Rivâyetler Işığında Hz. Peygamber’in Beslenme Kültürü Nedir?
Doç. Dr. Hüseyin AKYÜZ
Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi, Temel İslam Bilimleri Bölümü Hadis Anabilim Dalı, Ankara, Türkiye
Giriş
“En güzel şekilde” yaratılan (Tîn, 95/4) insan, sağlıklı bir hayat sürdürebilmesi için dengeli bir şekilde beslenmek zorundadır. Çeşitli ve yeteri kadar gıdalarla beslenmeyen bir insanın hastalıksız yaşaması ve hatta hayatını devam ettirmesi mümkün değildir. Bugün dünyada yetersiz ve düzensiz beslenmeden dolayı meydana gelen ölüm oranları oldukça dikkat çekicidir.
Tarih boyunca dünyanın farklı bölgelerinde ne ile ne ölçüde ve nasıl beslenileceği konusunda farklı tutum ve davranışlar benimsenmiştir. Çünkü beslenme kültürü, dinî ve kültürel kodlarla şekillenmiş bir medeniyet anlayışıdır. Bu bakımdan her milletin kendisine özgü bir beslenme kültürü var olagelmiştir. Bu milletlerden birisi de Hz. Muhammed’in içinde yaşadığı Arap toplumudur. Ancak bu toplum, Hz. Peygamber’e risalet/nübüvvet görevi verildikten sonra İslam öncesi (Cahiliye) ve sonrası Arap toplumu şeklinde ikili bir döneme ayrılmıştır.
İslam öncesi Arap toplumunda Hz. Peygamber’in yaşam ve beslenme biçimi hakkında yeterli bilgiye sahip değiliz. Ancak bu dönemde onun beslenme kültürünün kaynağı, kanaatimizce içinde yaşadığı toplumun ve çevre kültürlerin bilgi birikimi ve kendisinin tecrübeleridir. İslam sonrasında ise bunlara -ister metlüv isterse gayr-i metlüv vahiyle irtibatlandırılsınvahiy menşeli olan bilgiler eklenmiştir.
Beslenme ile ilgili vahiy menşeli bilgilerden ilki, insana bahşedilen besin nimetlerinin yegâne lütfedicisinin Yüce Allah olduğudur. Kur’an’a göre rızık olarak isimlendirilen gıda maddelerinin tamamı, ilahi bir ihsandır. Bu noktada insandan istenilen hem bu rızık nimetinin farkında olması hem de onları bahşeden Yüce Allah’a kulluk vazifesinin bir gereği olarak şükretmesidir (Bakara, 2/172; En’âm, 6/14; Nahl, 16/114; Şu’arâ, 26/79; Ankebût, 29/17; Mülk 67/15; Abese 80/ 24-32; Kureyş, 106/4).
Bir kısım ayetlerde ise yeme içme alışkanlıklarına dair sınırlandırmalar getirilmiştir. Bu meyanda Kur’an’da gıdaların helal, temiz ve vücuda faydalı olması emredilmiştir (el-Mü’minûn, 23/51). Öte yandan Kur’an’da necis olmaları ve insan vücuduna zararlarından dolayı domuz, kan ve ölü hayvan etlerinin haram kılındığı zikredilmiştir: “Artık, Allah’ın size verdiği rızıktan helâl ve temiz olarak yiyin, eğer (gerçekten) yalnız Allah’a ibadet ediyorsanız, onun nimetine şükredin.
(Allah) size, sadece ölü hayvanı kanı, domuz etini ve Allah’tan başkası adına kesilen hayvanı haram kıldı. Ancak kim mecbur kalırsa (başkalarının haklarına) saldırmaksızın, sınırı da aşmadan (bunlardan yiyebilir). Çünkü Allah çok bağışlayan, pek esirgeyendir.” (Nahl, 16/114-115; krş.: Bakara, 2/172-173). Bazı ayetlerde ise yenilmesi ve içilmesi haram olanlar, maddeler halinde sayılmıştır. Bunlar arasında leş, kan, domuz eti, Allah’tan başkası adına boğazlanan, boğulmuş, (taş, ağaç vb. ile) vurulup öldürülmüş, yukarıdan yuvarlanıp ölmüş, boynuzlanıp ölmüş (hayvanlar ile) canavarların yediği hayvanlar, -ölmeden yetişip kesilenler müstesnadikili taşlar (putlar) üzerine boğazlanmış hayvanlar (Mâide, 5/3) ve alkollü içecekler (Mâide, 5/90) örnek olarak zikredilebilir.
Ayetlerden anlaşıldığına göre besinlerin helal ya da haram olması keyfi bir mesele değildir (Nahl, 16/116). Neyin helal neyin haram olduğu konusunda ilahî ölçü; bütün iyi ve temiz şeylerin helal olduğudur (Mâide, 5/4). Bu ölçünün dışında kalan ve insanın sıhhatine zararlı, kerem ve haysiyetine yakışmayan gıdalarla beslenmesi haramdır.
Bunlara ilaveten Kur’an’da besin kaynaklarının tüketiminde dengeli olunması ve israfa düşülmemesi gerektiğinden de bahsedilmektedir (Mâide, 5/87; A’râf, 7/31). Ayetlerde zikredilen israftan kasıt, çok yemek ve içmek olabileceği gibi, yeterli beslenmeyerek bedenin hasta ve zayıf düşmesine sebebiyet vermek de olabilir. Oysa yeme içme konusunda aşırılıktan uzak durmak, sağlıklı ve doğru beslenmenin bir gereğidir. Bu bakımdan gıdaların düzenli ve ihtiyaç gereği olan miktar kadar tüketilmesi gerekir.
Çünkü bu miktar ile nefis muhafaza edilir (hayatta kalınır) ve duyular korunabilir. Bundan dolayı dinde visal orucu yasaklanmıştır. Zira visal (iftar ve sahur yemeksizin günlerce oruç tutmak), hem bedeni güçsüz bırakır hem de nefsi öldürür. İbadet etmeye de takat bırakmaz. (Kurtubî, 1384/1964: VII, 191-194).
Şimdi vahyin gözetiminde bir yaşam sürdüren Hz. Peygamber’in beslenmeyle ilgili bu temel prensipleri nasıl detaylandırdığını ele alalım. Öncelikle belirtelim ki O’nun (s.a.v.) yeme içme konusunda, Kur’an’a getirdiği açılımları incelerken sadece “Kütüb-i Sitte” olarak adlandırılan meşhur altı hadis kaynağının Et’ime/Yiyecekler, Eşribe/ İçecekler başta olmak üzere Nikâh, Tıp, Sayd/Av, Da?avât/Dualar gibi bölümlerinde geçen rivayetler dikkate alınacaktır. Yeme içme ile ilgili bu rivayetlerin okunması esnasında ise sünnet olanlarla kültürel ve beşerî olanların tespit edilmesine özen gösterilecektir.
