16. Yüzyılda İse Yalnızca Şenlikleri Ele Alan Ve “Sûrmâme” Adıyla Anılan Surname-İ Hümayun "Osmanlıda Şenlikler" -04
Sûrnâmelerde "1582" Şenliği -04
"Gülsüm Ezgi KORKMAZ"
Âlî’nin anlatımından halka verilen bu yemeklerde belirli bir protokol ve sıra olmadığı anlaşılır. Âlî, meydana kurulan sofralara hücum eden halkın yemekleri yağmalayarak yemesini şöyle anlatır: Yazar yedinci bölümde sarayı ve padişahı över, padişahın bahşiş ve ihsanlarından söz eder. Bu ihsanlardan bazılan, padişahın halka tepsilerle altın ve gümüş para saçması, yüksek devlet görevlilerine at ve giysi hediye etmesi ve mahkumlan affetmesidir.
Sûmâmenin son bölümü, düğünün asıl düzenleniş amacı olan şehzadenin sünnetine ayrılmıştır. Yazar ilk olarak sünnet için yapılan hamam hazırlığından söz eder. Sünnetin anlatılmasının ardından o gece yapılan eğlenceler betimlenir. Gelibolulu Âlî bu bölümün sonuna düğünle ilgili yazdığı kasidesini eklemiştir. Yazar, bu kasidenin devrin ileri gelen şairleri tarafından da beğenildiğini söyler ve kendi faziletlerini sayıp dökerek yaptığı bu iş karşılığında ödüllendirilmeyi beklediğini belirtir.
Zeyl bölümünde 1582 şenliği ile karşılaştırılabilmesi için Kanunî’nin şehzadelerine yaptırdığı sünnet düğünü özetlenir ve son olarak Hâtime bölümünde kitap hakkında bilgi verilip tanrıya şükredilir. Gelibolulu Âlî, sûrnâmesinde
Surname-İ Hümayun "Osmanlıda Şenlikler"de şenliği sekiz bölümde ve son derece düzenli bir biçimde anlatır. Âlî’nin anlatımında şenlik sırasında çıkan karışıklıklar, düğün için daha önceden planlanan sürenin aşılması gibi İntizâmî sûrnâmesinde bulunan pek çok ayrıntı yer almaz. Bunun yanında İntizâmî sûrnâmesinde hiç sözü edilmeyen hediyelere bir bölüm ayrılmıştır.
Yazar, düğünü, padişahın ve dolayısıyla OsmanlI’nın “gücünü”, “zenginliğini”, “cömertliğini” ve “mutlak otoritesini” öne çıkaran bir söylem içinden anlatır. Anlatının biçimdeki mükemmeliyetçi düzen ve gösteriler sırasındaki aksaklıklardan söz edilmeyişi bu söylemle ilişkilendirilebilir. Âlî’nin anlatısındaki düzen, Osmanlı için yaratılmaya çalışılan (güçlü, zengin, cömert, mutlak iktidar sahibi) imgenin simgesel bir yansıması olarak okunabilir. Benzer şekilde anlatıda şenlikle ilgili aksaklıklara yer verilmemiş olması, bu türlü bir Osmanlı imgesinin inşasına hizmet ediyor olabilir.
Âlî sûrnâmesinde sarayla ilgili neredeyse tek eleştiri, Bâb-ı Âlî’nin bilgisiz kişilerle doldurulmuş olması ve Gelibolulu Âlî gibi yetenekli yazarlara hak ettikleri değerin verilmemesidir. Yazar, özellikle düğün hazırlıklarını anlattığı ilk iki bölümde sık sık kendisini över ve kıymetinin bilinmeyişinden yakınır. Sûmâmede bunun dışında devlet yönetimine ilişkin herhangi bir olumsuz yaklaşım bulunmaz.
B. Sûrnâme-i Hümâyûn
İntizâmı tarafından yazılan Sûrnâme-i Hümâyûn’’un bilinen beş nüshası olduğundan söz edilmişti. Bunlardan Topkapı Sarayı’nda bulunan metin, padişahın emriyle genişletilerek tekrar yazılan ve minyatürlenen nüshadır. Diğer nüshalar bu son metnin ön çalışması niteliğindedirler. Bu çalışmada, içerikleri bakımından çok az değişiklik gösteren Viyana ve Süleymaniye nüshaları esas alınmıştır.
Mensur olarak kaleme alınan Sûrnâme-i Hümâyûn’da yer yer konuyla ilgili bazıları Farsça yazılmış manzum parçalar da bulunur (4b/l 1, 8b /2-3, 1 lb / 10).
Bu manzum parçalar metin içinde “mesnevi, nazm, şiir, beyit” vb. başlıklar altında verilmiştir. “Mesnevi” başlığı altında verilen manzum bölümlerin uzunluğu iki beyitle, sekiz beyit arasında değişir. Şeref Boyraz, “Sumâme-i Hümâyûn’da Folklorik Unsurlar” başlıklı yüksek lisans çalışmanınde bu parçaların mesnevi olarak isimlendirilmesinin kafiye düzenleriyle ilgili olabileceğini belirtir (23).
Sûrnâmede şenlik etkinlikleri gün gün, ayrıntılarıyla anlatılmış, her günün programı Farsça başlıklar altında verilmiştir. Esnaf alaylarının geçit törenleri Gelibolulu Alî sûmâmesinde olduğu gibi Sûrnâme-i Hümâyûn’da da en fazla ele alınmış konudur. Bundan başka anlatıda çeşitli oyuncuların yaptıkları gösterilere ve sportif oyunlara ağırlık verilmiştir.
Yazar, zaman zaman günlerin ve cemiyetlerin sırasını karıştırdığından şenliğin süresi ve hangi gün hangi etkinliğin yapıldığı konusunda bazı karışıklıklar vardır. Etkinlikler tarih karışıklığına bakılmaksızın listelendiğinde ise, şenliğin 43 gün ve 240 cemiyette anlatıldığı görülür. Derin Terzioğlu, Gelibolulu Âlî’nin, eserindeki resmî dil ve betimlemelere karşılık Întizâmî’nin sûmâmesinde renkli sahnelerin betimlendiğinden söz eder (84).
Eser manzum olarak yazılmış na’t ve padişaha övgü bölümüyle başlar. Daha sonra yazar ismini belirtmeden kendini över ve eserin yazılış amacını mesnevi başlığı altında şöyle dile getirir:
Âkil odur ki koya dünyede bir hûb eser Eseri olmayanun gör ki yerinde yel eser
Bu cihân içre ânun kim eseri bâkîdür
Ölmez ol hazr-i sıfat zinde durur tâ mahşer (V. 5r / 72)
Mehmet Arslan, “Osmanlı Saray Düğünleri ve Şenlikleri ve Bu Konuda Yazılan Eserler: Sûrnâmeler” başlıklı makalesinde mensur surnamelerden söz ederken bu surnamelerin yazılışındaki amacın manzum surnamelerde olduğu gibi sanat göstermek değil olayları ayrıntılarıyla vermek olduğunu belirtir. Arslan’a göre, genellikle olayların günü gününe anlatıldığı bu tür eserlerde söz sanatları ikinci plandadır (170). Oysa İntizâmî’nin mensur olarak kaleme aldığı Sûrnâme-i Hümâyûn’da Arslan’ın söylediğinin aksine söz sanatları ikinci planda bırakılmamıştır. Şenlik gün gün anlatılırken söz oyunlarına, sanatlı söyleyişlere önem verilmiş, metin sık sık beyitlerle hareketlendirilmiştir. Metin özellikle deyimlerin kullammı bakımından çok zengin bir kaynak niteliğindedir.
Metinde kullanılan deyimlerden bazılan , “ayaklanna kara sular [,..]indi” (15r-2 / 87), “canana can katdı” (24r-21 / 102), “ ula ma alma[mak]” (39v-6 / 125) ve “boyunlarun eğüb” (21r-9 / 97) şeklinde geçen ve günümüzde de hemen hemen aynı şekilde kullanılan deyimlerdir. Metinde geçen bazı deyimler ise günümüzde pek fazla kullanılmaz.
Bakkallann anlatıldığı bölümde kullanılan “yüz kızdırmak” (39v-7 / 125) deyimi bunlardan biridir. M. Ali Tanyeri, Örnekleriyle Divan Şiirinde Deyimler adlı kitabında bu deyimi “utanmayı göze almak” (270) şeklinde açıklar. “[M]iskTne avşan uy usı verfmek]” (21v-4 / 97) deyimi de aynı şekilde pek bilinmeyen bir deyimdir.
Tanyeri, bu deyime “tavşan uykusu vermek” olarak yer verir ve deyimi “yalancı vaatlerle aldatmak” (230) şeklinde açıklar. Metinde, nahılların geçişinin anlatıldığı bölümde kullanılan “sa alma gül[mek]” (1 lr-7 / 81) deyimi ise “ciddî gibi görünen sözlerle alay etmek” anlamına gelmektedir (Tanyeri 217). Sûmâmede aynca, bugün gündelik dilde kullanılmayan “fır atı râygân düşür[mek]” (10r-10 / 80), “hasedinden göbeği bur[ulmak]” (412-1 / 127), “izin azıtmak” (10r-10 / 80), “kirpiğine salındırma[mak]” (9v-17 / 79), “sinek gibi burnuna gir[mek]” (39v-3 / 125) gibi çok sayıda deyim bulunur.
Sûrnâme-i Hümâyûn bu üslûp özelliği bakımından “takvim” türüne benzer. Fuat Köprülü, Kayıkçı Kul Mustafa ve Genç Osman Hikâyesi' ni yayımlarken bu tür bir eserden yararlanmıştır. Yazar, bu çalışmasındaki bir dipnotta, bu ve benzeri eserlerin nitelikleri ile ilgili bazı bilgiler verir. Köprülü, eserlerden bazılan için takvim sözcüğünü kullanır; ancak bu sözcüğü benzer özellikler gösteren eserleri kapsayan bir tür ismi olarak düşünmemiştir (7). Köprülü, müneccimlerin her yeni yıla girmeden önce zâyiçe yazması geleneği bulunduğundan söz eder. Buna göre takvimin, zâyiçe yazma geleneğinden, yani bir tür yıldız falından doğduğu düşünülebilir.
Bu metinlerde, yıldız falına göre belirli meslek gruplarının, cemaatlerin ya da kişilerin o yıl içinde yapacağı, yapması gereken ya da tersine kaçınması gereken işler sıralanır. Metinlerin anlatımındasöz konusu meslek grupları ve tiplerle ilgili sözcük, deyim ve kavramlarla çeşitli söz oyunları yapılır. Dolayısıyla, bu metinlerinde çok sayıda meslek grubu, sosyal sınıf ve tip çeşitli yönleriyle yansıtılır. Aynı üslûpla yazılan ve genellikle toplum yaşayışını ve görgü kurallarını mizahî bir dille anlatan metinler “takvim” olarak tanımlanabilir.
Dönemin sosyal hayatı, günlük yaşayıştaki alışkanlıklar, çeşitli cemaat, meslek gruplan ve kişilerle ilgili sözcük ve deyimler gibi pek çok konuya ilişkin veriler içermeleri bakımından takvimler kültür tarihimiz açısından değerli metinlerdir. Bu tür eserlerin yazıldıklan dönemdeki yaşam tarzıyla çok önemli bilgiler içerdiğine ilk kez Fuat Köprülü değinir. Yine bir takvim metni olan Zâtî’nin Letâyiffm yayma hazırlayan Mehmed Çavuşoğlu da, eserin giriş kısmında takvim türü hakkında bilgiler verir. Yazar, “mizâhî takvinf’in, şehrengiz gibi Türk edebiyatında 16. yüzyılda ortaya çıkmış bir tür sayılabileceğini belirtir (145).
