23 Aralık 2021 Perşembe

Konya Gastronomisinde Ateşbaz-ı Veli

 Konya Gastronomisinde Ateşbaz-ı Veli


Konya İlinin Bir Destinasyon Olarak Pazarlanmasında Ateşbaz-I Veli Hazretleri’nin Rolü
Onur TUGAY "Yüksek Lisans Öğrencisi"
Ayça TUNCA "Yüksek Lisans Öğrencisi" 
Yeliz PEKERŞEN "Dr. Öğr. Üyesi" 

Giriş

Destinasyonların turistik açıdan rekabet güçlerini arttırmaları, kültür gezilerini önemli bir konu hâline getirmektedir. Şehirlerin turizmden gelir elde etmeleri için mevcut turistik değerlerinin pazarlanması önem taşımaktadır (Arat ve Gürhan, 2016: 185). Bu noktada Konya’nın değerli şehir varlıklarından olan Hz. Mevlâna ve Ateşbaz-ı Veli gibi İslami şahsiyetler ve onların türbeleri Konya’ya kutsal şehir statüsü kazandırmanın yanında önemli birer turistik imaj oluşturmaktadır (Kars Bilgili, 2018: 309). 

Günümüzde, Ateşbaz-ı Veli hakkında elde edilen bilgilerin birçoğu Mevlâna ile arasında geçen menkıbe ve türbesinde bulunan kitabeden elde edilen bilgilerdir. Mevcut bilgilerin menkıbevi olması Ateşbaz-ı Veli ile ilgili bilgilerin kesinliği hakkında bir bilinmezlik oluşturmaktadır (Özönder, 1991: 57). Ateşbaz-ı Veli bütün bu bilinmezliğe rağmen Mevlevilikte önemli bir kişiliği temsil etmektedir (Hacıgökmen, 2017: 161). 

Bu doğrultuda çalışmada, Ateşbaz-ı Veli’nin önemi, yapılan tanıtım çalışmalarının yeterliliği ve tanıtım faaliyetlerinin daha iyi yürütülmesi için nasıl bir yol izlenmesi gerektiği gibi konularda uzman görüşleri alınmıştır. Konya’nın pazarlanmasında Ateşbaz-ı Veli’nin hangi açıdan etkin bir rol oynayacağı, Konya’nın dinsel imajına kattığı değer, uluslararası tanınırlığına etkisi ve turist çekme potansiyeli incelenerek çıkarımlarda bulunulması amaçlanmıştır. 

Bu çalışma Konya Gastronomisinde Ateşbaz-ı Velinin Konya ilinin inanç değerleri, tarihi, kültürel ve doğal mirasların turizm ile ilişkisinin belirlenmesi, Ateşbaz-ı Veli’nin taşıdığı potansiyel göz önünde bulundurulduğunda bir turizm unsuru olarak imaj değerinin yaratılması ve bilinirliğinin sağlanması aynı zamanda Konya ilinin mevcut turizm durumunun değerlendirilmesi ve ileride yapılması gerekenleri ortaya çıkarması açısından önem teşkil etmektedir.

Literatür Konya’nın Tarihi

Konya günümüze kadar birçok medeniyete ev sahipliği yapmış ve Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı Devleti’nin himayesi altına girerek birçok kültür ile etkileşim kurmuş bir şehirdir (Konyalı, 1997: 4). Konya ismi, birçok kültürü etkilemiş olan ‘İkonion’ dan gelmektedir. Rivayete göre şehri rahatsız eden bir canavarı öldüren kişiye minnettarlık ifadesi olarak bu olayı anlatan bir anıt yapılmıştır. Bu anıta ‘İkonion’ adı verilmiştir (Karabulut ve Kaynak, 2016: 189). Konya iline ilk yerleşim Neolitik Çağ’da M.Ö. 7000-8000 yıllarında Çumra, Karaman, Seydişehir ve Beyşehir dolaylarında gerçekleşmiştir. Bu yerleşim yerlerinden UNESCO tarafından Dünya Miras Listesi’nde yer alan Çatalhöyük başta olmak üzere Sille, Kilistra, Alaaddin Tepesi, Eflatunpınar gibi anıtlar günümüze miras kalmıştır (Tapur, 2009: 477).

1071 Malazgirt Savaşı’ndan sonra Anadolu’ya hâkim olan Oğuz boyu komutanlarından Kutalmışoğlu Süleyman Şah Konya ve yöresini fethettikten sonra batıya yönelmiştir. Anadolu Selçuklu Devleti’nin başkenti İznik olarak belirlenmiş ve I. Haçlı Seferi sonrasında İznik kaybedilince başkent Konya’ya taşınmıştır. Konya o tarihten itibaren kısa sürede Anadolu’nun en gelişmiş şehirlerinden biri haline gelerek kültür ve sanatta altın çağını yaşamıştır (Konuk, 2002: 183-184). Bahaeddin Veled, Mevlâna Celaleddin başta olmak üzere birçok mutasavvıf Konya’ya yerleşmiş ve ortaya çıkarttıkları eserler ile şehrin kültür merkezi haline getirilmesine katkı sağlamıştır (Kültür ve Turizm Bakanlığı Konya İl Halk Kütüphanesi, 2019). Konya, Anadolu Selçukluları’na başkentlik yaptığı yıllarda en parlak dönemini yaşamıştır. Günümüze kadar ayakta kalan saray, cami ve medrese gibi yapılarda Selçuklu kültürünü görmek mümkündür (Bahar, 1994: 316).

15. yüzyılın ortalarına doğru başlayan Osmanlı ve Karaman arasındaki güç mücadelesi şiddetlenmiş bunun sonucunda da şehir tahribata uğramış, nüfusu azalmış ve pek çok vakıf ile eser harap hale gelmiştir. Bölgenin hâkimiyetinin Osmanlı Devleti’ne geçmesi ile Konya ili Karaman eyaletinin merkezi olarak kabul edilmiştir (Yörük, 2017: 353).

Cumhuriyetin ilanı ile 1923 yılında bölgedeki eğitim kurumlarına ek olarak yeni okullar açılmış, gazete ve dergiler yayınlanmıştır. Yurt genelinde olduğu gibi Konya’da da ilk, orta, lise ve yükseköğretim devlet yönetimine geçerek okul yapma ve okuma seferberliğine başlanmış, öğretmen yetiştiren okullar ile teknik ve sanat okulları, yüksekokullar memleketin ihtiyacına göre yenilenerek çoğaltılmıştır. Cumhuriyet Devri’nde hızla büyüyen ve gelişen Konya, Selçuklular, Karamanoğulları ve Osmanlılar döneminden kalan eserler ile bugün açık hava müzesi konumunda bir şehirdir (Kültür ve Turizm Bakanlığı Konya İl Halk Kütüphanesi, 2019).

Mevlâna ve Mevlevilik İnanışı

Mevlâna Celaleddin Rumi, günümüzde sadece Türk ve İslam medeniyetlerini değil Batı medeniyetlerini de etkilemiş büyük bir âlimdir (Aksoy, Akbulut ve İflazoğlu, 2016: 97). Mevlâna Celaleddin, 13. yüzyılda Afganistan’ın Belh şehrinde dünyaya gelmiştir. Aslen Türk soyundandır (Çubukçu, 1993: 97). Gerçek ismi Muhammed Celaleddin’dir. Annesi Harzemşahlılar hanedanından Alaeddin Muhammed’in kızı Mü’mine Hatundur. Mevlâna’nın anne tarafından kökeni Hz. Ebubekir’e kadar uzanmaktadır. 

Mevlâna’nın babası ise Hüseyin Hatibi’nin oğlu Muhammed Bahaeddin Veled’dir. Sultanü’l Ulema olarak anılan Bahaeddin Veled yaşamış olduğu dönemin en büyük din ve tasavvuf âlimlerindendir (Top, 2012: 25). Mevlâna’nın yetişmesinde önemli bir unsur olan Belh şehri 13. yüzyılda Orta Asya’nın önemli bir kültür merkezidir. İslam ve tasavvuf kültürünün yerleştiği bir şehirdir (İspir, 2007: 179). Şehrin önde gelen âlimlerinden olan babası Bahaeddin Veled, Mevlâna’nın eğitiminde önemli bir rol oynamaktadır. Mevlâna’nın babası Bahaeddin Veled ve arkadaşları onun alimlikle birlikte sanatkâr ve şairane bir karaktere sahip olmasında bir diğer önemli unsurdur (Özbek, 2001: 43). 

Dönemin siyasi zorunlulukları ve Moğol istilası nedeniyle göç etmek zorunda kalan (Boyacıoğlu ve Erdağ, 2013: 328) Sultanü’l Ulema, şehirden ayrıldıktan sonra devrin önemli kültür merkezlerini dolaşmış ve birçok büyük âlim ile fikir alışverişinde bulunmuştur. Dönemin Anadolu Selçuklu sultanı Alâeddin Keykubad’ın Bahaeddin Veled’i davet etmesi üzerine ailesi ile Konya’ya yerleşmiştir. Güçlü bir ilmî çevrede yetişmiş olan Mevlâna, 1230 yılında babasının vefatı üzerine onun makamına geçmiştir (Türk, 2016: 516).

Mevlâna’nın hayatındaki bir diğer önemli değişimi yaratan, manevi bir kıvılcımı ateşleyen olay ise Şems-i Tebrizi ile buluşmasıdır (Güven ve Arpaguş, 2004: 135). Mevlâna, Şems ile tanıştıktan sonra vaktini onunla geçirerek, vaazlarına ara vermiş ve yakınındakilerle görüşmeyi seyrekleştirmiştir. Bu durum Mevlâna’nın çevresinde bulunanlar tarafından hoşnutsuzluk ile karşılanmıştır. 1247 yılında Şems’in huzursuzluk yaratmamak için ortadan kaybolması üzerine Mevlâna keder ile uzun yıllar boyunca vefat edene kadar inzivaya çekilmiştir (Küçükbezirci, 2013: 22).

Mevlâna’nın 1273 yılında vefat ettikten sonra yerini oğlu Sultan Veled almıştır. Mevleviliğin ekolünü belirleyen ve örgütlenmesini sağlayan kişi Sultan Veled’tir (Çubukçu, 1993: 98). Mevlâna’nın ölümünden sonra ortaya çıkan Mevlevilik, onun düşünceleri ve uygulamaları onu sevenler tarafından esas alınıp uygulanmıştır. Mevlevilik tam olarak 14. yüzyılda Anadolu topraklarında doğan, tanınan ve yayılan bir felsefedir (Kara, 2006: 9). Mevlevi dergâhları, İslam medeniyetlerini temsil ederek, dünya üzerinde silinmez izler bırakmıştır. Mensup oldukları ekolün en iyi musiki eserlerini vermiş, en ünlü şairlerini ve sanatçılarını yetiştirmiştir. İnsani duyguları besleyip geliştirmiş ve yaşama ilahi olduğu kadar beşeri bir zevk de katmıştır (Gölpınarlı, 1963: 3).

Mevlevilikte hiçbir zorlama olmamakla birlikte, Mevlevi olmaya karar veren kişi eğer genç ise ailesinden izin alınarak tarikata kabul edilmekteydi. Üye kişiye kabul edilmeden önce tarikatın güçlükleri anlatılır eğer kabul ederse eğitim bölümü olan mutfak biriminde üç gün oturtulurdu. Bu üç gün içinde yapılan işleri gözlemler ve gerekmedikçe konuşmaz ya da posttan kalkmazdı. Üç günün sonunda ise huzura çıkar ve kararını açıklardı. Eğer Mevlevi olmakta kararlı ise on sekiz gün getir-götür işlerine bakardı. 

On sekiz günün sonunda ona artık Mevlevilerin özel kıyafetleri giydirilir ve çilesi başlamış olurdu (Kılınçarslan, 2006: 14). Çileye soyunmak isteyen adayları gözden geçiren kişi Ateşbaz-ı Veli makamında bulunan aşçı dededir. Dervişlerin hakkındaki nihai kararlar verilmesinde de son söz sahibi Ateşbaz’dır. (Hacıgökmen, 2017: 164). Mevlâna zamanında temel eğitim görevini Ateşbaz-ı Veli yani Şemseddin Yusuf yerine getirmiştir. Ondan sonraki dönemlerde bu unvan onun görevi yerine tayin edilen kişiler için kullanılmıştır (Özönder, 1991: 58).

Ateşbaz-ı Veli ve Mevlevilikteki Yeri

Asıl adı Şemseddin Yusuf olan Ateşbaz-ı Veli, Mevlâna ile aynı devirde yaşamış bir zattır. Mevlânâ’nın babası Bahaeddin Veled ile Belh’ten gelmiştir. Dergâhta yetişmiş ve aşçılık yapmıştır (Aksoy, Akbulut ve İflazoğlu, 2016: 98). Şemsettin Yusuf’un hayatı hakkında yeterli bilgi bulunmamaktadır. Hayatını sürdürdüğü yıllar ve Mevlevi kültüründeki yeri hakkında elde edilen bilgiler menkıbevidir. Ateşbaz-ı Veli kelime kökeni olarak Farsçada ‘ateş ile oynayan’ ‘ateş ile meşgul olan’ anlamına gelmektedir. 

Yusuf’a Ateşbaz unvanının verilmesi şu menkıbeye dayanmaktadır: Bir gün, mutfakta odun kalmadığını arz etmek üzere Mevlânâ’nın huzuruna girer. Mevlânâ’nın latife olarak, “Kazanın altına ayaklarını sokarak kazanı kaynat!” demesi üzerine öyle yapar; ayak parmaklarından çıkan alevlerle aşı pişirir. Kerametin açıklanmasını istemeyen Mevlânâ, “Hay ateşbaz, hay!” der. Böylece Yusuf bu olaydan sonra “Ateşbaz” unvanıyla anılmaya başlar (Özönder, 1988: 98).

Ateşbaz-ı Veli matbah sorumlusu olmasının yanında Mevlevi dergâhındaki müritlerin eğitiminden ve dergâh giderlerinin muhasebesinden de sorumludur. Dergâh mutfağında, aşçı dede olarak bilinse de nefsini terbiye etmek isteyen dervişlerin kılavuzu ve eğitimcisidir (Bekleyiciler, 2007: 16-23). Mevlevilikte mutfak sadece yemeklerin hazırlanıp sunulduğu bir yer değildir. Dervişlerin çileye soyunup, pişme ve olgunlaşma sürecini tamamladıkları yerdir. Mutfak, onlar için dünyevi işlerin sembolüdür (Demirci, 2008: 124). 

Mevlevilik adayı, adap ve terbiyeyi, pazarcılık, bulaşıkçılık gibi on sekiz hizmetten oluşan bir çile ile eğitimini tamamlamaktadır (Azsöz, 2016: 43). Ateşbaz-ı Veli, terbiyeci ve eğitimcidir. Aşçı Dede acemi Mevleviler’in öğretmenidir (Aksoy, Akbulut ve İflazoğlu, 2016: 98). Mevlevî dergâhlarında, Meydan-ı Şerif’te serili beyaz renkteki postun adı Ateşbaz Postu’dur. Bunun anlamı; makama teslimiyet, ‘Mevlevili’ğe söz vermek’ ve ‘çileye soyunmak’ demektir. Dergâhtaki öğrencilerin öğretmeni olan Ateşbaz-ı Veli, semahanedeki ayin sırasında postnişin ve Tarikatçı Dede ile aynı hizada yer almaktadır (Özönder, 1991: 58). Ateşbaz-ı Veli, Mevlevi dergâhındaki en yüksek ikinci makamın sahibidir (Özönder, 1988: 97).

Ateşbaz-ı Veli, Mevlana’nın ölümünden yaklaşık 12 yıl sonra, 1285 yılında vefat etmiştir. Adına anıt mezar yaptırılan ilk aşçı olan Ateşbaz-ı Veli’nin türbesinin taşlarının rengi de ateş rengidir. Türbenin ön cephesinde bulunan kitabede ‘‘Bu kabir, kutlu şehid İzzeddin oğlu, milletin şemsi Yusuf Ateşbaz’ın kabridir. Altı yüz seksen dört yılı Receb’inin yarısında Tanrı rahmetine ulaştı. Tanrı yarılasın’’ yazısı bulunmaktadır (Azsöz, 2016: 39). 

Mevlâna dergâhındaki dervişler ve dergâh üyeleri, Ateşbaz-ı Veli’nin vefatından yıllar sonra bile onun telkin ve nasihatlerine sadık kalmış, onun anısına oluşturduğu adap reformunu yaşatmaya çalışmıştır. Toplum arasında ermiş kişi olduğuna inanılan Ateşbaz-ı Veli’nin türbesini ziyaret etmenin ve orada dağıtılan tuzdan bir tutam alıp mutfaklarına götürmenin, ziyaret eden kişilerin mutfaklarına bereket getireceği, yaptıkları yemeklerin güzel olacağı veya hastalıklara iyi geleceği gibi inançlar yaygındır. Mevlâna sağlığında, Ateşbaz-ı Veli’ye hitaben; ‘’Tuzunu alan şifa bulsun, hacetleri kabul olsun, aşları artsın eksilmesin, taşsın dökülmesin...’’ diyerek tuzun kerameti olduğunu belirtmiştir (Bekleyiciler, 2007: 97-99).

Günümüzde de Ateşbaz-ı Veli’nin önemi Konya’da gerçekleştirilen çeşitli etkinlikler ile korunmaya devam etmektedir. Vefatının 700. yıl dönümü anısına düzenlenen etkinliklerde ünlü aşçılar türbeyi ziyaret etmiş ve anıt mezarı olan bir aşçı ile karşılaşmanın büyüsünü yaşamışlardır (Halıcı, 2007: 36). Dünya üzerinde türbesi olan ilk ve tek aşçıbaşı olarak bilinmekte olan Ateşbaz-ı Veli adına 2014 yılından bu yana Konya’da ‘’Ateşbaz-ı Veli Mutfak ve Mutfak Kültürü Ödülleri’’ adında ödüllü yemek yarışması düzenlenmektedir (Aksoy, Akbulut ve İflazoğlu, 2016: 99).

Araştırmanın Yöntemi Araştırmanın Amacı ve Önemi

Çalışmada, Ateşbaz-ı Veli’nin önemi, yapılan tanıtım çalışmalarının yeterliliği, tanıtım faaliyetlerinin daha iyi yürütülmesi için nasıl bir yol izlenmesi gerektiği gibi konularda uzman görüşleri alınmıştır. Konya’nın pazarlanmasında Ateşbaz-ı Veli’nin hangi açıdan etkin bir rol oynayacağı, Konya’nın dinsel imajına kattığı değer, uluslararası tanınırlığına etkisi ve turist çekme potansiyeli incelenerek hakkında yapılan tanıtım çalışmalarının yeterli olup olmadığı, daha iyi tanıtılması için nasıl bir yol izlenmesi gerektiği konusunda çıkarımlarda bulunulması amaçlanmıştır.

Araştırmanın Evreni ve Örneklemi

Araştırmanın evrenini; Konya ili, ilin kültürel, tarihi değerleri, turizm potansiyeli ve bu konuyla alakalı bilgi birikimine sahip akademisyenler, mutfak kültürü yazarı, Konya İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü ve Konya Türk Tasavvuf Müziği Topluluğu’nda çalışan müdürler oluşturmaktadır.

