yer tutmaktadır. Eser, Hacı Paşa adıyla bilinen Celâlüddin Hızır tarafından yazılmıştır.

Asıl adı Hızır bin Ali bin Hattab olan Hacı Paşa’nın hangi tarihte dünyaya geldiği kesin olarak bilinmemekle birlikte, XIV. yüzyılda Karamanoğulları’nın idaresinde bulunan Konya’da doğduğu tahmin edilmektedir. Ancak bazı rivayetlere göre Hacı Paşa’nın Aydınlı olduğu belirtilmektedir.1

Anadolu Beylikleri Devri’nin sonlarında ve Osmanlı Dönemi’nin başlarında yaşamış olan Hacı Paşa, ilk ve medrese tahsilini Konya’da tamamladıktan sonra, ilim tahsili için Mısır’a gönderilmiştir. Mısır’da iken Hızır bin Ali adıyla anılan, Medrese-i Şeyhun’da eğitim alan Hacı Paşa, dini ilimler üzerine öğrenimini tamamlamasına rağmen geçirdiği bir hastalık sonrasında ilgi alanını değiştirmiştir. Bu olay onu Tıp Fakültesine sürüklemiş ve bu alanda çok da başarılı bir hekim olmuştur. Kahire’de Mansuriye Kalavun Hastanesi’ne hekim, hatta rivayete göre başhekim tayin edilmiştir.2

Türk-İslam dünyasının en büyük hekimlerinden biri olarak değerlendirilen Hacı Paşa, Konya’ya dönerek, Aydınoğlu Fahreddin İsa Bey’in daveti ile Selçuk’a giderek, Şifâü’l Eskâm ve Devâü’l-Âlâm isimli Arapça tıp kitabını 1381 de tamamlayarak İsa Bey’e ithaf etmiştir.3

Sabuncuoğlu’nun “bir ehl-i hüner” diye bahsettiği Hacı Paşa, Selçuk ve Birgi’de bilimsel ve tıbbi çalışmalarını başarı ile devam ettirmiştir.

Ölüm tarihi ve yeri hakkında kesin bir bilgi olmamakla birlikte, onun 1423 veya 1424’te tahminen 90 yaşlarında öldüğü ve Birgi’de Hızırlık/Hıdırlık denilen yere defnedildiği söylenmektedir.4

Hacı Paşa’nın Molla Fenari ve Seyyid Şerif Cürcani gibi isimlerle de yakın arkadaş olduğunun bilinmesi, onun hekimlik kimliğinin yanı sıra önemli bir düşünür olduğunu da ortaya koymaktadır.5

Anadolu’nun İbni Sina’sı olarak bilinen Hacı Paşa’nın eserlerinde kendinden önce gelen pek çok ünlü hekimin aktardığı bilgiden de yararlandığı bilinmektedir.6 Edindiği tecrübeler doğrultusunda kazandığı bilgileri oldukça sade bir biçimde eserlerine aktaran Hacı Paşa sayesinde Osmanlı Tıbbının en yüksek devirlerinden birinin yaşandığı belirtilmektedir.7 Eserleri ise şu şekilde sınıflandırılabilmektedir:8

Şer’i Olanlar
Mecma‘ü’-envâr fi cem‘i’l-esrâr
Mesâlikü’l-kelâm fi Mesâil’i’l-kelâm
Metâli’ü’l-envâr şerhine haşiye
Tıpla İlgili Olanlar
Arapça
Şifâü’l Eskâm ve Devâü’l Âlâm
Kitâbü’t-te’â’lim
Kitâbü’l-ferîde
• Elkümmiyyü’l-Celâlî
Türkçe
Müntehâb-ı Şifâ
Teshilü’şŞifâ
İsimsiz Olan ve Ona Atfedilen Risaleler
Arapça
• Usûlü Hamse
Türkçe
Bevâsır
İhtilaç-nâme
Şifâü’l Eskâm ve Devâü’l-Âlâm

Halk tıbbı ve tarihsel tıbbın birbirleri ile ilişkisi göz ardı edilemez. Bu nedenle tarihsel tıp uygulamalarına yönelik araştırmalar, halk tıbbındaki uygulamaların da anlaşılabilmesi için büyük önem taşımaktadır.9

Osmanlı Dönemi’ndeki ilk tıp kitapları arasında yer alan ve Hacı Paşa tarafından yazılan Şifâü’l Eskâm ve Devâü’l-Âlâm adlı kitap 14. ve 15. yüzyıl Osmanlı tıp ve eczacılık uygulamaları hakkında detaylı bilgi içeren bir eserdir.10 Eser ülkemizde aşağıdaki kütüphanelerde bulunmaktadır:11

Topkapı Sarayı III. Ahmet Kütüphanesi (Orijinal nüsha) (Kayıt No: 2070),
Süleymaniye Kütüphanesi İbrahim Paşa (Kayıt No: 933),
Konya Müzesi Kütüphanesi (Kayıt No: 6358),
Edirne Selimiye Kütüphanesi (Kayıt No: A.Y. 894),
• Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıp Tarihi ve Etik Anabilim Dalı Kütüphanesi (Eski Kayıt No: 366-3)
Nuruosmaniye Yazma Eser Kütüphanesi (Arşiv No: 34 Nk 3543)
Atıf Efendi Yazma Eser Kütüphanesi (Arşiv No: 34 Atf 1963)
Köprülü Yazma Eser Kütüphanesi (Arşiv No: 34 Fa 974)

• Konya Karatay Yusufağa Kütühanesi (Arşiv No: 4 Yu 4982)

Bu çalışmada Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıp Tarihi ve Etik Anabilim Dalı Kütüphanesi’ndeki (Eski Kayıt No: 366-3) nüsha kullanılmıştır.12 Avrupa filigranlı kâğıda yazılmış olan bu el yazması nüsha 18x27x3.5 santimetre boyutlarında 260 yapraktan oluşmaktadır. Süslemeleri kırmızı yaldızlı güneş motifli olan eserin cildi deri kaplıdır. Ancak söz konusu eserin kütüphanenin taşınması ve yeniden düzenlenmesi sırasında kayıtlardan çıktığı tespit edilmiştir. Bu nedenle yeni kayıt numarasına ulaşılamamıştır.

Şifâü’l Eskâm ve Devâü’l-Âlâm, “hastalıkların şifası ve ağrıların tedavisi hakkında kitap” anlamında olan eserin ilk iki bölümü teorik ve pratik bilgilerden oluşmaktadır. Üçüncü ve dördüncü bölümlerde ise hastalıklardan ve tedavilerinden bahsedilmektedir.

Hacı Paşa’nın, bu eserinin ilk bölümünde anatomi bilgilerine ağırlık verdiği görülmektedir. Dişler, kemikler, gözler, kulak, ağız, solunum yolları, diyafram, kalp, mide, karaciğer, dalak ve mesane gibi çeşitli organlara ait bilgiler de bu bölümde yer almaktadır. Nabız, idrar ve gaitadan da birinci bölümde ayrıntılı olarak bahsedilmektedir.