“Takvim”, Âşık Çelebi tarafından da edebî bir tür olarak adlandırılmıştır. Âşık Çelebi, tezkiresinin “Va yî-i Evvel” ve “Na ühl” maddelerinde takvim türünden söz eder. Yazar, Va yî için “[ve] resâ’il-i inşâdan bir ta vimi vardur. Nâ ühînü ta viminü me’ âzı oldur ammâ Na ühı da ı sebk ü şifin ü mu ta ar eylemişdür” der. Bu açıklamadan sonra söz konusu takvimden uzunca bir bölüm alıntılanmıştır (Kılıç 462).
Sûrnâme-i Hümâyûndun üslûp bakımından takvim metinlerine benzediğinden söz edilmişti. Bu üslûp benzerliğinin görülebilmesi için sûmâmenin bir takvim metniyle birlikte incelenmesi gereklidir. Ancak böyle bir inceleme bu çalışmanın sınırlarını aşacağından, takvim üslûbunu örneklemesi bakımından Zâtî’nin Letâyifı’nden bazı parçalar seçilmiştir. Mehmed Çavuşoğlu’nun yayma hazırladığı bu metinden seçilen parçalarda çeşitli meslek grupları ve tiplerle ilgili sözcük, deyim ve kavramlarla çeşitli söz oyunları yapılmıştır:
Sûrnâme-i Hümâyûn, üslûp bakımından takvim metinlerine benzer. Bu nedenle içinde kelimelerin çoklu anlamlarıyla yapılan söz oyunları ve çok sayıda deyim bulunur. Bu anlamlardan biri ya da birkaçı sözü geçen konunun (esnaf grubu, sınıf, tip vs.) özellikleri ile ilgisi kurulabilecek şekilde, diğerleri de benzer ya da karşıt anlamlarda kullanılır. Sûrnâme, genel olarak çok uzun cümlelerden oluşan Osmanlı düzyazı metinlerine göre kısa sayılabilecek cümleler ve iç kafiye kullanılması bakımından da takvim metinlerine benzerlik gösterir.
Terzilerin geçişinin anlatıldığı bölümde terzilik mesleğiyle ilgili “iğne”, “iplik”, “yaka”, “yüz” ve “astar” gibi sözcüklerin birden çok anlama gelecek şekilde kullanılması, sûrnâmenin üslûp bakımından takvim metinlerine benzemesine örnek gösterilebilir. İntizâmî terzi esnafında 300 kadar genç güzel “oğlan” bulunduğunu söyler ve bunları şöyle betimler: “ve ol mihr-i cihânu mâh-i taban iki ya ayı bir yere getürmez b -çâresi * ve bi-l-cümle /8/ iğneden ipliğe dek orub tefa u eyledüm bir âfet imişki ‘ayn: yüzi estârı 191 belürmez yeler âvâresi ço ” (12v / 84).
Görüldüğü üzere betimlemede “iki yakası bir araya gelme[mek]”, “iğneden ipliğe dek sor[mak]” gibi terzilik mesleğini anımsatan sözcüklerle kurulan deyimler kullanılmıştır. Sûrnâmenin, kısa cümleler ve iç kafiye kullanılması bakımından da takvim metinlerine benzerlik gösterdiğinden söz edilmişti. Döşekçilerin geçişinin anlatıldığı bölümde daha önce örneklenen söz oyunlarının yanı sıra, iç kafiye kullanımı ve cümle yapısının kısalığı gözlemlenebilir:
âmeden-i cemâ’at-i pister-füröşân andan o ra döşekçiler geldiler müşteri ârzüsıyla boyunların eğüb ın-i kesâdda başları ya dı da ve bir ac gün bâzârlan yürimese â ib fırâş olub gözleri döşekde deger-i behâda ona çı mayan metâ’ı yüzlü deyü atarlar ve gözi ba lu olan derdmendi oldun oldun elleyüb yü gibiatarlarrüstâyT ve beledi demeyüb cümlesi sipâhiyâne geyinüb uşandular ve mu âbele-i pâdişahide enva’-i uşü’lagelüb uzü’labir ayli döşendiler (42v/129; vurgular benim)
Örneklerde de görüldüğü üzere sûmâme metni üslûp bakımından takvim metinlerine benzer. Metinde kelimelerin çoklu anlamlanyla yapılan söz oyunlan ve deyimler bulunur. Ancak yazıldıkları tarihte canlılıklannı koruyan ve içerdikleri çoklu anlamlar belki de herkesçe anlaşılabilen bu sözcük ve deyimlerin bugün tam olarak anlaşılabilmesi zordur. Bu durum sûmâmeyi anlaşılması oldukça güç bir metin hâline getirir. Yazar yalnız gördüğünü anlatmamış, gösterilerin kayda geçirilmesinde özgün bir edebî bir dil oluşturma kaygısı gütmüştür.
İntizâmî’nin bu dili oluştururken, anlattığı konuyu çağrıştıran sözcük ve deyimleri kullanması kendisinin dolayısıyla da yaşadığı dönemin dil ve edebiyat anlayışını yansıtır. Sûrnâme-i Hümâyûn genel olarak değerlendirildiğinde, İntizâmî’nin gündelik dile daha yakın olduğu anlaşılan bir dil kullandığı söylenebilir.
İntizâmî, Âlî’nin aksine şenlikle ilgili olayları daha ayrıntılı bir biçimde aktarmıştır. Şenlik sırasındaki organizasyon bozuklukları ve kavgalar gibi bazı aksaklıklar Âlî sûmâmesinde yer almazken Sûrnâme-i Hümâyûn ’da ayrıntılarıyla anlatılmıştır. Gelibolulu Âlî, bir iki istisna dışında (davet mektuplarının yazılışı)
“kusursuz Osmanlı” imgesini zedeleyebilecek olayları anlatısına almamıştır. Bu anlamda Âlî’nin sözü edilen Osmanlı imgesine daha yakın bir söylemi benimsediği ve bunu sûmâmenin (konularına göre bölümlere ayrılmış) biçimine de yansıttığı söylenebilir. İntizâmî de anlatısında Osmanlı Devleti’nin “gücünü” ve “zenginliğini” vurgular ve sık sık abartılı betimlemeler yapar; ancak Âlî gibi sûrnâmeyi “kusursuz Osmanlı” imgesini yansıtma kaygıyısıyla yazmadığı söylenebilir. İntizâmî’nin anlatımı, zaman zaman şenlikteki gösterileri anlatmayı bırakıp, yine aynı konuyla ilgili başka hikâyeler ya da gözlemler aktarması bakımından da Âlî’nin düzenli anlatımından oldukça farklıdır.
Sûrnâmelerde Esnaf Alayları
Esnaf alayları 1582 şenliği sûmâmelerinde en geniş yer ayrılan etkinliktir. Bu bölümde, esnaf alaylarının sûmâmelerde ne şekilde anlatıldığı İncelenmektedir. Metinlerdeki anlatımların büyük bir kısmını oluşturan esnaf alaylarının öneminin anlaşılabilmesi amacıyla, ilk alt başlıkta bu alayların şenliklerdeki yeri ve genel nitelikleri üzerinde durulmaktadır. İkinci alt başlıkta ise, esnaf alaylarının iki sûmâme metnindeki anlatım biçimleri ele alınmakta ve metinler arasındaki farklılıklar İncelenmektedir.
Sûrnâme yazarlarının ele aldıkları konuyu nasıl farklı şekillerde işlediklerinin gösterilebilmesi için iki metinde de kahveci esnafının anlatıldığı bölümler örnek olarak seçilmiştir. Yazarların esnaf alaylarının anlatımında nasıl bir yöntem izlediği, metinlerde ne gibi ayrıntıların öne çıkartıldığı metinlerden yapılan alıntılarda gösterilmeye çalışılmıştır. Metinler ayrıntılarıyla açıklanmış ve bu ayrıntılardan yola çıkılarak dönemin kültür edebiyat hayatına ilişkin bazı değerlendirmeler yapılmıştır.
A. Şenlikte Esnaf Alayları
Şenlik hakkında yazılmış çeşitli kaynaklarda anlatıldığına göre, esnaf alaylarının geçit törenleri 1582 şenliğinde önemli bir yere sahiptir. Esnaf bu törenler sırasında yaptıkları işleri, hünerlerini sergiler, meslekleriyle ilgili gösteriler yapar ve padişaha hediyeler sunardı. Nitekim, 1582 şenliği üzerine yazılmış iki sûmâme metninde de, esnaf alaylarının geçişi, anlatıların önemli bir kısmını oluşturur. Metin And’m verdiği bilgilere göre Nakkaş Osman da 148 esnaftan 110’unu resimlemiş, her birini sultanın önünde ve loncaların olduğu kesimde olmak üzere iki kez göstermiştir (234).
Şenlik hakkında yazılmış diğer metinlerde de bu konuya geniş yer ayrılmıştır. Özdemir Nutku’nun PolonyalI gezgin George Lebelski’den aktardığına göre, Lebelski, anlatısında binden fazla esnafın mesleklerine ilişkin gösteriler yaparak geçtiğinden söz eder (“Eski Şenlikler” 111). Metin And ise, Sûrnâme-i Hümâyûn ’da ve şenliği izleyen yabancı gezginlerden Haunolth’un metninde esnaf alaylarının anlatımını karşılaştırır: 1582 şenliğinde esnaf alayı şenliğin her kesimi için olduğu gibi çok zengin ve görkemliydi. Surname-i Hümayun bunların 148’ini göstermiştir. Haunolth’un anlatısında 179 esnaf vardır, bunlar içinde Surname-i Hümayun''un saydığı oyuncular da yer almakta, sayılmamış olanlar da bulunmaktadır. (Osmanlı Şenliklerinde Türk... 234
Mehmet Arslan’m verdiği bilgilere göre, şenliklerde her esnaf loncası kendi meslekleriyle ilgili sahneler gösterdikleri bir geçit düzenler (219). Âlî sûmâmesi şenliği konularına göre gruplandırarak anlattığından, bu alayların günlük organizasyonu ve geçiş sırasıyla ilgili veriler içermez. Sûrnâme-i Hümâyûn’da ise şenlik gün gün ele alındığından, bu metinde esnafın geçiş sırası da izlenebilir. Ancak çoğunlukla birbiriyle ilgisiz meslek dallarının arka arkaya gösteri yaptığı bu alaylardaki geçiş sırasının neye göre (hiyerarşi, önem vb.) organize edildiği konusunda yoruma ulaşmak zordur.
Robert Elliott Stout, esnaf loncalarının geçişinin festivalin geneli gibi organize edildiği görüşündedir. Yazara göre, izleyicinin ilgisini canlı tutmak için bu geçişlerde sürekli bir değişiklik ve birbirine uymazlık vardır (250).Mehmet Arslan, esnafın bu gösterilerde hüner ve yenilik gösterme yarışına çıktığını belirtir. Yazar, alayların Osmanlılar’m sanat ve teknolojide ulaştıkları başarıyı ortaya koyması bakımından önemli olduğu görüşündedir:
Bu alaylarda esnaf birbiriyle üstünlük yarışına çıkmışlardı. Her biri kendi meslekleriyle ilgili daha güçlü ve teknolojik bakımdan en şaşırtıcı, akıl almaz buluşları göstermeye çaba sarfediyorlardı. Bu bakımdan esnaf alaylarının incelenmesi o yüzyıllarda Osmanlılar’ın gerek sanat gerek teknoloji bakımından ne aşamada olduklarını göstermesi bakımından önem taşımaktadır. {TürkEdebiyatında Manzum... 219)
Geçirin sonunda her esnaf grubu padişaha meslekleriyle ilgili değerli armağanlar verir. Padişaha sunulan hediyelerin (pîşkeşlerin) daha önceden belirlenen bir ölçü ve biçime göre verilmesi dikkat çekicidir. Hediyelerin bile önceden belirlenen bir düzene göre sunulması, şenlikte ve daha sonra şenlikleri birer edebî anlatıya dönüştüren sûrnâmelerde yaratılmaya çalışılan “Osmanlı düzeni” imgesiyle ilişkili olmalıdır. Suraiya Faroqhi, Osmanlı Kültürü ve Gündelik Yaşam adlı kitabında şenliğin bu politik yönüne dikkat çeker ve esnaf alaylarının taşıdığı politik mesajlar üzerinde durur.