Araştırmanın örnekleminin belirlenmesi sürecinde konunun amacına uygun kişilerle görüşülmesine özen gösterilmiştir. Çalışmada amaçlı örneklem yöntemlerinden kartopu örneklem yöntemine göre katılımcılar belirlenmiştir. Kartopu yöntemi, istenilen özellikleri taşıyan kişilerin örneklemi belirlemede bilgi kaynağı olarak yararlanıldığı örnekleme türüdür (Balcı, 2009: 98). Bu kapsamda Anadolu Üniversitesinden 3, Kırıkkale Üniversitesinden 1, Selçuk Üniversitesinden 3 akademisyene, Konya İl Kültür ve Turizm Müdürlüğünden 1 müdür yardımcısına, Konya Türk Tasavvuf Müziği Topluluğu’ndan 1 müdüre, mutfak ve kültür yemek yazarı olan 1 kişiye ulaşılarak görüşmeler gerçekleştirilmiştir. 

Görüşme yapılan 10 katılımcı; K1 (Katılımcı 1), K2, K3, K4, K5, K6, K7, K8, K9, K10 şeklinde kodlanmıştır

Katılımcıların mesleği ve bilgi alınan temel konular ise Tablo 1’de yer almaktadır:

Tablo 1. Katılımcılara İlişkin Bilgiler


Meslek

Bilgi Alınan Temel Konular

K1

Akademisyen

Ateşbaz-ı Veli ve Konya tarihi

K2

Akademisyen

Ateşbaz-ı Veli

K3

Akademisyen

Ateşbaz-ı Veli

K4

Yemek Yazarı

Ateşbaz-ı Veli ve Konya’nın turizm potansiyeli

K5

Akademisyen

Ateşbaz-ı Veli ve pazarlama faaliyetleri

K6

Akademisyen

Ateşbaz-ı Veli ve Konya kültürel değerleri

K7

Akademisyen

Ateşbaz-ı Veli ve Konya’nın turist profili

K8

Akademisyen

Ateşbaz-ı Veli ve Konya imajı

K9

Kurum Müdürü

Ateşbaz-ı Veli ve Konya turizm sorunları

K10

Kurum Müdür Yardımcısı

Ateşbaz-ı Veli ve Konya’nın altyapısı

Veri Toplama Tekniği ve Aracı

Araştırmada veri toplama aracı olarak yarı yapılandırılmış görüşme tekniğinden yararlanılmıştır. Verilerin analizinde ise içerik analizi tekniği kullanılmıştır. İçerik analizi uygulanırken göz önünde bulundurulması gereken prensiplerden biri analiz kategorilerinin açık ve kesin bir şekilde belirtilmesidir (Arık, 1998: 119). Görüşme soruları Çakmak’ın (2014) yüksek lisans tez çalışmasından alınmış ve çalışmanın amacına uygun bir biçimde uyarlanmıştır. 

Soru formunda araştırmanın amacına uygun 18 açık uçlu soru yer almaktadır. Sorular genel olarak Konya’nın genel turizm durumu, Ateşbaz-ı Veli’nin önemi, turizm hareketliliğine etkisi, dinsel imaja katkısı, uluslararası tanınırlığa etkisi, pazarlama politikalarının yeterliliği ve tanıtım faaliyetleri ile ilgilidir. Görüşme, katılımcılardan randevu alınmak suretiyle 9-13 Mart 2020 tarihlerinde yüz yüze ve uzman kişilerden üçünün farklı şehirlerde bulunması nedeniyle telefonda iletişim kurularak ve e-posta aracılığıyla gerçekleştirilmiştir. Görüşmeler ses kayıt cihazı ile kayıt altına alınmıştır. 

Araştırma yapılırken katılımcılardan gönüllülük esasına uygun olarak bilgi istenVeri Analiz Yöntemi

Elde edilen verilerin analiz edilmesinde içerik analizi kullanılmıştır. Yarı yapılandırılmış görüşmeler sonrası, katılımcıların konuşmaları, transkript hâline dönüştürülmüştür. Ardından bu transkriptlere betimsel analiz uygulanarak kategoriler belirlenmiştir. İçerik analizleri yapılarak kodlar oluşturulmuş, ortaya çıkan kodların benzerlikleri, farklılıkları saptanarak ve birbiriyle ilişkili olanlar bir araya getirilerek temalar ortaya çıkarılmıştır.

Tematik kodlama yapmak için de ortaya çıkan kodların benzerlik ve farklılıkları saptanarak ve buna göre birbiriyle ilişkili olan kodlar bir araya getirilerek temaların altında yer alan veriler anlamlı bir bütün hâline getirilmiştir. Çok sayıda verinin ortak yönü ortaya konularak, ne sıklıkta oldukları belirlenmiştir. Çalışmada doğrudan alıntılara yer verilmiş ve elde edilen veriler yorumlanarak sonuçlar ortaya konulmuştur (Üzümcü, 2015: 133).

Bulgular

Araştırmanın bu kısmında belirlenen temalar ve kategorilere ilişkin bulgulara yer verilecektir. Tablo 2’de tema ve kategoriler yer almaktadır:

Tablo 2: Verilerin Analizi Sonucu Ortaya Çıkan Tema ve Kategoriler

4.1. Konya İlinin Mevcut Turizm Durumunun Değerlendirilmesi Teması İnanç değerleri ile öne çıkması
UNESCO 2007 Dünya Mevlâna Yılı
Selçuklu Devleti’nin başkenti olması

4.2. Konya’nın Doğal, Kültürel ve İnanç Değerlerinin Yeterliliği Teması
Mevlâna Selçuklu Tarihi Müzeler Türbeler Anıtlar Külliyeler Camiler Kiliseler Mağaralar Şelaleler Göller
Saraylar
Konya mutfağı
Mevlevi mutfağı Arkeolojik kalıntılar Tarihi Yerleşkeler
El Yazması Koleksiyonlar Tasavvuf Düşünürleri

4.3. Konya’nın Turistik Açıdan Sorunları Teması
Konaklama sayısının az olması
Gastronomi turizmine yönelik çalışmaların az olması
Alternatif turizm kaynaklarının olmasına rağmen kullanılamaması İyi yetişmiş rehberlerin az sayıda olması
Kültür ve tabiat varlıklarını koruyucu önlemlerin yeteri kadar alınmaması
Müzelerde çalışan personellerin yabancı dil bilgisinin olmaması

4.4. Konya’nın Destinasyon İmajına İlişkin Görüşler Teması
Kültürel, tarihi ve inanç değerleri açısından zengin bir şehir olması
Doğal güzellikleri ile alternatif turizm potansiyelinin yüksek olması

4.5. Konya’nın Ulaşılabilirlik Açısından Değerlendirilmesi Teması
Havaalanının uluslararası uçuşlara kapalı olması Havaalanına sefer yapan toplu taşıma araçlarının az olması Hızlı tren ile ulaşımın kolaylık sağlaması
Tren garının şehrin merkezine yürüme mesafesinde olması Birçok şehire kara yolculuğu bakımından yakın olması

4.6. Ateşbaz-ı Veli’nin Turizm Hareketliliklerine Etkisi Teması

4.7. Ateşbaz-ı Veli’nin Turist Çekme Niteliği Teması

4.8. Bölge Halkının Ateşbaz-ı Veli Hakkında Davranış ve Farkındalığı Teması İsmen bilinmesi fakat detaylı bilgi birikiminin olmaması
Mevlâna’nın aşçısı olması
Mevlevilik anlayışının kurucularından olması Türbesinin bulunması
Mevlâna’nın eserlerinde Ateşbaz-ı Veli’den bahsetmesi

4.10. Ateşbaz-ı Veli’nin, Konya’nın Uluslararası Tanınırlığında Etkisi Teması Doğrudan değil dolaylı bir imaj değeri sağlaması

4.11. Ateşbaz-ı Veli’nin Mevcut Pazarlama Politikalarının Yeterliliği Teması Yapılan tanıtım faaliyetlerinin yetersiz olması

4.12.  Ateşbaz-ı Veli Hakkında Anlatım Yapan Rehberlerin Değerlendirilmesi Te- ması
Rehberlerin Ateşbaz-ı Veli hakkında detaylı bir bilgiye sahip olmaması Rehberlerin Ateşbaz-ı Veli’den yüzeysel bahsetmesi

4.13 Ateşbaz-ı Veli’nin, Konya’nın Pazarlanmasında Rolünün Değerlendirilmesi Teması
Aşçı kimliğinin vurgulanması
Mevlevi mutfak kültürüyle anılması Gastronomi faaliyetleriyle ilişkilendirilmesi

4.14. Ateşbaz-ı Veli’nin Hakkında Tanıtım Faaliyetlerine İlişkin Görüşler Teması
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın tanıtımlar yapması
Mevlâna ile ilgili yapılan yayınlarda Ateşbaz-ı Veli’den detaylandırılarak bahsedilmesi
Kongre, konferans, panellerin düzenlenmesi
Konya Belediyesi tarafından tanıtım filmlerinin oluşturulması
Mutfak kültürü ve yeme içme faaliyetlerinde yer verilmesi
Resmî kurum ve kuruluşlar, sivil toplum örgütleri, acente ve tur rehberlerinin iş birliğinde bulunması
     
Selçuklu tarihinden kalan kültürel mirasın Konya turizminde ön plana çıkartılmaması
Turizme kazandırılacak değerler hakkında bölge halkının bilinçlendirilememesi
                      
Potansiyelinin olması ancak bu potansiyelin etkin bir şekilde değerlendirilememesi
Konya’nın tarihi ve kültürel mirasına katkı sağlaması ancak tek başına turist çekecek düzeyde olmaması
  
4.9. Ateşbaz-ı Veli’nin Konya’daki İnanç Turizmi İmajına Kattığı Değerler Teması

Konya İlinin Mevcut Turizm Durumunun Değerlendirilmesi Teması

Yapılan görüşmelerde, katılımcılara ilk olarak Konya ilinin turizm durumuna ilişkin sorular yöneltilmiştir. Bu sorular ile katılımcıların; Konya’nın ulaşılabilirliği, mevcut turizm sorunları, sahip olduğu doğal, kültürel ve inanç değerlerinin yeterliliği, destinasyon bazındaki imajı gibi konularda görüşleri alınmıştır.

Katılımcılar, Konya’nın inanç değerleri ile ön plâna çıkan bir şehir olduğunu, özellikle Mevlâna Müzesi’nden dolayı ciddi miktarda turist çektiğini, Mevlâna Müzesi’nde bulunan yazma eserlerin tarihi ve kültürel bir zenginlik olduğunu, Mevlevi sembolizminin şehre önem kattığını, UNESCO’nun 2007 yılını Dünya Mevlâna Yılı olarak ilan etmesinin şehri değerli kıldığını ifade etmişlerdir. Görüşmeciler, başta Mevlâna olmak üzere Konya’nın ilim insanlarının yuvasına dönüşmüş bir şehir olduğunu, İbnü’l-Arabî ve Sadrettin Konevî gibi tasavvuf felsefesinde zirve yapmış şahsiyetlerin Konya’da yaşamış olmalarının Konya’nın inanç turizmine değer kattığını belirtmişlerdir. 

Katılımcılar; geçmişten miras kalan cami, mescit, türbe ve kiliselerin yanı sıra mağaraların çok fazla olduğuna değinmişlerdir. Bu hususta Konya’nın; Nasrettin Hoca Türbesi, Sille Köyü, Beyşehir Gölü, Aziziye Kilisesi, Şerafettin Camii gibi önemli kültürel ve tarihi birçok zenginliklerle dolu olduğunu aktarmışlardır. Konya’nın Selçuklu Devleti’nin merkezi olmasından dolayı özel bir konuma sahip olduğunu, doğal kaynakları, kültürel, dini ve tarihi değerleri açısından turizm potansiyeli yüksek bir şehir olduğunu ancak en yoğun turizm döneminin Şeb-i Arûs zamanında yaşandığını belirtmişlerdir.

“Konya, Türkiye’deki kadim şehirler arasında yer almaktadır. Selçuklu gibi büyük bir imparatorluğa başkentlik yapmış aynı zamanda ilim insanlarının yuvasına dönüşmüş bir şehir olması nedeniyle önem arz etmekte. İnanç değerleri açısından büyük bir birikime sahip bir şehir nitekim eski kiliseler ve Aziziye, Şerafettin camileri gibi çok eski zamanlarda inşa edilen camiler bulunmakta. Zengin bir yemek kültürüne sahip olması nedeniyle de gerek turistler gerek saha çalışmaları yapan araştırmalar açısından turizmde önemli potansiyele sahip bir şehir (K1)”.

“Konya, kültürel ve tarihi değerlere sahip bir şehir. Geçmişten miras kalan camiler, mescitler, türbeler, kiliseler, mağaralar fazlasıyla var. Akşehir’de Nasrettin Hoca Türbesi, Sille yerleşkesi, Beyşehir Gölü gibi önemli yapılara sahip. En önemlisi, Mevlâna Hazretleri’nin Konya’da yaşamış olması, düşünce ve yaşam tarzının ilk olarak Konya’da yayılması, müzenin içindeki kütüphanede yazma eserlerin sergilenmesi kültürel açıdan büyük bir zenginlik. Tüm bunlara baktığımızda Konya için kültürel, dini ve tarihi değerlere sahip turizm potansiyeli yüksek bir şehir diyebiliriz (K2)”.

“Konya Selçuklu başkenti olarak özel bir konuma sahiptir. Mevlâna Hazretleri’nin de Konya’da yaşamış olması Konya’yı değerli kılmaktadır. Nitekim UNESCO, 2007 yılını Dünya Mevlâna Yılı olarak ilân etmiştir. Aynı zamanda Konya’nın doğal kaynak ve tarihi birikimler bakımından zengin olması da turizm potansiyeli yüksek olan bir şehir olduğunu göstermektedir fakat en büyük ziyaret sebebi Mevlâna Hazretleri’dir (K4)”.

Konya’nın Doğal, Kültürel ve İnanç Değerlerinin Yeterliliği Teması

Görüşmeciler; Konya’nın doğal, kültürel ve inanç değerleri açısından zengin bir şehir olduğunu belirtmişlerdir. Konya’da çok sayıda kilise, cami, medrese, türbe, han, hamam bulunması, tarihi yerleşkelerin olması ve Selçuklu Devleti’ne başkentlik yapması nedeniyle tarihi birikimine dikkat çekmişlerdir. Konya’nın; mağara, şelale, göl, yayla ve milli parkları ile çok fazla doğal güzelliğe sahip olduğunu ifade etmişlerdir. Başta Mevlâna olmak üzere İbnü’l-Arabî ve Sadrettin Konevî gibi tasavvuf düşünürlerinin yaşadığı şehir olarak her şeyden önce bir inanç şehri olarak görüldüğünü belirtmişlerdir. Katılımcılar; Konya’nın doğal, kültürel ve inanç değerleri açısından büyük birikim taşıyan bir şehir olduğu görüşündedir.

“Kesinlikle yeterli. Antik dönem medeniyetlerine ev sahipliği yapmış olduğu birçok rölyef, kabartma tablolar var. Her ne kadar bazıları Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi’ne, İstanbul Arkeoloji Müzesi’ne nakledilmiş olsa da sonuçta asıl bulundukları yer, coğrafi işaretleri Konya. Eflatun Pınarı gibi ilginç efsaneleri barındıran çeşmeler, Türkiye’de nadir bulunan Selçuklular Dönemi’nden kalma ahşap camiler gibi kültürel ve doğal zenginlikler barındıran bir şehir olması; tur paketi oluşturan acentalar, şehri gezmek isteyen turistler açısından tercih sebebi oluşturmakta (K1)”.

“Konya ve çevresindeki doğal güzelliklere değinmek gerektiğini düşünüyorum. Bana göre Tınaztepe Mağarası, Meke Gölü, Beyşehir Gölü, Yerköprü Şelalesi görülmesi gereken doğal güzellikler. Doğal güzelliklerinin yanında Konya, geçmişte birçok medeniyete ev sahipliği yaptığı bilinen bir şehir. Bu medeniyetlerden kalan birçok tarihi yapı, sanat eserleri var. Kültürel açıdan da doğal güzellikleriyle de zengin bir şehir olduğunu düşünüyorum. Bana kalırsa dini açıdan önemi herkesçe biliniyor. 

Tarihi camiler, tasavvufun sembolü olan Mevlâna Hazretleri bu inanç değerlerinin en büyük unsurları (K2)”.

“Bence yeterlidir. Konya, birçok medeniyete ev sahipliği yapmış ve birçok doğal güzelliğe sahip bir şehirdir. Arkeolojik kalıntılar, anıt, külliye, cami, kilise, saray gibi tarihi varlıkları ile gelenek, görenek, yemek gibi kültür varlıkları turizm açısından önemli değerler sağlamaktadır. En önemlisi de Mevlâna’nın Konya ve Türk kültürüne olan etkisidir. Yaşam tarzı ve hayat felsefesi ile ışık tutmaktadır. Mevlâna; Konya için kültür ve inanç turizmi kapsamında uluslararası niteliktedir (K5).

Konya’nın Turistik Açıdan Sorunları Teması

Şehrin turizme yönelik sorunlarını değerlendiren katılımcılar özellikle şu konulardaki sıkıntıları ifade etmiştir:

“Konya’ya her yıl sayıca fazla turist geliyor ancak geceleme sayısı ortalaması iki gün. Harcadıkları paraya bakıldığında da kalkınmış ve turizmde öncü ülkelerle mukayese edildiğinde yetersiz olarak değerlendirilebilir. Güzel bir boyutunu da dile getirirsek Konya Büyükşehir Belediyesi güzel mutfaklar kurdu. Mevlâna Müzesi yakınında, Akyokuş’ta, Japon Bahçesi’nde Konya yemeklerini turistlerle buluşturuyorlar, çok da pahalı değil, ortamın mimarisi de bu ruha uygun. Bu açıdan yıldan yıla gastronomi turizmine de katkı sağlayacak çalışmalar yapılıyor ancak henüz emekleme aşamasında demek daha doğru olur. Daha da profesyonel olması her zaman yarar sağlayacaktır (K1)”.

“Yerli turistlerin hızlı trenin de olması nedeniyle günübirlik geldiğini, başta Mevlâna Müzesi’ni ziyaret ederek merkezde dolaşıp, Konya’nın yerel yemeklerinden tadarak ve yöresel ürünlerinden alarak döndüğünü düşünüyorum. Hızlı trenle çok kısa sürede Konya’ya ulaşmak mümkün, seferlerin çok sık olması da insanları günübirlik ziyaretlere yöneltiyor. 

Konya’nın Mersin, Antalya gibi pek çok şehre yakın olması da insanların yolculukları sırasında uğrak bir yer olmasını sağlıyor ancak konaklama bazında kısa süreli konaklamaların olması şehir içi turizm hareketliliğine zarar verebilir. Yabancı turistler de birkaç gün konaklayarak şehirden ayrılıyor. Konaklamanın uzun olması için turistlerde popüler yerlerin yanında çok bilinmeyen yerleri ziyaret etme isteği yaratılmalı (K2)”.

“İyi yetişmiş rehberlerin az olması tanıtımı ve aktarımı olumsuz etkilemektedir (K4)”.

“Öncelikle Konya halkının, kurumlarının, kuruluşlarının, vakıflarının, üniversitelerin, odalarının vs. her türlü resmi ve gayri resmi oluşumların, düşüncelerin birleşememesi sorunu vardır. Diğer yandan bu sorun tümden bir bakış açısıyla, Konya civarındaki illerle, Türkiye geneli ve diğer ülkelerle de olan bağlarının kopuk olması sorununu da ortaya çıkartmaktadır. Örneğin; Nevşehir/KapadokyaBalon turizmi sonrası Konya’nın turizm noktalarının azalması vs. Bana göre en öncelikli çözülmesi gereken sorun uyum ve birleşememe sorunudur. Bunu Aralık aylarındaki Şeb-i Arus programlarında da görmekteyiz (K7)”.
“Konya olarak sorun şu ki turistler sadece Konya’yı ziyaret edip diğer destinasyonlara geçmektedir. Gelen turistlerin ilde en az bir gece de olsa konaklamaları sağlanmalıdır (K9)”.

