Divan-ı Hümayun Toplantıları ve Elçi Kabulü
Ahmet ÖNAL*
Divan-ı hümayun, XVII. asrın ortalarına kadar Osmanlı İmparatorluğu’nda devlet işlerinin idaresinde ana mekândı. Bu tarihten itibaren yönetimdeki ağırlığını tedricen kaybetse de katı ve teferruatlı bir teşrifat müessesesi olarak imparatorluğun son zamanlarına kadar muhafaza edildi.
Divan’ın toplanacağı gün, sabah namazı vaktinde yeniçeri ağası, süvari bölükleri ağaları ve bir miktar yeniçeri, Ayasofya Camii’nin Bâb-ı Hümayun tarafındaki minaresi önünde muayyen yerlerini alırlardı. Sabah namazlarını konaklarında veya genellikle Ayasofya’da kılan divan erkânı da buraya gelip mevkilerine göre yerleşirlerdi. Rütbeleri küçükten büyüğe doğru olacak şekilde en son buraya gelen vezirler Divan-ı Hümayun Toplantıları ve Elçi Kabulünde kendi aralarında selam alıp verirler, bu sırada “alkış” denilen yüksek sesle ululama yapılırdı. Toplanma işi tamamlanınca meydan duacısı yüksek sesle dua eder, hep birlikte okunan Fatiha’dan sonra sarayın kapısı açılır, herkes teşrifat sırasına göre içeriye girmeye başlardı.
4- Divan-ı hümayun toplantısı (Ârifî, Süleymânnâme)
İlk gruptaki nişancı, defterdarlar ve kadıaskerler, Kubbealtı’na gider, içeri girmeyip vezirlerin gelmesini beklerlerdi. Ortakapı’dan itibaren başlarında ikinci vezir olduğu hâlde, çavuşbaşı ve kapıcılar kethüdasının refakatinde en arkadan gelen vezirlerin iştirakiyle bütün erkân Divanhane’ye girer, herkes yerine geçer, sadrazamın gelmesi beklenirdi. Bu esnada Divanhane’dekilere, mevsimine göre buzlu şerbet veya macun ikram edilirdi.
Sadrazam, Divan azalarının kendisini bekledikleri haber verilince kalabalık maiyetiyle birlikte saraya gelir, Ortakapı’nın önünde atından inerdi. Zira padişahtan başka hiç kimse bu kapıdan içeri at üstünde giremezdi. Daha sadrazamın Ortakapı’ya geldiği haber verilince Divanhane’dekiler dışarı çıkıp iki sıra hâlinde dizilirlerdi. Sadrazam, Bâbüssaâde’yi selamladıktan sonra geriye döner, kendisini bekleyenleri de selamlayarak Divanhane’ye girer, diğerleri de onu takip ederlerdi.
Herkes yerine geçip ayakta bekler, sadrazam getirilip kendisine teslim edilen hazinenin mum mührünü bozduktan sonra oturulurdu. İki görevli hazine önünde Fetih suresini okumaya başlar, ocak muhzırı kapıkulu askerlerinin memnuniyetinin nişanesi olarak Divan erkânına akide şekeri ikram ederdi. Sure bitince yeniçerilere çorba dağıtılırdı. Yeniçerilerin çorbayı kabul etmemeleri isyan alameti olup bu haber derhâl sarayın surlarından İstanbul sokaklarına taşar, halkta büyük bir korku uyandırırdı. Böyle bir hadise yaşanmazsa mutat hazırlıklar devam eder, hazine ve defterhaneden
o gün kullanılacak defterler Divanhane’ye getirilirdi. Reisülküttabın, sadrazamın sol yanına telhis kesesini bırakması; divitdar efendinin, sadrazamın önüne peşkir ve divana gelip Müslüman olanlar ile fakirlere verilmek üzere kese içinde para koyup çekilmesiyle hazırlıklar biterdi. Nihayet çavuşbaşı ağasının asasını yere vurmasıyla toplantı başlardı.
Genellikle öğlene kadar süren toplantı, yine çavuşbaşı ağasının asasını yere vurmasıyla sona ererdi. Divanhane’ye, sadrazamın, vezirlerin ve kadıaskerlerin önlerine birer sofra kurulurdu. Elçi kabul edilen divanlarda elçinin maiyeti kalabalıksa nişancı ve defterdara da ayrı sofralar kurulur, elçilik heyetindekiler itibarlarına göre bu beş sofraya dağıtılırlardı.
5- Padişahın Divan-ı hümayun görüşmelerini takip ettiği kafes
Divanda hizmet eden görevlilere ayrı sofra kurulmaz, bunlar erkân-ı devletin önünden kalkan sofralardaki yemeklerden yerlerdi. Aynı zamanda bir mesele için divana gelmiş halka da yemek verilirdi. Yemekler, arz günüyse, padişahın arz için müsaade verdiğine dair hatt-ı hümayunun okunmasından, divan, ulufe divanı ise ulufelerin dağıtılmasından sonra yenirdi.
Yemek bitince, arz günü değilse ve lüzum görülürse, divan bir süre daha devam ettirilir, görüşülecek mesele kalmayınca toplantı sona ererdi.
Evvela yeniçeri ağası ve bölükbaşılar meydandan ayrılır, ardından kadıaskerler de divandan çıkıp giderlerdi. Çavuşbaşı, sadrazamdan mühr-i hümayunu alır, hazine ve defterhaneyi mühürler, ardından getirip iade ederdi. Mühür alınıp verilirken herkes ayağa kalkardı.