Faroqhi’ye göre:
Hükümdar ve önde gelen devlet görevlileri bir esnaf alayı düzenlenmesini kararlaştırdığında, bu alayın ana çizgilerini belirleyen onu düzenleyen esnaftan çok politik güç sahipleri olmuştur. Üstelik bu olayı yazıya dökenler de olayı çoğu zaman aynı bakış açısıyla ele alarak padişahın gücünü, başka bir deyişle mutlakiyet yönetimini meşrulaştırmaya yönelmişlerdir. (195)
Faroqhi, ayrıca, bazı alaylara esnaf ve zanaatkârlardan başka devletin çeşitli katlarından ulemânın da katıldığından söz eder (190). Böylelikle, bu alaylar, yüksek devlet görevlilerinden en küçük iş kollarında çalışanlara dek, Osmanlı toplumunun bütününün canlandırıldığı bir gösteriye dönüşür. Bu gösteriyle bir dünya imparatorluğu olma iddiasındaki Osmanlı Devleti’nin “büyüklüğünü” ve “zenginliğini” kendi halkına ve yabancı konuklara sergilenmesinin amaçlandığı düşünülebilir.
Metin And’a göre, esnaf loncalarının geçit alayları ve sundukları gösteriler yalnız Osmanlı şenliklerinde değil, Avrupa’da da çok önemlidir. Osmanlı şenliklerinde olduğu gibi Avrupa’da da, esnaf alaylarının tekerlekler üzerinde gezici sahneleri vardır ve bu sahneler üzerinde oyuncular canlı olarak uğraşlarını sergilerler.
Ancak bunlar Osmanlı’dakinden farklı olarak, doğrudan doğruya kendi sanatlarının sergilenmesi biçiminde olmaz. Ortaçağ Avrupa’sında esnaf, dinî nitelikte oyunlar hazırlamakla görevlidir ve her bir esnaf grubu kendi konusuna yakın bir dinî oyun seçerek sergiler (227). Barbara A. Hanawalt ve Kathryn L. Reyerson’ın, City and Spectacle in Medieval Europe adlı kitabın giriş yazısında belirttiklerine göre, esnaf loncalarının geçit törenlerinin, Avrupa şenliklerinde de önemli bir yeri vardır. Bu geçit törenleri, Osmanlı şenliklerinde olduğu gibi Avrupa’da da siyasi otorite ve halk arasında bazı mesajların iletilmesini sağlar:
Törenler bir yandan yönetenle yönetilenler arasındaki sınırları belirlerken, bir yandan da toplumsal düzenin çeşitli yönlerini yansıtmakla yükümlü idi [....] törene katılan çeşitli toplumsal sınıflar ve bunların giyimleri, krala sunulan hediyeler, taşıdıkları pek çok mesaj açısından önemlidir. (xvi; çeviri bana ait
Esnafın geçit alayları düzenlenmesi geleneği biçim ve amaç değiştirerek de olsa günümüze kadar varlığını sürdürmüştür. Metin And, Cumhuriyet döneminde yapılan en görkemli geçit alaylarından birinin Cumhuriyet’in 10. Yıldönümü şenliklerinde İstanbul’da düzenlenen geçit alayı olduğunu belirtir (242). 1965 yılından beri kutlanmakta olan Ahilik ve Esnaf Bayramları’yla, 1988’den itibaren kutlanmaya başlanan Ahilik Kültürü Haftası etkinlikleri kapsamında da çeşitli kentlerde esnaf geçit törenleri düzenlemektedir (Yalkın 296). İlk kez Kırşehir’de başlatılan ve her yıl Ekim ayının ikinci haftasında yapılan Ahilik kutlamaları, bugün 20’den fazla kentte sürdürülmektedir (299). Ahilik kutlamaları çerçevesinde düzenlenen geçit alaylarına, esnaf grupları, tıpkı Osmanlı şenliklerde olduğu gibi, bir araba üzerinde (bu araçlar günümüzde kamyon vb. motorlu taşıtlardır) işlerini sergileyerek katılmaktadır.
B. Sûrnâmelerde Esnaf Alaylarının Anlatımı
Esnaf alaylarının sûmâme metinlerinde nasıl anlatıldığının incelenmesi için her iki metinde kahveci esnafının anlatıldığı bölümler ele alınmıştır. Kahveci esnafının örnek olarak seçilmesinin nedeni kahvehanelerin sosyal bir buluşma ve iletişim yeri olması, hattâ giderek bir edebî muhit mekânı hâline gelmesidir. Bu esnaf grubunun metinlerde ne şekilde anlatıldığını incelemeden önce Osmanlı toplumunda kahve kahvehanenin yerinden kısaca bahsetmek metinlerdeki bazı verilerin anlamlandırılabilmesi açısından yararlı olacaktır.
Osmanlı vakanüvisi İbrahim Peçevi’nin verdiği bilgilere göre, kahve ve beraberinde gelen kahvehane kültürü İstanbul’a Hakem ve Şems adlı iki Suriyeli’nin 1555 civannda Tahtakale’de açtıkları kahvehanelerle birlikte gelir. Bu tarihten önceİstanbul’da ve Rumeli’de kahve ve kahvehane yoktur. Peçevî, kısa zamanda popüler olan kahvehanelerin görünümünü şöyle anlatır:
Keyfe mübtelâ ba’zı yârân-i safa, hususâ okur yazar makûlesinden nice zürefâ cem’ olur oldu ve yirmişer otuzar yerde meclis durur oldu. Kimi kitab ve hüsniyât okur, kimi tavla ve satranca meşgul olur, kimi nev-güfte gazeller getürüb ma’âriften bahs olunur [....] Şu mertebe oldu ki, mülâzemet eden ma’zûlîn ve kudât ve müderrisin ve bî-kâr u kisb olan gûşe-nîşîn makûlesi böyle bir eğlenecek ve gönül dinlenecek yer olmaz deyü dolup oturacak ve duracak yer bulunmaz oldu ve bilcümle olkadar şöhret buldu ki, eshâb i menâsibden gayri kibâr bî- ihtiyâr gelür oldular. İmâmlar ve müezzinler ve zerrâk sûfîler halk kahvehaneye mübtelâ oldu. Mescidlere kimesne gelmez oldu. (Târîh-i Peçuyî363-364)
Gelibolulu Alî de, Mevâ ‘idün ’n-Nefâis Fî-Kavâ ‘idi ’l-Mecâlis adlı eserinde kahvehanelerle ilgili benzer bilgiler verir. Âlî’ye göre, kahvehanelere devam edenler arasında dervişler ve ehl-i irfanın yanında halk tabakasından “bilgisiz ve sefil” kişiler de vardır. Kimi kişiler birbirlerini görüp sohbet etmek amacıyla, kimi parasızlıktan, kimi yalnız kahve içmek için kahvehanelere gelmektedir. Âlî, bazı kimselerin ise buralara “gıybet ve kötülük” için geldiğini, bütün gün dedikodu yapıp kumar oynadıklarını anlatır (Şeker 363-64).
Kahve ve kahvehane kültürü İstanbul’da kısa zamanda yaygınlaşmıştır. Osmanlı kültüründe kahvehanenin sosyal bir buluşma ve iletişim yeri hâline gelmesi kültür tarihi açısından önemli olduğu kadar edebiyat tarihi açısından önemlidir. Kahvehanelerde edebiyatçıların bir araya gelmesi, Peçevî’nin söylediği gibi “nev-güfte” gazellerin okunması, edebî tartışmaların yapılması, bu mekânları OsmanlI’nın edebî muhitlerinden biri hâline getirmiştir. Nitekim, sûmâmelerin kahvecilerle ilgili bölümlerinde de, kahvehanelerde şiir okunduğu anlatılmaktadır.
Ortaya çıkışından itibaren, kahvehaneler devlet otoritesinin gözünde “sakıncalı” yerler olmuştur. Halk, asker ve medrese öğrencileri gibi farklı kesimlerden insanların bir araya geldiği, siyasî meselelerin konuşulduğu, sarayda olup biten olayların kulaktan kulağa aktarıldığı bu mekânlar, siyasî otorite tarafından tehlike olarak algılanmış, sayısı ve yeri devlet tarafından kısıtlanmıştır.
Peçevî’nin verdiği bilgilere göre III. Murad zamanında da kahvehaneler kapatılmıştır (364). 1582 şenliği yapıldığı sırada böyle bir yasağın uygulamada olup olmadığı bilinmiyor; ancak sûmâmelerde kahveci esnafının geçişinin anlatıldığı bölümlerde kahvehanelerin sık sık kapatılmasıyla ilgili anlatımlar yer almaktadır. Derin Terzi oğlu, “The Imperial Circumcision Festival of 1582: An Interpretation” başlıklı makalesinde, şenlikte kahvecilerin geçişiyle ilgili şu yorumu yapar:
Şenlik, çeşitli grupların topluma ve sultana mesajlar iletmesi için de bir vesile olmuştur. Gösterilere kaplanlardan biri de kahvecilerdir. İstanbul’un 1550’lerde tanıştığı kahvehanelerin geçmişi pek eski değildir. Kahvehaneler ilk açıldıkları zamandan itibaren uyuşturucu kullanılan ve “uygunsuz davranışların” olduğu yerler oldukları gerekçesiyle dindar kesimin tepkisini çekmişlerdi. Sık sık kapatılan kahvehaneler, 17. yüzyıl boyunca tartışma konusu olurlar. (87) Terzioğlu’nun da belirttiği gibi, şenlik, çeşitli grupların topluma ve padişaha mesajlar iletebileceği bir alan yaratmıştır.
Bu alan, Osmanlı toplumunda yer alan bütün meslek gruplarının gösteriler yaparak sultanın ve halkın önünden geçtiği esnaf alaylarıdır. Sûmâmelerdeki anlatımlara göre esnaf bu gösterilerde, hünerlerini ve yaptıkları işleri sergilerken, zaman zaman dilek ve şikâyetlerini iletebildikleri gösteriler de hazırlamıştır. Bu gruplardan biri de siyasî otoriteyle sürekli sorunlar yaşayan kahveci esnafıdır. Burada bizi ilgilendiren bu esnaf grubunun sûrnâmede nasıl anlatıldığı ve bu anlatımların OsmanlI’da kahve ve kahvehane kültürüne ilişkin içerdiği verilerdir.
1. Câmi’ü’l-buhûr DerMecâlis-iSûr'de Kahveciler
Gelibolulu Âlî, sekiz bölümden oluşan sûrnâmesinin dördüncü bölümünü esnaf alaylarının anlatımına ayırmıştır. 1582 şenliğinde Âlî’nin sûrnâmedeki anlatımına göre 65, Haunolth’a göre ise 179 esnaf grubu geçiş yapmıştır. Oysa, Sûrnâme-i Hümâyûn'da 148 esnaf grubunun adı geçer. Bu bölümde, bazı esnaf gruplarının anlatımına daha geniş ayrılırken (ör. kahveciler, meyhaneciler), bazılarının yalnızca isimleri sayılmıştır (ör. iğneciler, çilingirler, demirciler). Âlî’nin alayların geçişini anlattığı bölümde dervişler, hâfızlar, talebeler gibi esnaf sayılmayan gruplar da yer almaktadır.
Bu durum, şenlikle ilgili olayları konularına göre gruplayarak anlatan yazarın, diğer bölümlerde bu gruplardan söz etme fırsatı bulamamış olmasıyla ilgili olmalıdır. Bu bölümde adlan geçmeyen bazı esnaf gruplarının ise, sûmâmenin düğün süresince yapılan gösterilere ayrılan beşinci bölümünde yer aldığı görülür. Deniz suyu doldurduklan bir sandıkla meydana gelip karada balık tutan balıkçılar ve tellağından içinde yıkanan adama dek her şeyiyle gerçek bir hamama benzeyen temsilî bir hamamla gelen hamamcılar bunlardan bazılarıdır.