Yapılan görüş bildirimleri doğrultusunda; Konya ve Selçuklu tarihini içeren bir turizm faaliyetinin olmadığı, Konya’nın sadece Mevlâna ve Mevlevi kültürü olarak değil Selçuklu tarihi kültürü ve medeniyetiyle de ön plâna çıkması gerektiği belirtilmiştir. Konya’daki turizmin ağırlıklı olarak yalnızca Mevlâna üzerinden yürüdüğü ve farklı alanlarda da turizm faaliyetlerinin gerçekleştirilmesi vurgulanmıştır. Katılımcılar örnek olarak; Sadrettin Konevi ve İbnü’l-Arabi gibi Konya’nın önde gelen diğer âlimlerini belirtmişlerdir. Görüşmeciler; kültür ve tabiat varlıklarının yeterince korunamadığını, gerekli önemlerin alınarak uygun restorasyonların yapılmadığına değinmiştir. 

Aynı zamanda kültür ve turizme kazandırılacak olan yapı, yapıt, eser, örf, gelenek vs. gibi unsurların Konya halkına daha kapsamlı şekilde anlatılması gerektiğini vurgulamıştır. Görüşü alınan uzmanlar; Konya’nın coğrafi özellikleri ve doğal kaynakları ile alternatif turizme hitap edebilecek bir şehir olduğunu ancak bu durumun değerlendirilmediğini aktarmıştır. Turistlerin Konya’yı günübirlik ziyaret edip diğer destinasyonlara geçtiğini, ilde birkaç gün konaklamalarının sağlanması gerektiğine dikkat çekmiştir. Katılımcılar; müze, galeri ve sit alanlarında çalışan personellerin farklı dil bilgilerine sahip olmadığını belirterek bu durumun turizmde yüksek standartlara ulaşmayı güçleştirdiğini ifade etmiştir.

Konya’nın Destinasyon İmajına İlişkin Görüşler Teması

Verilen cevaplar incelendiğinde, Konya’nın doğal ve kültürel değerlerinin de çok fazla olduğu, Selçuklu tarihine başkentlik yapmasının tarihi ve kültürel miras açısından değer kattığı, sahip olduğu doğal zenginliklerin alternatif turizme olanak sağladığı yönündedir. Uzman kişilerin görüşlerinin ortak noktası, Konya’nın çeşitli turizm alternatiflerine sahip olduğu ancak bu potansiyelin değerlendirilemediği yönündedir.

“Kültürel açıdan da doğal güzellikleriyle de zengin bir şehir. Bu açıdan bakacak olursak kültürel, tarihi, inanç değerleri ve doğal güzellikleriyle bir bütün olarak öne çıkartılmalı. Ziyaretçilere, Mevlâna Müzesi’ni gezerek manevi huzur yaşayacakları, diğer müzedeki eserleri görerek kültür birikiminde bulunacakları, doğal güzellikleri görebilecekleri düşündürülmeli ve çok çeşitli bir turizm faaliyeti gerçekleştireceklerinin imajı çizilmelidir (K2)”.

“Konya, inanç değerleri yönünden kendisini kanıtlamış bir şehirdir. Şehrin tarihi, kültürel değerlerinin daha fazla tanıtımının yapılması gerekmektedir. Yine doğal zenginliklerinin turizme entegresinin sağlanması gerekmektedir (K4)”.

“Bunu bir tarihçi gözü ile açıklamak gerekirse Selçuklu açılımını yapmak gerekmektedir. Sadece Mevlâna ve Mevlevi kültürü olarak değil Selçuklu kültürü ve medeniyeti genişletilerek açıklanmalıdır (K6)”.
“Son dönemlerde özellikle belediye ve odalar ile üniversitelerin iş birlikçi çalışmaları görülmektedir. Özellikle Konya’nın üniversite şehri olma yolundaki gidişatına da bağlı olarak Türkiye genelinde ve uluslararası alanda hak ettiği yere erişme çabalarını sürdürmektedir. Sanayisi, altyapısı, ulaşımı, eğitim-öğretimi ve rahat yaşantısı ile mevcutta da zaten düzenli bir imajı vardır. Daha iyiye ulaşması ve çalışmalarını uzun yıllara yayılan ortak düşüncelere ayırması gerekmektedir K7)”.

“Maalesef Mevlâna, Konya’da turizme aracılık ederek turizme kurban edilmektedir. Konya’daki turizm sadece Mevlâna üzerinden yürümemeliydi daha değişik alanlara yönlenebilirdi. Örnek olarak Sadrettin Konevi, Konya’nın önde gelen diğer âlimleri, Selçuklu kültürü ve tarihi de ön plâna getirilebilirdi (K8)”.

Konya’nın Ulaşılabilirlik Açısından Değerlendirilmesi Teması

Görüşü alınan uzmanlar; Konya’nın ulaşılabilirlik açısından karayolu güzergahında birçok il ile bağlantılı olduğunu, tren ve otobüs garının şehrin merkezine yürüme mesafesinde olmasının avantaj sağladığını ve tren seferlerinin büyük illerden gelmeye elverişli olması nedeniyle ulaşımı kolaylaştırdığını ifade etmiştir. Konya’nın havayolu ulaşımında dış hat uçuşlarının olması gerektiğini belirtmiştir.

“Diğer Anadolu şehirleriyle kıyaslandığında yeterlidir ancak dünya standartlarında bakıldığında tabii ki kat etmesi gereken yol vardır. Örneğin; havaalanı bulunmaktadır ancak tramvaya, şehir merkezine veya diğer turistik noktalara bağlantısı zayıftır. Hızlı tren ve otobüs terminalinin şehir merkezine bağlantısı büyük bir avantajdır. Bir Anadolu şehri olarak ulaşım olanakları iyidir (K1)”.
“Konya’ya her şehirden ulaşım kolaydır. Şehir içi alt yapısı ulaşım ihtiyaçlarını karşılasa da ilerleyen zamanlarda iyileştirmeler muhakkak olmalıdır (K4)”.

“Konya ulaşım şartlarının elverişli olması nedeniyle yeterli şartlara sahiptir. Ancak Konya’daki havaalanının uluslararası ulaşıma kapalı olması olumsuz bir etkendir (K5)”.

“Konya’da şu anda hızlı trenin var oluşu çok büyük bir avantaj oluşturmaktadır. Zaten karayolu bakımından Türkiye’nin merkezinde ve ortasında bir şehirdir. Ama havayolu ile ilgili arzu edilen, Konya’nın potansiyeline eşit gelen bir alt yapısı henüz yok. Bu konuda da çalışmalar hala devam etmektedir. Ama Konya ana tur güzergâhları üzerinde bulunmakta Antalya, Kapadokya ve Denizli gibi. Bu bir avantaj oluşturmakta fakat havayolu ile ilgili daha fazla imkân olsun isterdik. Yurt dışı çıkışı ya da büyük uçakların inebileceği bir zemin gibi (K10)”.

Ateşbaz-ı Veli’nin Turizm Hareketliliğine Etkisi Teması

Görüşmelerde Ateşbaz-ı Veli’nin Konya’daki turizm hareketliliğine doğrudan bir etkisinin olmadığı, dolaylı olarak katkı sağladığı ifade edilmiştir. Katılımcılar, Mevlâna’nın eserlerinde Ateşbaz-ı Veli’den bahsetmesi, Mevlâna’dan sonra ortaya çıkan Mevlevilik anlayışı, Ateşbaz-ı Veli’nin Mevlevilikteki yeri ve önemi, adına anıt mezar yaptırılan ilk aşçı olarak tarihe geçmesinin büyük değerler taşıdığının ispatı niteliğinde olduğunu ancak Konya’ya gelen turistlerin ilk amacının Mevlâna’yı ziyaret etmek olması nedeniyle büyük bir etkisi bulunmadığı görüşündedir. 

Etkin bir turizm hareketi yaratılabilmesi için türbesinin turistler tarafından çok sık ziyaret ediliyor olması gerektiğini belirtmiştir. Bu ziyaretin gerçekleşebilmesi için Ateşbaz-ı Veli’nin bilinirliğinin arttırılması, türbesinin bulunduğu bölgenin çekici hâle getirilmesi, gastronomi kavramıyla ilişkilendirilmesi ve Konya mutfak kültürünün de dâhil edilmesinin yararlı olacağını ifade etmiştir. Katılımcılar, Ateşbaz-ı Veli’nin turizm hareketliliğini değiştirecek potansiyelinin olduğunu ancak şu an değiştirecek nitelikte olmadığını vurgulamıştır.

“Böyle bir etkisinin olduğunu düşünmüyorum. Bu biraz da ne ile ön plâna çıkmak istediğinizle alâkalı. Konya; şu an Mevlâna Müzesi ve yerel yemekleri ile uğrak nokta olan bir şehir. Söz konusu hareketliliği sağlamak için bunun ötesine gidebilmek, elde bulunan değerleri zenginleştirmek, çekici unsurları arttırmayı düşünmek gerekir (K2)”.

“Bunun için biliniyor olması gerekir. Turizm dediğimizde hemen hemen herkes bilinen, duyulan ya da bir şekilde haberdar olduğu yerlere gitmektedir.

Değişim yaratacak bir etkisinin olduğunu düşünmüyorum (K5)”.

“Turizm açısından birilerine göre bir şey ifade eden veya etmeyen bir değerimiz, maneviyat yönüyle birilerine göre çok şey ifade edebilir. Bu da turizm bölgelerinin ne açıdan ziyaret edildiğinin de araştırılması konusunu ortaya çıkarmaktadır. Konya’da Mevlâna’dan hareketle yapılacak her türlü turistik ve kültürel faaliyetler içinde Ateşbâz’ın isminin de geçmesiyle Konya turizminde etkin rol oynayacağı düşüncesindeyim (K7)”.

Ateşbaz-ı Veli’nin Turist Çekme Niteliği Teması

Görüşmeciler, Ateşbaz-ı Veli’nin Konya’nın barındırdığı tarihi ve kültürel miraslara katkı sağladığını ancak tek başına turist çekecek nitelikte olmadığını belirtmiştir. Ateşbaz-ı Veli’nin tek başına turist çekebilmesi için bilinirliğinin sağlanması ve şehre dokundurulması gerektiğini ve bu sayede turist çekecek bir potansiyel sağlayabileceği ifade edilmiştir. 

Doğru tanıtım stratejilerinin uygulanması ve yatırımların yapılmasıyla ileride daha etkili bir rol üstlenebileceği, şu an için türbesi ve Mevlâna Müzesi’nde sembolik heykelinin bulunduğu ve bunların yeterli olmadığı beyan edilmiştir.

“Doğru tanıtım stratejileri ve yatırımlarla ileride daha etkili bir rol üstlenebilir. Ateşbaz-ı Veli’nin sadece türbesi ve Mevlâna Müzesi’nde sembolik heykeli var. Bunların tek başına ne kadar yeterli olduğu tartışılır. Kişisel düşüncem tek başına yeterli olmadığı yönünde (K2)”.

Katılımcılar, festival, anma töreni, kongre, çalıştayların düzenli olarak yapılması, gastronomi ve Mevlevilik ile ilişkilendirilmesi, türbe etrafında sosyal faaliyet alanlarının yaratılması gibi önerilerde bulunmuştur.

“Düzenli olarak yapılan etkinlik, festival, anma törenleri, kongre ve çalıştaylar ile ileri zamanlarda tek başına turist çekebilir (K4)”.

“Tek başına çekebileceğini düşünmüyorum. Fakat diğer değerlerle ilişkilendirilirse evet çekebilir. Mevlevilikte mutfağa önem verilmesi, Konya mutfağının zengin bir birikime sahip olması ve Ateşbaz-ı Veli’nin Mevlevilikte ileri gelen bir aşçı olması tüm bunların birbirleri ile ilişkilendirildiğinde bu potansiyelin yaratılacağını düşünüyorum (K6)”.

Bölge Halkının Ateşbaz-ı Veli Hakkında Davranış ve Farkındalığı Teması

Yapılan görüşmelerde katılımcıların tamamı, bölge halkının Ateşbaz-ı Veli’nin öneminin farkında olmadıklarını dile getirmişlerdir. Ateşbaz-ı Veli’nin türbesinin bulunmasından dolayı halkın ismen bildiğini ancak Ateşbaz-ı Veli’nin kim olduğu, Mevlevilik kültüründeki yeri ve önemi hakkında detaylı bir bilgi birikimine sahip olmadığını belirtmişlerdir.

“Ateşbaz-ı Veli, Hz. Mevlâna’nın eserlerinde geçen ve ermiş olduğu söylenilen önemli bir zat. Mevlevi tekkesinin aşçıbaşısı. Ateşbaz-ı Veli adına türbe yaptırılan ilk aşçı. Biz mutfak kültürü çalışanları bu değeri biliyoruz. Bölge halkının genel bilgisi açısından değerlendirirsek daha fazla yol kat edilmesi gerekmekte, Ateşbaz-ı Veli hakkında kapsamlı bilgilere maalesef sahip değiller (K1)”.

“Bölge halkının genelinin Ateşbaz-ı Veli hakkında detaylı bilgilerinin olduğunu düşünmüyorum. Türbesinin olması ve adının Mevlâna Müzesi’nde geçmesi nedeniyle ismen biliyorlardır fakat yaşamı, Mevlevilikteki önemi, Mevlâna’nın Ateşbaz-ı Veli hakkında düşünceleri konusunda derin bir bilgi birikimine sahip değiller (K5)”.

“İsmi biliniyor ancak ne kadar önemli olduğu verilen değerle alakalı. Bu açıdan değerlendirirsek özel günlerin düzenlenmesi, Ateşbaz-ı Veli’yi ön plâna çıkacak faaliyetlerin gerçekleşmesiyle bölge halkının bilinçlenmesi sağlanabilir (K2)”.

Bir katılımcı, Ateşbaz-ı Veli adına Feyzi Halıcı’nın düzenlemiş olduğu yemek kongresinden bahsetmiştir. Bahsetmiş olduğu yemek kongresi; 1986-1994 yılları arasında düzenlenmiştir. Bir farkındalık başladığını belirmiş olsa da bölge halkının detaylı bir bilgi birikimine sahip olduğunu aktarmamıştır.

“Bölge halkının geneli tam anlamıyla bilgi sahibi olmasa da Feyzi Halıcı’nın 1986’da Ateşbaz-ı Veli adına başlattığı yemek kongreleri yurt içi ve dışında fark yaratmıştır. O günden bugüne bir uyanış görülmektedir (K4)”.

Ateşbaz-ı Veli’nin Konya’daki İnanç Turizmi İmajına Kattığı Değerler Teması

Konya’nın, Mevlâna gibi tanınırlığı coğrafyaları aşmış bir tasavvuf düşünürünün yaşadığı şehir olması inanç turizmi kapsamında önem taşımaktadır. Mevlâna’nın vefatından sonra düşüncelerini, yaşam tarzını, inanışını korumak ve Mevlâna anlayışını yaşatmak isteyenlerin kurmuş olduğu Mevlevilik kültüründe Ateşbaz-ı Veli’nin önemli bir rolü olması, aynı zamanda Mevlâna’nın aşçılığını yapması nedeniyle Konya’nın inanç turizmi imajına nasıl bir değer kattığı önemlidir. Görüşmeciler, konu ile ilgili yöneltilen bu soruya ağırlıklı olarak değer kattığı yönünde olumlu yorum yapmıştır. 

Sorunun devamında bu imajın uluslararası boyutta tanınırlığının etkisi tartışılmıştır. Bu kısımda ise Ateşbaz-ı Veli’nin Konya’nın inanç turizmi imajına değer kattığı vurgulansa da bu değerin Mevlâna ve Mevlevilik ile bütünleştirici etkisi ifade edilmiştir.

“Kesinlikle katmaktadır. Bu yalnızca İslamiyet’e özgü bir durum değil. Dünyanın her yerinde insanoğlu, kerametler ile inançlarını pekiştirmektedir. Ateşbaz-ı Veli ile ilgili aktarımlar da insanların inançlarını pekiştirmektedir. Ancak buradaki en büyük şahsiyet Hz. Mevlâna’dır, çünkü bütün dünyayı kendisine çekebilmektedir. Düşüncelerini öyle güçlü aktarmıştır ki herkesi hayran bırakmaktadır (K1)”.
“Mevlâna’nın aşçısı olması ve efsanevi hikayesinin olması nedeniyle kesinlikle değer kattığını düşünüyorum. Mevlâ’nın eserlerinde Ateşbaz-ı Veli’ye yer vermesi, ismiyle anılan türbesinin olması bunların hepsi bir değer taşıyor (K2)”.

“Ateşbaz-ı Veli, tanıtılmaya değer bir şahsiyettir. Bunun elbette Konya’nın dini imajına katkıları da olacaktır K3)”.

“Mevlâna’nın eserlerinde Ateşbaz-ı Veli’den bahsetmesi, efsaneleşmiş hikayelerinin olması, adına anıt mezar yapılan ilk aşçı olması, aynı zamanda Mevlevilikte Ateşbaz makamının bulunması ve bunun Mevlevilikle ilgili kayıtlarda geçmesi Konya’nın dinsel imajına fayda sağlamaktadır (K5)”.

“Ateşbaz-ı Veli, Mevleviliğin en önemli isimlerinden birisidir. Bu yüzden hem Konya için hem gastronomi bilimi için önem teşkil etmektedir. Ancak tek başına değil Mevlevilik ile bütünleştirici bir değer katmaktadır (K6)”.

“Tabii ki, Mevlevilik denilince tasavvuf akla gelmektedir. Bunun bize aktarılmasını sağlayan kişi Mevlâna Hazretleri’dir. Ateşbaz-ı Velide yine Mevlâna ile Horasan’dan kalkıp gelen önemli isimlerdendir. Aynı tasavvufi yaşantıda kavrulmuş, yoğrulmuş, adap ve erkân öğreten önemli bir insan olduğu için dini açıdan önemli olduğunu düşünmekteyim (K9)”.

Ateşbaz-ı Veli’nin, Konya’nın Uluslararası Tanınırlığında Etkisi Teması

Katılımcıların tamamı, Ateşbaz-ı Veli’nin Konya’nın uluslararası bilinirliğinde öneme sahip olabilmesi için hakkında daha fazla yabancı yazılı eser ve çalışmaların olması, Konya ve Mevlevi mutfak kültürüyle anılması, etkinliklerin düzenlenmesi, türbe ve çevresinin restore edilmesi konusunda önerilerini dile getirmiş ve söz konusu bu durumların gerçekleşmesiyle uluslararası alanda Konya ve mutfak kültürü imajıyla bütünleşerek değer katacağını vurgulamıştır. Konya’nın uluslararası tanınırlığının Mevlâna ile gerçekleştiğini, Ateşbaz-ı Veli’nin de Mevlâna ve Mevlevilik kültürü içinde yer alması nedeniyle doğrudan değil dolaylı bir imaj değeri sağladığını belirtmiştir. Görüşmeciler, inanç değeri bakımından Mevlâna’nın bu rolü üstlendiğini vurgulayarak Ateşbaz-ı Veli’nin farklı konular ile ilişkilendirilmesi gerektiğine dikkat çekmiştir.