Şifâü’l Eskâm ve Devâü’l-Âlâm adlı bu eserde ayrıca, sağlık açısından iyi veya kötü olarak değerlendirilebilecek bilgilere de yer verilmektedir. Nabız, iştah ve uyku düzeni ile ilgili bu bilgiler değerlendirilerek hastanın sağlam bir yapıya sahip olup olmadığının belirlenebileceği vurgulanmaktadır.

Kitapta bütün bu bilgilerin yanı sıra, doğum, beslenme gibi sağlığı ilgilendiren çeşitli konularda da ayrıntılı bilgi ve değerlendirmelerin bulunduğu dikkati çekmektedir. Ayrıca eserin sonundaki deontolojik bilgiler de büyük önem taşımaktadır.13

Hacı Paşa, bu eserinde ilaçların saklanması ve hastalıkların tedavisinde ilaçla tedavi, keserek tedavi, yakma tedavisi, alçılamakla tedavi ve çıkık tedavisi gibi çeşitli yöntemlerin uygulanabileceğini belirtmiştir.

Eserde bazı hastalıklarda ilaç olarak kullanılabilecek yiyeceklerle ilgili bilgilerin yanı sıra yine bazı hastalıkların tedavisine yönelik olarak hazırlanabilecek çeşitli şurup formüllerine de yer verilmiştir.14,15 

Bu bölümde:
• Süzülmüş Gül Şurubu,
Nilüfer Şurubu,
Menekşe Şurubu,
Turunç Şurubu,
Limon Şurubu,
Sandal Şurubu,
Elma Şurubu,
Ayva Şurubu,
Dut Şurubu,
Tatlı Nar Şurubu,
Ekşi Nar Şurubu
Üzüm Şurubu

gibi çeşitli şurupların hazırlanışı ile hangi hastalıklarda kullanıldıklarına ve etkilerine ait bilgiler bulunmaktadır.16

Hacı Paşa’nın şuruplarının terkibinde yer alan bitkiler hakkında günümüzde bilinenler Tablo 1’de sunulmaktadır.

Bu formülasyonlarda yer alan bitkilerin Latince karşılıkları, içerdikleri etkin maddeler ve literatüre kayıtlı olan kullanımları; pek çok Farmasötik Botanik, Farmakognozi ve tıbbi bitkilerle ilgili bilgileri içeren yerli ve yabancı kitaplardan karşılaştırmalı taranarak belirlenmiştir.17 O dönemde tedavide kullanımları incelenerek, etkileri ve taşıdıkları etkin maddelere göre bugünkü kullanımlarıyla karşılaştırılmıştır.

Tablo 1: Eserdeki şurupların terkibinde yer alan bitkilerin günümüzde bilinen bazı özellikleri

Hacı Paşa’nın Şifâu¨’l Eskâm ve Devâu¨’l-Âlâm Adlı Eserindeki Şurup Formu¨lleri
Hacı Paşa’nın Şifâu¨’l Eskâm ve Devâu¨’l-Âlâm Adlı Eserindeki Şurup Formu¨lleri

Eserde Yer Alan Bazı Şurup Formülleri ve Günümüzde Bilinen Kullanımları

1. Süzülmüş Gül Şurubu

“Gül petalleri suda beyazlaşıncaya kadar kaynatılır, süzülür, yeniden kaynatılır, tekrar süzülür. Bu işlem yedi sekiz kere tekrarlanır, süzülür. Süzüntünün iki katı ağırlığında şeker ilave edilir, kaynatılır, oluşan köpük alınır, soğutulduktan sonra bu şurup safra söktürücü, göğüs yumuşatıcı ve mide asitlerine karşı kullanılır.”
Günümüzde gülün tıbbi alanda kullanımı incelendiğinde boğaz ağrıları ve spazmlara karşı kullanımının eserde belirtilen kullanımlarla ilgili olabileceği değerlendirilmektedir.
2. Nilüfer Şurubu
“Taze nilüfer çiçeklerinin yeşil yaprakları atılır, sapları kesilir, üzerine ağırlığının dört katı su ve bir buçuk katı şeker ilave edilir, şurup kıvamına gelinceyekadar kaynatılır. Taze nilüfer çiçeği bulunmazsa kurutulmuş çiçekler kullanılabilir. Bu şurup öksürük kesici, baş ağrılarına karşı ve serinletici olarak kullanılır. Ayrıca barsakları yumuşatıcı etkisi de vardır.”

Günümüzde nilüferin tıbbi kullanıma ilişkin bilgilerle karşılaştırıldığında şurubun öksürük ve baş ağrısı kesici etkisinin, günümüzde bilinen yatıştırıcı ve uyuşturucu etkisinden kaynaklanabileceği düşünülmektedir.

3. Menekşe Şurubu

“Nilüfer şurubu gibi hazırlanır, öksürük kesici, idrar yolları antiseptiği, idrar ve safra söktürücü, barsakları yumuşatıcı etkileri vardır.”
Menekşenin günümüzdeki kullanımları incelendiğinde görülen yumuşatıcı etkisinin, şurup formülünde belirtilen barsak yumuşatıcı etkisi ile ayrıca idrar söktürücü etkisinin paralel olduğu değerlendirilmektedir.

4. Turunç Şurubu

“Bir miktar suya şeker ilave edilip turunçla beraber kaynatılır oluşan köpükalınıp atılır, kabuğu soyulmuş arpa ilave edilir, uygun bir kıvama geldikten sonra ateşten indirilir, süzülür, safran ve gül suyu eklenir, mide ve kalbi kuvvetlendirici etkisi vardır.”

Turuncun midevi ve kuvvet verici özellikleri ile birlikte, bu şurubun formülünde yer alan safranın da midevi etkisinin yanı sıra teskin edici ve çarpıntı giderici etkileri, şurup için belirtilen etkileri destekler niteliktedir.

5. Sandal Şurubu
“On dirhem beyaz sarımsı soğutulmuş sandal alınır, yarım ratl (ratıl: 1litreye kadar olan bir sıvı ölçeği18) gül suyunda iki gün iki gece bekletilir, süzülür, gül suyu ayrılır, sandal suyla kaynatılır, süzülür, süzüntüye şeker ilave edilir, belli bir kıvam alıncaya kadar kaynatılır. Bu şurubun kanlı ishal kesici etkisi bulunmaktadır.”

Sandal ağacının bileşimindeki tanenden dolayı günümüzde bilinen kabız etkisi, şurup formülünde belirtilen ishal kesici etki ile örtüşmektedir.

6. Tedbirli Sandal Şurubu

“Otuz dirhem sandal iyice ufalanır, yarım ratl sirke ilave edilir, bir gün bir gece bekletilir, üzerine üç ratl su ilave edilip bir ratla düşünceye kadar kaynatılır, süzülür, süzüntü üzerine yarım ratl acı nar suyu, yarım ratl Hindistan hurması suyu, üç ratl şeker eklenerek hafif ateşte kaynatılır. Bu şurup kalp, mide, karaciğer hastalıklarına karşı kullanılır, Hindistan hurması suyu ve acı nar suyu ilave edilmeden hazırlanan şekli ishal kesici etkilidir.”

Mide ve karaciğer hastalıklarına karşı kullanılabileceği belirtilen tedbirli sandal şurubunun bu midevi etkisinin, içeriğindeki Hindistan hurmasından kaynaklanabileceği düşünülmektedir. Ancak şurup için belirtilen diğer kullanımların, içeriğindekilerin günümüzdeki kullanımları ile örtüşmediği görülmektedir.