Hz. Peygamberimiz nasıl beslenirdi, peygamberimizin beslenme kültürü Nedir?
Hz. Peygamber, vücudunun hayatta kalabilmesi için beden sağlığına özen göstermiştir. Bu özenin temelinde ise döneminin coğrafî ve kültürel şartlarının yanı sıra Kur’an’ın beslenme konusuna atfettiği temel prensipler yer almaktadır. Bu ilkelerin Hz. Peygamber’in beslenme hayatında ne tür açılımlara yol açtığı incelenmeye değer bir konudur. Zira bir doktor, bir ziraatçı ve bir gastronomi uzmanı olmamasına rağmen yeme içme de dahil olmak üzere o’nun (s.a.v.) yaşadığı hayat tarzı ve dünya görüşü, inananlar için “güzel örnek” olarak sunulmuştur (Ahzâb, 33/21). Bu bakımdan beslenme ve gıda konusuyla ilgili rivayetlerin bütüncül bir bakış açısıyla dikkatle incelenmesiyle aşağıdaki kültürel ve dini kodlara ulaşmak mümkündür.
Maddi Temizlik
Beslenme konusunda Hz. Peygamber’in vurguladığı en önemli nokta temizliktir. O (s.a.v.), bu kavramı hem yiyenin hem de yenilenin fiziksel temizliğini ifade etmek üzere kullanmıştır. Hz. Peygamber, yediği ve içtiği şeylerin temiz olmasına özen göstermiştir. Bazı rivayetlerde yediği gıdaların temiz olup olmadığını kontrol ettiği nakledilmektedir (Müslim, Eşribe, 134-135; Tirmizî, Et’ime, 11; İbn Mâce, Et’ime, 13, 42). Yemeğin temiz bir şekilde vücuda intikalini sağlamak ve nimete şükretmek için de ellerini yemekten önce yıkamıştır. Hatta yemeğin bereketinin yemekten önce ve sonra elleri yıkamakta olduğunu ifade etmiştir (Ebû Dâvud, Et’ime, 11;
Tirmizî, Et’ime, 39; İbn Mâce, Et’ime, 5). İnsanın elleri dışarıyla en çok temas eden organdır. Bu bakımdan yiyip içmede kullanılan ellerin temizliği, sağlıklı beslenme açısından büyük öneme sahiptir. Diğer taraftan ellerdeki et, yağ ve benzeri yemek kokusunu temizlemeden geceleyenleri, karşılaşabilecekleri sağlık sorunları konusunda da uyarmıştır (Ebû Dâvud, Et’ime, 53; Tirmizî, Et’ime, 48; İbn Mâce, Et’ime, 22). Bazı rivayetlerde Hz. Peygamber’in yemek yedikten sonra ağzını yıkadığı da zikredilmiştir (İbn Mâce, Tahâret, 66).
Bunlara ilaveten Hz. Peygamber, yemeklerin parmaklarla yendiği bir sosyal yapıda, yemeğin kokusu ve eserinin temizlenmesi hususunda kendi toplumunun adetlerini de uygulamıştır. Bu bağlamda yemek yediği parmaklarını yalamıştır. Üstelik parmaklarını yalamakla kalmamış, yemek yenilen tabağın yalanmasını da tavsiye etmiştir (Müslim, Eşribe, 131-136; Ebû Dâvud, Et’ime, 49; Tirmizî, Et’ime, 11; İbn Mâce, Et’ime, 10). Hattâbî (ö. 388/998) parmakların yalanması konusunda aykırı düşünenleri şöyle tenkit etmiştir: “İnsanlardan bazıları, parmakları yalamayı ayıplamışlardır.
Bolluk ve refah onların aklını bozmuş, sürekli tokluk da onların tabiatını değiştirmiştir. Bunlar parmaklarındaki yemek artıklarının da yediklerinin bir parçası olduğunu düşünmeyip onların yalanmasını hoş olmayan, iğrenç bir hal, çirkin bir davranış olarak görürler. Bundan sadece kibirli ve sünneti terkeden varlıklı zenginler kaçınırlar.” (Hattâbî, 1351/1932: IV, 260). Günümüzün insanı da parmakları yalamayı hoş görmeyebilir. Meseleyi, kaşığın ve çatalın kullanılmadığı bir devrin şartlarına göre düşünmek gerekir.
Bu bakımdan Hz. Peygamber’in Arap ve Hicaz kültüründen beslenerek ortaya koyduğu bu beslenme tarzında şaşılacak bir durum yoktur. Bu rivayetlerin Arapların yemek yeme kültürünü yansıttığı göz önünde bulundurulduğunda, sorun kendiliğinden hallolmaktadır. Burada dikkatten kaçırılmaması gereken esas nokta, Hz. Peygamber’in yemekten önce ve sonrasında ellerini temizlemeye gayret göstermesidir.
Yemek yiyenin fiziksel temizliği konusunda zikredilebilecek diğer bir husus ise Hz. Peygamber’in yerken ve içerken sağ elini tercih etmesi ve ümmetine de ısrarla sağ ellerini kullanmalarını tavsiye etmesidir (Buhârî, Et’ime, 2-3; Müslim, Eşribe, 104-108; Ebû Dâvud, Et’ıme, 19; Tirmizî, Et’ime, 47; İbn Mâce, Et’ime, 8). İnsanların yemek yerken büyük çoğunlukla sağ ellerini kullandıkları göz önüne alındığında, bu tavsiyenin gayet tabiî olduğu söylenebilir. Zira sol elin taharetlenmeye tahsis edildiği bir anlayışta (Buhârî, Vudû, 18) ve yemeklerin parmaklarla yendiği, hatta kullanılan parmakların yalandığı bir ortamda, sağ elin yemekte kullanılmasında ısrarcı olunması garipsenecek bir durum değildir. Sol elin yemekte kullanılmasına sıcak bakılmaması, tamamen temizliğin arzulanan anlamda gerçekleşmemiş olma endişesine bağlıdır. Öte yandan Hz. Peygamber’in her şeyde sağla başlamaya özen gösterdiğini de unutmamak gerekir. Öyle anlaşılıyor ki Resûlullah (s.a.v.), sağ elin kullanımıyla ilgili Müslümanlar için ayırıcı bir gelenek oluşturmaya çalışmıştır (Yıldırım, 2008: 137-138).