“Konya’nın uluslararası tanınırlığında en büyük etki Mevlâna’dır. Ateşbaz-ı Veli’nin büyük bir etkisi bulunmamaktadır ancak hiç yoktur demem de yanlış olur. Mevlâna’nın düşüncelerinden etkilenen ve araştıran kişiler Mevlevilik ve dolayısıyla Ateşbaz-ı Veli hakkında da bilgi sahibi oluyorlar. Doğrudan olmasa da dolaylı bir etkisi var dememiz daha uygun olur (K1)”.
“Üstlendiğini düşünmüyorum, bunun birçok nedeni var aslında. Hakkında yazılan eserler az. 

Özellikle yabancı olarak yazılan ve hakkında detaylı bilgiler aktaran eserlerin olması gerekir. Uluslararası alanda tanınabilmesi için bu bir gerekliliktir. Aynı zamanda yabancı tanıtım faaliyetlerinin olması, bu faaliyetlerin dikkat çekmesi, düzenli olarak etkinliklerin gerçekleştirilmesi de gerekir. Türbe çevresinin gezilip görülme isteği uyandıracak şekilde genişletilmesi, restore edilmesi gerekir. Bu da mutfak kültürü ile bağdaştırılabilir. Bu ve bunun gibi uygulamalar gerçekleştirilirse ileride etkili olacağını düşünüyorum (K2)”.

“Henüz büyük bir etkisi bulunmamaktadır. Bu etkinin yaratılabilmesi yerel halktan, rehberlere, kurum ve kuruluşlardan sivil toplum örgütlerine ve Ateşbaz-ı Veli ile ilgili yapılacak mutfak kültürü çalışmalarına, etkinlik ve tanıtım faaliyetlerine bağlıdır (K4)”.

“Bilinen büyük bir etkisi olduğunu düşünmüyorum. Şunu sorgulamak gerekir, halihazırda inanç bakımından Mevlâna gibi uluslararası bilinen, dünyaya mâl olmuş büyük bir düşünürümüz var. Düşünceleri, sözleri, yaşam şekli bir tasavvuf çemberi oluşturmuş durumda. O hâlde biz, Ateşbaz-ı Veli’yi ne ile ilişkilendirebiliriz? Mevlâna’nın aşçısı, matbahın sorumlusu, Mevlevilikte önemli bir yerinin olduğunu göz önünde bulundurursak gastronomi ile ilişkilendirilmesi hem Konya’yı hem de Konya’da ortaya çıkmış Mevlevi mutfağının imajını uluslararası alanda etkileyecektir (K5)”.

Ateşbaz-ı Veli’nin Mevcut Pazarlama Politikalarının Yeterliliği Teması

Ateşbaz-ı Veli’nin turistik açıdan ilgi görmesi, ülkesel ve bölgesel katkı sağlayabilmesi için iyi plânlanmış tanıtım faaliyetlerinin gerçekleşmesi gerekmektedir. Görüşmecilere, mevcut tanıtım uygulamalarını yeterli bulup bulmadıkları sorulmuş, ardından etkili pazarlama faaliyetlerinin nasıl yürütülebileceğine ilişkin görüşler alınmıştır. Katılımcıların neredeyse tamamı, yapılan tanıtım faaliyetlerini yeterli bulmadıklarını belirterek düzenli olarak herhangi bir tanıtım faaliyetinin gerçekleşmediğini ifade etmiştir.

“Yeterli bulmuyorum. Yakın vakte kadar türbesi bile bakımlı değildi. Restorasyon sonrasında da kimliğine, İslamiyet’e ve Mevleviliğe uygun bir restorasyon yapıldığını düşünmüyorum (K1)”.
“Yeterli değildir. Aslında büyük bir potansiyel olmakla birlikte, tam olarak tanıtımının yapılmadığını düşünüyorum (K3)”.

“Yeterli bulmuyorum. Mevlâna gibi büyük bir ekolün doğal olarak gölgesinde kaldığını düşünüyorum ancak Ateşbaz-ı Veli’nin bilinirliğinin artmasının fikri, düşünceleriyle ve yaşamıyla örnek olan Mevlâna’ya daha da katkı sağlayacağını düşünüyorum. Daha fazla tanınabilmesi için resmi kurum ve kuruluşların, sivil toplum kuruluşlarının çalışmalar yapması faydalı olabilir. Daha detaylı tanıtıcı unsurlar içeren reklamlara yer verilebilir (K5)”.

“Ateşbaz-ı Veli ile ilgili çalışmalar yeni yeni gerçekleştirilmekte bu yüzden de daha yeterli değildir. Fakat bir başlangıç olarak yetersiz de değildir. Ateşbaz-ı Veli’nin Mevlevilikteki önemini aslında bütün İslam dünyasına tanıtımını yaparsak hem Türkiye hem de Mevleviliği tanıtmış oluruz bu yüzden tanıtım çalışmalarının arttırılması gerekmektedir (K6)”.

“Yeterli bulmuyorum. Çok daha iyi hizmetler yapılabileceğini düşünüyorum. Yaşantısı, yapmış olduğu hizmetler, insanları eğitme metodu ile tanınırlığı artırılabilir (K9)”.

“Hayır, yeterli bulmuyorum. Temel olarak sürekliliği olan ve tekrarlanan bir etkinlik oluşturulmalıdır. Örneğin yemek içerikli bir etkinlik oluşturulabilir (K10)”.

Ateşbaz-ı Veli Hakkında Anlatım Yapan Rehberlerin Değerlendirilmesi Teması

Yapılan görüşmeler kapsamında katılımcıların çoğu, rehberlerin Ateşbaz-ı Veli hakkında detaylı bir anlatım yapmadıklarını ifade etmiştir. Bazı katılımcılar, Ateşbaz-ı Veli hakkında bilgi ve belgelerde eksikler olması sebebiyle yeterli bir anlatımın gerçekleşmediğini belirtmektedir.

“Hayır düşünmüyorum. Çünkü rehberlerin Ateşbaz-ı Veli ile ilgili kapsamlı bilgiye sahip olduklarını düşünmüyorum (K6)”.

“Hayır, çünkü ortada dönemin tarihî, dinî ve kültürel durumları anlatan bazı bilgi ve belgelerde eksikler vardır (K7)”.

Görüşme yapılan uzmanlardan biri, Ateşbaz-ı Veli hakkında rehberlerin başarılı bir anlatım gerçekleştirilebilmesi için eğitim verilmesi ve bilinçlenmelerinin sağlanması gerektiğine dikkat çekmiştir.
“Özel eğitim verilmeli, farkındalık oluşturulmalı. Çok iyiler de var, olmayanlar da var (K4)”.

Bir katılımcı, rehberlerin anlatımına rastladığını ve Ateşbaz-ı Veli’ye çok kısa değinildiğini aktarmıştır.

“Düşünmüyorum, rehberlerin kısaca değindiklerine Mevlâna Müzesi’nde şahit oldum. Oysa kültürel çekiciliğin turistik ürün haline getirilmesi, imaj ve marka yaratılması plânlama ve tanıtım çalışmalarını da beraberinde gerektirir (K5)”.

Genel olarak katılımcılar, rehberlerin Ateşbaz-ı Veli’yi detaylı bir şekilde anlattıklarını düşünmemektedir. Bunun sebepleri arasında Mevlâna ve Mevlâna Müzesi’nin popüler olması, Konya’daki camii ve müzelerin ziyaret edilmesi gelmektedir. Bir diğer neden ise Ateşbaz-ı Veli hakkında detaylı bir bilgi birikimine sahip olunmamasıdır. Bu durum, rehberlerin Ateşbaz-ı Veli ile ilgili farkındalıklarının oluşturulması ve bilgi birikimlerinin arttırılması için belediye, acente ve rehberlerin iş birliği yapmalarını gerekli kılmaktadır. 

Aynı zamanda Ateşbaz-ı Veli ile ilgili yazılı kaynakların kullanılması, bilgilendirme ve tanıtım broşürlerinin hazırlanması imaj değeri yaratma konusunda önem teşkil etmektedir. Sonuç olarak bu sorumluluk yalnızca rehberlerin değil Konya’daki kamu kurum ve kuruluşları, sivil toplum örgütleri, acenteler gibi paydaşları da kapsamaktadır.

Ateşbaz-ı Veli’nin, Konya’nın Pazarlanmasında Rolünün Değerlendirilmesi Teması

Çalışma kapsamında görüşmeye katılan uzmanların, Ateşbaz-ı Veli’nin Konya’nın pazarlanması konusunda nasıl etkili olabileceğine dair fikirleri alınmıştır. Alınan görüşler, Ateşbaz-ı Veli’nin aşçı kimliğinin imaj değeri yaratacağı konusuna yoğunlaşmaktadır. 

Katılımcılar, Ateşbaz-ı Veli’nin Mevlâna gibi saygı ve sevgi duyulan bir tasavvuf düşünürünün aşçısı olması ve Mevlevi mutfağı gibi bir kavramın günümüze kadar gelmiş olmasının önemini belirterek Mevlevi mutfak kültürü ve Ateşbaz-ı Veli’nin ilişkilendirilmesinin ve bu ilişkinin daha çok vurgulanması gerektiğine dikkat çekmişlerdir. Sonuç olarak katılımcıların büyük çoğunluğu, Ateşbaz-ı Veli’nin mutfak kültürü ve gastronomi ile ilişkilendirilmesinin daha doğru olacağı düşüncesindedir.

“Biz yiyecek içecek araştırmacıları Türk mutfağına baktığımızda içinde birçok dönemi barındıran sentez bir mutfak olduğunu görüyoruz. Mevlevi mutfağı da bunun bir parçası. Ateşbaz-ı Veli, aşçıların piri olarak anılmakta. Mevlevi mutfağının yiyecek içecekleri, sofra adabı, ritüelleri bize miras kalan kültürel değerlerimiz arasında. Ateşbaz-ı Veli, Mevlevi mutfağının tanıtılmasında daha etkin bir hâle getirilebilir (K2)”.

“Festival, sergi ve sanat etkinliklerinde isminin geçmesi, sadece isminin geçmesiyle kalmayıp hakkında daha detaylı bilgilerin paylaşılması kültürü tanımak isteyen, kültürün izlerini taşıyan yerleri ziyaret etmek isteyen turistler açısından istek uyandırabilir. Ateşbaz-ı Veli’nin daha yaygın bilinmesi hem Konya hem de Mevlâna için yarar sağlayacaktır (K5)”.

“Ateşbâz-ı Veli veya benzeri kişilerin toplumun örf, adet, gelenek ve göreneklerini yansıtan kişiler olmasının yanında yetiştikleri ortam nedeniyle de kendilerine din veya maneviyat yüklenebilen kişilerdir. Bu açıdan bakıldığında hem gelenek ve görenekleri yansıtan hem de manevi boyutlarla açıklanabilen Ateşbâz-ı Veli için Konya, Konya için de Ateşbâz-ı Veli önemlidir. Özellikle Konya’da Mevlâna’dan hareketle yapılacak her türlü turistik ve kültürel faaliyetler içinde Ateşbâz’ın isminin de geçmesiyle Konya turizminde etkin rol oynayacağı düşüncesindeyim (K7)”.

Mevlevi kültüründe eğitimin mutfakta başlaması, Mevleviliğin tevazu anlayışı, sofra adabı, yemeğe duyulan saygı, Ateşbaz-ı Veli’nin aşçıların piri olarak anılması ve Ateşbaz-ı Veli makamının bulunması şüphesiz Ateşbaz-ı Veli’nin Mevlevilik örf adetleri, Mevlevi mutfağı ve aşçılık vazifesi ile tanıtımının yapılmasını mümkün kılmaktadır. Doğru stratejilerin uygulanması durumunda Konya mutfağı ve Mevlevi mutfağının imajına değer sağlayabilecektir.

Ateşbaz-ı Veli’nin Hakkında Tanıtım Faaliyetlerine İlişkin Görüşler Teması

Katılımcılara, Ateşbaz-ı Veli’nin daha iyi tanıtılması için nasıl bir yol izlenmesi gerektiği sorulmuş ve görüşleri alınmıştır. Alınan görüşler, katılımcıların Ateşbaz-ı Veli’nin Konya’nın pazarlanmasında etkili olabilmesi, tek başına turizm hareketliliği yaratabilmesi için bulundukları önerilerle benzerdir.

“Konya turizminin gelişmesi ve planlamasında daha çok Kültür ve Turizm Müdürlüğü Ateşbaz-ı Veli’nin tanıtımlar yapmaları ve Mevlâna konusunda yapılan yayınlarda Ateşbaz-ı Veli’ye daha kapsamlı yer ayırabilirler (K5)”.

Konya Gastronomisinde Ateşbaz-ı Veli

“Ateşbaz-ı Veli ile ilgili konferanslar ve paneller düzenlenmeli, sempozyum ve kongrelerde sunulan bildiriler yayımlanarak insanların onu daha iyi tanıması sağlanmalıdır. Ateşbaz-ı Veli ile ilgili olarak daha sonra belediye tarafından kısa filmler, hediyelik eşyalar vs. üretilerek insanların hafızalarında yer etmesi sağlanabilir (K3)”.

“Mutfak kültürü, yeme içme faaliyetleri gibi etkinliklerle adından daha fazla bahsedilebilir. Ancak yalnızca bahsetmek yetmez. Öneminin doğru bir şekilde aktarılması, insanların bilinçlendirilmesi gerekir (K2)”.

“Turistik bir politika izlenmelidir. Kongre ve konferanslara katılım sağlanarak ya da düzenlenerek Ateşbaz-ı Veli tanıtılmalıdır. Daha sonra özel sektörün bu konuda yer alması sağlanarak turizm acentelerinin pazarlayabilmesi şeklinde bir turizm hareketi oluşturulabilir (K10)”.

Sonuç ve Öneriler

Turistlerin bir destinasyonu ziyaret etmelerine neden olan en önemli etkenlerden biri, o destinasyonun zihinlerinde oluşmuş imajıdır (Seitz, 1990: 25). Turizm hareketliliğinin sürekli artış gösterdiği günümüzde, ülkelerin daha çok sayıda turistin ülkeyi ziyaret etmesini sağlamak adına tanıtım faaliyetleri yapması gerekmektedir (Ünüvar ve Şimşek, 2012: 326). Bu kapsamda önemli bir potansiyel teşkil ettiği düşünülen Ateşbaz-ı Veli’nin Konya ilinin bir destinasyon olarak pazarlanmasındaki rolü değerlendirilmiştir. 

Çalışmada; Ateşbaz-ı Veli’nin önemi, hakkında yapılan tanıtım çalışmalarının yeterliliği, etkili tanıtım faaliyetlerinin nasıl yürütülmesi ve neler yapılması gerektiği, Konya’nın pazarlanmasında nasıl yararlanılacağı, uluslararası tanınırlığa etkisi, dinsel imaja katkısı ve turist çekme niteliği gibi konular üzerinde durulmuştur.

Araştırmada en önemli noktalardan biri, Ateşbaz-ı Veli’nin Konya’daki turizm hareketliliklerini değiştirecek nitelikte olup olmadığı konusudur. Ulaşılan sonuçlar, Ateşbaz-ı Veli’nin, turizm hareketliliğini değiştirecek potansiyel taşıdığı fakat şu an değiştirecek nitelikte olmadığı yönündedir. Bu durumun en büyük nedeni Ateşbaz-ı Veli hakkında yeterli tanıtım faaliyetlerinin yapılmaması ve türbe çevresinin çekici hâle getirilememesidir. Aynı şekilde tek başına turist çekme niteliği ve Konya’nın uluslararası tanınırlığındaki etkisine ilişkin ulaşılan sonuçlar yeterli olmadığı yönündedir. 

Ateşbaz-ı Veli’nin Konya’da turizm hareketliliği yaratabilmesi, tek başına turist çekecek bir destinasyon unsuru hâline gelebilmesi ve Konya ilinin uluslararası tanınırlığına etkin bir rol üstlenebilmesi için şehirde düzenlenecek kongre, sempozyum, konferans etkinlikleri imaj oluşumuna yarar sağlayacaktır. Ateşbaz-ı Veli’nin, uluslararası öneme sahip olabilmesi için hakkında yabancı eserlerin yazılması ve çalışmaların yapılması gerekmektedir. 

Yurt içi tanıtım faaliyetleri kapsamında Konya ve Mevlevi mutfak kültürü ile ilişkilendirilmesi, gastronomi etkinliklerinde Ateşbaz-ı Veli’ye yer verilmesi gerekmektedir. Yapılacak tanıtımlarda görsel malzemelerin olması önemlidir. Ateşbaz-ı Veli ile ilgili broşür, afiş gibi görsel destekli tanıtım araçları yayımlanmalıdır. 

Ateşbaz-ı Veli’nin turistik açıdan ilgi görmesi, ülkesel ve bölgesel katkı sağlayabilmesi için iyi plânlanmış tanıtım faaliyetlerinin gerçekleşmesi gerekmektedir. Konya’daki kamu kurum ve kuruluşları, sivil toplum örgütleri, acenteler gibi paydaşların iş birliğinde bulunması önem taşıyan konulardan biridir. Bu bağlamda, başta Kültür ve Turizm Bakanlığı olmak üzere Dışişleri Bakanlığı, turist rehberleri, özel sektör ve akademik çevrelerin entegre olarak çalışmaya özen gösterilmesi gerekmektedir.

Yapılan görüşmeler sonucunda, bölge halkının Ateşbaz-ı Veli hakkında yeterli bilgi birikimine sahip olmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Turizm potansiyeli oluşturan tarihi, kültürel ve doğal değerlerin uzun vadede korunması, plânlanan çalışmaların gerçekleşmesi, sürdürülebilirliği, söz konusu değerlere uygun turizm faaliyetlerinin geliştirilebilmesi için bölge halkının farkındalığı ve katılımı gerekmektedir.
Çalışmada Ateşbaz-ı Veli’nin, Konya’nın dinsel imajına değer kattığı sonucuna ulaşılmıştır. Ateşbaz-ı Veli; Mevlâna’nın aşçılığını yapması, Mevlâna’nın yaşamından sonra Mevlevilik anlayışının oluşmasında katkı sağlaması, efsaneleşmiş bir hikâyesinin olması nedeniyle önem taşımaktadır.

Konya, Mevlâna’nın yaşadığı şehir olması ve Mevlâna Müzesi’nden ötürü bir inanç şehri olarak görülmektedir. Selçuklu Devleti’nin başkentliğini yapmış olması, eski dönemlerden kalan kilise, manastır, cami, türbe, höyük, han ve eserlerin bulunması nedeniyle tarihi ve kültürel değerleri yüksek bir şehirdir. Aynı zamanda göl, yayla, şelale, milli park, mağaraları ile birçok alternatif turizm çeşitliliğini karşılayacak doğal güzelliklere sahiptir. Tarihi imajı ve alternatif turizm çeşitliliğine hitap eden Konya, bugün yeteri kadar değerlendirilememektedir. 

Bu durumun nedeni tanıtım faaliyetlerinin ve turizm altyapısının karşılanamamasıdır. Bu doğrultuda Konya’nın imaj yaratacak turizm unsurları yeniden belirlenerek plânlanmalı ve bu plân kapsamında turizm altyapısı sağlanmalıdır. Turizm alanlarında çalışan personellere eğitimler verilmelidir. Kaliteli hizmet anlayışıyla çalışan 5 yıldızlı otel ve restoranların sayısı artırılmalıdır. Aynı zamanda gün içinde gezen turistlerin vakit geçireceği sosyal alanlar çoğaltılmalıdır. Tanıtım ve yeterli bilgilendirmeleri sağlayacak eğitimli rehberler bulunmalıdır. 