Âlî, bu bölümde anlattığı esnafın her biri için önce mesleklerine göre birkaç tanıtıcı söz söyler. Daha sonra eğer anlatılan esnaf bir gösteri yaptıysa yaptıkları gösteri. yapmadıysa geçişleri betimlenir. Son olarak, grupların genellikle ürettikleri nesnelerden oluşan hediyelerini padişaha sunmaları anlatılır
Gelibolulu Âlî, kahvecileri anlattığı bölüme “Pây-ı Ta t Kahvecileri Gelüp Nezâketle Arz-ı âl İtdükleridür” başlığını vermiştir. Anlatının bu bölümünde de, sûrnâmenin genelinde olduğu gibi, anlatılan konuyla ilgili benzetme ve sözcük oyunları kullanılmıştır. Yazar, anlatımına “Bir se erkipır-içar oldı uyün/ ildi mâhu ahve fıncânın nigün” (55b-1354 / 186) dizesiyle başlar. “Göz”, “ay” ve “kahve fincanı” arasında (muhtemelen şekil benzerliklerine dayanarak) bir benzetme kurulan bu beyitte, güneşin doğup ortalığın aydınlanması betimlenmektedir.
Kahve fincanının ters dönmesi fincanın içindeki kahvenin koyuluğuna benzetilen karanlığın kaybolup, ortalığın aydınlanmasıdır. “ âb-ı afletden göz açdı ins ü cân / ahvesin nüş itdi an tiryâkiyân” (1355 / 186) beytinde ise artık insanların ve cinlerin gaflet uykusundan yani dalgın uykularından uyandığı, tiryakilerin kahvesini içtiği anlatılır. Âlî, kahveci esnafının geçişini anlatmaya başlamadan önce, ele aldığı konuya ilişkin birbiriyle ilişkili bir dizi imge kullanarak sabah vaktini betimlemektedir. Uyku açıcı ve zindelik verici etkisiyle bilinen kahve içeceğini satan esnafın geçişinin anlatımından önce yapılan bu betimlemeler şöyle devam eder:
undı bir zer- o a mihr-i tâb-nâk Keyf ü kemden optolu tiryâk-i pâk
Çüntenâvül ildi anda ehlâlahvedür andını -ıeyyamehal (186)
“Parıldayan güneş altından bir hokka sundu, keyif içindeki hâlis tiryâkilere” şeklinde çevrilebilecek ilk beyitte, bu kez güneşin yükselmesi betimlenmektedir. İkinci beyitte ise, kendinden geçmişlerin parıldayan güneşin sunduğu bu altından hokkayı kahve sanarak içtikleri söylenir. Görüldüğü gibi buraya kadar ki dört beyitte kahvecilerle ya da şenlik alanıyla ilgili herhangi bir anlatım yoktur.
Yazar, ancak bu bölümün beşinci beyitine geldiğinde şenliğe döner ve kahvecilerin geçişini anlatmaya başlar:
ahve-nüşâ her biri geldi tamâm kahveciler ayretin çekdi enam Yapdılarbir ahve- âne mu ta ar Kâseler a nına virdi zıb ü fer (186)
İlk beyitte kahve içenlerin geldiği ve kahvecilerin bu insanlar için zahmetler çektiği söylenir. Daha sonra kahvecilerin küçük bir kahvehane yapması ve onun kâselerle süslenmesi anlatılır. Bu kahvehanenin o sırada mı yapıldığı yoksa önceden mi hazırlanmış olduğu Alî’nin anlatımından pek anlaşılmamaktadır. Sûrnâme-i Hümâyûn minyatürlerinde de Âlî’nin betimlemesine benzer küçük bir kahvehane resmedilmiştir (bkz. EK B.l). Âlî, bu küçük kahvehanenin ocağını ve yapılan kahvenin niteliği şöyle betimler: “ ahvesi cüşân u âteşdânı nerm / LTk bâzâr-ı revâc-ı ahve germ”. Kahve hafif ateşli bir ocakta pişmektedir ama esas revaçta olan sıcak kahvedir. Bundan sonraki beyitlerde kahvehanenin içi ve müşteriler anlatılır:
1361 Bir iki nev-res civân-ı ahve-nüş
Şir o ur elde Sefine ba r-i cuş
ahvenü sâ Tsi bir zîbâ püser Elde bir
fincanı var oş cilve-ger (186)
Buna göre kahvehanede elinde fincanıyla hizmet edip kahve sunan güzel ve cilveli bir genç oğlan vardır. Kahvehanede oturan birkaç yeni yetme bir yandan kahve içerken bir yandan da ellerindeki şiir mecmualarından şiir okumaktadır. Gelibolulu Âlî’nin metninde, kahvehanede şiir okunan bir sahneye yer vermesi, o dönemde edebî ürünlerin kamusal alan olarak nitelenebilecek kahvehanelerde paylaşıldığını göstermesi bakımından önemlidir. Burada, sûrnâme metninin edebî bir metin olduğu ve yazarın böyle bir sahneyi gördüklerine değil hayâl gücüne dayanarak betimlediği düşünülebilir.
Ancak yazarın bu bölümü gerçekten gördüğü bir sahneye dayanarak yazmış olması önemli değildir, çünkü şenlikte yer almasa da Gelibolulu Âlî bu sahneyi betimleyebilmek için bu tür bir gözlem yapmış olmalıdır. Bu da dönemin kahvehane kültürü ve edebiyatın üretilip tüketildiği mekânlar hakkında bazı ipuçları vermektedir.
Anlatının buraya kadar olan kısmı sûmâmedeki çoğu esnaf grubunun betimlenme şeklinden pek farklı değildir. Söz konusu meslekle ilgili bir dizi benzetme ve sözcük oyunu yapılmış, esnaf grubunun araba üzerinde gelişleri ve araba üzerindeki dükkânları tarif edilmiştir.
Yazar bu dizelerde şunları anlatmaktadır: Kahveci esnafının küçük kahvehanesi, yanan ocağı ve içinde müşterileriyle tam padişahın bulunduğu yerden geçerken, birkaç “yasakçı” gelerek dükkânı basar. Kahveciler kaçar, kahvehanedeki müşteriler öylece kalır. Yasakçılar kahvehaneyi dağıtarak, fincanları kırıp döker ve müşterilerin ellerini bağlayarak götürür. Yazar bu hareketli gösteriyi aktardıktan sonra kahvecilerin bu gösteriyle anlattıkları durum karşısındaki tutumunu şu beyitle belirtir: “ ahvenü beytini bozdılar tamâm / aralandı anki nâ-mevzün kelâm” (1366 / 186). “Beyt” sözcüğü “hâne, ev” anlamına gelir. Yazar, kahve beytinin yani kahvehanenin dağıtılmasını, vezni bozuk bir sözün karalanmasına benzetir.
“Ey insaflı sultanımız, hâlimiz sabah akşam böyledir, keyif ehli kahvesini içerken ikide bir böyle zulüm ederler” diyerek durumlarını ve şikâyetlerini anlatan kahveciler sözlerini “biz her zaman sultanımızın duacısıyız, neden bize böyle ağır eziyetler yapılıyor” diyerek bitirirler.
Gelibolulu Âlî bundan sonra yine gözlemci ve anlatıcı konumunu üstlenerek daha sonra olanları anlatır. Padişah kahvecilere lütûfta bulunarak dükkânlarının kapatılmaması için hemen ferman çıkartır: “Kıldılar fermân-ı âlT-şânı güş / ahve- nüşân oldı zev inden amüş” (1373 / 187). Âlî’nin anlatımına göre kahveciler bu komik gösteriyle padişahı öyle memnun etmiştir ki padişah böyle bir ferman çıkartır. Ancak Âlî bu bölümün son beyitinde kahvecilerin rahatlığının çok sürmediğini şu sözlerle anlatır: “Bir zamân âsüde a vâl oldılar / avf-ı aşyetden biraz urtuldılar” (1374 / 187).
Kahvecilerin siyasî otoriteyle yaşadığı sorunlar elbette bu fermanla sona ermez. Daha önce de belirtildiği gibi 17. yüzyıl boyunca kahvehaneler tartışma konusu olmuş, çeşitli gerekçelerle sık sık kapatılmıştır. Kahvehanelerin yasaklanmasında bu mekânlardaki bazı “uygunsuz” davranışlar ve uyuşturucu kullanımı gerekçe gösterilmiştir. Âlî’nin anlatımında bu konulara ilişkin herhangi bir ipucu yoktur. Sûrnâme-i Hümâyûn’da, kahvecilerin anlatıldığı bölümde ise yazarın bu konulardan söz ettiği görülür.
2. Sûrnâme-i Hümâyûn’da Kahveciler
Daha önce de belirtildiği gibi Sûrnâme-i Hümâyûn’da 148 esnaf grubunun geçişi anlatılır. Sûmâmedeki anlatımdan kazzazlar (ipekçiler), terziler gibi bazı grupların şenlik süresince birden fazla gösteri yaptığı anlaşılmaktadır. Özellikle de Sûrnâme-i Hümâyûn’un genişletilerek yazılmış hâli olan Topkapı nüshasında pek çok esnaf grubunun şenlik süresince tekrar tekrar gösteri yaptığı anlatılır. İntizâmı, şenliği gün gün anlattığından, Sûrnâme-i Hümâyûn şenliğin organizasyonu hakkında daha fazla bilgi içeren bir metindir. Yazarın sûmâmede benimsediği anlatım düzeni, şenlik etkinliklerinin günlük akışında esnaf alaylarına nasıl bir yer ayrıldığı, hangi esnaf gruplarının arka arkaya geçiş yaptığı gibi ayrıntıların izlenebilmesine olanak tanır.
Bu gibi ayrıntılar, dönemin toplum hayatında esnafların nasıl bir yeri olduğu ve çeşitli meslek gruplarının toplum içinde nasıl bir öneme sahip olduğu hakkında fikir vermesi açısından önemlidir. Metindeki anlatım düzeni, şenlik etkinliklerinin düzenlenişinde nasıl bir yöntem izlendiği ve ne tür kaygılar güdüldüğünü göstermesi bakımından da önemlidir.
Sûrnâme-i Hümâyûn’ da esnaf alaylarının anlatımı genellikle grupta yer alanların kıyafetlerinin ve yaptıkları gösterinin betimlenmesinden oluşur. Kahvecilerin de içinde bulunduğu bazı grupların anlatımında ise söz konusu esnafla ilgili başka özellikler, hattâ bazen de yaptıkları gösteriyle ilgisi olmayan başka hikâyelere yer verilmiştir.
İntizâmî, kahveci esnafının geçişini anlattığı bölüme “âmeden-i cemâ’at-i ahve- fürüşân-i le âfet-‘unvân” başlığıyla başlar. Kahve satıcıları meydana “bir ahve- âneyi ‘araba üzerinde peyda edüb” (64r / 161) gelirler. Yazar, kahveci esnafının geçişini betimlerken, kahve, kahve yapımı ve kahvehane kültürüyle ilişkili sözcükleri kullanarak sözcüklerle oyun yapar. Araba üzerindeki bu kahvehane şöyle betimlenmiştir: “otları ıvâmında abbe adar u ür yer omayub tamâm zînet ve fincanlarla cevânib-i arba’asına şöhret verüb her biri baş aoca eri olub pır-i meykedenü düdmânma u oyub ürmetden düşürmekle afrâsın bulandurmışlar” (64r/ 161).