Manevi Temizlik
Manevi temizlikten kasıt, yenilen ve içilen gıdaların helal olmasıdır.
Hz. Peygamber, helal rızıkla beslenilmesi konusunda Kur’an’ın öne çıkartmış olduğu hassasiyeti aynen benimsemiş ve kazancın helal yollarla elde edilmesini teşvik etmiştir (Buhârî, Zekât, 50; Büyû’, 15; Nesâî, Büyû’, 1). Buna ilaveten kazanılan mal ve mülkün gasp (Buhârî, Mezâlim, 13), rüşvet (Ebû Dâvud, Akdiye, 4), karaborsacılık (Müslim, Müsâkât, 130) ve alışverişte hile yapmak (Müslim, İmân, 164) gibi haksız kazanç yollarından elde edilmemesine büyük önem vermiştir.
Kur’an’a göre helal ve haramı belirlemek Yüce Allah’a ve O’nun (c.c.) izniyle de Hz. Peygamber’e aittir (A’râf, 7/157). Bir kısım rivayetlerde Hz. Peygamber’in “helal, Yüce Allah’ın Kitabı’nda helal kıldıklarıdır. Haram da Yüce Allah’ın Kitabı’nda haram kıldıklarıdır. Hakkında bir şey demedikleri ise müsamaha gösterdiği (mübah) şeylerdendir” (Tırmizî, Libâs, 6; İbn Mâce, Et’ime, 60) dediği nakledilmiştir. Bununla birlikte Hz. Peygamber’in Kur’an’da haram/yenmez olarak nitelendirilen gıdaları detaylandırdığı görülmektedir.
Bu meyanda uzun ve sivri dişli olan hayvanlar ile pençesi ile avını parçalayan yırtıcı kuşların etlerinin yenmesini yasaklamıştır (Müslim, Sayd, 15-16; Ebû Dâvud, Et’ime, 32). Yine “Her sarhoşluk veren şey haramdır” buyruğu ile Kur’an’ın alkollü içeceklerle olan kısıtlamasını genişletmiştir (Buhârî, Edeb, 80; Müslim, Eşribe, 73). Hatta “Çoğu sarhoş eden şeyin azı da haramdır” (Ebû Dâvud, Eşribe, 5; Tirmizî, Eşribe, 3; Nesâî, Eşribe, 25) buyurarak, tiryakiliğe yol açacak kapıları da kapatmıştır. Öyle ki bu yasaklar asırlar boyu Müslümanların beslenme alışkanlıklarının şekillenmesinde içecekler, soslar veya tatlandırıcılar arasında alkollü içeceklerin yer almaması sonucunu ortaya çıkarmıştır.
Bunlara ilaveten Hz. Peygamber’e göre harama düşmemek için şüpheli şeylerden de sakınmak gerekir (Buhârî, İmân, 39; Müslim, Müsâkât, 130). Öz bir şekilde ifade etmek gerekirse bu konudaki nebevî ölçü, şüphelendiren şeyleri bırakmak, şüphelendirmeyenlere ise yönelmektir (Tirmizî, Sıfatu’l-Kıyâme, 60; Nesâî, Eşribe, 50).
Hz. Peygamber, besinin hayvansal bir ürün olması halinde, Kur’an’da olduğu gibi (Mâide, 5/4; En’âm, 6/121) hayvanın Yüce Allah adına öldürülmesinin gerekliliği üzerinde durmuştur. Yüce Allah’tan başkası namına hayvan kesenleri lanetlemiş (Müslim, Edâhi, 43-45), kurbanını keserken daima besmele çekmiş ve tekbir getirmiştir (Müslim, Edâhi, 17-19). Av hayvanını ava salarken ve av silahını avlanacak olan hayvana atmadan/ateşlemeden önce besmele çekilmesini de emretmiştir (Buhârî, Zebâih, 2, 7-10, 22; Sayd, 2, 3, 6; Ebû Dâvud, Edâhî, 23; Tirmizî, Sayd, 6; İbn Mâce, Sayd, 3).
Dolayısıyla böylesi durumlarda besmele çekmek, zorunluluk belirten farz hükmünü almaktadır. Ancak besmele çekmenin sevaba ve Yüce Allah’ın rızasına vesile olan faziletli ve müstehap bir davranış olduğuna dair alanlar da vardır. Yeme-içme fiillerinden önce besmele çekilmesinin teşvik edilmesi, bu bağlamda değerlendirilebilir (Ebû Dâvud, Et’ime, 16; Tirmizî, Et’ime, 47; Eşribe, 13). Konuyla ilgili bazı rivayetlerde, besmele çekmemekle şeytan arasında bağlantı kurulması ise oldukça dikkat çekicidir (Müslim, Eşribe, 103; İbn Mâce, Dua, 19; Ebû Dâvud, Et’ime, 15).
Sofraya oturan kişi yemekten önce besmele çekmezse, Hz. Peygamber’e göre şeytan o şahısla birlikte yemek yer (İbn Hanbel, V, 415416). Bu durum yenen yemeğin bereketsiz olmasına vesile olur. Öyle anlaşılıyor ki Hz. Peygamber, bereketsizlik ile şeytan arasında bir bağlantı kurarak meseleyi ashabının anlayacağı bir üslup ile açıklamıştır.
Besmele çekmeyi gerekli kılan diğer bir sebep de kişinin ağzına bir lokma götürürken veya bir şeyi yudumlarken bunu kendisine Allah’ın verdiğini hatırlatması olabilir. Böylece kişi yeme ve içmeye başlamadan önce Yüce Allah’a şükran borçlu olduğunun farkına varır. Ayrıca buna bağlı olarak nebevî öğretide yemekten sonra verdiği nimetlerden dolayı Yüce Allah’a dua edilir (Müslim, Eşribe, 146; Ebû Dâvud, Et’ime, 52; Eşribe, 20; Tirmizî, Daavât, 56, 118; İbn Mâce, Et’ime, 16). Bu bağlamda, en azından “Bizi yediren, içiren ve İslâm ile şereflendiren Yüce Allah’a hamdolsun” gibi özlü dualar yapılabilir (Ebû Dâvud, Et’ime, 52; Tirmizî, Daavât, 56; İbn Mâce, Et’ime, 16). Böylesi dualar, bir yandan Yüce Allah’a şükretmek anlamına gelmekte, diğer yandan ise O’nun (c.c.) verdiği nimetlerin bereketlenmesine vesile olmaktadır.