Bu kapsamda acente ve tur şirketleri ile iletişime geçilerek rehberlerin eğitimi sağlanmalıdır. İnanç ziyareti, tarihi ve kültürel miras, doğal güzelliklere dikkat edilerek kentsel turizm kapsamında alt ve üst yapı çalışmaları gerçekleştirilmelidir. Yerli ve yabancı turistlere Ateşbaz-ı Veli ile ilgili bilgilendirmeler görsel ve işitsel olarak yapılmalıdır. Unutulma tehlikesi altında kalan kültür ögelerinin yaşatılması ve aktarılmasının yolları bulunmalıdır. Konya’nın tarihi ve kültürel mirası özgün projelerle yeniden gözden geçirilerek fonksiyon kazandırılmalıdır. Konya’nın alternatif turizm noktalarının etkili tanıtım ve pazarlaması yapılmalıdır.

• Ateşbaz-ı Veli’nin tanıtılması için yeni stratejiler belirlenmeli, resmi ile özel kurumlar ve turizm paydaşları bu stratejiler doğrultusunda gerekli adımları atmalı ve gayreti göstermelidir.

• Bölgede yaşayan halkın, Ateşbaz-ı Veli hakkında bilinçlenmesi sağlanmalı, bunun için tanıtım broşürleri, anma törenleri, Ateşbaz-ı Veli adına düzenlenen yiyecek etkinliği gibi yerel halkın dikkatini çekecek faaliyetler yapılmalıdır.

• Ateşbaz-ı Veli’nin uluslararası tanınırlığının sağlanması için yabancı eserler yazılmalı, hakkında yapılan akademik çalışmalar artırılmalıdır.

• Ateşbaz-ı Veli’nin hangi kültür unsurları ile ilişkilendirileceği turizm, marka değeri ve pazarlama strateji kapsamında belirlenmelidir.

• Türbe ve çevresi şehir yapısına uygun olarak genişletilmeli, sosyal olanaklar artırılmalı, tarihi ve kültürel eserler ile zenginleştirilerek hakkında yapılan çalışmaların yer aldığı detaylı bir özgeçmiş bölümü oluşturulmalıdır.

Kaynakça
Aksoy, M., Akbulut, A. B. ve İflazoğlu, N. (2016). Mevlevilikte Mutfak Kültürü ve Ateşbaz-ı Veli. Journal of Tourism and Gastronomy Studies, 4(1): 96-103.
Arat, T. ve Gürhan, Y. E. (2016). Konya’nın Markalaşmasında Turistik Ürün. Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Meslek Yüksek Okulu Dergisi, 19(2): 183-200.
Arık, İ. A. (1998). Psikolojide Bilimsel Yöntem. İstanbul: Çantay Kitabevi.
Azsöz, G. (2016). Mevlevihanelerde Matbah-ı Şerif. Toros Üniversitesi İktisadi İdari ve Sosyal Bilimler Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, 3(5): 31-44.
Bahar, H. (1994). Takkeli Dağ (Kevele Kalesi) ve Konya Tarihi Bakımından Önemi. Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 1(3): 313-333.
Balcı, A. (2009). Sosyal Bilimlerde Araştırma Yöntem, Teknik ve İlkeleri. Ankara: Pegem Akademi.
Bekleyiciler, N. (2007). Ateşbaz-ı Veli. Konya: Tablet Yayınevi.
Boyacıoğlu, F. ve Erdağ, S. (2013). Mevlâna Celaleddin Rumi ve La Fontaine’de Hoşgörü Algısı. Electronic Turkish Studies, 8(8): 325-340.
Çakmak, F. T. (2014). İnanç Turizminin Turistik Destinasyon Pazarlamasındaki Yeri ve Önemi: Göbekli Tepe Örneği (Yüksek Lisans Tezi). İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul.
Çubukçu, İ. A. (1993). Mevlâna ve Felsefesi. Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 26(1): 97-118.
Demirci, M. (2008). İnsan Eğitimi Açısından Mevlevi Çilesi. Mevlâna ve İnsan Sempozyumu; Sempozyum Bildirileri, İzmir: Türk Diyanet vakfı, ss.121-131.
Gölpınarlı, A. (1963). Mevlevi Adap ve Erkanı. İstanbul: Yeni Matbah.
Güven, R. ve Arpaguş, S. (2004). Mevlâna Celaleddin ve Şems-i Tebriz. Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, (27): 135-148.
Hacıgökmen, M. A. (2017). Ateşbaz-ı Veli ve Mevlevilikteki Önemi. Çatalhöyük Uluslararası Turizm ve Sosyal Araştırmalar Dergisi, (2): 161-167.
Halıcı, N. (2007). Mevlevi Mutfağı. İstanbul: Kubbealtı Yayınları.
İspir, M. (2007). Mevlâna’da İnsan ve Aşk. Din bilimleri Akademik Araştırma Dergisi, (1): 179-186.
Kara, M. (2006). Doğumunun 800. Yılında Mevlânâ ve Mevlevîlik. Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 15(1): 1-22.
Karabulut, T. ve Kaynak, İ. H. (2016). İnanç Turizmi Bağlamında Kentsel Turizm ve Kültürel Turizm: Konya Örneği. Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 35: 185-191.
Kars Bilgili, R. (2018). Konya Ticaret Tarihi içinde, XVIII. Yüzyılın İlk Yarısında Konyalı Tüccarların Faaliyetleri Kapsamında İç Ticarete Konu Olan Emtia (ss. 309-322), Konya: Damla Ofset Matbaacılık ve Ticaret A.Ş.
Kılınçarslan, H. (2006). Dede Efendi’nin Hüzzam Mevlevi Ayininin Makam, Usul ve Ezgisel Yönden İncelenmesi. (Yüksek Lisans Tezi). Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Konya.
Konuk, A. (2002). Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/konya#3-mimari, (Erişim Tarihi: 30.04.2020).
Konya İl Kültür ve Turizm Bakanlığı. Tarihçe, https://konyakultur.gov.tr/index. php?route=pages/pages&page_id=1, (Erişim Tarihi: 30.03.2020 ).
Konyalı, İ. H. (1997). Konya Tarihi. Ankara: Burak Matbaası.
Küçükbezirci, Y. (2013). Mevlâna’nın Hoşgörü Felsefesi ve İletişim. Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, (30): 19-25.
Kültür ve Turizm Bakanlığı Konya İl Halk Kütüphanesi. (2019). Konya Tarihi, http://konya.kutuphane.gov.tr/tr-144006/tarihi.html, (Erişim Tarihi: 30.03.2020).
Özbek, S. (2001). Türkiye Selçuklularında Kültürel Hayat (Mevlâna’nın Fihi Mâfih ve Mesnevi’sine Göre). Sosyal Bilimler Dergisi, 3(1): 41-58.
Özönder, H. (1988). Ateş-Baz Veli ve Mevlevilik Dergâhlarında Ateş-Baz Veli Makamı’nın Önemi. 3. Milli Mevlâna Kongresi. Konya: Selçuk Üniversitesi Basımevi, ss. 97-111.
Özönder, H. (1991). Ateşbaz-ı Veli, https://islamansiklopedisi.org.tr/atesbaz-i-veli, (Erişim Tarihi: 26.04.2020).
Seitz, E. (1990). İmaj Reklamının Turizm Pazarlamasındaki Önemi. Anatolia Turizm Araştırmaları Dergisi, 1(1): 25-26.
Tapur, T. (2009). Konya İlinde Kültür ve İnanç Turizmi. Journal of International Social Research, 2(9): 473-492.
Top, H. H. (2012). Mevlevi Usul ve Adabı. İstanbul: Ötüken Yayınları.
Türk, İ. (2016). Mevlânâ’nın İlmî-Manevî Şahsiyetinin Oluşumunda Şems’ten Önceki Dönemin Rolü. Journal of Divinity Faculty of Hitit University, 15(30): 507-525.
Ünüvar, Ş. ve Şimşek, S. (2012). Kültür ve Turizm Bakanlığının Yurtdışı Tanıtım Filmlerinde Kültürel İmge Kullanımı. Sosyal Ekonomik Araştırmalar Dergisi, 12(24): 305-330.
Üzümcü, T. P. (2015). Otel Yöneticilerinin Turizm Eğitimine Yönelik Algıları: Kocaeli İli Otel Yöneticileri Üzerinde Bir Araştırma. Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, (30): 123-150.
Yörük, D. (2017). XVI. Yüzyılda Konya Şehir Ekonomisi. Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi, (42): 353-379.

Has aşçıbaşı Ahmet ÖZDEMİR olarak kaynak gördüğüm:
Sn. Onur TUGAY, Sn. Ayça TUNCA ve Sn. Yeliz PEKERŞEN'e ilgili "Konya İlinin Bir Destinasyon Olarak Pazarlanmasında Ateşbaz-I Veli Hazretleri’nin Rolü" isimli akademik çalışmaları için yürekten teşekkür eder mesleki yaşamlarında başarılar dilerim. Profesyonel mutfaklarda ve gastronomi ve aşçılık camiasında ihtiyacı olanlar tarafından mutlaka örnek olarak dikkate alınacaktır.

Konya Gastronomisinde Ateşbaz-ı Veli

22 Aralık 2021 Çarşamba

Restoran Açılış Bütçesi Nasıl Yapılır

 Restoran Açılış Bütçesi Nasıl Yapılır

Yeni restoranın inşaat aşaması bittikten sonra işin esasında biraz daha zor ve maliyetli kısmı olan dekorasyon, demirbaş ve dizayn hazırlıklarında yapılması gerekenler beklemektedir. Peki yeni restoranın inşaat kısmından sonra yapılması gerekenler nelerdir? İnşaat bitiminden restoranın açılış aşamasına kadar bütçe nasıl hazırlanır?


Restoran bütçesi ne kadar önemlidir? Yeni Restoran Bütçesi neden önemlidir? Hiç bir restoran yatırımcısı işine şansa bırakmak istemez. Yatırımcı karşısına çıkabilecek olumsuzlukları bir kaç adım önceden bilmek isteyeceği gibi işini asla şansa bırakmak istemez. Her yatırımda maddi açıdan birikimler her ne kadar hazırda bekletilselerde harcamalar kademe kademe yapılır?


Ben konuyu daha fazla uzatmadan anlatmak istediklerimi sorular şeklinde yazmak istiyorum...


Yen açılacak restoranın açılış bütçesi hangi aşamada devreye girer?

Açılış bütçesinin içeriğini hangi maddeler oluşturur?

Restoran açılış bütçesinin önemi nedir?

Restoran açılış bütçesinde Menü Danışmanlığı na ne kada bütçe ayrılmalıdır?

Restoran inşaatından sonra açılış bütçesi detaylarını kimler oluşturabilir?

Restoran açılış bütçesi ne demektir?

Yeni restoranın Restoran Konsept Tasarımı için bütçe arılmalı mı?

Restoran açılış bütçesinin zaman kavramı ve kapsamı nedir?

Bütçede zaman ve içerikler neden önemlidir?

Yeni Restoran Mutfağı'nın bütçesinin toplamdaki payı ne kadar olmalıdır?

Restoran bütçesinde hangi demirbaşlar yer alır?

Restoran açılış bütçesinde Yeni Restoran Menüsü için ne kadar ayrılmalıdır? 

Sandalye ve masalar için ne kadar bütçe ayrılır?

Yeni Restoran Konseptinin restoran açılış bütçesi ile bir ilgisi varmadır?

Yeni restoranın mutfak demirbaşları için ne kadar bütçe ayrılır?

Başarı odaklı Yeni Restoran Açarken restoran bütçesinde nelere dikkat edilir?

Mutfak demirbaşlarının toplamdaki payı ne olmalıdır?

Yeni Restoran Açarken En Çok Yapılan Hatalar'a düşmemek için restoran açılış bütçesinde nelere yer verilmelidir?

Servis bölümü demirbaşlarının toplam restoran bütçesindeki payı ne olmalıdır?

Yeni restoranın tüm departmanlarının topllan restoran bütçesindeki payları ne olmalıdır?

Yeni restoranın Örnek Restoran Menüleri, Menü Çeşitleri, Seçenekli Menüler ve Menü Planlaması'na ne kadar bütçe ayılmalıdır?

Yeni restoranın Menü Analizi'nin restoran bütçesi ile bağlantısı varmı?


Tabiki Restoran Açılış Bütçesi yaparken her şer bundan ibaret değildir. Dikkat edilmesi gereken ve Yeni Açılan Bir Restoran Nasıl Başarılı Olur sorusunda dikkate alınması gerekenler vardır. Eğer sizde Şehrin En İyi Restoranlarına Nasıl Sahip Olmak isteyenler ve Kesin Başarı İçin gastronomi sektörüne girmek isteyenler daha fazlasında restoran danışmanlığında ve hizmet alanlarım içerisinde bulunan A'dan Z'ye gastronomi danışmanlığı hizmeti almak için iletişim bilgilerimden tarafım ile bağlantıya geçebilirler.

Rivâyetler Işığında Hz. Peygamber’in Beslenme Kültürü Nedir?

 Rivâyetler Işığında Hz. Peygamber’in Beslenme Kültürü Nedir?


Rivâyetler Işığında Hz. Peygamber’in Beslenme Kültürü Nedir?
Doç. Dr. Hüseyin AKYÜZ
Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi, Temel İslam Bilimleri Bölümü Hadis Anabilim Dalı, Ankara, Türkiye

Giriş

“En güzel şekilde” yaratılan (Tîn, 95/4) insan, sağlıklı bir hayat sürdürebilmesi için dengeli bir şekilde beslenmek zorundadır. Çeşitli ve yeteri kadar gıdalarla beslenmeyen bir insanın hastalıksız yaşaması ve hatta hayatını devam ettirmesi mümkün değildir. Bugün dünyada yetersiz ve düzensiz beslenmeden dolayı meydana gelen ölüm oranları oldukça dikkat çekicidir.

Tarih boyunca dünyanın farklı bölgelerinde ne ile ne ölçüde ve nasıl beslenileceği konusunda farklı tutum ve davranışlar benimsenmiştir. Çünkü beslenme kültürü, dinî ve kültürel kodlarla şekillenmiş bir medeniyet anlayışıdır. Bu bakımdan her milletin kendisine özgü bir beslenme kültürü var olagelmiştir. Bu milletlerden birisi de Hz. Muhammed’in içinde yaşadığı Arap toplumudur. Ancak bu toplum, Hz. Peygamber’e risalet/nübüvvet görevi verildikten sonra İslam öncesi (Cahiliye) ve sonrası Arap toplumu şeklinde ikili bir döneme ayrılmıştır.

İslam öncesi Arap toplumunda Hz. Peygamber’in yaşam ve beslenme biçimi hakkında yeterli bilgiye sahip değiliz. Ancak bu dönemde onun beslenme kültürünün kaynağı, kanaatimizce içinde yaşadığı toplumun ve çevre kültürlerin bilgi birikimi ve kendisinin tecrübeleridir. İslam sonrasında ise bunlara -ister metlüv isterse gayr-i metlüv vahiyle irtibatlandırılsınvahiy menşeli olan bilgiler eklenmiştir.

Beslenme ile ilgili vahiy menşeli bilgilerden ilki, insana bahşedilen besin nimetlerinin yegâne lütfedicisinin Yüce Allah olduğudur. Kur’an’a göre rızık olarak isimlendirilen gıda maddelerinin tamamı, ilahi bir ihsandır. Bu noktada insandan istenilen hem bu rızık nimetinin farkında olması hem de onları bahşeden Yüce Allah’a kulluk vazifesinin bir gereği olarak şükretmesidir (Bakara, 2/172; En’âm, 6/14; Nahl, 16/114; Şu’arâ, 26/79; Ankebût, 29/17; Mülk 67/15; Abese 80/ 24-32; Kureyş, 106/4).

Bir kısım ayetlerde ise yeme içme alışkanlıklarına dair sınırlandırmalar getirilmiştir. Bu meyanda Kur’an’da gıdaların helal, temiz ve vücuda faydalı olması emredilmiştir (el-Mü’minûn, 23/51). Öte yandan Kur’an’da necis olmaları ve insan vücuduna zararlarından dolayı domuz, kan ve ölü hayvan etlerinin haram kılındığı zikredilmiştir: “Artık, Allah’ın size verdiği rızıktan helâl ve temiz olarak yiyin, eğer (gerçekten) yalnız Allah’a ibadet ediyorsanız, onun nimetine şükredin. 

(Allah) size, sadece ölü hayvanı kanı, domuz etini ve Allah’tan başkası adına kesilen hayvanı haram kıldı. Ancak kim mecbur kalırsa (başkalarının haklarına) saldırmaksızın, sınırı da aşmadan (bunlardan yiyebilir). Çünkü Allah çok bağışlayan, pek esirgeyendir.” (Nahl, 16/114-115; krş.: Bakara, 2/172-173). Bazı ayetlerde ise yenilmesi ve içilmesi haram olanlar, maddeler halinde sayılmıştır. Bunlar arasında leş, kan, domuz eti, Allah’tan başkası adına boğazlanan, boğulmuş, (taş, ağaç vb. ile) vurulup öldürülmüş, yukarıdan yuvarlanıp ölmüş, boynuzlanıp ölmüş (hayvanlar ile) canavarların yediği hayvanlar, -ölmeden yetişip kesilenler müstesnadikili taşlar (putlar) üzerine boğazlanmış hayvanlar (Mâide, 5/3) ve alkollü içecekler (Mâide, 5/90) örnek olarak zikredilebilir.

Ayetlerden anlaşıldığına göre besinlerin helal ya da haram olması keyfi bir mesele değildir (Nahl, 16/116). Neyin helal neyin haram olduğu konusunda ilahî ölçü; bütün iyi ve temiz şeylerin helal olduğudur (Mâide, 5/4). Bu ölçünün dışında kalan ve insanın sıhhatine zararlı, kerem ve haysiyetine yakışmayan gıdalarla beslenmesi haramdır. 

Bunlara ilaveten Kur’an’da besin kaynaklarının tüketiminde dengeli olunması ve israfa düşülmemesi gerektiğinden de bahsedilmektedir (Mâide, 5/87; A’râf, 7/31). Ayetlerde zikredilen israftan kasıt, çok yemek ve içmek olabileceği gibi, yeterli beslenmeyerek bedenin hasta ve zayıf düşmesine sebebiyet vermek de olabilir. Oysa yeme içme konusunda aşırılıktan uzak durmak, sağlıklı ve doğru beslenmenin bir gereğidir. Bu bakımdan gıdaların düzenli ve ihtiyaç gereği olan miktar kadar tüketilmesi gerekir. 

Çünkü bu miktar ile nefis muhafaza edilir (hayatta kalınır) ve duyular korunabilir. Bundan dolayı dinde visal orucu yasaklanmıştır. Zira visal (iftar ve sahur yemeksizin günlerce oruç tutmak), hem bedeni güçsüz bırakır hem de nefsi öldürür. İbadet etmeye de takat bırakmaz. (Kurtubî, 1384/1964: VII, 191-194).

Şimdi vahyin gözetiminde bir yaşam sürdüren Hz. Peygamber’in beslenmeyle ilgili bu temel prensipleri nasıl detaylandırdığını ele alalım. Öncelikle belirtelim ki O’nun (s.a.v.) yeme içme konusunda, Kur’an’a getirdiği açılımları incelerken sadece “Kütüb-i Sitte” olarak adlandırılan meşhur altı hadis kaynağının Et’ime/Yiyecekler, Eşribe/ İçecekler başta olmak üzere Nikâh, Tıp, Sayd/Av, Da?avât/Dualar gibi bölümlerinde geçen rivayetler dikkate alınacaktır. Yeme içme ile ilgili bu rivayetlerin okunması esnasında ise sünnet olanlarla kültürel ve beşerî olanların tespit edilmesine özen gösterilecektir.

Hz. Peygamberimiz nasıl beslenirdi, peygamberimizin beslenme kültürü Nedir?