Müteakiben sadrazam Divanhane’den çıkıp Bâbüssaâde’yi selamlar, bu sırada vezirler dışarı çıkıp Ortakapı’da atlarına binerek Bâb-ı Hümayun önündeki selam yerlerine giderlerdi.
Sadrazam, her bir vezire selam vererek önlerinden geçer, onlar da sırayla birbirlerini selamladıktan sonra dağılırlardı. Eğer arza girilecekse sırasıyla yeniçeri ağası, kadıaskerler ve vezirler padişahın huzuruna çıkıp ondan sonra dağılırlardı.
Divan-ı hümayun, üç ayda bir kapıkuluna ulufe tevzi etmek üzere toplanır, buna “ulufe divanı” denilirdi. O gün Divanhane’de bir taraftan müzakerat devam ederken bir taraftan da yeniçerilere dağıtılacak ulufeler torbalarla buraya getirilirdi.
Bunlar tamamlanınca sadrazam padişaha bir telhis göndererek ulufeyi dağıtmak için izin ister, padişahın müsaadesi üzerine tevzi işine başlanırdı.
6- Sadrazam Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’nın Hollanda Elçisi Calkoen’e Divan’da ziyafet vermesi (Vanmour)
Ulufe dağıtılmadan önce yeniçerilere saray mutfaklarından çorba, pilav ve zerde, şayet ramazansa sadece söğüş verilmesi âdettendi. Yemekler, Bâbüssaâde’nin önüne bırakılır, Ortakapı’da bekleyen yeniçeriler başçavuşun elbisesinin eteğiyle verdiği işaretle hep birlikte koşarak yemeklerini alırlar ve avluda yerlerdi. Yemekten sonra tekrar Ortakapı önünde toplanırlardı. Başçavuş burada yüksek sesle bir gülbânk çeker, sonunda “Hû diyelim Hû!” deyince bütün yeniçeriler de hep bir ağızdan hû çekerlerdi. Böylece ulufe dağıtımına başlanırdı.
İstanbul’a gelen elçiler, ilk defa huzura çıkacakları zaman sarayda evvela Kubbealtı’na, sonra Arzodası’na alınırlardı. Elçilerin kabulü için kurulan divana “elçi divanı” denirdi. Elçiler, hükümdarlarının namelerini takdim etmeleri için Divan-ı hümayuna arz günleri davet
Sadrazam Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’nın Hollanda Elçisi Calkoen’e Divan’da ziyafet vermesi (Vanmour)
edilirlerdi. Ancak, acil bir durum yoksa elçiler genellikle ulufe divanına kabul edilirler, böylece Osmanlı’nın ihtişamı kendilerine izlettirilirdi. Hem ulufe dağıtılan hem de elçi kabul edilen divanlara “büyük divan” veya “galebe divanı” denilirdi.
Bu merasim dolayısıyla Kubbealtı ve Arzodası başta olmak üzere elçinin ziyaret edeceği ve göreceği yerler, halılar, kıymetli eşya ve mücevherlerle süslenirdi. Elçinin ikametgâhı İstanbul’daysa konağına, Galata’daysa Bahçekapı İskelesi’ne, kendisini ve maiyetini saraya getirmek için özel olarak atlar ve bir miktar çavuş gönderilirdi. Alay Köşkü’nün önünden geçerek saraya ulaşan elçi Ortakapı’da atından indirilir, kapıcıbaşıların odasında biraz dinlendirilir, yeniçerilerin pilav ve zerdeye koşacakları sırada İkinci Avlu’ya alınıp Kubbealtı’na götürülürdü.
Gelen bir gayrimüslim elçiyse, sadrazam, ayağa kalkmamak için daha elçi Divanhane’ye girmeden Divit Odası’na gider, elçi içeri girdiği anda sadrazam da gelirdi.
Sadrazam, içeriye girince divan erkânı ayağa kalkar, bu durumda elçi kendi devletine hürmeten ayağa kalkıldığını düşünürken, divandakiler ise kendilerini sadrazam için ayağa kalkmış kabul ederlerdi. Müslüman devletlerin elçileri için bu usule başvurulmaz, sadrazam Divanhane’de bekler, elçi içeri girince herkes ayağa kalkardı. Ulufe dağıtımı bitince, elçinin kendisi sadrazamın, maiyeti de diğerlerinin sofrasında yemek yerdi. Yemeğin ardından elçinin Arzodası’nda padişahın huzuruna çıkartılması hazırlıkları yapılırdı.
7- II. Osman’ın Hotin seferi için Sancak-ı Şerif ile birlikte İstanbul’dan ayrılışı (Nâdirî, Şehnâme)
Elçinin huzura kabulünde, normal arz günlerindeki sıralamaya riayet edilirdi. Yeniçeri ağası ve kadıaskerler arzdan çıkıncaya kadar elçi Bâbüssaâde’de bekletilir, kendisine ve maiyetine hilatlar giydirilirdi. Arz sırası vezirlere gelince elçinin ve yanındakilerin kollarına ikişer kapıcı girer, bu surette Arzodası’na alınırlar ve padişahın önünde eğilerek selam verirlerdi. Elçinin huzura kabulü için hükümdarından padişaha hitaben name ve hediyeler getirmesi şarttı.
Elçinin mirâlem ağaya teslim ettiği name, küçükten büyüğe doğru sıralanmış vezirler tarafından elden ele geçirilerek sadrazama ulaştırılır, o da bunu padişahın yanındaki mindere bırakırdı. Padişahın namesi de aynı şekilde elçiye ulaştırılırdı. Padişahın elçiye söyleyeceği bir şey varsa doğrudan sadrazama hitap eder, şayet konuşmayacaksa işaret eder ve elçi dışarı çıkartılırdı.