7. Elma Şurubu

“Elmanın kabuğu soyulup çekirdekleri alındıktan sonra bir havanda dövülür, sıkılır, süzülür, kaynatılarak üzerinde oluşan köpük alınır, kaynatmaişlemi hacmin yarıya inmesine kadar devam edilir, iyi bir elma şurubu elde etmek için her yarım ratl elma suyu için bir ratl şeker ilave edilir. Bu şurup sakinleştirici olarak kullanılır.”

Elmanın günümüzde sıklıkla bağırsak hareketlerini düzenlemek amacı ile kullanıldığı bilinmektedir. Bu nedenle söz konusu şurup için belirtilen sakinleştirici etkinin günümüzdeki bilgilere uygun olmadığı ortaya çıkmaktadır.

8. Ayva Şurubu

“Ayva sapı ve tohumları alındıktan sonra taş bir havanda dövülür, sıkılır, süzülür, kaynatılır her dört okka süzüntü için yarım ratl şeker ilave edilir, kıvamlı bir hal alınca ateş üzerinden indirilir, iştah açıcı ve güç verici etkileri vardır, ancak kabızlığa neden olur.”

Günümüzde ayvanın bilinen kuvvet verici ve kabız etkisinin şurubun belirtilen etkilerinde rol oynadığı düşünülmektedir.

9. Dut Şurubu

“Birkaç ratl dut iki buçuk ratl şeker ilavesi ile ateş üzerinde kaynatılıp bellibir kıvama getirilir, bu şurup ağrılara karşı kullanılır.”

Şurup formülünde belirtilen etkinin, dutun günümüzdeki kullanımları ile uyuşmadığı düşünülmektedir.

10.Tatlı ve Ekşi Nar Şurupları

“Olgun ince kabuklu kırmızı nar alınıp tahta bıçakla kabuğu sıyrılır, taneleri iç kabuğundan ayrılır, sıkılır, süzülür, her dört okka nar suyu için bir ratl şeker ilave edilip belli bir kıvam alıncaya kadar kaynatılır, öksürük kesici ve göğüs ağrılarına karşı kullanılır.”

Narın tıbbi amaçlı kullanımının tenya giderici etkisinden kaynaklandığı, bunun yanı sıra büzücü etkisinden de faydalanıldığı bilinmektedir. Bu nedenle şuruplarda belirtilen kullanımların narın bilinen etkileri ile örtüşmediği ortaya çıkmaktadır.

11.Naneli Nar Şurubu

“Her yarım ratl ekşi ve tatlı nar suyu için bir ratl şeker eklenip bir demet nane ile karıştırılır, uygun bir kıvam alıncaya kaynatılır, bu şurup midebulantılarına karşı kullanılır.”
Şurupta belirtilen etkinin, nardan ziyade nanenin mide bulantısını kesici etkisinden kaynaklandığı değerlendirilmektedir.

12.Terbiye Edilmiş Naneli Nar Şurubu

“Acı nar suyu alınır, acılığı kayıp olana kadar şeker ilave edilir, ateş üzerinde iken üzerine bir miktar elma suyu ve ağaçkavunu yaprakları veya kabuğu ilave edilir, uygun kıvama gelinceye kadar kaynatılır, mide ağrılarına karşı kullanılır, baş ağrılarını kesici ve barsakları büzücü bir etkisi bulunmaktadır.”

Narın bilinen büzücü etkisinin, elmanın bağırsak hareketlerini düzenleyici etkisi ile birlikte, yine ağaçkavununun midevi etkisinin şurubun kullanımında belirtilen etki ile paralel olduğu, ancak belirtilen baş ağrılarına karşı kullanımının bu meyvelerin etkileri ile örtüşmediği görülmektedir.

13.Üzüm Şurubu

“Tatlı ve olgun üzümler alınır, sıkılır ve süzülür, üçte biri kalıncaya kadar kaynatılır, sonra ağırlığı kadar şeker ilave edilip belli kıvama kadar kaynatılır, öksürük kesici olan şurup ayrıca yılan ve akrep zehirlerine karşı da kullanılır.”

Üzümün, şurup formülünde belirtildiği gibi zehirlenmelere karşı bir etkisi bulunmamaktadır. Ayrıca üzümün bilinen kullanımları arasında öksürük kesici etkisine de rastlanmamaktadır.

14.İncir Şurubu
“Sarı olgun incir alınır, suda ezilir, üçte biri kalıncaya kadar kaynatılır, sonra üzerine şeker, Çin tarçını, Darıfülfül, zencefil ilave edilir, bu karışım tamamen pişinceye kadar kaynatılır, bu şurup mide barsak gazları ve nefes darlığına karşı kullanılır.”

İncir, biber ve zencefilin öksürük kesici etkilerinin, şurup formülünde belirtilen nefes darlığı giderici etki ile bağlantısının olabileceği, Çin tarçını ve zencefilin gaz söktürücü etkilerinin de şurubun mide-bağırsak gazlarının giderilmesi için kullanılabileceği düşünülmektedir.

15.Naneli Ekşi Üzüm Şurubu

“Ekşi üzüm taneleri su ile kaynatılır, oluşan köpükler alınır, suyun yarısı kalıncaya kadar bir gece bekletilip süzülür, sonra her ratl için yarım ratl şeker ve bir demet nane karıştırılır, uygun kıvama kadar yeniden kaynatılır, bu şurup mideyikuvvetlendirir, ishal ve kusmayı önleyici etkisi vardır. Ani ateş yükselmelerine karşı etkilidir.”

Üzümün bilinen kullanımları arasında bulunan ishal yapıcı etkisinin, şurup formülünde belirtilen ishal önleyici etki ile çeliştiği ortaya çıkmaktadır. Ancak şurup formülünde belirtilen diğer etkilerden kusmayı önleme ve midevi etkisinin naneden kaynaklanabileceği değerlendirilmektedir.

16.Meyve Şurubu

“Bu şurup, ayva, armut, nar gibi meyvelerden yapılır, bunların hepsi birtencereye konup su ilave edilir, ısıtılır, oluşan köpük alınır, ağırlığı yarıya ininceşeker ilave edilir, bu şurup mide ve barsakları kuvvetlendirir, kusmayı keser, hamile kadınlarda olabilecek kanamaları önler.”

Hacı Paşa’nın meyve şurubu için belirttiği bağırsakları kuvvetlendirici etkinin, içerdiği ayvanın bilinen bağırsak kuvvetlendirici etkisinden kaynaklanabileceği düşünülmektedir.

17.Taze HaşhaşŞurubu
“Elli dirhem beyaz taze haşhaş alınır, tohumları ile birlikte ezildikten sonra su ilave edilip hafif ateş üzerinde kaynatılır, sonra bir ratl şeker ve yarım okka bal eklenip belli bir kıvama kadar hafif ateşte kaynatılır, öksürük kesici, ateş düşürücü ve göğüs yumuşatıcı etkileri vardır, bir buçuk okka haşhaş kabuğu iyice ezilir, sıcak suda bir gün bir gece bekletilir, sıkılıp süzülür, iki okka haşhaş tohumu yarım ratl şeker ve yarım okka bal ilave edilir. Baş ağrıları ve nezleye karşı kullanılır.”