Hz. Peygamber, vücudunun hayatta kalabilmesi için beden sağlığına özen göstermiştir. Bu özenin temelinde ise döneminin coğrafî ve kültürel şartlarının yanı sıra Kur’an’ın beslenme konusuna atfettiği temel prensipler yer almaktadır. Bu ilkelerin Hz. Peygamber’in beslenme hayatında ne tür açılımlara yol açtığı incelenmeye değer bir konudur. Zira bir doktor, bir ziraatçı ve bir gastronomi uzmanı olmamasına rağmen yeme içme de dahil olmak üzere o’nun (s.a.v.) yaşadığı hayat tarzı ve dünya görüşü, inananlar için “güzel örnek” olarak sunulmuştur (Ahzâb, 33/21). Bu bakımdan beslenme ve gıda konusuyla ilgili rivayetlerin bütüncül bir bakış açısıyla dikkatle incelenmesiyle aşağıdaki kültürel ve dini kodlara ulaşmak mümkündür.

Maddi Temizlik

Beslenme konusunda Hz. Peygamber’in vurguladığı en önemli nokta temizliktir. O (s.a.v.), bu kavramı hem yiyenin hem de yenilenin fiziksel temizliğini ifade etmek üzere kullanmıştır. Hz. Peygamber, yediği ve içtiği şeylerin temiz olmasına özen göstermiştir. Bazı rivayetlerde yediği gıdaların temiz olup olmadığını kontrol ettiği nakledilmektedir (Müslim, Eşribe, 134-135; Tirmizî, Et’ime, 11; İbn Mâce, Et’ime, 13, 42). Yemeğin temiz bir şekilde vücuda intikalini sağlamak ve nimete şükretmek için de ellerini yemekten önce yıkamıştır. Hatta yemeğin bereketinin yemekten önce ve sonra elleri yıkamakta olduğunu ifade etmiştir (Ebû Dâvud, Et’ime, 11; 

Tirmizî, Et’ime, 39; İbn Mâce, Et’ime, 5). İnsanın elleri dışarıyla en çok temas eden organdır. Bu bakımdan yiyip içmede kullanılan ellerin temizliği, sağlıklı beslenme açısından büyük öneme sahiptir. Diğer taraftan ellerdeki et, yağ ve benzeri yemek kokusunu temizlemeden geceleyenleri, karşılaşabilecekleri sağlık sorunları konusunda da uyarmıştır (Ebû Dâvud, Et’ime, 53; Tirmizî, Et’ime, 48; İbn Mâce, Et’ime, 22). Bazı rivayetlerde Hz. Peygamber’in yemek yedikten sonra ağzını yıkadığı da zikredilmiştir (İbn Mâce, Tahâret, 66). 

Bunlara ilaveten Hz. Peygamber, yemeklerin parmaklarla yendiği bir sosyal yapıda, yemeğin kokusu ve eserinin temizlenmesi hususunda kendi toplumunun adetlerini de uygulamıştır. Bu bağlamda yemek yediği parmaklarını yalamıştır. Üstelik parmaklarını yalamakla kalmamış, yemek yenilen tabağın yalanmasını da tavsiye etmiştir (Müslim, Eşribe, 131-136; Ebû Dâvud, Et’ime, 49; Tirmizî, Et’ime, 11; İbn Mâce, Et’ime, 10). Hattâbî (ö. 388/998) parmakların yalanması konusunda aykırı düşünenleri şöyle tenkit etmiştir: “İnsanlardan bazıları, parmakları yalamayı ayıplamışlardır. 

Bolluk ve refah onların aklını bozmuş, sürekli tokluk da onların tabiatını değiştirmiştir. Bunlar parmaklarındaki yemek artıklarının da yediklerinin bir parçası olduğunu düşünmeyip onların yalanmasını hoş olmayan, iğrenç bir hal, çirkin bir davranış olarak görürler. Bundan sadece kibirli ve sünneti terkeden varlıklı zenginler kaçınırlar.” (Hattâbî, 1351/1932: IV, 260). Günümüzün insanı da parmakları yalamayı hoş görmeyebilir. Meseleyi, kaşığın ve çatalın kullanılmadığı bir devrin şartlarına göre düşünmek gerekir. 

Bu bakımdan Hz. Peygamber’in Arap ve Hicaz kültüründen beslenerek ortaya koyduğu bu beslenme tarzında şaşılacak bir durum yoktur. Bu rivayetlerin Arapların yemek yeme kültürünü yansıttığı göz önünde bulundurulduğunda, sorun kendiliğinden hallolmaktadır. Burada dikkatten kaçırılmaması gereken esas nokta, Hz. Peygamber’in yemekten önce ve sonrasında ellerini temizlemeye gayret göstermesidir.

Yemek yiyenin fiziksel temizliği konusunda zikredilebilecek diğer bir husus ise Hz. Peygamber’in yerken ve içerken sağ elini tercih etmesi ve ümmetine de ısrarla sağ ellerini kullanmalarını tavsiye etmesidir (Buhârî, Et’ime, 2-3; Müslim, Eşribe, 104-108; Ebû Dâvud, Et’ıme, 19; Tirmizî, Et’ime, 47; İbn Mâce, Et’ime, 8). İnsanların yemek yerken büyük çoğunlukla sağ ellerini kullandıkları göz önüne alındığında, bu tavsiyenin gayet tabiî olduğu söylenebilir. Zira sol elin taharetlenmeye tahsis edildiği bir anlayışta (Buhârî, Vudû, 18) ve yemeklerin parmaklarla yendiği, hatta kullanılan parmakların yalandığı bir ortamda, sağ elin yemekte kullanılmasında ısrarcı olunması garipsenecek bir durum değildir. Sol elin yemekte kullanılmasına sıcak bakılmaması, tamamen temizliğin arzulanan anlamda gerçekleşmemiş olma endişesine bağlıdır. Öte yandan Hz. Peygamber’in her şeyde sağla başlamaya özen gösterdiğini de unutmamak gerekir. Öyle anlaşılıyor ki Resûlullah (s.a.v.), sağ elin kullanımıyla ilgili Müslümanlar için ayırıcı bir gelenek oluşturmaya çalışmıştır (Yıldırım, 2008: 137-138).

Manevi Temizlik
Manevi temizlikten kasıt, yenilen ve içilen gıdaların helal olmasıdır.

Hz. Peygamber, helal rızıkla beslenilmesi konusunda Kur’an’ın öne çıkartmış olduğu hassasiyeti aynen benimsemiş ve kazancın helal yollarla elde edilmesini teşvik etmiştir (Buhârî, Zekât, 50; Büyû’, 15; Nesâî, Büyû’, 1). Buna ilaveten kazanılan mal ve mülkün gasp (Buhârî, Mezâlim, 13), rüşvet (Ebû Dâvud, Akdiye, 4), karaborsacılık (Müslim, Müsâkât, 130) ve alışverişte hile yapmak (Müslim, İmân, 164) gibi haksız kazanç yollarından elde edilmemesine büyük önem vermiştir.

Kur’an’a göre helal ve haramı belirlemek Yüce Allah’a ve O’nun (c.c.) izniyle de Hz. Peygamber’e aittir (A’râf, 7/157). Bir kısım rivayetlerde Hz. Peygamber’in “helal, Yüce Allah’ın Kitabı’nda helal kıldıklarıdır. Haram da Yüce Allah’ın Kitabı’nda haram kıldıklarıdır. Hakkında bir şey demedikleri ise müsamaha gösterdiği (mübah) şeylerdendir” (Tırmizî, Libâs, 6; İbn Mâce, Et’ime, 60) dediği nakledilmiştir. Bununla birlikte Hz. Peygamber’in Kur’an’da haram/yenmez olarak nitelendirilen gıdaları detaylandırdığı görülmektedir. 

Bu meyanda uzun ve sivri dişli olan hayvanlar ile pençesi ile avını parçalayan yırtıcı kuşların etlerinin yenmesini yasaklamıştır (Müslim, Sayd, 15-16; Ebû Dâvud, Et’ime, 32). Yine “Her sarhoşluk veren şey haramdır” buyruğu ile Kur’an’ın alkollü içeceklerle olan kısıtlamasını genişletmiştir (Buhârî, Edeb, 80; Müslim, Eşribe, 73). Hatta “Çoğu sarhoş eden şeyin azı da haramdır” (Ebû Dâvud, Eşribe, 5; Tirmizî, Eşribe, 3; Nesâî, Eşribe, 25) buyurarak, tiryakiliğe yol açacak kapıları da kapatmıştır. Öyle ki bu yasaklar asırlar boyu Müslümanların beslenme alışkanlıklarının şekillenmesinde içecekler, soslar veya tatlandırıcılar arasında alkollü içeceklerin yer almaması sonucunu ortaya çıkarmıştır. 

Bunlara ilaveten Hz. Peygamber’e göre harama düşmemek için şüpheli şeylerden de sakınmak gerekir (Buhârî, İmân, 39; Müslim, Müsâkât, 130). Öz bir şekilde ifade etmek gerekirse bu konudaki nebevî ölçü, şüphelendiren şeyleri bırakmak, şüphelendirmeyenlere ise yönelmektir (Tirmizî, Sıfatu’l-Kıyâme, 60; Nesâî, Eşribe, 50).

Hz. Peygamber, besinin hayvansal bir ürün olması halinde, Kur’an’da olduğu gibi (Mâide, 5/4; En’âm, 6/121) hayvanın Yüce Allah adına öldürülmesinin gerekliliği üzerinde durmuştur. Yüce Allah’tan başkası namına hayvan kesenleri lanetlemiş (Müslim, Edâhi, 43-45), kurbanını keserken daima besmele çekmiş ve tekbir getirmiştir (Müslim, Edâhi, 17-19). Av hayvanını ava salarken ve av silahını avlanacak olan hayvana atmadan/ateşlemeden önce besmele çekilmesini de emretmiştir (Buhârî, Zebâih, 2, 7-10, 22; Sayd, 2, 3, 6; Ebû Dâvud, Edâhî, 23; Tirmizî, Sayd, 6; İbn Mâce, Sayd, 3). 

Dolayısıyla böylesi durumlarda besmele çekmek, zorunluluk belirten farz hükmünü almaktadır. Ancak besmele çekmenin sevaba ve Yüce Allah’ın rızasına vesile olan faziletli ve müstehap bir davranış olduğuna dair alanlar da vardır. Yeme-içme fiillerinden önce besmele çekilmesinin teşvik edilmesi, bu bağlamda değerlendirilebilir (Ebû Dâvud, Et’ime, 16; Tirmizî, Et’ime, 47; Eşribe, 13). Konuyla ilgili bazı rivayetlerde, besmele çekmemekle şeytan arasında bağlantı kurulması ise oldukça dikkat çekicidir (Müslim, Eşribe, 103; İbn Mâce, Dua, 19; Ebû Dâvud, Et’ime, 15). 

Sofraya oturan kişi yemekten önce besmele çekmezse, Hz. Peygamber’e göre şeytan o şahısla birlikte yemek yer (İbn Hanbel, V, 415416). Bu durum yenen yemeğin bereketsiz olmasına vesile olur. Öyle anlaşılıyor ki Hz. Peygamber, bereketsizlik ile şeytan arasında bir bağlantı kurarak meseleyi ashabının anlayacağı bir üslup ile açıklamıştır.

Besmele çekmeyi gerekli kılan diğer bir sebep de kişinin ağzına bir lokma götürürken veya bir şeyi yudumlarken bunu kendisine Allah’ın verdiğini hatırlatması olabilir. Böylece kişi yeme ve içmeye başlamadan önce Yüce Allah’a şükran borçlu olduğunun farkına varır. Ayrıca buna bağlı olarak nebevî öğretide yemekten sonra verdiği nimetlerden dolayı Yüce Allah’a dua edilir (Müslim, Eşribe, 146; Ebû Dâvud, Et’ime, 52; Eşribe, 20; Tirmizî, Daavât, 56, 118; İbn Mâce, Et’ime, 16). Bu bağlamda, en azından “Bizi yediren, içiren ve İslâm ile şereflendiren Yüce Allah’a hamdolsun” gibi özlü dualar yapılabilir (Ebû Dâvud, Et’ime, 52; Tirmizî, Daavât, 56; İbn Mâce, Et’ime, 16). Böylesi dualar, bir yandan Yüce Allah’a şükretmek anlamına gelmekte, diğer yandan ise O’nun (c.c.) verdiği nimetlerin bereketlenmesine vesile olmaktadır.

Yeme-İçme Adabı

Müslümanlar için yeme-içme adabı, Kur’an’ın uygulayıcısı ile hayat bulmuş tavsiyeler içermektedir. Bu tavsiyelerin sünnete bağlılık açısından dinî ve kültürel kodlarının tespit edilmesi önem arz etmektedir.

Öncelikle belirtelim ki Ashab-ı Kiram, Hz. Peygamber’in masa, sini ve tepside yemediğini, Arapların adeti olarak yere serilen yaygı üzerinde yediğini aktarmıştır (Buhârî, Et’ime, 8, 23; Rikâk, 16; Tirmizî, Et’ime, 1). Bunun yanında Ashab-ı Kiram’ın aktardıklarına göre Hz. Peygamber, keyfine düşkün birinin yaptığı gibi yaslanarak yemeyi uygun görmezdi (Buhârî, Et’ime, 13; Ebû Dâvud, Et’ime, 16; Tirmizî, Et’ime, 28). Sağlıkla ilgili bir mazeret yoksa ayakta bir şey yemeyi ve içmeyi de hoş görmezdi (Müslim, Eşribe, 112-116). Ancak zemzemi Vedâ haccı sırasında oturacak yer bulamadığından dolayı ayakta içmişti (Buhârî, Hac, 76; Müslim, Eşribe, 117-119; Tirmizî, Eşribe, 12; İbn Hanbel, I, 243). Günlük koşuşturma içinde yolda yürürken ve ayakta iken bazen bir şey yemek veya içmek durumunda kaldığı da olurdu (Buhârî, Eşribe, 16; Ebû Dâvud, Eşribe, 13; Tirmizî, Eşribe, 11; İbn Mâce, Et’ime, 25). 

Fakat kendisi bizzat yerde diz çökerek yemek yemeyi ve oturarak su içmeyi tercih ederdi (Ebû Dâvud, Et’ime, 16). Bu rivayetlerden anlaşıldığına göre gerek yaslanarak gerekse ayakta bir şeyin yenilip içilmesi meselesi, tamamen ahlakî bir bakış açısı ile alakalıdır. O (s.a.v.), yaslanarak yemek yeme konusunda dönemin hükümdarları ve bir kısım aşiret reislerinin debdebeli oturuş biçimlerinden farklı davranmayı tercih etmiştir (Yardım, 2011: 205). Öyleyse yemek yerken bir şeye dayanmaktaki sakınca, bu yaslanmada bir büyüklenme hissinin bulunmasından dolayıdır. 

Nitekim bir rivayete göre Hz. Peygamber, açlık yüzünden halsiz düştüğü bir zamanda sırtını duvara vererek oturmuş, getirilen hurmaları dayandığı yerden güç alarak yemiştir (Müslim, Et’ime, 148; Ebû Dâvud, Et’ime, 16). Diğer taraftan “melik peygamber” olmak yerine “kul peygamber” olmayı tercih eden Hz. Peygamber’in; “Ben bir kulum; kul gibi yer, kul gibi otururum” (Ebû Ya’lâ, 1408/1984: VIII, 318) ve “Allah beni kerim bir kul eyledi, zorba ve inatçı biri yapmadı!” Ebû Dâvud, Et’ime, 17; İbn Mâce, Et’ime, 6) gibi hadisleri de dikkate alındığında, yemek yerken bir şeye dayanmanın hoş görülmemesinin hikmeti daha iyi anlaşılmaktadır.

Dolayısıyla gurur, lüks ve şaşaa gibi olumsuz tavırların hâkim olmadığı kişilerin yemek yerken bir şeye dayanmalarında sakınca yoktur (Sehârenpûrî, 1427/2006: XI, 96-97). Ayakta su içme konusunda da bizzat Hz. Peygamberin kendisinin ve ashabının (İbn Mâce, Et’ime, 25) ayakta su içtiği nakledilmiştir. Öyleyse zaman zaman genel teamülün dışına çıkmak mümkündür.

Su içme ile ilgili öne çıkan ve belki de sünnet olarak algılanan en dikkat çekici husus ise üç yudumla içme meselesidir. Bu konuyla ilgili rivayetlere bakıldığında bunun ardındaki saik rahatça anlaşılmaktadır. Bir hadiste şöyle geçmektedir: “suyu üç defada dinlene dinlene içmek hem hazmı kolaylaştırıp mideye faydalı olur hem de harareti çabuk keser.” (Müslim, Eşribe, 123; Ebû Dâvud, Eşribe, 19; Tirmizî, Eşribe, 13). Başka bir rivayette ise Hz. Peygamber’in suyu iki defa nefes alarak içtiği nakledilmiştir (Tirmizî, Eşribe, 14; İbn Mâce, Eşribe, 18). 

Dolayısıyla Hz. Peygamber’in suyun bir nefeste içilmemesi konusundaki tavsiyesinin nedeni, sudan daha fazla lezzet almak, yudum yudum içmenin daha kibar oluşu ile harareti çabuk dindirmesi ve mideye daha faydalı olmasıdır. Bu bakımdan suyun dinlene dinlene içilmesi, kişinin sudan lezzet almasına yönelik olup dinsel bir buyruk değildir (Yıldırım, 2008: 139-141).

Bazı rivayetlere göre Hz. Peygamber, yiyecek ve içeceklerin içine üflenmesini hoş karşılamadığı ifade edilmiştir (Buhârî, Vudû’, 18; Eşribe, 25; Müslim, Tahâret, 65; İbn Mâce, Et’ime, 18). Bunun nedeni yemek yenilen ve su içilen kaba üfüren ve soluyan kimsenin ağzından veya burnundan kabın içine başkalarını iğrendirecek salya, pis koku ve yemek kırıntısı gibi şeyler karışabilir. Bu yolla ağızdan karbondioksit verilerek suyun kirletilmesi ve bulaşıcı bazı hastalıkların yayılması da söz konusu olabilir. 

İbn Battâl (ö. 449/1057), bu hadislerde geçen görgü kuralının, toplu olarak yenilen yemeklere mahsus olduğunu söylemiştir. Zira birçok kimsenin aynı kaptan yemesi, su veya diğer meşrubatı içmesi durumunda bir kişinin kaba üfürmesi veya içine doğru solunması başkalarını tiksindirebilir. Ona göre tek başına veyahut ailesi ile yemek yiyenler açısından ise bunun bir mahzuru yoktur (İbn Battâl, 1423/2003: VI, 79). Ancak ister yalnızca ister başkasıyla beraber bir kaptan yemek yerken veya su içerken yemeğin ve suyun mikroplardan korunması için en uygun olanı kabın içine üflenmemesidir. Kabın içine üfürmemek ve solumamak, bir terbiye ve nezâket yasağıdır.

Başkalarıyla birlikte meyve yiyenlerin uyması gereken önemli bir nezâket kuralı da sofraya konulan meyveleri çifter çifter yememeleridir (Buhârî, Et’ime, 44; Şirket, 4; Mezâlim, 14; Müslim, Eşribe, 150; Ebû Dâvud, Et’ime, 43; Tirmizî, Et’ime 16; İbn Mâce, Et’ime, 41). Zira bu davranış, o kişinin aç gözlü ve pis boğaz olduğuna delalet eder ve onu başkalarının gözünden düşürür. Ancak sofrada bulunanlar, meyveyi ikişer ikişer yeme konusunda anlaşmışlarsa, o zaman ikişer ikişer yemekte bir sakınca yoktur (Nevevî, 1392: XIII, 228-229).