Yeme-İçme Adabı
Müslümanlar için yeme-içme adabı, Kur’an’ın uygulayıcısı ile hayat bulmuş tavsiyeler içermektedir. Bu tavsiyelerin sünnete bağlılık açısından dinî ve kültürel kodlarının tespit edilmesi önem arz etmektedir.
Öncelikle belirtelim ki Ashab-ı Kiram, Hz. Peygamber’in masa, sini ve tepside yemediğini, Arapların adeti olarak yere serilen yaygı üzerinde yediğini aktarmıştır (Buhârî, Et’ime, 8, 23; Rikâk, 16; Tirmizî, Et’ime, 1). Bunun yanında Ashab-ı Kiram’ın aktardıklarına göre Hz. Peygamber, keyfine düşkün birinin yaptığı gibi yaslanarak yemeyi uygun görmezdi (Buhârî, Et’ime, 13; Ebû Dâvud, Et’ime, 16; Tirmizî, Et’ime, 28). Sağlıkla ilgili bir mazeret yoksa ayakta bir şey yemeyi ve içmeyi de hoş görmezdi (Müslim, Eşribe, 112-116). Ancak zemzemi Vedâ haccı sırasında oturacak yer bulamadığından dolayı ayakta içmişti (Buhârî, Hac, 76; Müslim, Eşribe, 117-119; Tirmizî, Eşribe, 12; İbn Hanbel, I, 243). Günlük koşuşturma içinde yolda yürürken ve ayakta iken bazen bir şey yemek veya içmek durumunda kaldığı da olurdu (Buhârî, Eşribe, 16; Ebû Dâvud, Eşribe, 13; Tirmizî, Eşribe, 11; İbn Mâce, Et’ime, 25).
Fakat kendisi bizzat yerde diz çökerek yemek yemeyi ve oturarak su içmeyi tercih ederdi (Ebû Dâvud, Et’ime, 16). Bu rivayetlerden anlaşıldığına göre gerek yaslanarak gerekse ayakta bir şeyin yenilip içilmesi meselesi, tamamen ahlakî bir bakış açısı ile alakalıdır. O (s.a.v.), yaslanarak yemek yeme konusunda dönemin hükümdarları ve bir kısım aşiret reislerinin debdebeli oturuş biçimlerinden farklı davranmayı tercih etmiştir (Yardım, 2011: 205). Öyleyse yemek yerken bir şeye dayanmaktaki sakınca, bu yaslanmada bir büyüklenme hissinin bulunmasından dolayıdır.
Nitekim bir rivayete göre Hz. Peygamber, açlık yüzünden halsiz düştüğü bir zamanda sırtını duvara vererek oturmuş, getirilen hurmaları dayandığı yerden güç alarak yemiştir (Müslim, Et’ime, 148; Ebû Dâvud, Et’ime, 16). Diğer taraftan “melik peygamber” olmak yerine “kul peygamber” olmayı tercih eden Hz. Peygamber’in; “Ben bir kulum; kul gibi yer, kul gibi otururum” (Ebû Ya’lâ, 1408/1984: VIII, 318) ve “Allah beni kerim bir kul eyledi, zorba ve inatçı biri yapmadı!” Ebû Dâvud, Et’ime, 17; İbn Mâce, Et’ime, 6) gibi hadisleri de dikkate alındığında, yemek yerken bir şeye dayanmanın hoş görülmemesinin hikmeti daha iyi anlaşılmaktadır.
Dolayısıyla gurur, lüks ve şaşaa gibi olumsuz tavırların hâkim olmadığı kişilerin yemek yerken bir şeye dayanmalarında sakınca yoktur (Sehârenpûrî, 1427/2006: XI, 96-97). Ayakta su içme konusunda da bizzat Hz. Peygamberin kendisinin ve ashabının (İbn Mâce, Et’ime, 25) ayakta su içtiği nakledilmiştir. Öyleyse zaman zaman genel teamülün dışına çıkmak mümkündür.
Su içme ile ilgili öne çıkan ve belki de sünnet olarak algılanan en dikkat çekici husus ise üç yudumla içme meselesidir. Bu konuyla ilgili rivayetlere bakıldığında bunun ardındaki saik rahatça anlaşılmaktadır. Bir hadiste şöyle geçmektedir: “suyu üç defada dinlene dinlene içmek hem hazmı kolaylaştırıp mideye faydalı olur hem de harareti çabuk keser.” (Müslim, Eşribe, 123; Ebû Dâvud, Eşribe, 19; Tirmizî, Eşribe, 13). Başka bir rivayette ise Hz. Peygamber’in suyu iki defa nefes alarak içtiği nakledilmiştir (Tirmizî, Eşribe, 14; İbn Mâce, Eşribe, 18).
Dolayısıyla Hz. Peygamber’in suyun bir nefeste içilmemesi konusundaki tavsiyesinin nedeni, sudan daha fazla lezzet almak, yudum yudum içmenin daha kibar oluşu ile harareti çabuk dindirmesi ve mideye daha faydalı olmasıdır. Bu bakımdan suyun dinlene dinlene içilmesi, kişinin sudan lezzet almasına yönelik olup dinsel bir buyruk değildir (Yıldırım, 2008: 139-141).
Bazı rivayetlere göre Hz. Peygamber, yiyecek ve içeceklerin içine üflenmesini hoş karşılamadığı ifade edilmiştir (Buhârî, Vudû’, 18; Eşribe, 25; Müslim, Tahâret, 65; İbn Mâce, Et’ime, 18). Bunun nedeni yemek yenilen ve su içilen kaba üfüren ve soluyan kimsenin ağzından veya burnundan kabın içine başkalarını iğrendirecek salya, pis koku ve yemek kırıntısı gibi şeyler karışabilir. Bu yolla ağızdan karbondioksit verilerek suyun kirletilmesi ve bulaşıcı bazı hastalıkların yayılması da söz konusu olabilir.
İbn Battâl (ö. 449/1057), bu hadislerde geçen görgü kuralının, toplu olarak yenilen yemeklere mahsus olduğunu söylemiştir. Zira birçok kimsenin aynı kaptan yemesi, su veya diğer meşrubatı içmesi durumunda bir kişinin kaba üfürmesi veya içine doğru solunması başkalarını tiksindirebilir. Ona göre tek başına veyahut ailesi ile yemek yiyenler açısından ise bunun bir mahzuru yoktur (İbn Battâl, 1423/2003: VI, 79). Ancak ister yalnızca ister başkasıyla beraber bir kaptan yemek yerken veya su içerken yemeğin ve suyun mikroplardan korunması için en uygun olanı kabın içine üflenmemesidir. Kabın içine üfürmemek ve solumamak, bir terbiye ve nezâket yasağıdır.