“Otlan ıvâmında abbe adar u ür yer omayub” cümlesinde kahvehanenin ocağındaki ateşin kıvamında ve kusursuz bir biçimde yandığını anlatılmaktadır. Kahvehanenin “en ufak bir kusuru olmaması” anlamında kullanılan “habbe kadar kusur [bulunmamak]” deyimindeki “habbe” sözcüğü, kahve yapımını da hatırlatır. “Habbe” sözcüğü “tane” anlamına gelir ve kahve içeceği kahve tanelerinden yapılır. Ayrıca kahve köpüğünde oluşan hava kabarcıklarının her birine de “habbe” denir. Görüldüğü gibi arabanın betimlenmesinde, kahve yapımını da hatırlatacak “habbe” sözcüğü kullanılmıştır. Benzer kullanımlara Sûrnâme-i Hümâyûn’un tamamında, özellikle de çeşitli meslek gruplarıyla ilgili bölümlerde rastlanır.
Kahvecilerin geçit sırasındaki görünümleri ve yaptıklarıyla, toplum içindeki yerleri ve genel durumlarına ilişkin bilgiler aynı anda verilmiştir. Örneğin yazar, “tamâm zînet ve fıncânlarla cevânib-i arba’asına şöhret verüb her biri baş a oca eri olub pır-i meykedenü düdmânma u oyub ürmetden düşürmekle afrâsın bulandurmışlar” (64r /161) sözleriyle, hem meydana getirilen araba üzerinde kahvehanenin her tarafının süslenerek dört yanma fincanlar asıldığından hem de her yerde yaygınlaşan kahvehanelerin meyhaneleri gözden düşürdüğünden söz eder.
Metinde betimlenen kahvehanenin görünümü minyatürdeki çizimle paralellik gösterir (bkz. EK B.l). Burada, kahvehanelerin meyhane müşterilerini çekerek, meyhanelerin gözden düşmesine neden olması “düdmânına u oy[mak]” deyimiyle ifade edilmiştir. Bu deyim günümüzde kullanılmadığından anlamını kesin olarak saptamak mümkün değildir, ancak metin içindeki kullanımından yola çıkılarak günümüzde “ocağını söndürmek” şeklinde kullanılan deyimini hatırlattığı söylenebilir. Deyimin yine kahve yapımını hatırlatan “duman” ve “su” sözcüklerinden oluşması dikkat çekicidir.
Anlatının bundan sonraki kısmında yazarın araba üzerindeki kahvehaneyi mi yoksa herhangi bir kahvehanede geçen bir olayı mı aktardığı pek belli değildir. İntizâmî, bu kısımda “kahvehane öksüzü” olarak nitelediği parasız kişilerin, kahvecilerden kahve dilenmesini anlatır: ba’zı ahve- âne öksüzi fıncânu dibin gösterüb arifane reftâr düşiyüb a çesin aban araya oyub bunda ne zibâ işr ahvesi olur fincanı bir filon değer * müferri köşe cem’Tyet-i urafa bir böyle olmaz deyü bumın ovara bu beyti vird-i zeban ederbeyt: kerem et ahve-fürüş eğleme ver fincanı * inti ara niçe ber çekdüresin yârâm (64r / 161)
“Kahvehane öksüzleri” kahve fincanının dibindeki telveden daha bir filori değerinde kahve yapılabileceğini söylerler. İntizâmî’nin “ arifane reftâr düşiyüb” (zarifçe, salınarak yürüyüp) şeklinde betimlemesinden ise, bu kişilerin kahvecinin gözüne hoş gözükmeye çalıştığı anlaşılır. Kahvehanenin “müferrih” yani ferah bir köşesinde oturan “zarif müşteriler”, “kahvehane öksüzlerinin” böyle dilenmesi karşısında daha fazla dayanamayıp, kahveciye bu zavallı adamlara acımasını ve cömertlik edip bir fincan kahve vermesini söylerler. Kahveciye bir beyitle seslenen bu “zariflerin” kahvehanelerde sohbet edip, şiirler okuyan okur yazar kimseler olduğu düşünülebilir.
İntizâmî, bundan sonra kahvecinin bu durumdan pek hoşnut kalmadığını şöyle anlatır: “derdmend ahve-fürüş a çenü arasına ermemekle afyünına u oyılub boş fincanı elinde dutarken oldun oldun i âle edüb ardlannca bu beyti göz arardub vird-i zeban eyleyüb o ur” (64r-64v /161). Yazann, burada “akçenin karası” olarak betimlediği, o dönemde kullanılan değeri düşük ya da başka bir deyişle “bozuk akçelerdir”. Kahveci bu bozuk ayar paraları almak istemez ve afyon tiryakisi olduğu anlaşılan ve bozuk akçeden başka parası olmayan bu kimselere kahve vermez.
İntizâmî, kahve alamayınca bir türlü ayılıp kendine gelemeyen afyon tiryakilerinin perişanlığını şöyle anlatır: “anlaru ki keyfe mâ ttafa mizadan keyf ile alışmayub ve bir ara ahve ile bün düşmeğin abı’atı barışmayub seyrlerine geldi”.
Yazar, afyon tiryakilerinin hâlini seyretmek için toplananlann ağzından, şu beyitleri aktanr: şehri bünyâd eylemek olsa müyesser a bilür ref edem afyüm hTc yapdurmayam dükkân-i berş yıllar ile anı cerrâ -i ecel anca çeker her kimün canına batsa zeh(i)rlü peykân-i berş etse da’vâ bir müsülmâm utub öldürmeğe rüy-i zerdü püşt-i am dur üccet u burhân-i berş (64r-64v / 161) Beyitlerde afyon kullanmanın zararı ve afyonun yasaklanması gerektiği anlatılmaktadır.
Bu sözler üzerine kahveciler, kahve müdavimlerinin ulu bir kişinin kerametidir diyerek kahvehaneye geldiğini, orada keyiflenip, afyonla uyuştuklarını ve gelip geçici dertlerini unuttuklarını söylerler: fe-ammâ anlar ki rüz u şeb müdâvemet ve bir vel Tnü i hâr-i kerâmetidür deyü ahveye müvâ ebet edüb az ço keyf ile ta mil-mizâc ve afyün u berş ile imtizaç edüb şu 1-i ‘İlmiyeye nâfı’ ve umüm-i ‘ânzîyeyi bi- - ât dâfı’dür deyü (64v /161-162) Afyon alınca böyle keyiflenen tiryakiler, uyuşuklukları geçince, uykuyla uyanıklık arasında saatlerini şaşırır ve bütün dertleri tekrar başlarına üşüşür.
Kahveciler son olarak, kahvenin insanların uyanık kalmasına yardımcı olduğu için gerekli olduğunu söyler ve “inkisâr-i dil-i ma zünumı ma’zür dutu da ı yetişmedi şol zehr olası âfyünum” (64v /162) beyitini söyleyerek giderler. İntizâmî, kahvecilerin padişaha selam verişini, siyasî otoriteyle olan çekişmelerini hatırlatan “ a r-i ‘adalete arşu dumb ba’de d-du’â revâne oldılar “(64v / 162; vurgu benim) sözüyle betimler.
İntizâmî’nin kahveci esnafını anlattığı bu bölüm oldukça mizâhî bir dille yazılmıştır ve kahvehanelerin dönemin toplumsal yaşantısı içinde nasıl bir yere sahip olduğunun belirlenmesine yardımcı olacak önemli ayrıntılar içerir. Derin Terzioğlu, kahvecilerin anlatıldığı bu bölümü şöyle yorumlar:[KJahveciler çelişik
İntizâmî’nin bu kısımda şenlikteki gösteriyi mi yoksa herhangi bir kahvehanede geçen bir olayı mı anlattığı pek belli değildir. Bu bölümle, Âlî sûrnâmesindeki anlatım karşılaştırıldığında şenlikte kahvecilerin dükkanlarının kapatılmasıyla ilgili bir gösteri sergiledikleri sonucu çıkarılabilir. Ancak iki yazar, şenlikteki bu gösteriyi farklı bakış açılarıyla edebî birer metne dönüştürmüşlerdir. Dolayısıyla, kahvecilerin şenlikteki gösterisi, farklı ayrıntılarla donatılmış iki ayrı metin hâline gelmiştir. Anlatılardaki ortak yön ise, kahveci esnafının o dönemdeki durumlarının mizahî bir dille sergilenmesidir
Bakış açıları farklı da olsa, her iki anlatıda da kahve ve kahvehanenin toplum hayatındaki yeri ve işlevi ile ilgili pek çok ayrıntıya yer verilmiştir. Özellikle uyuşturucu kullanımıyla ilgili anlatımlar tarihi kaynaklarla örtüşmektedir. Ralph S. Hattox, Kahve ve Kahvehaneler: Bir Toplumsal İçeceğin Yakındoğu ’dahi Kökenleri adlı kitabında kahvehanelerde uyuşturucu kullanımıyla ilgili şu bilgileri verir: “Kimyasal ya da kültürel nitelikte bazı nedenlerden dolayı kahvenin başta afyon olmak üzere bazı sert uyuşturucuları kullanan kişiler arasında çok gözde bir içecek haline geldiği anlaşılmaktadır” (97).
Hattox, kahveyle birlikte uyuşturucu kullanımının oldukça yaygın olduğunu belirtir ve Kâtip Çelebi’den şu alıntıyı yapar: “Hele keyf erbabının [afyon tiryakilerinin] keyflerini artırır, cana can katar bir hal olduğundan bir fincan uğruna can vermek yanlarında caiz oldu” (97). Sûrnâme-i Hümâyûn'âdi kahveci esnafıyla ilgili anlatımdan da kahvehanelerde uyuşturucu kullanımının yaygın bir alışkanlık olduğu anlaşılmaktadır.
Gelibolulu Alî, anlatısında kahvehanelerin kapatılma nedenlerine değinmezken, İntizâmî’nin yasaklamaların temel nedenlerinden biri olan uyuşturucu kullanımı üzerinde durması yazarların benimsedikleri söylem arasındaki farkı belirlemek bakımından önemlidir. Alî’nin, anlatısında, genel olarak şenliğin aksayan yönlerini aktarmadığından söz edilmişti. Yazar, bu kısımda da “uygunsuz” kabul edilen uyuşturucu kullanımından söz etmemeyi seçmiştir. İntizâmî’nin ise diğer konularda olduğu gibi bu konuda da böyle bir kaygısı yoktur ve uyuşturucu kullanımına anlatısında yer vermekten çekinmemiştir.
Sonuç
Osmanlı şenliklerinin en büyüklerinden biri olarak kabul edilen 1582 şenliğiyle birlikte sûrnâme bağımsız bir edebî bir tür olarak ortaya çıkar. Şenlikleri konu edinen bu eserlere genellikle şenlikleri gerçeğe uygun bir biçimde yazıya geçiren kayıtlar olarak yaklaşılır. Oysa sûrnâmeler gerçek olaylardan yola çıktıkları halde gerçeği bire bir yansıtmazlar. Dolayısıyla sûrnâmeler hakkında yapılacak çalışmalarda, bu metinlerin şenlikleri olduğu gibi aktaran kayıtlar değil, yazarlarının hayat görüşünü ve hayâl gücünü yansıtan edebî birer yaratım olduklarının göz ardı edilmemesi gerekir.
Stephanos Yerasimos da “Sûr ve Sûrnâmeler” başlıklı yazısında şenlikler ve sûrnâmeler arasındaki ilişkiyi şöyle tanımlar:
Aslında Osmanlı şenlikleri birbiriyle örtüşmeyen iki olgudan oluşur. Biri sûr-ı hümâyûn’un kendisi, diğeri ise onu anlatan sûrnâme adlı yapıtlar. Sûrnâmeler gösterileri anlatmanın ötesinde, kullandıkları abartıcı ve övücü ifadelerle ön plana çıkardıkları ya da geçiştirdikleri olaylarla, onları belli bir biçimde tarihe geçirirler. Önemli şenlikler için elimizde bulunan birden fazla sûrnâme—ki 1530, 1582 ve 1675 şenliklerinde bunlara yabancı gözlemcilerin yazılarını da katabiliriz—arasındaki farklar bu görüşü pekiştirecek niteliktedir. (8)
Yerasimos’un da belirttiği gibi sûrnâmeler şenlikleri belirli bir biçimde tarihe geçirirler. Burada “tarihe geçirmek” sözünün altını çizmek gereklidir, çünkü sûrnâmelerin pek çoğu—özellikle de bu çalışmanın konusu olan 16. yüzyıla ait iki sûrnâme— şenlikler hakkında kaleme alınmış sınırlı sayıdaki yazılı metin arasında en ayrıntılı olanlarıdır. Dolayısıyla, edebî birer eser olan bu metinler, bir yandan da tarihçiler, özellikle de kültür tarihçileri için önemli birer kaynak niteliğindedir.