Hattâbî ise bu hadisin şerhinde, “Hurmayı veya başka bir yiyeceği ikişer ikişer yemenin yasaklanması, onların zamanında yiyecek sıkıntısı çekildiği dönemlere aittir. Bugün bu sıkıntı geçtiğinden söz konusu yasak da yürürlükten kalkmıştır” demiştir (Nevevî, 1392: XIII, 229). Öte yandan uydurma bir rivayette, Hz. Peygamber’in Selmân-ı Fârisî (ö. 36/656 [?]) ile üzüm yediği ve ona üzümü ikişer ikişer yemesini işaret buyurduğu nakledilmektedir (İbn Teymiyye, 1408/1988: 90).

Hz. Peygamber, içecekleri bardak gibi bir kap ya da avuçla içmeyi tavsiye etmiş ve avuçlanarak içileceği zaman da önce ellerin yıkanması gerektiğini söylemiştir (İbn Mâce, Eşribe, 25). Tulum, testi ve benzeri kapların ağzından su ve benzeri bir şeyi içmeyi ise yasaklamıştır (Buhârî, Eşribe, 23; Ebû Dâvud, Eşribe, 15; İbn Mâce, Eşribe, 20). Bunun yasak edilmesinin sebebi haşarat gibi zararlı bir şeyin yutulmasını önlemektir. Bir diğer sebep de tulumların ağzını temizlemek kolay olmadığından içindekilerin bu şekilde içilmesi halinde, zamanla orada oluşan pislikler içen kimsenin ağzına gidebilir. 

Ancak kişi, tulum ve testi gibi bir kapta bulunan su ve benzeri bir sıvı maddeyi bardak gibi bir kaba aktarırsa içinde yabancı bir maddenin bulunup bulunmadığını kontrol etmiş olur (Azîmâbâdî, 1388/1968: IX, 640-641). Nitekim bir hadiste açıklandığına göre; Hz. Peygamber, kaplardan bu şekilde su içmeyi yasakladıktan sonra bir adam geceleyin kalkıp bir tulumun ağzını dışarıya kıvırarak su içmiş ve tulumun ağzından bir yılan çıkıp adamın üstüne düşmüştür (İbn Mâce, Eşribe, 19). Bunlara ilaveten su tulumlarının ağızlarının dışarıya kıvırarak içmenin hem caiz olduğunu hem de olmadığını bildiren rivayetler de vardır (Ebû Dâvud, Eşribe,

15). Tulumun ağzını bu şekilde kıvırıp onun ağzından içmenin yasaklanması sebebi ise tulumun kokusunun bozulması olabilir. Ayrıca bu şekilde içilmek istendiği zaman, tulumların ağzı geniş olduğundan dolayı suyun içen kimsenin üzerine dökülmesine veyahut ihtiyaçtan fazla suyun israf edilmesine sebep olunabilir (Aynî, ty.: XXI, 200). Dolayısıyla bu rivayetler, o dönemin coğrafî ve kültürel şartlarını yansıtmakla birlikte suyun israf edilmemesi açısından içme ile ilgili görgü kurallarını da aksettirdiği söylenebilir.

Hz. Peygamber, dünya nimetlerinin hiçbirini ayıplamadığı gibi hiçbir yemeği hor görmemiş ve iştahı varsa yemiş, canı çekmiyorsa yememiştir (Buhârî, Et’ime, 21; Menâkıb, 23; Müslim, Eşribe, 187-188; Ebû Dâvud, Et’ime, 13; Tirmizî, Birr, 84). Hz. Peygamber’in bu tutumu mubah yemekler içindi. Fakat haram yemekler karşısındaki tavrı böyle değildi. Bundan dolayı bir yemeğin, insanların pişirmesi ya da hazırlamasından doğan kusurunu söylemekte bir sakınca yoktur. 

İbn Hacer el-Askalânî’nin (ö. 852/1448) de açıkladığı gibi, yemeğin pişirilmesi veya hazırlanması ile ilgili olarak yemeğe yöneltilen bir tenkit eğer onu hazırlayanın kalbini kıracaksa o zaman bu neviden olan tenkitler caiz olmaz (İbn Hacer el-Askalânî, 1379: IX, 547-548). Şunu ifade etmek gerekir ki insanın tabiatı bazı helâl yemekleri yemekten hoşlanmayabilir. Böyle bir durumda o yemeği yememesi gayet tabiidir. Kişi hoşlanmadığı bir yemekle karşılaşınca Hz. Peygamber’in yaptığı gibi hareket edebilir, yani tenkit yöneltmeden yemeği yemekten kaçınabilir (Mübârekpûrî, ty.: VI, 179-180).

Hz. Peygamber, bereketin yemeğin ortasına indiğini söyleyip yemeği kenarlardan yemeyi tavsiye etmiştir (Ebû Dâvud, Et’ime, 18; Tirmizî, Et’ime, 12). Bunun yanında başkalarıyla birlikte yemek yenirken herkesin önünden yemesi gerektiğini öğütlemiştir (Buhârî, Et’ime, 2, 3; Müslim, Eşribe, 108; Tirmizî, Et’ime, 47; İbn Mâce, Et’ime, 11). Ancak birlikte yemek yediği şahsın rahatsız olmayacağını bilen kimsenin ise tabağın başka yerinden arzu ettiği şeyi almasında bir sakınca yoktur (İbn Battâl, 1423/2003: IX, 462).

Hz. Peygamber’in yemek adabı hususundaki tavsiyelerinden biri de yemekten sonra hemen kalkılmamasıdır. O (s.a.v.), yemekten sonra sofradan hemen kalkılmamasını tavsiye ederek şöyle buyurmuştur: “Sofra kurulduğu zaman, sofra kaldırılmadıkça kimse kalkmasın. Kişi doysa bile sofradakiler yemeyi bırakmadıkça o da elini çekmesin, kendisine fazla gelse de yemeye devam etsin. Çünkü kişi (yemeyi bırakmakla) yanında oturan kimseyi utandırır ve bu kimse, ihtiyacı olduğu halde yemeyi bırakabilir.” (İbn Mâce, Et’ime, 21). 

Bu hadise göre toplu halde yemeğe oturulduğu zaman erken doyan kişi, henüz doymamış olan kimselerin yemeğe devam etmelerini kolaylaştırmak için sofradan kalkmamalıdır. Aksi halde utanarak yemek yiyen kimselerin sofradan aç kalkmalarına sebebiyet verilebilir. Bunlara ilaveten Hz. Peygamber, yemeklerin diğer insanlarla paylaşılmasını özendirmiştir. Bu konuda Yüce Allah’a güvenilmesini tavsiye etmiş ve bir kişinin yemeğinin iki kişiye, iki kişinin yemeğinin dört, dört kişinin yemeğinin ise sekiz kişiye yeteceğini söylemiştir (Müslim, Eşribe, 178-181; Tirmizî, Et’ime, 21; İbn Mâce, Et’ime, 2). 

Öte yandan yemeklerin toplulukla birlikte yenilmesini teşvik etmiştir (Ebû Dâvud, Et’ime 14; İbn Mâce, Et’ime, 17). Oysa Kur’an’da, “Hep bir arada toplu olarak da dağınık olarak da yemek yemenizde bir sakınca yoktur.” (Nûr, 24/61) buyrularak, ayrı ayrı kaplarda ve sofralarda yemek yemenin caiz olduğu belirtilmiştir. Bununla birlikte Hz. Peygamber, müminlerin arasındaki ilişkilerin gelişmesi için tercihini toplu halde yenen yemekten yana yapmıştır.

Hz. Peygamber’in sofra adabı ile ilgili tavsiyelerinden birisi de yemeğin çok sıcak yenmemesi gerektiğidir. O (s.a.v.), aşırı derecede sıcak bir yemeği yemediği gibi, “yemeği soğutun! Zira sıcak yemek, bereketsiz olur” diye buyurmuştur (Hâkim en-Neysâbûrî, 1411/1990: IV, 132). Nitekim Esmâ bt. Ebî Bekir (r.anhâ) (ö. 73/692), kendisine getirilen tirit yemeğinin soğumasını bekleyerek bu kuralı uyguladığı görülmektedir (İbn Hanbel, VI, 350; Dârimî, Et’ime, 17).

Yeme-İçmenin Ölçüsü

Giriş bölümünde ifade edildiği üzere Kur’an yeme-içme konusunda dengeli hareket edilmesini emretmiştir. Hz. Peygamber de aşırı bir şekilde yeme içmeyi kınamış, ümmetini az yemeye teşvik etmiş (Buhârî, Et’ime, 12; Müslim, Eşribe, 182-185; Tirmizî, Et’ime, 20) ve fazla yediği için geğiren kimseyi de uyarmıştır (İbn Mâce, Et’ime, 50). Kaynakların verdiği bilgiye göre Hz. Peygamber en fazla iki öğün yemek yemiştir (İbn Sa’d, 1968: I, 406). Bunlardan akşam öğününün ihmal edilmemesini tavsiye etmiştir (Tirmizî, Et’ime, 46; İbn Mâce, Et’ime, 54). 

Buna mukabil farklı bir rivayette ise müminlerin annesi Hz. Âişe’nin (r. anhâ) (ö. 58/678), peygamber ailesinin bir günde iki öğün yemek yemediğini veya bir günde ardarda iki öğün buğday ekmeği yemediğini söylediği nakledilmiştir (Buhârî, Rikâk, 17; Müslim, Zühd, 25). Zikredilen bu son rivayetin Resûlluh’ın (s.a.v.) geçim sıkıntısı yaşadığı zamanlarla ilgili olması muhtemeldir.

Allah Resulü (s.a.v.) mideyi tıka basa doldurmaktan kaçınılması gerektiğini söylemiştir. Bu bağlamda yeme-içmenin ölçüsünü ise şöyle belirlemiştir: “İnsan, mideden daha tehlikeli bir kap doldurmamıştır. Oysa insana kendini ayakta tutacak birkaç lokma yeterlidir. Şâyet çok yemek gerekirse, midenin üçte biri yemeğe, üçte bir içeceğe, üçte biri de nefes alıp vermeye ayrılmalıdır (Tirmizi, Zühd, 47; İbn Mâce, Et’ime, 50). Başka bir hadisinde ise Resûlullah (s.a.v.) “İki kişinin yiyeceği üç kişiye, üç kişinin yiyeceği de dört kişiye yeter” (Buhârî, Et’ime, 11) buyurarak, Müslümanların obur olmaması gerektiğine işaret etmiştir.

Hz. Peygamber’in çok yemeyi zemmetmesi, içinde yaşadığı Arap kültürünün bir yansıması olabilir. Zira Cahiliye Araplarının da yemek hususunda önemli âdetlerinden biri az yemekti. Karnını yemekle dolduranın zekâsının gideceğini düşünürlerdi ve gırtlağa kadar yiyeni ayıplarlardı. Örneğin bu dönemin tabiplerinden el-Hâris b. Kelede’ye (ö. 13/634) en iyi ilaç sorulduğunda; az yemek olduğunu söylemiştir. Yine Arap felsefecilerinden biri derdin çok olma sebebinin de çok yemek olduğunu söylemiştir. Bedenin sıhhatli, zekânın açık olması, dinin ve dünyanın güzelleşmesi için bunun gerekli olduğunu hatırlatmıştır. Kendisinin doksan yaşında olmasına rağmen hiçbir sağlık problemi yaşamadığını, bunun da az yemesine bağlı olduğunu söylemiştir (el-Âlûsî, ty.: I, 377-378).

Sünnette tavsiye edilen diğer bir husus, beslenme konusunda israftan kaçınılmasıdır. Tabakta yemek bırakılmasını tasvip etmeyen Hz. Peygamber, yiyeceklerin en küçük parçasına kadar tüketilmesini emretmiş, yere düşen bir lokmanın yerde bırakılmasını o lokmayı şeytana terk etmek olarak nitelemiştir (Müslim, Eşribe, 134-136). Bu hadiste geçen, “Yere düşen lokmayı şeytana bırakmamak” ifadesinden kasıt, o nimeti küçümsememek ve zâyi etmemek demektir. Kişinin yere düşen lokmayı almamasının altında, kendini büyük görme veyahut kibirlenme duygusu vardır. Oysa kibir, şeytanın sevdiği bir davranıştır (Münâvî, 1415/1994: I, 482).

Hz. Peygamber, ihtiyaç olmadığı halde, sadece nefsin heva ve hevesine kapılarak görülen her şeyi yemenin israf olduğunu belirtmiştir. O (s.a.v.), mümin bir kimsenin canının çektiği her şeyi yememesini ve nefsine hâkim olması gerektiğini şöyle ifade etmiştir: “Senin canının çektiği her şeyi yemen israftandır” (İbn Mâce, Et’ime, 51). Bu hadise göre Müslüman yeme içmede mutedil hareket etmeli, aşırılığa düşmemeli ve israftan kaçınmalıdır. Öte yandan canın çektiği her şeyi mideye doldurmak, çoğu zaman sağlığa da zarar verebilir (Emîr es-San’ânî, 1379/1960: IV, 179).

Geleneğimizde “yemeği sünnetlemek” diye bir âdetin olduğu herkesin malumudur. Yemeği sünnetlemek demek, tabakta veya sahanda yemek bırakmamak demektir. Bu anlayışın arka planında bereket düşüncesinin olduğu aşikârdır. Nitekim Hz. Peygamber, yemeğin bereketini kaçırmamaya dikkat edilmesini öğütlemiştir: “Siz bereketin yemeğin neresinde bulunduğunu bilemezsiniz” (Müslim, Eşribe, 133). Ayrıca bir rivayette, Hz. Peygamber’in tencerenin dibinde kalan yemeği sevdiği nakledilmiştir (İbn Hanbel, III, 220). Bu ifadenin tabakta kalan yemeği sıyırıp bitirme işiyle bir ilgisi yoktur. Hz. Peygamber’in tencerenin dibinde kalan yemeği sevmesi, bireysel tercihi olup kabın dibindeki yemeğin daha iyi piştiğini, daha lezzetli, dolayısıyla hazmının daha kolay olduğunu düşünmüş olması mümkündür (Münâvî, 1415/1994: I, 482).

Hz. Peygamber’in Mutfağı

Öncelikle belirtelim ki Hz. Peygamber’in evinde yemek pişirilen bir alanın olduğunu söyleyebiliriz. Zira Hz. Peygamber’in bir gün Âişe’nin (r. anhâ) evine girip tencerede kaynamakta olan eti görmesi (Buhârî, Et’ime, 31) ve Hz. Peygamber’in evinde iki üç ay ateş yanmadığını ifade etmesi (Buhârî, Hibe, 1; Rikâk, 17; Müslim, Zühd, 28) bu kanaatimizi teyit etmektedir. Ancak bu mutfakta pişirilen ve hazırlanan gıdaların çok çeşitli ve zengin olduğunu söylemek pek mümkün gözükmemektedir. Hz. Peygamber’in mutat bir şekilde günlük şunları yediğine dair de bir menüsü yoktur. Haftalık ne yediği belli değildir. Peygamber Efendimiz çok sıkıntılı zamanlar yaşamıştır.

Hz. Peygamber’in en yakın arkadaşlarından Hz. Ömer (ö. 23/644), Resûlullah’ın açlıktan bütün gün kıvranıp karnını doyuracak en ucuz bir hurma bile bulamadığı anlarına şahit olmuştur (Müslim, Zühd, 3436; İbn Mâce, Zühd, 10). Hz. Peygamber vefat ettiğinde Hz. Âişe’nin evinde un yapmak üzere sadece arpa bulunduğu nakledilmiştir (Tirmizî, Et’ime, 49). Bir başka rivayette ise Peygamber ailesinin iki gün arka arkaya arpa ekmeğiyle bile karınlarını doyuramadıkları nakledilmiştir (Müslim, Zühd, 22; Tirmizî, Zühd, 38; İbn Mâce, Et’ime, 49). 

Hatta üç gün üst üste buğday ekmeğiyle karınlarını doyuramadıkları günleri bile olmuştur (Buhârî, Eymân, 22; Müslim, Zühd, 22). Öyle anlaşılıyor ki Hz. Peygamber ve ashabının aşırı açlık çektikleri günlerin sayısı pek de az değildi (Buhârî, Et’ime, 32). Maddi sıkıntı çektikleri zamanlarda açlık, taş olup karınlarına oturuyordu (Tirmizî, Zühd, 39. Bu hadiste geçen, “Karna taş bağlamak” deyimi hakikat anlamında olmayıp aşırı açlığı ifade eden bir kinayedir. Bkz. Erul, 2020: 48).

Bu sıkıntılı yıllara ait bir hatıra da Hz. Peygamber’in ve ailesinin, peş peşe birkaç gece, akşam yemeği yemeden aç yattıkları da rivayet edilmiştir (Tirmizî, Zühd, 38; İbn Mâce, Et’ime, 49; İbn Hanbel, I, 255). Yine mahrumiyet yıllarıyla ilgili başka bir haberde, Peygamber’in (s.a.v.) yemeğe oturduğu, önüne kuru ekmek getirildiği, bunun üzerine, “Katık olacak bir şey yok mu?” diye sorduğu, “Hayır, sirkeden başka bir şey yok” cevabını aldığında, “Sirke ne güzel katıktır” buyurduğu rivayet edilmiştir (Müslim, Eşribe, 164-167; Tirmizî, Et’ime, 35; İbn Mâce, Et’ime, 33).

Yoksulluk yıllarına ait bu hatıraları andıkça Hz. Âişe’nin ağladığı görülmektedir. Kendisine yöneltilen “her yemekten sonra niçin ağlarsınız?” sorusuna şu şekilde cevap vermiştir: “Resûlullah’ın (s.a.v.) dünyayı terkedip gittiği hali hatırlarım da onun için ağlarım. Vallahi o (s.a.v.), bir günde üst üste iki defa ekmek ile et yiyerek karnını doyurmadı” (Tirmizî, Zühd, 38). Bir başka rivayete göre neden ağladığını şöyle açıklamıştır: 

“Duyduğuma göre aranızda çeşit çeşit yemekler yiyip de hazmetmek için ilaç kullananlarınız varmış. Ben de bunu duyunca Peygamberinizi (s.a.v.) hatırlayıp ağladım. O, aynı günde iki öğün yemek bile yemeden dünyadan ayrılıp gitti. Hurmaya doyduysa, ekmeğe doymadı; ekmeğe doyduysa hurmaya doymadı. 

İşte beni ağlatan onun bu halidir” (İbn Sa’d, 1968: I, 311, 406). Bu rivayetler, hemen Hz. Peygamber’in vefatıyla birlikte yeni ülkeler fethedilince, Müslümanların bolluk, bereket ve zenginliğe kavuştukları günlerde anlatılan hatıralardır. Geçmişin yâd edildiği bu haberler, hem o günün şartlarında yiyecek bulmada yaşanan sıkıntıların ve hem de Hz. Peygamber’in eline geçen bir nimeti yoksul Müslümanlarla paylaştığının (Müslim, Eşribe, 169) tarihî belgeleridirler. Diğer taraftan rivayetlerdeki hüzün ifade eden cümleler dikkate alınacak olunursa, söz konusu hadislerin hatıra kabilinden değerlendirilmesi gerektiği söylenebilir. Buna mukabil söz konusu rivayetlerin, “Bir lokma bir hırka” şeklinde özetlenen hayat felsefesine ışık tuttuğunu iddia etmek doğru bir yaklaşım değildir.