Başkalarıyla birlikte meyve yiyenlerin uyması gereken önemli bir nezâket kuralı da sofraya konulan meyveleri çifter çifter yememeleridir (Buhârî, Et’ime, 44; Şirket, 4; Mezâlim, 14; Müslim, Eşribe, 150; Ebû Dâvud, Et’ime, 43; Tirmizî, Et’ime 16; İbn Mâce, Et’ime, 41). Zira bu davranış, o kişinin aç gözlü ve pis boğaz olduğuna delalet eder ve onu başkalarının gözünden düşürür. Ancak sofrada bulunanlar, meyveyi ikişer ikişer yeme konusunda anlaşmışlarsa, o zaman ikişer ikişer yemekte bir sakınca yoktur (Nevevî, 1392: XIII, 228-229).
Hattâbî ise bu hadisin şerhinde, “Hurmayı veya başka bir yiyeceği ikişer ikişer yemenin yasaklanması, onların zamanında yiyecek sıkıntısı çekildiği dönemlere aittir. Bugün bu sıkıntı geçtiğinden söz konusu yasak da yürürlükten kalkmıştır” demiştir (Nevevî, 1392: XIII, 229). Öte yandan uydurma bir rivayette, Hz. Peygamber’in Selmân-ı Fârisî (ö. 36/656 [?]) ile üzüm yediği ve ona üzümü ikişer ikişer yemesini işaret buyurduğu nakledilmektedir (İbn Teymiyye, 1408/1988: 90).
Hz. Peygamber, içecekleri bardak gibi bir kap ya da avuçla içmeyi tavsiye etmiş ve avuçlanarak içileceği zaman da önce ellerin yıkanması gerektiğini söylemiştir (İbn Mâce, Eşribe, 25). Tulum, testi ve benzeri kapların ağzından su ve benzeri bir şeyi içmeyi ise yasaklamıştır (Buhârî, Eşribe, 23; Ebû Dâvud, Eşribe, 15; İbn Mâce, Eşribe, 20). Bunun yasak edilmesinin sebebi haşarat gibi zararlı bir şeyin yutulmasını önlemektir. Bir diğer sebep de tulumların ağzını temizlemek kolay olmadığından içindekilerin bu şekilde içilmesi halinde, zamanla orada oluşan pislikler içen kimsenin ağzına gidebilir.
Ancak kişi, tulum ve testi gibi bir kapta bulunan su ve benzeri bir sıvı maddeyi bardak gibi bir kaba aktarırsa içinde yabancı bir maddenin bulunup bulunmadığını kontrol etmiş olur (Azîmâbâdî, 1388/1968: IX, 640-641). Nitekim bir hadiste açıklandığına göre; Hz. Peygamber, kaplardan bu şekilde su içmeyi yasakladıktan sonra bir adam geceleyin kalkıp bir tulumun ağzını dışarıya kıvırarak su içmiş ve tulumun ağzından bir yılan çıkıp adamın üstüne düşmüştür (İbn Mâce, Eşribe, 19). Bunlara ilaveten su tulumlarının ağızlarının dışarıya kıvırarak içmenin hem caiz olduğunu hem de olmadığını bildiren rivayetler de vardır (Ebû Dâvud, Eşribe,
15). Tulumun ağzını bu şekilde kıvırıp onun ağzından içmenin yasaklanması sebebi ise tulumun kokusunun bozulması olabilir. Ayrıca bu şekilde içilmek istendiği zaman, tulumların ağzı geniş olduğundan dolayı suyun içen kimsenin üzerine dökülmesine veyahut ihtiyaçtan fazla suyun israf edilmesine sebep olunabilir (Aynî, ty.: XXI, 200). Dolayısıyla bu rivayetler, o dönemin coğrafî ve kültürel şartlarını yansıtmakla birlikte suyun israf edilmemesi açısından içme ile ilgili görgü kurallarını da aksettirdiği söylenebilir.
Hz. Peygamber, dünya nimetlerinin hiçbirini ayıplamadığı gibi hiçbir yemeği hor görmemiş ve iştahı varsa yemiş, canı çekmiyorsa yememiştir (Buhârî, Et’ime, 21; Menâkıb, 23; Müslim, Eşribe, 187-188; Ebû Dâvud, Et’ime, 13; Tirmizî, Birr, 84). Hz. Peygamber’in bu tutumu mubah yemekler içindi. Fakat haram yemekler karşısındaki tavrı böyle değildi. Bundan dolayı bir yemeğin, insanların pişirmesi ya da hazırlamasından doğan kusurunu söylemekte bir sakınca yoktur.
İbn Hacer el-Askalânî’nin (ö. 852/1448) de açıkladığı gibi, yemeğin pişirilmesi veya hazırlanması ile ilgili olarak yemeğe yöneltilen bir tenkit eğer onu hazırlayanın kalbini kıracaksa o zaman bu neviden olan tenkitler caiz olmaz (İbn Hacer el-Askalânî, 1379: IX, 547-548). Şunu ifade etmek gerekir ki insanın tabiatı bazı helâl yemekleri yemekten hoşlanmayabilir. Böyle bir durumda o yemeği yememesi gayet tabiidir. Kişi hoşlanmadığı bir yemekle karşılaşınca Hz. Peygamber’in yaptığı gibi hareket edebilir, yani tenkit yöneltmeden yemeği yemekten kaçınabilir (Mübârekpûrî, ty.: VI, 179-180).
Hz. Peygamber, bereketin yemeğin ortasına indiğini söyleyip yemeği kenarlardan yemeyi tavsiye etmiştir (Ebû Dâvud, Et’ime, 18; Tirmizî, Et’ime, 12). Bunun yanında başkalarıyla birlikte yemek yenirken herkesin önünden yemesi gerektiğini öğütlemiştir (Buhârî, Et’ime, 2, 3; Müslim, Eşribe, 108; Tirmizî, Et’ime, 47; İbn Mâce, Et’ime, 11). Ancak birlikte yemek yediği şahsın rahatsız olmayacağını bilen kimsenin ise tabağın başka yerinden arzu ettiği şeyi almasında bir sakınca yoktur (İbn Battâl, 1423/2003: IX, 462).