Bu noktada, tarih ve edebiyat yazımının hangi dönemde gerçek anlamda birbirinden ayrıldığı ve neyin tarih neyin edebiyat olarak okunması gerektiği gibi yanıtlaması oldukça güç sorularla karşılaşabiliriz. Fakat çalışmanın kapsamı bu soruların burada yanıtlanmasını olanaksız kılar, dolayısıyla böyle bir işe girişilmeyecektir. Bu soruların gündeme getirilmesinin nedeni, sûrnâme metinlerinin tarih ve edebiyat disiplinlerinin çalışma alanları arasında bir yerde durduğunu hatırlatmaktır. Sûrnâmelerin bu ara konumu nedeniyle, metinler üzerinde yapılan çalışmalarda benimsenen yöntem çalışmanın da niteliğini belirler.
Bu çalışmanın konusu olan 1582 şenliği sûmâmeleri de, edebî bir tür olmalarının yanı sıra, yazıldıkları dönemden ötürü de tarihî birer kaynaktır. Sûrnâme metinlerinin 16. yüzyılda halkın gündelik hayatından saray göreneklerine, üretim ilişkilerinden çeşitli sanatsal formlara dek pek çok konuda önemli bilgiler içerdiği yadsınamaz. Ancak 1582 sûmâmeleri üzerine yapılan çalışmaların pek çoğunda metinlerin birer edebî eser olduğu göz ardı edilmiş ve barındırdıkları bilgilere somut gerçeklikler gibi yaklaşılmıştır. Oysa sûrnâme yazarları, eserlerini belirli bir söylem içinden kaleme aldıklarından, şenlikler bu eserlerde sınırlı bir bakış açısından yansıtılır.
Bu çalışmada 1582 şenliği hakkında yazılmış iki sûrnâme metni arasında saptanan farklılıklar da bu görüşü destekler niteliktedir. Dolayısıyla, sûmâmelerdeki anlatımlardan yola çıkılarak dönemin kültür ve toplum hayatı hakkında yapılacak yommlarda bu bilgi sınırlılığının göz ardı edilmemesi gerekir. Bu tezde, 1582 şenliğinin Gelibolulu Âlî’nin Câmi ’ü 7- Buhûr Der Mecâlis-i Sûr’u ve İntizâmî’nin Sûrrıâme-i Hümâyûnunda bir edebiyat metnine dönüşerek nasıl aktarıldığı incelenmiştir. Bu amaçla, ilk olarak Osmanlı şenlikleri ve sûrnâmelerin nitelikleri genel olarak ele alınmıştır.
Daha sonra 1582 şenliğinin sûrnâmelerde nasıl anlatıldığı, şenlikle ilgili hangi yönlerin öne çıkartıldığı, yazarların olaylara bakış açıları ve bunu metinlerde yansıtma biçimleri incelenmiştir. Metinler çok yönlü bir biçimde değerlendirilmeye çalışıldığından, tez çalışmasının sonuçlarını bölüm başlıkları altında değerlendirmek daha uygun olacaktır.
çalışmanın “Osmanli’da Şenlikler ve Metinleri” başlıklı ilk bölümünde yürütülen tartışmada yapılan saptamalardan ilki Özdemir Nutku ve Stephanos Yerasimos gibi araştırmacıların şenliklerin niteliğine ilişkin ortaya attığı görüşlerle ilgilidir. Nutku ve Yerasimos Osmanlı şenliklerini tüm halkın eğlencelere katıldığı her türlü kuralın ihlâl edildiği, baskıların kalktığı karnavallara benzetirler. Oysa daha önce de belirtildiği gibi sûrnâmeler şenliği olduğu gibi aktaran metinler değildir. Öyle oldukları kabul edilse bile sûmâme metinleri, şenlik sırasında şehrin başka yerlerinde kutlamalar yapılıp yapılmadığı, yapılıyorsa halkın nasıl eğlendiği konusunda yok denecek kadar az bilgi içerirler. Bu metinlerde, halkın eğlendiği bir şenlik değil; saray halkının, şenliğe davetli olarak çağrılan yabancı konukların ve bu arada halkın da izlemesi için düzenlenen bir resmî geçit töreni anlatılmaktadır.
Kısacası Osmanlı şenlikleri üzerine yazılmış sûmâmelerden yola çıkılarak, halkın şenliklere katılımının ne ölçüde ve ne şekilde olduğu tam olarak saptanamaz.
Şenliklerin bu tür bilinmeyen yönlerinin ortaya çıkarılması, tarihî kayıtların, özellikle de kadı sicilleri gibi halkın gündelik yaşayışına dair bilgiler içeren kayıtların incelenmesiyle mümkün olabilir. Fakat bu tür kayıtlar şimdiye kadar çok az sayıda araştırmaya konu olmuştur. Bu kayıtların değerlendirilmesiyle, şenliklere halkın katılımı vb. konularda çeşitli bilgilere ulaşılabilir ve elde edilen bilgilerle sûmâmelerdeki anlatım karşılaştırılabilir. Bu tür bir çalışma sûmâme yazarlarının, metinlerinde şenliği ne şekilde yansıttıklarının daha iyi anlaşılmasını sağlayacaktır.
çalışmanın ilk bölümünde yapılan bir diğer gözlem, sûmâme yazarlarının konu aldıkları şenliği genel olarak tek bir açıdan betimlenmesidir. Burada sözü edilen fiziksel anlamda bir “bakış açısı”dır. Sûmâmelerdeki anlatım ele alınan konular bakımından görsellikle iç içe olmak dummundadır ve yazarlar şenlikleri “gördükleri” bir noktadan betimlerler. Sûrnâmelerde bu görüş açısının genel olarak değişmediği gözlemlenmiştir. Özellikle 1582 sûrnâmelerinde, yazarlar şenliği hep aynı noktadan, yani Atmeydam’nda İbrahim Paşa Sarayı’nın olduğu yerden betimlerler. Dolayısıyla, bu metinlerin okurları da şenliği hep aynı noktadan izler. Yazarlar şehrin diğer yerlerindeki eğlenceler bir yana, Atmeydam’mn başka köşelerinden bile söz etmediği için, sûrnâmelerde şenliğin kentin diğer kısımlarında kutlandığına ilişkin betimlemeler yer almaz.
çalışmanın “1582 Şenliğini Konu Alan Metinler” başlıklı ikinci bölümü, 1582 şenliği hakkında yazılmış metinlerin tanıtılmasına ayrıldığından, bu bölümde metinler üzerinden yürütülen bir tartışma yer almaz. Fakat bu bölümde tanıtılan şenlik hakkında yazılmış yerli ve yabancı metinlerin diğer şenlikler hakkında yazılmış metinlere göre sayı bakımından fazla olması, 1582 Şenliği’nin diğer Osmanlı şenlikleri içinde önemli bir yeri olduğunu gösterir. Sûmâmenin bu şenlikle birlikte bağımsız bir tür olarak ortaya çıkması da, kaside gibi görece kısa biçimlerin şenliğin görkemini ve çok sayıdaki ilginç ayrıntılarını betimlemekte yetersiz kalması şeklinde yorumlanmıştır.
Çalışmanın “1582 Şenliği Sûrnâmelerinde Anlatım Özellikleri” başlıklı üçüncü bölümünde, Gelibolulu Âlî ve İntizâmî sûmâmelerinin şenliği edebî olarak ne şekilde yansıttıkları incelenmiştir. Bu bölümde, sûrnâmelerin dil ve biçim özelliklerinin yanı sıra, yazarların benimsediği söylem bakımından da birbirinden çok farklı olduğu gözlemlenmiştir.
Gelibolulu Âlî, manzum olarak yazdığı sûmâmesinde şenliği, konularına göre ayırdığı sekiz bölümde ve son derece düzenli bir biçimde anlatır. Âlî, anlatımı çeşitli vezin kalıplan, fiil kipleri ve söz oyunlanyla hareketi endi rmiştir. Yazann, sûmâmesinde oldukça resmî bir dil kullandığı ve şenlikteki gösteriler hakkında çok ayrıntılı betimlemeler yapmadığı gözlemlenmiştir. Âlî, anlatımında şenlik sırasında çıkan karışıklıklar, düğün için daha önceden planlanan sürenin aşılması gibi İntizâmî sûmâmesinde bulunan pek çok ayrıntıya yer vermez. Yazar, düğünü, padişahın ve dolayısıyla OsmanlI’nın “gücünü”, “zenginliğini”, “cömertliğini” ve “mutlak otoritesini” öne çıkaran bir söylem içinden anlatır. Anlatının biçimdeki mükemmeliyetçi düzen de bu söylemle örtüşmektedir.
İntizâmî, Âlî’nin aksine, şenliği gün gün anlatır ve metinde şenlikle ilgili pek çok ayrıntıya yer verir. Şenlik sırasındaki organizasyon bozuklukları ve kavgalar gibi bazı aksaklıklar Âlî sûmâmesinde yer almazken Sûrnâme-i Hümâyûn ’da ayrıntılarıyla anlatılmıştır. İntizâmî de Âlî gibi anlatısında, Osmanlı Devleti’nin “gücünü” ve “zenginliğini” vurgulayarak abartılı betimlemeler yapar. Yazann anlatıya dahil ettiği ayrıntılara bakılırsa, sûrnâmeyi “kusursuz” bir Osmanlı imgesi oluşturma kaygıyısıyla yazmadığı söylenebilir. Sûrnâme-i Hümâyûn genel olarak değerlendirildiğinde, İntizâmî’nin gündelik dile daha yakın olduğu anlaşılan bir dil kullandığı gözlenmiştir. İntizâmî, zaman zaman şenlikteki gösterileri anlatmayı bırakıp, yine aynı konuyla ilgili başka hikâyeler ya da gözlemler aktarması bakımından da Âlî’ye göre farklılık gösterir.
Bu bölümde yapılan gözlemlerden biri Sûrnâme-i Hümâyûndun üslûbuyla ilgilidir. Sûrnâme metni üslûp bakımından takvim adı verilen bir türe olan benzerliğiyle dikkat çeker. Bu benzerlik sûmâmede takvim metinlerinde olduğu gibi kelimelerin çoklu anlamlarıyla yapılan söz oyunları ve deyimler bulunmasıdır. Sûrnâme-i Hümâyûn’un bu üslûp özelliği yazıldığı dönemin dil ve edebiyat anlayışını yansıtması bakımından son derece önemlidir. Ancak yazıldıkları tarihte canlılıklarını koruyan ve içerdikleri çoklu anlamlar belki de herkesçe anlaşılabilen bu sözcük ve deyimlerin bugün tam olarak anlaşılabilmesi zordur. Bu durum sûrnâmeyi anlaşılması oldukça güç bir metin hâline getirir.
Metinde kelimelerin çoklu anlamlarıyla yapılan söz oyunlarının incelenmesinde karşılaşılan zorluklar, Osmanlı edebî pratikleriyle kurulacak hemen her türlü ilişkide karşılaşılan daha temel bir sorunla bağlantılıdır. Sûrnâme türünün de içinde yer aldığı Osmanlı edebiyatını şekillendiren toplumsal koşullar, inanışlar, alışkanlıklar, kısacası bütün bir değerler sistemi yerini farklı bir sisteme bırakmıştır. Osmanlı edebiyatına ait edebî türler bugün artık birer edebî yaratım aracı olmaktan çıkmıştır. Artık varlığını sürdürmeyen birtakım kültürel kodlar ve bunların dil düzeyindeki yansımaları, aslında içinde yazıldıkları devrin kültürünün önemli birer taşıyıcısı konumunda olan şenlik metinlerinin tam olarak anlaşılmasını engellemektedir.