Hz. Peygamber’in mutfağı ile ilgili ele alınması gereken konulardan biri de hangi gıdalarla beslendiğidir. O’nun (s.a.v.) tükettiği hayvansal gıdalar arasında başta deve eti olmak üzere koyun eti, tavuk eti, toy kuşu eti ve tavşan eti zikredilebilir (Buhârî, Hibe, 5; Müslim, Sayd, 53; Ebû Dâvud, Et’ime, 28; Tirmizî, Et’ime, 25-27; Nesâî, Sayd, 33; Dârimî, Et’ime, 22). Hadislerde yenilmesi tavsiye edilen ve Hz. Peygamber tarafından beğenildiği/hoşlanıldığı nakledilen bazı yiyecek ve içeceklere de zeytinyağı, kabak yemeği, bal ve tatlı, sirke, tirid yemeği, kebap, üzüm, ayva, hurma, acur/kased, erâk denilen ağacının olgun meyvesi/kebâs, kavut/sevîk, arpa unuyla yapılan sebze çorbası, hazîre çorbası, ekıt/ yağı alınıp kurutulmuş yoğurt, süt, soğuk su, çörek otu ve süt, çökelek, hurma ve yağ karışımı bir yemek türü olan hays yemeği örnek olarak verilebilir (Buhârî, Salât, 12; Enbiyâ, 32, 46; Fezâilu Ashâbi’n-Nebî, 30; Büyû’, 30, 111; Et’ime, 4, 15, 25, 32, 35; Eşribe, 10; Müslim, Mesâcid, 47; Selâm, 88-89; Et’ime, 144-145; Eşribe, 153155, 163, 166; Sıyâm, 169; Talâk, 21; Fezâilu’s-Sahâbe, 70; Ebû Dâvud, Et’ime, 2, 22, 40-41; Eşribe, 21; Savm, 21, 72; Tıb, 1; Tirmizî, Et’ime, 29, 31, 35, 42-43; Eşribe, 21; Nikâh, 10; Savm, 35; Daavât, 55, 73; Tıb, 1, 5; Nesâî, Eymân, 21; İbn Mâce, Et’ime, 29, 34, 61; Nikâh, 24; Tıb, 2, 5; İbn Hanbel, I, 225, 284; III, 177, 258, 279, 290, 497; IV, 190-191; VI, 38, 40; Dârimî, Et’ime, 19-20; Taberânî, ty.: XII, 149; İbnu’l-Esîr, 1399/1979: IV, 26).

Peygamber Efendimiz meyvelerden taze hurmayı salatalık ve karpuz (Buhârî, Et’ime, 39; Müslim, Eşribe, 147; Tirmizî, Et’ime, 36; İbn Mâce, Et’ime, 27; İbn Hanbel, III, 142-143), kuru hurmayı ise tereyağı (Ebû Dâvud, Et’ime, 44; İbn Mâce, Et’ime, 43) ile birlikte yemekten hoşlanırdı. Peygamber Efendimizin yediği ve içtiği gıda maddelerinin sadece bunlardan ibaret olduğunu söylemek doğru olmaz. İslami literatürün elimizdeki mevcut kaynaklarının incelenmesi halinde bu listeye bir kısım ilavelerin yapılabileceği aşikârdır. Ancak bu rivayetlerin Hz. Peygamber’in mutfağı hakkında bir fikir verecek nitelikte olduğunu düşünerek, bu kadarıyla yetinilmiştir (Ayrıca bu konuda geniş bilgi için bkz. Demir Akgün, 2007: 14-56).

Bazı rivayetlerde Hz. Peygamber’in, yukarıda zikredilen hayvansal gıdalardan etin kol tarafını sevdiği rivayet edilmiştir (Buhârî, Enbiyâ, 3; Müslim, İmân, 327; Tirmizî, Et’ime, 34; İbn Mâce, Et’ime, 28). Bir kısım haberlerde ise bu tercihin sebebi olarak, kol kısmının çabuk pişmesi ve kolayca yenmesi gösterilmektedir (Tirmizî, Et’ime, 34). Bundan dolayı Resûlullah (s.a.v.), yemek işine fazla zaman ayırmadığı ve yemeğini bir an önce yiyip bitirdiği ifade edilmektedir (Ebû Dâvud, Et’ime, 20; İbn Hanbel, I, 394). 

Bu bilgilerin aksine Hz. Âişe, Peygamber Efendimizin en sevdiği etin, kol eti olmadığını söylemiştir (Tirmizî, Et’ime, 34). Farklı bir rivayette de Hz. Peygamber’in (s.a.v.) şöyle buyurduğu nakledilmiştir: “Etin en nefis, en lezzetli yeri kesinlikle sırt etidir” (İbn Mâce, Et’ime, 28; İbn Hanbel, I, 204, 205). Öte yandan Peygamber Efendimizin sevmediği için yemediği -keler gibibirtakım yiyecekler de vardır (Buhârî, Et’ime, 10; Sayd, 33; Müslim, Sayd, 4347). Bu yiyecekler daha çok O’nun (s.a.v.) kendi yöresinde pek bilinmeyen ve dolayısıyla alışık olmadığı yiyeceklerdir. Bununla birlikte bazı rivayetlere göre çekirge etini yediği, bazı rivayetlerde ise çekirgeye karşı duyduğu tiksintiden dolayı çekirge etini yemekten çekindiği nakledilmiştir (Buhârî, Sayd, 13; Müslim, Sayd, 52; Ebû Dâvud, Et’ime, 34; Tirmizî, Et’ime, 22).

Bu rivayetleri bütünsel bir bakış açısıyla değerlendirdiğimizde şunları söylemek mümkündür: Hz. Peygamber’in yukarıda geçen yiyecekleri sevmemesi, öncelikle onun bireysel tercihi ve damak zevkiyle ilgili bir durum olmakla birlikte aynı zamanda içinde yaşadığı kültürün mutfak zevkiyle de yakından ilgilidir. Nitekim Hz. Peygamber’in keler eti yememesinin tamamen kişisel bir seçim olduğunu anlayan sahabe arasında keler etini sevenlerin yanında sevmeyenler de bulunmaktaydı. 

Bazen Hz. Peygamber, kendisinin farklı kişilerle muhatap olmasından dolayı rahatsız edici olmamak için yemediği veya hoşlanmadığı yiyeceklerin (soğan, sarımsak gibi) de ashabı tarafından yenilebileceğini bildirmiştir (Buhârî, Ezân, 160; Ebû Dâvud, Et’ime, 40). Bu noktada bazı sahabîlerin sırf Hz. Peygamber seviyor diye bazı yiyecekleri yemeleri, bazılarını da sırf o sevmiyor diye terk etmeleri dini bir zorunluluktan değil, Resûlullah’a (s.a.v.) olan sevgi ve bağlılıklarından kaynaklanmaktadır (Buhârî, Büyû’, 30; Müslim, Eşribe, 145, 170).

Özetle söylemek gerekirse Hz. Peygamber’in mutfağında yenilen ve içilenler, kendi döneminde mevcut ve yine kendi toplumunun tükettiği/ulaşabildiği yiyecek ve içeceklerdir. Arap toplumunun yaşadığı coğrafyada bilinmediği için Hz. Peygamber’in adından hiç bahsetmediği binlerce yiyecek türü vardır. Yüce Allah’ın yarattığı her bir meyve, sebze, yiyecek ve içeceğin kendine has güzellikleri olduğunda şüphe yoktur (Komisyon, 2014: VI, 326-328). Bundan dolayı Hz. Peygamber’in yediği ve içtiği şeyleri tüketmeyi sünnet olarak algılamak doğru bir yaklaşım değildir. Asıl sünnet, Yüce Allah’ın yarattığı her türlü meyve, sebze, yiyecek ve içeceğin helal ve temiz olanlarından yemek ve içmektir.

Sonuç
Beslenme, insan hayatının temel unsurlarından biridir. Bu bakımdan Kur’an, insanın yeme-içme rejimlerine müdahale etmiştir. Bir taraftan besin maddelerinin Yüce Allah’ın bir lütfu olduğundan bahsetmiş, diğer taraftan temiz ve helal olanların yenilmesini emretmiş ve bu konuda israfa düşülmemesi konusunda uyarılarda bulunmuştur. Hz. Peygamber de Kur’an’ın yeme-içme ile ilgili bu temel prensiplerini aynen benimsemiş ve bazı açılımlarda bulunmuştur. Temel hadis kitaplarımızda bu teyit ve açılımların, Müslümanların hayatına yönelik örnekliği hususunda bir hayli bilgi mevcuttur. İşte bu malumatta zikredilen beslenme ile ilgili hükümler ve İslâm’ın özüne uygun temel ilkeler, bu bildirinin konusunu teşkil etmiştir.

Yapılan araştırmanın sonucunda beslenme konusunda şu temel ilkelerin bağlayıcı olduğunu söylemek mümkündür: Helal, temiz ve sağlıklı olan her şeyden makul ölçüde düzenli ve vaktinde yemek, ellerin temizliğine riayet etmek, yemeğin öncesinde ve sonrasında Yüce Allah’ı anmak ve israf etmemek. Bunlara mukabil Hz. Peygamber’in beslenme kültürünün bağlayıcı olmayan yönleri ise daha çok onun yeme-içme şekli, yemek menüsü, hangi yiyecek ve içeceklerden hoşlandığı gibi unsurlarda görülmektedir.

Zira bu gibi unsurlarda Hz. Peygamber’in tutum ve davranışını belirleyen etkenler, çoğunlukla kültürel ve bireysel tercihler olmaktadır. Öte yandan Hz. Peygamber’in beslenme kültürünün bir kısmı, onun vefatıyla birlikte kimileri için merak kimileri için nostalji kabilinden rivayet edilen hatıralardır. Zira hayatta iken ne dediği merak edilen bir peygamberin, ahirete irtihalinden sonra fizikî özellikleri, neleri giydiği veya giymediği, neleri yediği veya yemediği, nelerden hoşlandığı veya hoşlanmadığı merak edilmektedir. 

Bu bağlamda sahâbiler, risaletle ilgisi olsun olmasın hafızalarındaki bu konularla ilgili anıları, en ince ayrıntılarına kadar hatıra üslubu içerisinde ve münasebet düştükçe anlatmışlardır. Bu anlatıların amacı, ne onun tarafından yenilen-içilen ve sevilen-sevilmeyen gıdaların listesini oluşturmak ne de bu gıdalara kutsallık kazandırmaktır. Tam aksine Hz. Peygamber ile geçirilen vakitler içerisinde gıdalar konusunda çekilen sıkıntıları ve onun damak zevki ile ilgili anıları dile getirmektir. Bu bakımdan Onun (s.a.v.) damak zevki ve içinde yaşadığı kültürün mutfak zevkiyle ilgili ayrıcalıklı olmayan bu yönler konusunda seçici davranılmalıdır. Ancak Hz. Peygamber’in bu tutum ve davranışlarına sahabeden bazılarının da yaptığı gibi sevgi merkezli bir bağlılık gösterilmesinde bir sakınca yoktur.

Beslenmek, sadece açlığımızı gidermek demek değildir. İçerisinde kültürel kodların da bulunduğu bir araçtır. Bu bakımdan Hz. Peygamber’in beslenme konusunda ortaya koyduğu görgü kurallarının yerel olanları ile evrensel olanlarının tespit edilmesi gerekmektedir. Bu bağlamda Hz. Peygamber’in ne yediği yerellik ifade etmektedir. Ancak yukarıda da ifade edildiği üzere yediğinin helal ve temiz olması, yeteri kadar, besmele ile ve israf etmeksizin yemesi, yiyenin temizliğe riayet etmesi, Yüce Allah’a şükredilmesi ise evrensellik arz etmektedir. 

Ayrıca arka planında sağlık ve ahlaki değerlerin bulunduğu hususlar da bu yaklaşımla değerlendirilmelidir. Yani sağ elle yemek, önünden yemek, az yemek, ayakta yememek, parmakları yalamak, yaslanarak yemek, suyun üç yudumda içilmesi, midenin tıka basa doldurulmaması, ağzı açık testilerden su içilmemesi gibi hususların amaçları evrensel boyutta, bunların yapılış şekli ve araçları ise yerel boyutta değerlendirilmelidir.

Kaynakça
el-Âlûsî, es-Seyyid Mahmud Şükrî el-Bağdâdî (ty.). Bülûğu’l-Ereb fî Ma’rifeti Ahvâli’l-Arab. thk. Muhammed Behçet el-Eserî. Beyrut: Dâru’l-Kitâbi’l-Mısrî.
Aynî, Bedruddîn Ebî Muhammed Mahmud b. Ahmed (ty.). Umdetu’l-Karî Şerhu Sahîhi’l-Buharî, Beyrut: Dâru İhyâi’t-Turâsil-Arabî.
Azîmâbâdî, Ebu’t-Tayyib Şemsülhak Muhammed b. Emir Ali (1388/1968). Avnu’l-Ma’bûd Şerhu Sünen-i Ebî Dâvud. thk. Abdurrahman Muhammed Osman. Medine: el-Mektebetu’s-Selefiyye.
Buhârî, Ebû Abdillah Muhammed b. İsmail (1992). el-Câmi’u’s-Sahîh. İstanbul: Çağrı Yayınları.
Dârimî, Ebû Muhammed Abdullah b. Abdurrahman b. Fadl (1992). Sünen. İstanbul: Çağrı Yayınları.
Demir Akgün, Sevim (2007). Hz. Peygamber Döneminde Yemek Kültürü. Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü (Basılmamış Y. Lisans Tezi). Sakarya.
Ebû Dâvud, Süleyman b. el-Eş’as es-Sicistânî (1992). Sünen. İstanbul: Çağrı Yayınları.
Ebû Ya’lâ, Ahmed b. Ali b. el-Müsennâ et-Temimî el-Mevsılî (1408/1984). el-Müsned. thk. Hüseyin Selîm Esed. Dimeşk: Dâru’l-Me’mûn li’t-Turâs.
Emîr es-San’ânî, Ebû İbrahim Muhammed b. İsmail (1379/1960). Sübülü’s-Selâm. Haleb: Mektebetu Mustafa el-Bâbî el-Halebî.
Erul, Bünyamin (2020). “Siyer Yazımında Ayet ve Rivayet Kullanımında Görülen Bazı Problemler”. Akademik Siyer Dergisi 2, ss. 36-53.
Hâkim en-Neysâbûrî, Ebû Abdullah Muhammed b. Abdillah (1411/1990). el-Mustedrek ale’s-Sahîhayn. thk. Mustafa Abdulkâdir Atâ. Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye.
Hattâbî, Ebû Süleyman Muhammed (1351/1932). Meâlimu’s-Sünen. thk. Muhammed Râğıb et-Tabbâh, Halep: Matbaatu’l-İlmiyye.
İbn Battâl, Ebu’l-Hasen Ali b. Halef b. Abdilmelik el-Bekrî Kurtubî (1423/2003). Şerhu’l-Câmii’s-Sahîh (Şerhu İbn Battâl alâ ?ahîhi’l-Buhârî). thk. Ebû Temim Yaser b. İbrâhim. Riyad: Mektebetu’r-Rüşd.
İbn Hacer el-Askalânî, Ebu’l-Fazl Şihâbüddîn Ahmed b. Alî b. Muhammed (1379). Fethu’l-Bârî. thk. Muhammed Fuâd Abdulbâkî, Muhibuddîn el-Hâtib. Beyrut: Dâru’l-Ma’rife.
İbn Mâce, Ebû Abdillah Muhammed b. Yezîd el-Kazvînî (1992). Sünen. İstanbul: Çağrı Yayınları.
İbn Sa’d, Ebu Abdullah Muhammed b. Sa’d b. Meni’ ez-Zühri (1968). et-Tabakâtu’lKübrâ. thk. İhsan Abbas. Beyrut: Dâru Sadır.
İbn Teymiyye, Takiyyüddîn Ahmed b. Abdülhalîm b. Teymiyye (1408/1988). Ehâdîsu’l-Kussâs. nşr. Muhammed Lütfî es-Sabbâğ. Beyrut: el-Mektebetu’l-İslâmî.
İbnu’l-Esîr, Mecduddîn Ebu’s-Saâdât el-Mubârek b. Muhammed (1399/1979). en-Nihâye fî Ğarîbi’l-Hadîs ve’l-Eser. thk. Tâhir Ahmed ez-Zâvî Mahmûd Muhammed et-Tanâhî. Beyrut: el-Mektebetu’l-İlmiyye.
Komisyon (2014). “Hz. Peygamber’in Yemek Âdâbı Acıkmadan Yemezdi, Doymadan Kalkardı”. Hadislerle İslam. Ankara: DİB Yayınları. c. VI, ss. 319-329.
Kurtubî, Ebû Abdullah Muhammed b. Ahmed el-Ensârî (1384/1964). el-Câmi’ li Ahkâmi’l-Kur’ân. thk. Ahmed Abdulalîm el-Berdunî, İbrâhim Etfîş. Kahire: Dâru’l-Kütübi’l-Mısriyye.
Mübârekpûrî, Ebu’l-Alâ Muhammed b. Abdirrahman b. Abdirrahîm (ty.). Tuhfetu’l-Ahvezî bi Şerhi Camii’t-Tirmizî. thk. Abdurrahman Muhammed b. Osman vdğr. Beyrut: Dâru’l-Fikr.
Müslim, Ebu’l-Huseyn Müslim b. Haccâc Kuşeyrî (1992). el-Câmi’u’s-Sahîh. İstanbul: Çağrı Yayınları.
Münâvî, Zeynüddin Muhammed Abdürrauf b. Tâcilarifin b. Ali (1415/1994). Feyzü’l-Kadir Şerhi’lCâmii’s-Sagir. Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye.
Nesâî, Ebû Abdurrahman Ahmed b. Şuayb (1992). Sünen. İstanbul: Çağrı Yayınları.
Nevevî, Ebû Zekeriyya Muhyiddîn Yahyâ b. Şeref (1392). el-Minhâc Şerhu Sahîhi Müslim b. Haccâc, Beyrut: Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî.
Sehârenpûrî, Halil Ahmed b. Mecîd (1427/2006). Bezlü’l-Mechûd fî Halli Süneni Ebî Dâvud. Hindistan: Merkezu Ebî Hasan en-Nedvî.
Taberânî, Ebu’l-Kasım Süleyman b. Ahmed b. Eyyûb (ty.). el-Mu’cemu’l-Kebîr. thk. Hamdî Abdulmecid es-Selefî. Kahire: Mektebetu İbn Teymiyye.
Tirmizî, Ebû İsa Muhammed b. İsa (1992). Sünen. İstanbul: Çağrı Yayınları. Yardım, Ali (2011). Peygamberimiz’in Şemâili. İstanbul: Damla Yayınevi. Yıldırım, Enbiya (2008). Hadis Meseleleri. İstanbul: Rağbet Yayınları.

Has aşçıbaşı Ahmet ÖZDEMİR olarak kaynak gördüğüm:
Sn. Doç. Dr. Hüseyin AKYÜZ'e ilgili "Rivâyetler Işığında Hz. Peygamber’in Beslenme Kültürü" isimli akademik çalışmaları için yürekten teşekkür eder mesleki yaşamlarında başarılar dilerim. Profesyonel mutfaklarda ve gastronomi ve aşçılık camiasında ihtiyacı olanlar tarafından mutlaka örnek olarak dikkate alınacaktır.

Türk Mutfağından Kaybolan Kerkük Yemekleri Nedir?

 Türk Mutfağından Kaybolan Kerkük Yemekleri Nedir? Ziyat AKKOYUNLU* Özet:  Bu makalede, Orta Asya’dan başlayarak Osmanlı’ya ve oradan da Ker...