Haşhaşşurupları için belirtilen ağrı kesici ve öksürük giderici etkilere benzer olarak, haşhaşın günümüzde de ağrı kesici ve öksürük giderici olarak kullanıldığı bilinmektedir.

18.Terbiye Edilmiş Haşhaş Şurubu

“Kabuğu ile beraber elli tane haşhaş alınır, içindeki tohumları alınıptohumları örtecek şekilde sıcak suda bekletilir. Başka bir kapta haşhaş kabuklarına da aynı işlem uygulanır, bunlar bir gün bir gece bekletildikten sonra kıvamlı bir sıvı oluncaya kadar dövülür, kabukların bulunduğu kap ateşte kaynatılır, üçte biri kalıncaya kadar kaynatıldıktan sonra iki kap birleştirilir. Kaynatılır, süzülür, bu şurup öksürük kesicidir, iç ve dış kanamaları durdurucu etkilere sahiptir.”

Taze haşhaşşurubunda olduğu gibi, terbiye edilmiş haşhaşşurubunda da öksürük kesici etki, haşhaşın günümüzde bilinen öksürük kesici etkisi ile paraleldir.

19.Helyun Şurubu

“Helyun (kuşkonmaz) sıcak suda yumuşayıncaya kadar kaynatılır, ezilir, süzülür, süzüntüye şeker ilave edilir, belli bir kıvam geldikten sonra yarım ratl bal eklenir, bu şurup helyun çekirdeğinden yapılırsa her iki okka çekirdek için bir ratl şeker ilave edilmelidir. Bu şurup idrar söktürücü ve mesane taşlarına karşı kullanılır.”

Hacı Paşa’nın helyun şurubunda yer verdiği kuşkonmazın günümüzde de idrar sökücü ve kum düşürücü etkilerinin olduğu bilinmektedir. Bu nedenle söz konusu şurubun kullanımının, kuşkonmazın günümüzdeki kullanımı ile paralel olduğu ortaya çıkmaktadır.

20.Nergis Şurubu

“Bir miktar nergis alınır, sıcak su ilave edilir, bir gün bir gece bekletilir, hafif ateşte kaynatılıp soğutulur, bu arada bir ratl bal ve şeker karışımı ilave edilir, bu şurup nefes darlığına karşı kullanılır.”

Günümüzde tıbbi kullanımı pek yaygın olmayan nergisin, Hacı Paşa’nın şurubunda yer verildiği şekilde bilinen bir etkisi bulunmamaktadır.

21.Şeker Şurubu

“Zencefil ve Çin tarçınından beşer dirhem alınır, iki dirhem karanfil ile karıştırılır, bu karışım yedi ratl su ile suyun üçte biri buharlaşıncaya kadar kaynatılır, geniş gözenekli bir bezden süzülür, üzerine bir miktar şeker ilave edilir, koyu bir kıvam alıncaya kadar yeniden kaynatılır, bu şurup vücudu kuvvetlendirmek amacıyla kullanılır.”

Hacı Paşa’nın şeker şurubunda belirttiği etkilerin zencefilin ve karanfilin günümüzde bilinen kullanımları ile örtüştüğü görülmektedir.

Sonuç
Osmanlı Dönemi’ndeki uygulamalar hakkında verdiği bilgiler açısından büyük önem taşıyan, Hacı Paşa’nın Şifâü’l Eskâm ve Devâü’l-Âlâm adlı bu eserinde, basit ilaç kullanımının kombine ilaç kullanımından daha yararlı olacağını öne sürmektedir. Ancak çeşitli rahatsızlıkların tedavisine yönelik hazırladığı bazı şurup formüllerinde kombine tedaviye yöneldiği görülmektedir. Bu durumun 16. yüzyılda sıkça rastlanan çoklu ilaç kullanımı ile de paralel olduğu görülmektedir. Aynı zamanda Hacı Paşa’nın şuruplarında genellikle bitkisel drogları kullandığı dikkati çekmektedir.

Hacı Paşa’nın şuruplarda kullandığı drogların bir kısmının günümüzde de kullanılmaya devam edildiği bilinmektedir. O dönemde kullanıp günümüz modern tedavisinde artık yeri olmayan bazı droglar ise bugün de halk arasında kullanılmaktadır. Bazı drogların kullanım amaçları günümüzde de aynen devam etmektedir.
Sonuç olarak Hacı Paşa’nın bu eserinin eczacılık uygulamalarının tarihteki ve günümüzdeki uygulanışlarını kıyaslayabilmek açısından büyük önem taşıdığı düşünülmektedir. Bu gibi eserlerin incelenerek günümüzdeki kullanımlarla paralel formülasyonların tespit edilmesine ve halk tıbbındaki kullanımların daha iyi anlaşılmasına olanak sağlanmasının mümkün olacağı değerlendirilmektedir.

Kaynakça
ACIDUMAN, A., İLGİLİ, Ö., “Erken Dönem Türkçe Tıp Yazmalarından Hacı Paşa’nın (Celalüddin Hızır) Teshil Adlı Eserinde Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Üzerine Bir Ön Çalışma”, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Dergisi, 54 (2011), s. 231-243.
ADIVAR, A., Osmanlı Türklerinde İlim, Remzi Kitapevi, İstanbul 1991.
AŞÇIOĞLU, Ö., “Hacı Paşa ve Deontoloji”, Konyalı Hekim Hacı Paşa, Erciyes Üniversitesi Gevher Nesibe Tıp Tarihi Enstitüsü Yayın No: 3, Kayseri 1986, s. 39-44.
BAYLAV, N., Eczacılık Tarihi, Yörük Matbaası, İstanbul 1968.
BAYTOP, Turhan, Türkiye’de Bitkiler ile Tedavi, İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Yayınları No:79, İstanbul 1984.
ÇUBUKÇU, B., SARIYAR, G., MERİÇLİ, A. H., SÜTLÜPINAR, N., MAT, A., MERİÇLİ, F., Fitoterapi Yardımcı Ders Kitabı, İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Yayınları No: 79, İstanbul 2002.
DEMİREZER, Ö., ERSÖZ, T., SARAÇOĞLU, İ., ŞENER, B., Tedavide Kullanılan Bitkiler-FFD Monografları, Akademisyen Kitapevi, Ankara 2011.
DEVELİOĞLU, F., Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lügat, doğuş Ltd. Şti. Matbaası, Ankara 1970.
GÖDE, K., “Hacı Paşa’nın Yaşadığı Devir (1335-1423)”, Konyalı Hekim Hacı Paşa,Erciyes Üniversitesi Gevher Nesibe Tıp Tarihi Enstitüsü Yayın No: 3, Kayseri 1986, s. 13-16.
GRUENWALD, J., PDR for Herbal Medicine, Medical Economics Company, New Jersey 2000.
GÜRKAN, E., ÖNDERSEV, D. V., ULUSOYLU, M., GÖZTAŞ, Z., DİNÇŞAHİN, Neşe, Bitkisel Tedavi, Marmara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Yayınları No: 19, İstanbul 2007.
Hacı Paşa, Şifâü’l Eskâm ve Devâü’l-Âlâm.
KÂHYA, E., Türk Bilim İnsanları, Nobel Yayınları, Ankara 2013.
KARAMANOĞLU, K., Farmasötik Botanik Ders Kitabı, Ankara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Yayınları No: 24, Ankara 1973.
KÖKER, A. H., “Konyalı Hekim Hacı Paşa’nın Hayatı”, Konyalı Hekim Hacı Paşa,Erciyes Üniversitesi Gevher Nesibe Tıp Tarihi Enstitüsü Yayın No: 3, Kayseri 1986, s. 17-20.
ÖNLER, Z., Celalüddin Hızır (Hacı Paşa) – Müntahab-ı Şifa, Türk Dil Kurumu Yayınları No.559, Ankara 1990.
ÖZATA, N., Fitoterapi ve Aromaterapi, Doğan Kitap, İstanbul 2009.
ŞEHSUVAROĞLU, B., Eczacılık Tarihi Dersleri, Hüsnütabiat Matbaası, İstanbul 1970.
ŞENGÜL, E., AĞIRSEVEN, N., “Sultan II. Bayezid Külliyesi Tıp Medresesi ve Burada Okutulan Hekimliğe Ait Kitaplar”, Lokman Hekim Journal, 2(1) (2012), s.15-20.
ŞEVKİ, O., Beşbuçuk Asırlık Türk Tababeti Tarihi, Kültür Bakanlığı Yayınları No:1296, Ankara 1991.
TANKER, M., TANKER, N., Farmakognozi, Ankara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Yayınları No:65, Ankara 1998.
TANKER, N., KOYUNCU, M., COŞKUN, M., Farmasötik Botanik, Ankara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Yayınları No: 88, Ankara 2004.
YEŞİLADA, E., Doğadan Gelen Sağlık: Bitki Çayları, Era Yayıncılık, İstanbul 2011.
ZEYBEK, U., HAKSEL, M., Türkiye’de ve Dünya’da Önemli Tıbbi Bitkiler ve Kullanımları, Zade Sağlık Yayınları, Konya 2010.
Türkiye Kültür ve Turizm Bakanlığı, Türkiye Yazmaları https://www.yazmalar.gov.tr/kutuphane.php Erişim Tarihi:26.06.2014