Bu metnin tam olarak anlaşılabilmesi için tarihsel bir sözlüğe ihtiyaç vardır. Ancak bu tür kapsamlı bir çalışma bulunmadığından, sûrnâme metinlerinin tam olarak kavranması ne yazık ki mümkün değildir. Günümüzde şenlik üzerine yazılmış metinlerin okurları ve araştırmacılar, şenliğe o tarihte olaya tanık olan yabancıların bulundukları “yabancı” konumdan bile daha uzak bir yerden bakmaktadır. Buna bir de şenlik metinlerinin olayı belirli bir bakış açısına uygun olarak yalnız belirli yönleriyle betimlemiş olmaları eklendiğinde, metinlerden yola çıkılarak çizilecek bir dönem portresinin “gerçekliği” oldukça tartışmalı bir konudur.
çalışmanın “Sûmâmelerde Esnaf Alayları” başlıklı dördüncü bölümde sûmâmelerdeki anlatımların büyük bir kısmını oluşturan esnaf alaylarının metinlerde ne şekilde anlatıldığı İncelenmektedir. Sûmâmelerdeki anlatıma göre, şenlikte esnaf alayları, yüksek devlet görevlilerinden en küçük iş kollarında çalışanlara dek, Osmanlı toplumunun bütününün canlandırıldığı bir gösteriye dönüşmüştür. Derin Terzioğlu’nun da söylediği gibi sûmâmelerde ve minyatürlerde anlatılan 1582 şenliğinin dekoru tıpkı bir sahneye benzer. Şenliğin bir parçası olan geçit törenleri de bu sahne üzerinde Osmanlı dünyasını yeniden yaratılmasıdır (89).
Sûrnâme yazarlarının ele aldıkları konuyu nasıl farklı şekillerde işlediklerinin gösterilebilmesi için, her iki metinde kahveci esnafının anlatıldığı bölümler örnek olarak seçilmiştir. Bu bölümde yapılan karşılaştırma sonucunda, Âlî ve İntizâmî sûrnâmelerinin aynı olayı konu edindikleri halde birbirinden çok farklı iki metin ortaya çıktığı görülmüştür. Metinler arasında görülen bu farklılık da sûrnâmelerin, şenliği olduğu gibi aktaran kayıtlar değil, edebî birer yapıt oldukları görüşünü desteklemektedir.
Tezde ele alman iki sûrnâme metni genel olarak değerlendirildiğinde, hem edebî bir tür olarak hem de şenliklerin edebiyatla ilişkisine dair içerdikleri veriler bakımından yazıldıkları devrin dil ve edebiyat anlayışını yansıtttıkları söylenebilir. Gösterilerin kayda geçirilmesinde her iki sûrnâme yazarının da edebî bir metin oluşturma kaygısı güttüğü, söyleyişte özgünlük aradığı gözlemlenmiştir. İntizâmî sûmâmesinde daha fazla olmak, üzere her iki metinde de görülen söz oyunları bu arayışın göstergesi sayılabilir. Gelibolulu Âlî bu özgünlük arayışını eserin başında şu sözlerle dile getirmiştir:iy bî-çâre seni bu sür-i mesrurda bir bikr-i ma’nâya vâ ıl ve bu cem’Tyet- i mesnünede faraza niçe i sânı mücib-i ma üdu a mütevâ ıl olayın derse mu âbele-i pâdişâhîde her kes bir mehâreti uhüra ve semtince bir an’atı udüra getürüb mu a al-i kelâm mula a u 1-merâm olmışdür” (3v-9v / 70; vurgu benim)
Sûrnâme metinleri tek tek ele alındığında ise, yazarların kullandıkları anlatım biçimleri ve benimsedikleri söylem bakımından birbirinden çok farklı olduğu saptanmıştır.
Sonuç olarak, İntizâmî ve Gelibolulu Âlî, eserlerinde aynı şenliği anlatmalarına karşın ortaya birbirinden çok farklı iki metin çıktığı gözlemlenmiştir. Gelibolulu Âlî, Osmanlı Devleti’nin resmî söylemine daha yakın bir söylemi benimsemiş ve eserinde şenliği “kusursuz Osmanlı” imgesine uygun bir biçimde anlatmıştır. Âlî’nin şenliğinde Osmanlı Devleti’yle ilgili neredeyse hiç olumsuz bir anlatım yoktur. Âlî’nin sûrnâmesi biçim ve bölümleniş bakımından da son derece düzenlidir. Bu anlamda yazarın benimsediği söylemle anlatısının biçiminin birbiriyle örtüştüğü söylenebilir.
İntizâmî de sûrnâmesinde Osmanlı Devleti’nin “gücünü”, “zenginliğini” öven abartılı betimlemeler yapmıştır. Ancak yazarın anlatısında yer verdiği ayrıntılarda ortaya çıkan Osmanlı portresi “kusursuz” olarak nitelenemez. Yazar şenlikle ilgili pek çok aksayan yönden ve olumsuzluklardan söz eder. İntizâmî’nin gündelik dile daha yakın olduğu anlaşılan bir dil kullanması ve anlatının Âlî Sûrnâmesine göre daha düzensiz ve dağınık kurulmuş olması bakımından da, yazarın bakış açısıyla dilinin ve anlatının düzeninin birbirine uygun olduğu söylenebilir.
2. Sûrnâme-İhümâyûn’un Viyana Nüshasında Kahveciler Cemaatinin Geçişi 64R-64V /160-162
Âmeden-i cemâ’at-i ahve-fürüşân-i le âfet-/12/‘unvan Ba’dehü ahve-fürüşlar geldiler * bir ahve- âneyi ‘araba üzerinde/13/ peyda edüb * otlan ıvâmında abbe adar u ür yer omayub * tamâm zînet * /14/ ve fincanlarla cevânib-i arba’asına şöhret verüb * her biri baş a oca /15/ eri olub * pîr-i meykedenü düdmânma u oyub ürmetden düşürmekle /16/ afrâsın bulandrılmışlar * ve mey sevdasında olanlaru anda ise mâ-beynlerine /17/ yeksere bal am bira ub niçe kezü meclislerine o bet baltası olma la câ ibe-i /18/ yaranla dünyâyı olandurmışlar * ba’zı ahve- âne öksüzi fincânu /19/ dibin gösterüb arifane reftâr düşiyüb * a çesin aban araya oyub * /20/ bunda ne zıbâ işr ahvesi olu fincânı bir filon değer * müferri köşe * /21/ cem’îyet-i urafa bir böyle olmaz deyü * burnın ovara bu beyti vird-i zebân 1221 eder * beyt: kerem et ahve-fürüş eğleme ver fincânı * inti âra niçe ber /23/çekdüresin yârânı ne r: derdmend ahve-fürüş a çenü arasına ermemekle afyünına u oyılub boş fincânı elinde dutarken oldun 121 oldun i âle edüb * ardlarınca bu beyti göz arardub vird-i zebân /3/ eyleyüb o ur * beyt: be tün ü be tünce be âb-i siyâh incâ ke hergiz 74/ narüyad giyâh ne r: anlaru ki keyfe mâ
105tafa mizadan keyf ile alışmayub * ISI ve bir ara ahve ile bün düşmeğin abî’atı barışmayub * seyri erine geldi 161 işbu ebyâtı vird-i zeban edüb o udi na m: şehri bünyâd eylemek 111 olsa müyesser a bilür * ref edem afyüm hîc yapdurmayam dükkân-i berş * /8/ yıllar28 29 ile anı cerrâ -i ecel anca çeker * her kimün canına batsa zeh(i)rlü peykân-i berş * 191 etse da’vâ bir müsülmâm utub öldürmeğe * rüy-i zerd ü püşt-i amdur üccet u /10/ burhân-i berş ne r: fe-ammâ anlar ki rüz u şeb müdâvemet * ve bir velınü /11/ i hâr-i kerameti dür deyü * ahveye müvâ ebet edüb * az ço keyf ile ta mil- /12/ mizaç * ve afyun u berş ile imtizaç edüb * şu 1-i ‘İlmiyeye nafı’ * ve umüm-i /13/ ‘ârızîyeyi bi- - ât dâfı’dür deyü * otı geçtükde * ve gözinden uy usı /14/ uçdukda * ki beyne n-navm ve-l-ya aza sâ’atin şaşurmış * ve amm u mi neti /15/ başına üşürmişdür * bu beytle teslîye bulub ıdâ-yi rü dur deyü */16/yârân afanu cevâbı tetimmâtında bu beyti o ur * beyt: inkisâr-i İlil dil-i ma zünumı ma’zür dutu * da ı yetişmedi şol zehr olası âfyünum ne r: /18/ ve bi-l-cümle anlar da ı a r-i ‘adâlete arşu dumb ba’de d-du’â revâne oldılar * SEÇİLMİŞ
Bibliyografya
Açıkgöz, Namık. Kahvenâme. Ankara: Akçağ Yayınlan, 1999. And, Metin. A History of Theatre and Popular Entertainment in Turkey. Ankara: Forum Yayınları, 1963-64.
İstanbul in the 16th Century. İstanbul: Akbank Yayınlan, 1994. 40 Gün 40 Gece: Osmanlı Düğünleri, Şenlikleri, Geçit Alayları. İstanbul: Creative Yayıncılık ve Tanıtım Ltd. Şti., 2000
Osmanlı Şenliklerinde Türk Sanatları. Ankara: Kültür ve Turizm BakanlığıYayınlan, 1982.
Akbayar Nuri ve Necdet Sakaoğlu. Osmanlı’da Zenaatten Sanata (I. Cilt: Esnaf ve Zenaatkârlar). İstanbul: Creative Yayıncılık, 1999.
Aktaş, Şehsuvar. “16. Yüzyılda Kentin Oyunu: Şenlik İki Örnek: Avrupa’da Şarlken Dönemi Osmanlı’da 1582 şenliği”. Yayımlanmamış doktora tezi. Ankara: Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tiyatro Anabilim Dalı, 1996.
Armağan, Mustafa, haz. İstanbul Armağanı 3: Gündelik Hayatın Renkleri. İstanbul: İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür İşleri Daire Başkanlığı Yayınlan, 1997.
Arslan, Mehmet. “Osmanlı Saray Düğünleri ve Şenlikleri ve Bu Konuda YazılanEserler: Sûmâmeler”. Osmanlı Edebiyat-Tarih-Kültür Makaleleri. İstanbul: Kitabevi Yayınlan, 2000. 169-189.
Türk Edebiyatında Manzum Surnameler (Osmanlı Saray Düğünleri ve Şenlikleri).Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Yayınları, 1999. Atasoy, Nurhan. Surname-i Hümayun: Düğün Kitabı. İstanbul: Koçbank Yayınları, 1997.
“III. Murad Şehinşahnamesi, Sünnet Düğünü Bölümü ve Philadelphia Free,Library’deki İki Minyatürlü Sayfa”. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Yıllığı V (1973): 358-87.
Atıl, Esin. Levni and the Surname: The Story of an Eightennth Century Ottoman Festival. İstanbul: Koçbank Yayınları, 1999. “The Story of An Eighteenth-Century Ottoman Festival”. Muqarnas: An Annual
on Islamic Art and Architecture 12(1993): 181-200.
Aynur, Hatice. “Osmanlı Saray Düğünlerinin Edebiyata Yansıması”. SözdenYazıya: Edebiyat İncelemeleri. Haz. Selim Sırrı ve Erol Köroğlu. İstanbul, Boğaziçi Üniversitesi Matbaası, 1994. 25-32.