Hz. Peygamber’in yemek adabı hususundaki tavsiyelerinden biri de yemekten sonra hemen kalkılmamasıdır. O (s.a.v.), yemekten sonra sofradan hemen kalkılmamasını tavsiye ederek şöyle buyurmuştur: “Sofra kurulduğu zaman, sofra kaldırılmadıkça kimse kalkmasın. Kişi doysa bile sofradakiler yemeyi bırakmadıkça o da elini çekmesin, kendisine fazla gelse de yemeye devam etsin. Çünkü kişi (yemeyi bırakmakla) yanında oturan kimseyi utandırır ve bu kimse, ihtiyacı olduğu halde yemeyi bırakabilir.” (İbn Mâce, Et’ime, 21).
Bu hadise göre toplu halde yemeğe oturulduğu zaman erken doyan kişi, henüz doymamış olan kimselerin yemeğe devam etmelerini kolaylaştırmak için sofradan kalkmamalıdır. Aksi halde utanarak yemek yiyen kimselerin sofradan aç kalkmalarına sebebiyet verilebilir. Bunlara ilaveten Hz. Peygamber, yemeklerin diğer insanlarla paylaşılmasını özendirmiştir. Bu konuda Yüce Allah’a güvenilmesini tavsiye etmiş ve bir kişinin yemeğinin iki kişiye, iki kişinin yemeğinin dört, dört kişinin yemeğinin ise sekiz kişiye yeteceğini söylemiştir (Müslim, Eşribe, 178-181; Tirmizî, Et’ime, 21; İbn Mâce, Et’ime, 2).
Öte yandan yemeklerin toplulukla birlikte yenilmesini teşvik etmiştir (Ebû Dâvud, Et’ime 14; İbn Mâce, Et’ime, 17). Oysa Kur’an’da, “Hep bir arada toplu olarak da dağınık olarak da yemek yemenizde bir sakınca yoktur.” (Nûr, 24/61) buyrularak, ayrı ayrı kaplarda ve sofralarda yemek yemenin caiz olduğu belirtilmiştir. Bununla birlikte Hz. Peygamber, müminlerin arasındaki ilişkilerin gelişmesi için tercihini toplu halde yenen yemekten yana yapmıştır.
Hz. Peygamber’in sofra adabı ile ilgili tavsiyelerinden birisi de yemeğin çok sıcak yenmemesi gerektiğidir. O (s.a.v.), aşırı derecede sıcak bir yemeği yemediği gibi, “yemeği soğutun! Zira sıcak yemek, bereketsiz olur” diye buyurmuştur (Hâkim en-Neysâbûrî, 1411/1990: IV, 132). Nitekim Esmâ bt. Ebî Bekir (r.anhâ) (ö. 73/692), kendisine getirilen tirit yemeğinin soğumasını bekleyerek bu kuralı uyguladığı görülmektedir (İbn Hanbel, VI, 350; Dârimî, Et’ime, 17).
Yeme-İçmenin Ölçüsü
Giriş bölümünde ifade edildiği üzere Kur’an yeme-içme konusunda dengeli hareket edilmesini emretmiştir. Hz. Peygamber de aşırı bir şekilde yeme içmeyi kınamış, ümmetini az yemeye teşvik etmiş (Buhârî, Et’ime, 12; Müslim, Eşribe, 182-185; Tirmizî, Et’ime, 20) ve fazla yediği için geğiren kimseyi de uyarmıştır (İbn Mâce, Et’ime, 50). Kaynakların verdiği bilgiye göre Hz. Peygamber en fazla iki öğün yemek yemiştir (İbn Sa’d, 1968: I, 406). Bunlardan akşam öğününün ihmal edilmemesini tavsiye etmiştir (Tirmizî, Et’ime, 46; İbn Mâce, Et’ime, 54).
Buna mukabil farklı bir rivayette ise müminlerin annesi Hz. Âişe’nin (r. anhâ) (ö. 58/678), peygamber ailesinin bir günde iki öğün yemek yemediğini veya bir günde ardarda iki öğün buğday ekmeği yemediğini söylediği nakledilmiştir (Buhârî, Rikâk, 17; Müslim, Zühd, 25). Zikredilen bu son rivayetin Resûlluh’ın (s.a.v.) geçim sıkıntısı yaşadığı zamanlarla ilgili olması muhtemeldir.
Allah Resulü (s.a.v.) mideyi tıka basa doldurmaktan kaçınılması gerektiğini söylemiştir. Bu bağlamda yeme-içmenin ölçüsünü ise şöyle belirlemiştir: “İnsan, mideden daha tehlikeli bir kap doldurmamıştır. Oysa insana kendini ayakta tutacak birkaç lokma yeterlidir. Şâyet çok yemek gerekirse, midenin üçte biri yemeğe, üçte bir içeceğe, üçte biri de nefes alıp vermeye ayrılmalıdır (Tirmizi, Zühd, 47; İbn Mâce, Et’ime, 50). Başka bir hadisinde ise Resûlullah (s.a.v.) “İki kişinin yiyeceği üç kişiye, üç kişinin yiyeceği de dört kişiye yeter” (Buhârî, Et’ime, 11) buyurarak, Müslümanların obur olmaması gerektiğine işaret etmiştir.
Hz. Peygamber’in çok yemeyi zemmetmesi, içinde yaşadığı Arap kültürünün bir yansıması olabilir. Zira Cahiliye Araplarının da yemek hususunda önemli âdetlerinden biri az yemekti. Karnını yemekle dolduranın zekâsının gideceğini düşünürlerdi ve gırtlağa kadar yiyeni ayıplarlardı. Örneğin bu dönemin tabiplerinden el-Hâris b. Kelede’ye (ö. 13/634) en iyi ilaç sorulduğunda; az yemek olduğunu söylemiştir. Yine Arap felsefecilerinden biri derdin çok olma sebebinin de çok yemek olduğunu söylemiştir. Bedenin sıhhatli, zekânın açık olması, dinin ve dünyanın güzelleşmesi için bunun gerekli olduğunu hatırlatmıştır. Kendisinin doksan yaşında olmasına rağmen hiçbir sağlık problemi yaşamadığını, bunun da az yemesine bağlı olduğunu söylemiştir (el-Âlûsî, ty.: I, 377-378).