1 Esin Kahya, Türk Bilim İnsanları, Nobel Yayınları, Ankara 2013, s. 147; Adnan Adıvar, Osmanlı Türklerinde İlim, Remzi Kitapevi, İstanbul 1991, s. 21-25.
2 Kemal Göde, “Hacı Paşa’nın Yaşadığı Devir (1335-1423)”, Konyalı Hekim Hacı Paşa,Erciyes Üniversitesi Gevher Nesibe Tıp Tarihi Enstitüsü Yayın No: 3, Kayseri 1986, s. 13-16; Ahmet H. Köker, “Konyalı Hekim Hacı Paşa’nın Hayatı”, Konyalı Hekim Hacı Paşa, Erciyes Üniversitesi Gevher Nesibe Tıp Tarihi Enstitüsü Yayın No: 3, Kayseri 1986, s. 17-20; 
A. Adıvar, Osmanlı Türklerinde İlim, s. 21-25.
3 K. Göde, “Hacı Paşa’nın Yaşadığı Devir (1335-1423)”, Konyalı Hekim Hacı Paşa, s.13-16. 4 A.g.e., s.13-16. 5 E. Kahya, Türk Bilim İnsanları, s.147; A.Adıvar, Osmanlı Türklerinde İlim, s. 21-25. 6 A.g.e., s. 21-25; Özcan Aşçıoğlu, “Hacı Paşa ve Deontoloji”, Konyalı Hekim Hacı Paşa, Erciyes Üniversitesi Gevher Nesibe Tıp Tarihi Enstitüsü Yayın No: 3, Kayseri 1986, s. 39-44.
7 Osman Şevki, Beşbuçuk Asırlık Türk Tababeti Tarihi, Kültür Bakanlığı Yayınları No:1296, Ankara 1991, s. 50-51. 8 A.H. Köker, “Konyalı Hekim Hacı Paşa’nın Hayatı”, Konyalı Hekim Hacı Paşa, s.17-20.

9 Zafer Önler, Celalüddin Hızır (Hacı Paşa) – Müntahab-ı Şifa, Türk Dil Kurumu Yayınları No.559, Ankara 1990, s. 5-8.
10 Naşid Baylav, Eczacılık Tarihi, Yörük Matbaası, İstanbul 1968, s. 110.
11 O. Şevki, Beşbuçuk Asırlık Türk Tababeti Tarihi, s. 180-181; Bedii Şehsuvaroğlu, Eczacılık Tarihi Dersleri, Hüsnütabiat Matbaası, İstanbul 1970, s. 285; Türkiye Kültür ve Turizm Bakanlığı, Türkiye Yazmaları https://www.yazmalar.gov.tr/kutuphane.php Erişim Tarihi:26.06.2014.
12 Hacı Paşa, Şifâü’l Eskâm ve Devâü’l Âlâm.
13 B. Şehsuvaroğlu, Eczacılık Tarihi Dersleri, s. 285.
14 Enver Şengül, Nehir Ağırseven, “Sultan II. Bayezid Külliyesi Tıp Medresesi ve Burada Okutulan Hekimliğe ait Kitaplar”, Lokman Hekim Journal, 2(1) (2012), s.15-20.

Ahmet Acıduman, Önder İlgili, “ Erken Dönem Türkçe Tıp Yazmalarından Hacı Paşa’nın (Celalüddin Hızır) Teshil Adlı Eserinde Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Üzerine Bir Ön Çalışma”, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Dergisi, 54 (2011), s. 231-243. 16
H. Paşa, Şifâü’l Eskâm ve Devâü’l-Âlâm.

Turhan Baytop, Türkiye’de Bitkiler ile Tedavi, İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Yayınları No:79, İstanbul 1984; Elçin Gürkan, Deniz V. Öndersev, Melek Ulusoylu, Zeynep Göztaş, Neşe Dinçşahin, Bitkisel Tedavi, Marmara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Yayınları No: 19,
İstanbul 2007; Bayhan Çubukçu, Günay Sarıyar, Ali Hikmet Meriçli, Nurhayat Sütlüpınar, Afife Mat, Filiz Meriçli, Fitoterapi Yardımcı Ders Kitabı, İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Yayınları No: 79, İstanbul 2002; Ulvi Zeybek, Muzaffer Haksel, Türkiye’de ve Dünya’da Önemli Tıbbi Bitkiler ve Kullanımları, Zade Sağlık Yayınları, Konya 2010; 

Ömür Demirezer, Tayfun Ersöz, İclal Saraçoğlu, Bilge Şener, Tedavide Kullanılan Bitkiler-FFD Monografları, Akademisyen Kitapevi, Ankara 2011; Nimet Özata, Fitoterapi ve Aromaterapi, Doğan Kitap, İstanbul 2009; Kamil Karamanoğlu, Farmasötik Botanik Ders Kitabı, Ankara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi yayınları No: 24, Ankara 1973; Nevin Tanker, Mehmet Koyuncu, Maksut Coşkun, Farmasötik Botanik, Ankara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Yayınları No: 88, Ankara 2004; Metin Tanker, Nevin Tanker, Farmakognozi, Ankara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Yayınları No:65, Ankara 1998; Joerg Gruenwald, PDR for Herbal Medicine, Medical Economics Company, New Jersey 2000; Erdem Yeşilada, Doğadan Gelen Sağlık: Bitki Çayları, Era Yayıncılık, İstanbul 2011. 18 Ferit Develioğlu, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lügat, Doğuş Ltd. Şti. Matbaası, Ankara 1970, s. 1054.