Saliha Sultan ’ın Düğününü Anlatan Surnâmeler: 1834. Harvard: Harvard
Üniversitesi Yakındoğu Dilleri ve Medeniyetleri Bölümü Yayınlan, 1995. Babinger, Franz. Osmanlı Tarih Yazarları ve Eserleri. Çev. Coşkun Üçok.
Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, 1982. Bakhtin, Mikhail. Rabelais and His World. İngilizceye Çev. Helene Iswolsky. Cambridge, Massachusetts ve Londra: M.I.T Yayınlan, 1968.
Baumann, Richard, der. Folklore, Cultural Performances, and Popularntertainments. New York ve Oxford: Oxford Üniversitesi Yayınlan, 1992. Boyraz, Şeref. “İlk Mensur Sûrnâme Müellifi: İntizâmî”. Türklük Bilimi Araştırmaları 1. Sivas, 1995.
“Sûrnâme-i Hümâyûn’da Folklorik Unsurlar” Yayımlanmamış yüksek lisans tezi. Kayseri: Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1994. Çabuk, Vahid, haz. Solak-Zâde Tarihi II. Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları, 1989. 2 cilt
Çavuşoğlu, Mehmed. “Zatî’nin Letâyifı IF’. I.Ü. Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı 22 (1997): 144-61.
Çerçi, Faris. Gelibolulu Mustafa Âlî ve Künhü ’l-Ahbâr ’ında II. Selim, III. Murat ve III. Mehmet Devirleri. Kayseri: Erciyes Üniversitesi Yayınlan, 2000. 3 cilt. Dankoff Robert ve Semih Tezcan. “Seyahat-name’den Bir Atasözü”. Türk Dilleri Araştırmaları 8 (1998): 15-28. Devellioğlu, Ferit. Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lügat. Ankara: Aydın Kitabevi Yayınları, 2000. (17. baskı).
Ergun, Sadeddin Nüzhet. Türk Şâirleri. C.l İstanbul: 1936. Ertuğ, Ahmet, haz. Sûrnâme: Sultan Ahmed’in Düğün Kitabı. Bern: Ertuğ & Kocabıyık, 2000.
Eyüboğlu, Sabahattin. “Eski İstanbul’da Bir Düğün”. Sanat Üzerine Denemeler ve Eleştiriler I. Haz. Azra Erhat. İstanbul: Cem Yayınevi, 1997. 645-49. “Surnâme”. Sanat Üzerine Denemeler ve Eleştiriler I. Haz. Azra Erhat.
İstanbul: Cem Yayınevi, 1997. 650-54.
Faroqhi, Suraiya. Osmanlı Kültürü ve Gündelik Yaşam: Ortaçağdan Yirminci Yüzyıla. Çev. Elif Kılıç. İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınlan, 1998. Fleischer, Cornell H. Tarihçi Mustafa Âli: Bir Osmanlı Aydın ve Bürokratı. Çev.
Ayla Ortaç. İstanbul: Tarih VakfıYurt Yayınlan, 1996. Gökyay, Orhan Şaik. “Bir Saltanat Düğünü”. Topkapı Sarayı Yıllığı I (1986): 21-55.Hanawalt, Barbara A. ve Kathryn L. Reyerson, ed. City and Spectacle in Medieval Europe. Minneapolis ve Londra: Minnesota Üniversitesi Yayınlan, 1994.
Hattox, Ralph S. Kahve ve Kahvehaneler: Bir Toplumsal İçeceğin Yakındoğu ’dakiKökenleri. Çev. Nurettin Elhüseyni. İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1998.
Holbrook, Victoria. Aşkın Okunmaz Kıyıları: Türk Modernde si ve Mistik Romans. İstanbul: İletişim Yayınları, 1998. Holme, Bryan. Princely Feasts and Festivals: Five Centuries of Pageantry and Spectacle. Londra: Thames ve Hudson, 1988.
İpekten, Haluk. Divan Edebiyatında Edebî Muhitler. İstanbul: Milli Eğitim Bakanlığı Yayınlan, 1996.
İpşirli, Mehmet, haz. SelânikîMustafa Efendi: Tarih-i Selânikli. Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınlan, 1999. 2 cilt. İrepoğlu, Gül. Levnî: Painting, Poetry, Colour. İstanbul: Society Friends of Topkapı, 1999.
İsen, Mustafa. Gelibolulu Mustafa Âlî. Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınlan, 1988.
Kılıç, Filiz. “Meşa’irü’ş-şu’ara inceleme tenkitli metin”. Yayımlanmamış doktora tezi. Ankara: Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 1994. 2 cilt.
Kuban, Doğan. “Sûmâme’nin Minyatürleri”. Sûrnâme: Sultan Ahmed'in Düğün Kitabı. Bern: Ertuğ & Kocabıyık, 2000. 13-17
Köprülüzade Mehmet Fuat. XVII nci Asır Sazşairlerinden Kayıkçı Kul Mustafa ve Genç Osman Hikâyesi. İstanbul: Evkaf Matbaası, 1930.
Kütükoğlu, Bekir. “Şehmameci Lokman”. Prof Dr. Bekir Kütükoğlu’na Armağan. İstanbul: Edebiyat Fakültesi Basımevi, 1991. 39-48.Olgun, Tahir. Şair Nev 1 ve Sûriyye Kasidesi. İstanbul: Aydınlık Basımevi, 1937.
Onay, Ahmet Talât Eski Türk Edebiyatında Mazmunlar ve İzahı. Haz. Cemal Kurnaz. Ankara: Akçağ Yayınları, 2000
Öztekin, Ali. Gelibolulu M. Ali: Câmi ’u ’l-Buhur Der Mecâlis-i Sûr (Edisyon Kritik ve Tahlil). Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınlan, 1996. Pakalın, Mehmet Zeki. Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü 3. İstanbul:
Millî Eğitim Bakanlığı Yayınlan, 1983. Mantran, Robert. XVI. ve XVII. Yüzyılda İstanbul’da Gündelik Hayat. Çev.Mehmet Ali Kılıçbay. İstanbul: Eren Yayıncılık, 1991.
Nutku, Özdemir. IV. Mehmed’in Edirne Şenliği, 1675. Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınlan, 1972. “Eski Şenlikler”. İstanbul Armağanı 3: Gündelik Hayatın Renkleri. Haz.
Mustafa Armağan. İstanbul: İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür İşleri Daire Başkanlığı Yayınlan, 1997. 97-138. Tarihimizden Kültür Manzaraları. İstanbul: Kabalcı Yayınevi, 1995.
Peçevî, İbrahim. Peçevî Tarihi. Haz. Murat Uraz. İstanbul: Neşriyat Yurdu-Yeni Şark Maarif Kütüphanesi, 1969. 2 cilt
Tarîh-i Peçuyî (faksimile). İstanbul: Enderun Yayınları, 1980. Pekin, Ersu. “Surname’nin Müziği: 16. Yüzyılda İstanbul’da Çalgılar”. Dipnot 1 (Yaz 2003): 52-90.
Prochazka-Eisl, Gisela. Das Surname-i Hümayun: die Wiener Handschrift inTranskription, mit Kommentar undIndices versehen. İstanbul: Isis Verlag, 1995.
Purgstall, Baron Joseph Von Hammer. Osmanlı Devleti Tarihi VII. Çev. Mümin Çevik ve Erol Kılıç. İstanbul: Üçdal Neşriyat, 1985.
Reyhanlı, Tülay. İngiliz Gezginlerine Göre XVI. Yüzyılda İstanbul’da Hayat (1582-1599). Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınlan, 1983.
Sahm, W., haz. Beschreibung der Reisen des Reinhold Lubenau I. Könisberg: Herd. Beyers Kitabevi, 1914.
Sakaoğlu, Necdet. Bu Mülkün Sultanları. İstanbul: Oğlak Yayınları, 1999. haz. Bostanzade Yahya /Duru Tarih (Tarih-i Sâf 7 Tuhfetu ’lAhbab). İstanbul:
Milliyet Yayınları, 1978. Sakaoğlu, Necdet ve Nuri Akbayar. Binbir Gün Binbir Gece: Osmanlı ’dan Günümüze Osmanlı ’da Eğlence Yaşamı. İstanbul: Creative Yayıncılık ve Ltd. Şti., 1999.
Sevinçli, Efdal. “İntizâmî’nin Sûr-Namesinde Gösteri-m Sanatları”. Ünlem 2 (Kasım- Aralık 2003): 52-57. Seyyid Lokman Çelebi. Kıyafetti ’l-însâniyye Fi Şemâili 7- ‘Osmâniyye. Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınlan, 1987.
Sinanlar, Seza. “Atmeydanı As a Public Square in Ottoman İstanbul”. Yayımlanmamış yüksek lisans tezi. İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2001.
Stout, Robert Elliott. The Sur-i-Hümayun of Murad III: A Study of Ottoman Pageantry and Entertainment. Ann Arbor: UMI, 2003.
Şeker, Mehmet. Gelibolulu Mustafa ‘Âlî ve Mevâ ‘idün ’n-Nefâis Fî-Kavâ ‘idi 7- Mecâlis. Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1997.
Şentürk, Ahmet Atilla. Osmanlı Şiiri Antolojisi. İstanbul: Yapı Kredi Yayınlan,1999. Tansuğ, Sezer. Şenlikname Düzeni. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 1993.
Tanyeri, M. Ali ve Mertol Tulum, haz. Nev'îDîvânı. İstanbul: İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınlan, 1977. Tanyeri, M. Ali. Örnekleriyle Divan Şirinde Deyimler. Ankara: Akçağ Yayınları,1999.
Tarlan, Ali Nihad, haz. Şiir Mecmualarında Divan Şiiri, XVI. ve XVII. Asırlar: Ubeydî-Aşkî-Şem’î-lşretî. Seri:l, Fasikül: 1-2. İstanbul: Üçler Basımevi, 1948.
Tekeli, İlhan. “Bir Toplumsal Anlatım ve Katılım Biçimi Olarak Kutlama Şenlikleri”. Ankara İstanbul İzmir İçin Cumhuriyet Geçitleri ve Şenlikleri. İstanbul: Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı, t.y.
Terzi oğlu, Derin. “The Imperial Circumcision Festival of 1582: An Interpretation”. Muqarnas: An Annual on Islamic Art and Architecture 12 (1995): 84-100.
Toska, Zehra. “Bir Armağan: Zübdetü’l-Eş’âr”. Prof. Dr. Nihad M. Çetin’e Armağan. İstanbul: Edebiyat Fakültesi Basımevi, 1999. 293-358.
Tulum, Mertol. “Vehbî ve Sûrnâmesi”. Sûrnâme: Sultan Ahmed’in Düğün Kitabı. Bern: Ertuğ & Kocabıyık, 2000. 19-22.
Uran, Hilmi. III. Sultan Mehmed’in Sünnet Düğünü. İstanbul, 1942. Uzunçarşılı, İsmail Hakkı. “Nahıl ve Nakil Alaylan”. Belleten 15.157 (Ocak 1976): 55-69.
Vocelka, Karl. “Habsburg Festivals In The Early Modern Period”. Karin
Friedrich, ed. Festive Culture in Germany and Europe From The Sixteenth To The Twentieth Century. Lampeter: Edwin Mellen Yayınevi, 2000. 124-148. Yalkın, Suat. “Tesk’in Ahilik Kültürü Haftası Kutlama Etkinlikleri ve Çağdaş Ahilik Uygulamalarından Eğitim Çalışmalarımız”. II. Uluslararası Ahilik Kültürü Sempozyumu Bildirileri. Kırşehir: Kültür Bakanlığı Yayınları, 1999. Yerasimos, Stephanos. “Sûr ve Sûrnâm el er (Düğün ve Düğün Kitapları)”. Sûrnâme: Sultan Ahmed ’in Düğün Kitabı. Bern: Ertuğ & Kocabıyık, 2000. 7-11.