Sünnette tavsiye edilen diğer bir husus, beslenme konusunda israftan kaçınılmasıdır. Tabakta yemek bırakılmasını tasvip etmeyen Hz. Peygamber, yiyeceklerin en küçük parçasına kadar tüketilmesini emretmiş, yere düşen bir lokmanın yerde bırakılmasını o lokmayı şeytana terk etmek olarak nitelemiştir (Müslim, Eşribe, 134-136). Bu hadiste geçen, “Yere düşen lokmayı şeytana bırakmamak” ifadesinden kasıt, o nimeti küçümsememek ve zâyi etmemek demektir. Kişinin yere düşen lokmayı almamasının altında, kendini büyük görme veyahut kibirlenme duygusu vardır. Oysa kibir, şeytanın sevdiği bir davranıştır (Münâvî, 1415/1994: I, 482).
Hz. Peygamber, ihtiyaç olmadığı halde, sadece nefsin heva ve hevesine kapılarak görülen her şeyi yemenin israf olduğunu belirtmiştir. O (s.a.v.), mümin bir kimsenin canının çektiği her şeyi yememesini ve nefsine hâkim olması gerektiğini şöyle ifade etmiştir: “Senin canının çektiği her şeyi yemen israftandır” (İbn Mâce, Et’ime, 51). Bu hadise göre Müslüman yeme içmede mutedil hareket etmeli, aşırılığa düşmemeli ve israftan kaçınmalıdır. Öte yandan canın çektiği her şeyi mideye doldurmak, çoğu zaman sağlığa da zarar verebilir (Emîr es-San’ânî, 1379/1960: IV, 179).
Geleneğimizde “yemeği sünnetlemek” diye bir âdetin olduğu herkesin malumudur. Yemeği sünnetlemek demek, tabakta veya sahanda yemek bırakmamak demektir. Bu anlayışın arka planında bereket düşüncesinin olduğu aşikârdır. Nitekim Hz. Peygamber, yemeğin bereketini kaçırmamaya dikkat edilmesini öğütlemiştir: “Siz bereketin yemeğin neresinde bulunduğunu bilemezsiniz” (Müslim, Eşribe, 133). Ayrıca bir rivayette, Hz. Peygamber’in tencerenin dibinde kalan yemeği sevdiği nakledilmiştir (İbn Hanbel, III, 220). Bu ifadenin tabakta kalan yemeği sıyırıp bitirme işiyle bir ilgisi yoktur. Hz. Peygamber’in tencerenin dibinde kalan yemeği sevmesi, bireysel tercihi olup kabın dibindeki yemeğin daha iyi piştiğini, daha lezzetli, dolayısıyla hazmının daha kolay olduğunu düşünmüş olması mümkündür (Münâvî, 1415/1994: I, 482).
Hz. Peygamber’in Mutfağı
Öncelikle belirtelim ki Hz. Peygamber’in evinde yemek pişirilen bir alanın olduğunu söyleyebiliriz. Zira Hz. Peygamber’in bir gün Âişe’nin (r. anhâ) evine girip tencerede kaynamakta olan eti görmesi (Buhârî, Et’ime, 31) ve Hz. Peygamber’in evinde iki üç ay ateş yanmadığını ifade etmesi (Buhârî, Hibe, 1; Rikâk, 17; Müslim, Zühd, 28) bu kanaatimizi teyit etmektedir. Ancak bu mutfakta pişirilen ve hazırlanan gıdaların çok çeşitli ve zengin olduğunu söylemek pek mümkün gözükmemektedir. Hz. Peygamber’in mutat bir şekilde günlük şunları yediğine dair de bir menüsü yoktur. Haftalık ne yediği belli değildir. Peygamber Efendimiz çok sıkıntılı zamanlar yaşamıştır.
Hz. Peygamber’in en yakın arkadaşlarından Hz. Ömer (ö. 23/644), Resûlullah’ın açlıktan bütün gün kıvranıp karnını doyuracak en ucuz bir hurma bile bulamadığı anlarına şahit olmuştur (Müslim, Zühd, 3436; İbn Mâce, Zühd, 10). Hz. Peygamber vefat ettiğinde Hz. Âişe’nin evinde un yapmak üzere sadece arpa bulunduğu nakledilmiştir (Tirmizî, Et’ime, 49). Bir başka rivayette ise Peygamber ailesinin iki gün arka arkaya arpa ekmeğiyle bile karınlarını doyuramadıkları nakledilmiştir (Müslim, Zühd, 22; Tirmizî, Zühd, 38; İbn Mâce, Et’ime, 49).
Hatta üç gün üst üste buğday ekmeğiyle karınlarını doyuramadıkları günleri bile olmuştur (Buhârî, Eymân, 22; Müslim, Zühd, 22). Öyle anlaşılıyor ki Hz. Peygamber ve ashabının aşırı açlık çektikleri günlerin sayısı pek de az değildi (Buhârî, Et’ime, 32). Maddi sıkıntı çektikleri zamanlarda açlık, taş olup karınlarına oturuyordu (Tirmizî, Zühd, 39. Bu hadiste geçen, “Karna taş bağlamak” deyimi hakikat anlamında olmayıp aşırı açlığı ifade eden bir kinayedir. Bkz. Erul, 2020: 48).
Bu sıkıntılı yıllara ait bir hatıra da Hz. Peygamber’in ve ailesinin, peş peşe birkaç gece, akşam yemeği yemeden aç yattıkları da rivayet edilmiştir (Tirmizî, Zühd, 38; İbn Mâce, Et’ime, 49; İbn Hanbel, I, 255). Yine mahrumiyet yıllarıyla ilgili başka bir haberde, Peygamber’in (s.a.v.) yemeğe oturduğu, önüne kuru ekmek getirildiği, bunun üzerine, “Katık olacak bir şey yok mu?” diye sorduğu, “Hayır, sirkeden başka bir şey yok” cevabını aldığında, “Sirke ne güzel katıktır” buyurduğu rivayet edilmiştir (Müslim, Eşribe, 164-167; Tirmizî, Et’ime, 35; İbn Mâce, Et’ime, 33).
Yoksulluk yıllarına ait bu hatıraları andıkça Hz. Âişe’nin ağladığı görülmektedir. Kendisine yöneltilen “her yemekten sonra niçin ağlarsınız?” sorusuna şu şekilde cevap vermiştir: “Resûlullah’ın (s.a.v.) dünyayı terkedip gittiği hali hatırlarım da onun için ağlarım. Vallahi o (s.a.v.), bir günde üst üste iki defa ekmek ile et yiyerek karnını doyurmadı” (Tirmizî, Zühd, 38). Bir başka rivayete göre neden ağladığını şöyle açıklamıştır:
“Duyduğuma göre aranızda çeşit çeşit yemekler yiyip de hazmetmek için ilaç kullananlarınız varmış. Ben de bunu duyunca Peygamberinizi (s.a.v.) hatırlayıp ağladım. O, aynı günde iki öğün yemek bile yemeden dünyadan ayrılıp gitti. Hurmaya doyduysa, ekmeğe doymadı; ekmeğe doyduysa hurmaya doymadı.