İbrahim Paşa Sarayı

 



İbrahim Paşa Sarayı 
Osmanlı İmparatorluğu gerek ulaştığı sınırlar, sahip olduğu siyasi ve kültürel kudret ve de gerekse medeniyet yönünden sadece Türk tarihi için değil Dünya tarihi için de önemli bir yere sahiptir. Osmanlı İmparatorluğu’nun her açıdan zirvede olduğu dönem olarak bilinen Kanuni Sultan Süleyman Dönemi de hiç şüphesiz kayda değerdir. İmparatorluğun zirveye olan yolculuğunda padişaha eşlik etmiş olan abide şahsiyetler arasında kendisine on üç yıl (1523-1536) boyunca veziriazamlık yapan İbrahim Paşa bilhassa dikkat çekmektedir. Gerek renkli kişiliği, gerek ulaştığı siyasi-maddi kuvvet ve gerekse de yükselişi kadar şaşırtıcı olan düşüşü onu Osmanlı Tarihi’nin en dikkat çekici devlet adamlarından biri haline getirmiştir. 

Türkiye’nin önde gelen sanat tarihçilerinden biri olan Nurhan Atasoy’un yazmış olduğu ve Kanuni Sultan Süleyman tarafından İbrahim Paşa için yaptırılan ve onun adıyla anılan sarayı konu alan bu eser ilk olarak 1972 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları altında basılmıştır. 2012 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı’nca tekrar basılan bu eser ilk baskısının yeniden düzenlenerek, yeni kaynaklar ve görsel malzemelerle genişletilmiş ikinci baskısıdır. Eser dönemin Kültür Bakanı Ertuğrul Günay’ın Önsöz’üyle (5) başlayıp, yazarın Sunuş (9-11) yazısı, İçindekiler (13), Giriş (17-19), 7 ana başlık, Sonuç (229-232), okuyuculara zengin bir bibliyografya demeti sunan Kaynaklar (233-238) ve eserin kullanımını kolaylaştıran Dizin (239-243) ile sona ermektedir. 

Sunuş (9-11) kısmında N. Atasoy eserin ikinci kez görsel malzeme ve ek kaynaklarla genişletilerek tekrar yazılması aşamasından bahsetmekte, bu konuda kendisine yardımı dokunanlara teşekkür etmektedir. Yazar, kitabın ilk baskısının tükenmesi, kendi çalışmasından sonra İbrahim Paşa Sarayı üzerine herhangi bir çalışmanın yapılmaması ve minyatürlerin belge olarak kullanılmasının bir alışkanlık haline getirilip, teşvik edilmesi gerekçesiyle-amacıyla bu genişletilmiş ikinci baskıyı hazırlamıştır. 

Giriş’te (17-19) N. Atasoy, İstanbul’daki saraylar hakkında genel bir ön değerlendirmede bulunduktan sonra İbrahim Paşa Sarayı’nın zaman içindeki fonksiyonlarını mercek altına almaktadır. Kendisi ayrıca Cumhuriyet Dönemi’nde İbrahim Paşa Sarayı’nın yeni yapılacak olan İstanbul Adliye Sarayı için yer aranması aşamasında maruz kaldığı yıkım tehlikesi ve görmüş olduğu zarara değinmektedir. İbrahim Paşa Sarayı’nın aslında ne amaçla kullanıldığı, kaynaklardaki durumu üzerine bazı uzmanların fikirleri ve sarayın yıkılmasını engellemek için mücadele eden Mimar Sedat Çetintaş’ın çalışmaları da Giriş’te değinilen konular arasında yer almaktadır. 

Eserin İbrahim Paşa’nın Kimliği (21-40) adlı birinci bölümünde, günümüzde Yunanistan sınırları içerisinde bulunan Parga Kasabası’nda dünyaya gelen, küçük yaşlarda esir edilerek Manisa’da köle pazarında satılan, tesadüf eseri Şehzade Süleyman tarafından fark edilen ve kendisinin en yakın dostu olan Makbûl ve Maktûl İbrahim Paşa’nın ilginç hayat hikâyesi anlatılmaktadır. Dul ve varlıklı bir kadın tarafından satın alınıp özenle yetiştirilen ve Şehzade Süleyman’ın hizmetine giren İbrahim Paşa, Şehzade Süleyman’ın tahta çıkmasıyla birlikte İstanbul’a gelmiştir. Şahsi meziyetleri, renkli kişiliği ve de padişaha yakınlığı sebebiyle hızla yükselmiş, teamüllere aykırı olarak veziriazamlığa getirilmiş ve on üç sene zarfında bu görevde kalmıştır. 

Kitabın konusu olan İbrahim Paşa Sarayı da padişahın İbrahim Paşa’yla yakınlığının ve ona verdiği değerin bir nişanesi olarak 1521 yılında masrafları bizzat padişah tarafından karşılanarak yaptırılmıştır. Padişahın lütfuyla imparatorluğun en üst makamına yükselen İbrahim Paşa 1525 yılında Mısır’da Ahmet Paşa İsyanı’nın ardından bozulan düzeni yeniden tesis etmiş ve 1526 Macar Seferi’nde Osmanlı Ordusu’na serdarlık yapmıştır. Macar Seferi dönüşü Anadolu’daki bazı isyanları da bastıran İbrahim Paşa 1529’da Viyana Seferi öncesi eşi benzeri görülmemiş yetkilerle donatılarak Serasker ilan edilmiştir. İbrahim Paşa padişaha olan yakınlığı yanında birçok da düşman kazanmış, kendi hataları ve düşmanlarının hazırlamış olduğu entrikalar neticesinde padişah tarafından iftara çağrıldığı 15 Mart 1536 gecesi Topkapı Sarayı’nda cellatlar tarafından boğularak katledilmiş ve Makbûl iken Maktûl olmuştur. Kendisi Galata’da Canfeda Tekkesi yanına defnedilmiş, kabri üzerine de bir mezar taşı yerleştirilmemiştir. 

Atmeydanı ve İbrahim Paşa Sarayı (41-50) başlıklı ikinci bölümdeyse Doğu Roma hakimiyetinden itibaren şehir için önemli olan Hipodrom’un fonksiyonuna ve Osmanlı Dönemi’nde de önemini korumuş olmasına değinilmektedir. Ayrıca Osmanlı Dönemi’nde Atmeydanı’nda yoğunlaşan yapılaşma faaliyetlerinden ve Batılı sanatçıların Atmeydanı’yla ilgili eserlerindeki tasvirlerinden söz edilmektedir. Yazara göre İbrahim Paşa Sarayı, Atmeydanı’ndaki Hipodrom’un temellerinden bir kısmının üzerine yapılmıştır ve sarayın fonksiyonunun Doğu Roma Dönemi’nde imparatorların yarışları seyrettikleri kathisma’dan etkilenerek oluşturulmuş olması  ihtimal dahilindedir. 

 İbrahim Paşa Sarayı’nın Yaşadığı Olaylar (51-80) başlıklı üçüncü bölümde İbrahim Paşa Sarayı’na dair en eski kayıtlara değinilmekte ve sarayın 1524’te İbrahim Paşa’nın on beş gün on beş gece süren müthiş düğününe ev sahipliği yapmış olması anlatılmaktadır. Ayrıca sarayın İbrahim Paşa’nın Mısır’da bulunduğu esnada çıkan bir Yeniçeri isyanıyla zarar görmesi ve 1530’da üç hafta süren Şehzade Mustafa, Şehzade Mehmed ve Şehzade Selim’in sünnet düğünlerine sahne oluşu üzerinde durulmaktadır. Öte yandan İbrahim Paşa’nın katlinden sonra sarayın II. Selim Dönemi’nde Lala Mustafa Paşa’ya, III. Murat Dönemi’nde Bosnalı İbrahim Paşa’ya, akabinde Yemişçi Hasan Paşa ve onun ardından da Güzelce Mahmud Paşa’ya tahsis edilmesi süreci kaydedilmektedir. 

1524’te İbrahim Paşa’nın, 1530’da Kanuni’nin Şehzadelerinin, 1582’de ise III. Murad’ın oğlu Mehmed’in muhteşem düğünlerine ve daha nicelerine ev sahipliği yapan İbrahim Paşa Sarayı uzun bir süre aralıksız olarak kullanılmış ve önemli devlet adamları arasında sürekli el değiştirmiştir. Yazara göre bu süre içerisinde birçok isyana ve yangına sahne olan İbrahim Paşa Sarayı 1652 ve 1660 büyük kent yangınlarına maruz kaldıktan sonra 1716’da neredeyse harabeye dönüşmüş ve bir saray olarak kullanılamayacak hale gelmiştir. Etrafında da zaman içerisinde çeşitli yapılaşmalar olmuştur. İbrahim Paşa Sarayı yapılan bazı restorasyonlardan sonra çeşitli müzelere de ev sahipliği yapmıştır. Günümüzde ise Türk ve İslam Eserleri Müzesi olarak hizmet vermektedir. 

İbrahim Paşa Sarayı ve Hipodromla İlgili Resimli Kaynaklar (81-100) adlı dördüncü bölümde Beyân-ı Menâzil-i Sefer-i Irakeyn, III. Murad Surnâmesi, Şehinşâhnâme, Hünernâme ve Zübdetü’l-Eş’âr gibi eserlerdeki minyatürler vasıtasıyla İbrahim Paşa Sarayı’nın dönem dönem geçirdiği değişiklikler ve konumu takip edilip yorumlanmaktadır. Ayrıca Michel Baudier, Hans Dernschwam, Thomas Allom, Cornelius Van Loos, Jean Baptiste Vanmour, Anselme Banduri, P.Hlair, Melling ve William Hogarth gibi seyyah, mimar ve sanatçıların anı, çizim ve resimlerinden ulaşılan bilgiler mukayese edilerek değerlendirilmektedir. İbrahim Paşa Sarayı Hakkında Bazı Görüşler (101-107) adlı beşinci bölümdeyse, günümüzde bu isimle anılan yapılar kompleksinin Makbûl İbrahim Paşa’ya ait olan saray olup olmadığı tartışılmakta, dönem dönem sarayın aldığı isimler ve bunun sebepleri üzerinde durulmaktadır. 

Ayrıca İbrahim Hakkı Konyalı’nın İstanbul Abidelerinden İstanbul Sarayları adlı eseri üzerinde durularak, adı geçen yazarın günümüzdeki yapının İbrahim Paşa Sarayı olmadığı yönündeki görüşü eleştirilmektedir. İbrahim Paşa Sarayı Hakkında (107-113) başlıklı altıncı bölümde ise günümüze ulaşan yapının İbrahim Paşa Sarayı olabileceği fikri savunulmaktadır. Bu fikir savunulurken de 1533’te İstanbul’a gelip İbrahim Paşa Sarayı’nda kalan Cornelius Duplicius Schepper, 1553-1555 yılları arasında Osmanlı ülkesinde bulunan Hans Dernschwam ve M. L. Abbe Sevin gibi elçi, seyyah ve sanatçıların eserlerinden istifade edilmektedir. Öte yandan sarayın 1939 yılındaki vaziyetini tespit edip bazı çizim ve planlarını çıkaran Mimar Sedat Çetintaş’ın çalışmalarından da yararlanılmıştır. Bölümün sonunda ise İbrahim Paşa Sarayı’nın 1605 yılında gördüğü tamirata dair bir belgeye değinilmektedir. 

Altıncı bölümün ilk alt başlığı olan Birinci Avlu (113-114) kısmında sarayın esas iki kapısının bulunduğu cephede girinti şeklinde olan avlu açıklanmakta ve sonradan yapılan Defterhane Binası’nın burayı kapatışı belirtilmektedir. Birinci avlunun ilk alt başlığı olan Kapılar (114-122) alt başlığındaysa birinci avluya açılan ve biri Defterdarlık Binası sebebiyle tamamen kapanan ve ikincisi ek binalar arasında bir parça görülebilen iki büyük saray kapısı ele alınmaktadır. Alt başlıkta ayrıca saraya girişin bir çeşit merdiven vasıtasıyla mümkün olduğuna Hünername’deki minyatürler delil olarak gösterilmektedir. Altıncı bölümün ikinci alt başlığı olan İkinci Avlu’da (122-125) sarayın zemin katından, Divanhane ve ikinci Avlu’yu taşıyan istinat galerisinden bahsedilmektedir. Ayrıca beşik tonozları ihtiva eden istinat galerisinin tonoz payelerinin Doğu Roma Dönemi Hipodrom kademeleri üzerine oturtulduğu belirtilmektedir. 

İkinci Avlu alt başlığının birinci alt başlığı olan Meydan Cephesi ’nde (125-129) İkinci Avlu’dan meydana açılan taraftaki duvarın üzerinde, meydandaki eğlencelerin dışarıdan görülmeden izlenebilmesini sağlayan ahşap ve kafesli bir galerinin varlığından bahsedilmektedir. Öte yandan yabancı eser ve minyatürlerde bu galerinin varlığına dair var olan bilgilere de dikkat çekilmektedir. İkinci Avlu alt başlığının üçüncü alt başlığı Set Üzeri Ahşap Evler ve Küçük Köşk’te (129-137) de sarayın istinat galerisi üzerine inşa edilmiş olan ahşap köşkler konu edilmektedir. Ayrıca minyatürler ve fotoğraflar vasıtasıyla bu köşklerin yıllar içindeki durumu değerlendirilmektedir. 

Yazara göre bu ahşap köşkler yangınlar ve depremler vasıtasıyla sürekli tahrip olmuş, yenilenmiş ve değişmiştir. Alt başlığın sonunda ise günümüzde sarayın kütüphanesi olarak kullanılan köşk ve özellikleri konu edilmektedir. İkinci avlu alt başlığının dördüncü alt başlığı olan İkinci Kat’ta (137-142) ise ikinci kattaki tonozlu ve revaklı odalardan, bu odalardaki ocaklardan ve odaları birbirine bağlayan kapılardan bahsedilmektedir. Beşinci alt başlık olan Yazlık veya Dış Divanhane’de (142-158) kaynaklarda özellikle padişahların Atmeydanı şenliklerini izleyebilmek ve daha başka amaçlarla yaptıkları ziyaretler için ayrılan Divanhane Binası konu edilmektedir. 

Burada özellikle Matrakçı Nasuh’un İstanbul minyatürü üzerindeki İbrahim Paşa Sarayı resmi ile ulaşılan sonuçlar, 1970’li yıllarda yapılan restorasyon çalışması buluntularıyla karşılaştırılıp yorumlanmaktadır. İkinci Avlu alt başlığının son alt başlığı olan Kışlık veya İç Divanhane’de (159-172) ise İbrahim Paşa Sarayı’nın Divanhane Binası’nın fonksiyonu incelenmekte ve bu kısmın giriş kapılarının izi sürülmektedir. Yazara göre zaman içerisinde birçok değişikliğe uğrayan saray, divanhanesi merkezde tutulacak olursa 338  Nurhan ATASOY tipik bir Türk evi şeklinde yapılmıştır.  

Altıncı bölümün üçüncü alt başlığı olan Üçüncü Avlu’da (172-176) uzun yıllar boyunca Adalet Arşiv Dairesi olarak kullanılan ve günümüzde harabe halde duran avlu ele alınmaktadır. Üçüncü avlunun ilk alt başlığı olan 1582’de İnşa Edilen Çardaklı Kapı’da (176-179) ise III. Murad’ın oğlu Şehzade Mehmed için yapılan, önünde bir at merdiveni halinde meyilli olarak uzanıp sola dönerek ikinci avluya ulaşan bir yolu olan gösterişli kapı incelenmektedir. 

Yazar kapı hakkında Selaniki Tarihi’nden aldığı bilgileri kendi ulaştığı sonuçlarla birleştirip değerlendirmektedir. Ayrıca kapının III. Murad Dönemi’nde değil de, çok daha yakın bir geçmişte başka bir amaçla yapıldığını düşünen İbrahim Hakkı Konyalı’nın görüşlerine atıfta bulunmaktadır. Üçüncü avlunun son alt başlığı olan Üst Kat (179-180) alt başlığındaysa sarayın aslında başlı başına bir kat olmayan muntazam planlı kısmına değinilmektedir. 

Burası birbirinden bağımsız ve Kuzey-Doğu istikametinde konumlanıp birer kapı ve pencereyle revaklara açılan kısımlardan oluşmaktadır. Altıncı bölümün dördüncü alt başlığı olan Ara Mekân’da (181-190) ikinci ve dördüncü avlunun arasındaki boşluk kısım ve buradaki merdiven kalıntısı irdelenmektedir. Yazar özellikle Matrakçı Nasuh’un İbrahim Paşa Sarayı çizimindeki kule ayrıntısının konumuna dayanarak bu merdiven kalıntısının saray kulesi olduğunu ileri sürmekte ve delillerini sıralamaktadır. 

N. Atasoy burada ayrıca bu fikrin aksini savunan, kulenin başka bir mevkide olduğunu belirten İbrahim Hakkı Konyalı’nın da görüşlerine yer vermektedir. Alt başlık içerisinde vurgulanan bir diğer husus merdiven kalıntılarının bulunduğu yerin sağlamlığı ve konumu itibariyle sarayın hazine kısmı olabileceği ihtimalidir. Alt başlığın son kısmındaysa kaynaklar ve dönemin diğer saraylarının ayrıntıları vasıtasıyla İbrahim Paşa Sarayı’nın gerçek büyüklüğü hakkında fikirler ileri sürülmektedir. 

Altıncı bölümün son alt başlığı olan Dördüncü Avlu’da (190) Mimar Sedat Çetintaş’ın üçüncü avlu, yazarın ise dördüncü avlu olarak adlandırdığı ve binaların arka tarafına düşen kısım mercek altına alınmaktadır. Yazar tarafından bu kısmın tonoz başlangıçlarının ve duvar kalıntılarının kısmen gözlemlenebildiği, ancak önemli bir bölümünün ise 1939 yılında İstanbul Adliye Sarayı inşaatine yer arandığı sırada yıkıldığı belirtilmektedir. Dördüncü avlunun tek alt başlığı olan Saray Ahırı’nda (190-193) ise Sedat Çetintaş’ın Mimar Sinan tarafından yapıldığını iddia ettiği, sonradan dördüncü avluyla birlikte yıkılan geniş kısım ele alınmaktadır. 

Bu kısmın Mimar Sinan’ın eliyle yapıldığına dair kesin bir kayıt olmadığını belirten yazar, büyüklüğü ve Topkapı Saray ahırıyla mukayesesine nazaran bu mekânın İbrahim Paşa Sarayı’nın ahırı olduğunu düşünmektedir. İbrahim Paşa Sarayı’nda Çalışan Mimarlar (227-228) adlı yedinci ve son bölümdeyse mimarı belli olmayan İbrahim Paşa Sarayı’nın kim tarafından yapılmış olabileceği ve Mimar Sinan’ın sarayın yapımı veya tamiratı sürecinde ne gibi bir rolü olabileceği tartışılmaktadır. Burada esas itibariyle sarayın mimarı olma ihtimali olan, Kanuni Dönemi’nin ilk yıllarının Hassa Mimarbaşısı Acem Ali’nin durumu yorumlanmakta ve Mimar Sinan’ın İbrahim Paşa Sarayı’nın tamiratını icra etmesi değerlendirilmektedir.  

Sonuç (229-232) kısmında ise genel itibariyle yerli-yabancı ve yazılı-görsel kaynaklar arasında bağlantı kurularak İbrahim Paşa Sarayı’nın önemine değinilmekte ve dönem dönem değişim geçiren yapının özellikleri vurgulanmaktadır. Eserin amaçları arasında minyatürlerin tarih yazımındaki kaynak değerinin ortaya konulmasının yanı sıra, tarihi eserlerin korunması bilincinin aşılanması da yer almaktadır. Bu kısımda hâlihazırdaki İbrahim Paşa Sarayı’nın XVI. yüzyıldan kalma saray olmadığını savunan ve yıkılmasında bir sakınca görmeyen şahıslar ayrıca konu edilmiş, sarayın yıkılmasını engellemek ve tarihi değerini ortaya koyabilmek için tek başına mücadele eden Mimar Sedat Çetintaş’ın çabaları da şükranla anılmıştır.    

Uluslararası Gastronomi Danışmanlığı Nedir?
Yeni Restoran Açmak İsteyenlerin En Çok Sorduğu Sorular? 
Yeni Restoran Açarken Nelere Dikkat Etmeliyim?

Türk Mutfağından Kaybolan Kerkük Yemekleri Nedir?

 Türk Mutfağından Kaybolan Kerkük Yemekleri Nedir? Ziyat AKKOYUNLU* Özet:  Bu makalede, Orta Asya’dan başlayarak Osmanlı’ya ve oradan da Ker...