İşte beni ağlatan onun bu halidir” (İbn Sa’d, 1968: I, 311, 406). Bu rivayetler, hemen Hz. Peygamber’in vefatıyla birlikte yeni ülkeler fethedilince, Müslümanların bolluk, bereket ve zenginliğe kavuştukları günlerde anlatılan hatıralardır. Geçmişin yâd edildiği bu haberler, hem o günün şartlarında yiyecek bulmada yaşanan sıkıntıların ve hem de Hz. Peygamber’in eline geçen bir nimeti yoksul Müslümanlarla paylaştığının (Müslim, Eşribe, 169) tarihî belgeleridirler. Diğer taraftan rivayetlerdeki hüzün ifade eden cümleler dikkate alınacak olunursa, söz konusu hadislerin hatıra kabilinden değerlendirilmesi gerektiği söylenebilir. Buna mukabil söz konusu rivayetlerin, “Bir lokma bir hırka” şeklinde özetlenen hayat felsefesine ışık tuttuğunu iddia etmek doğru bir yaklaşım değildir.
Hz. Peygamber’in mutfağı ile ilgili ele alınması gereken konulardan biri de hangi gıdalarla beslendiğidir. O’nun (s.a.v.) tükettiği hayvansal gıdalar arasında başta deve eti olmak üzere koyun eti, tavuk eti, toy kuşu eti ve tavşan eti zikredilebilir (Buhârî, Hibe, 5; Müslim, Sayd, 53; Ebû Dâvud, Et’ime, 28; Tirmizî, Et’ime, 25-27; Nesâî, Sayd, 33; Dârimî, Et’ime, 22). Hadislerde yenilmesi tavsiye edilen ve Hz. Peygamber tarafından beğenildiği/hoşlanıldığı nakledilen bazı yiyecek ve içeceklere de zeytinyağı, kabak yemeği, bal ve tatlı, sirke, tirid yemeği, kebap, üzüm, ayva, hurma, acur/kased, erâk denilen ağacının olgun meyvesi/kebâs, kavut/sevîk, arpa unuyla yapılan sebze çorbası, hazîre çorbası, ekıt/ yağı alınıp kurutulmuş yoğurt, süt, soğuk su, çörek otu ve süt, çökelek, hurma ve yağ karışımı bir yemek türü olan hays yemeği örnek olarak verilebilir (Buhârî, Salât, 12; Enbiyâ, 32, 46; Fezâilu Ashâbi’n-Nebî, 30; Büyû’, 30, 111; Et’ime, 4, 15, 25, 32, 35; Eşribe, 10; Müslim, Mesâcid, 47; Selâm, 88-89; Et’ime, 144-145; Eşribe, 153155, 163, 166; Sıyâm, 169; Talâk, 21; Fezâilu’s-Sahâbe, 70; Ebû Dâvud, Et’ime, 2, 22, 40-41; Eşribe, 21; Savm, 21, 72; Tıb, 1; Tirmizî, Et’ime, 29, 31, 35, 42-43; Eşribe, 21; Nikâh, 10; Savm, 35; Daavât, 55, 73; Tıb, 1, 5; Nesâî, Eymân, 21; İbn Mâce, Et’ime, 29, 34, 61; Nikâh, 24; Tıb, 2, 5; İbn Hanbel, I, 225, 284; III, 177, 258, 279, 290, 497; IV, 190-191; VI, 38, 40; Dârimî, Et’ime, 19-20; Taberânî, ty.: XII, 149; İbnu’l-Esîr, 1399/1979: IV, 26).
Peygamber Efendimiz meyvelerden taze hurmayı salatalık ve karpuz (Buhârî, Et’ime, 39; Müslim, Eşribe, 147; Tirmizî, Et’ime, 36; İbn Mâce, Et’ime, 27; İbn Hanbel, III, 142-143), kuru hurmayı ise tereyağı (Ebû Dâvud, Et’ime, 44; İbn Mâce, Et’ime, 43) ile birlikte yemekten hoşlanırdı. Peygamber Efendimizin yediği ve içtiği gıda maddelerinin sadece bunlardan ibaret olduğunu söylemek doğru olmaz. İslami literatürün elimizdeki mevcut kaynaklarının incelenmesi halinde bu listeye bir kısım ilavelerin yapılabileceği aşikârdır. Ancak bu rivayetlerin Hz. Peygamber’in mutfağı hakkında bir fikir verecek nitelikte olduğunu düşünerek, bu kadarıyla yetinilmiştir (Ayrıca bu konuda geniş bilgi için bkz. Demir Akgün, 2007: 14-56).
Bazı rivayetlerde Hz. Peygamber’in, yukarıda zikredilen hayvansal gıdalardan etin kol tarafını sevdiği rivayet edilmiştir (Buhârî, Enbiyâ, 3; Müslim, İmân, 327; Tirmizî, Et’ime, 34; İbn Mâce, Et’ime, 28). Bir kısım haberlerde ise bu tercihin sebebi olarak, kol kısmının çabuk pişmesi ve kolayca yenmesi gösterilmektedir (Tirmizî, Et’ime, 34). Bundan dolayı Resûlullah (s.a.v.), yemek işine fazla zaman ayırmadığı ve yemeğini bir an önce yiyip bitirdiği ifade edilmektedir (Ebû Dâvud, Et’ime, 20; İbn Hanbel, I, 394).
Bu bilgilerin aksine Hz. Âişe, Peygamber Efendimizin en sevdiği etin, kol eti olmadığını söylemiştir (Tirmizî, Et’ime, 34). Farklı bir rivayette de Hz. Peygamber’in (s.a.v.) şöyle buyurduğu nakledilmiştir: “Etin en nefis, en lezzetli yeri kesinlikle sırt etidir” (İbn Mâce, Et’ime, 28; İbn Hanbel, I, 204, 205). Öte yandan Peygamber Efendimizin sevmediği için yemediği -keler gibibirtakım yiyecekler de vardır (Buhârî, Et’ime, 10; Sayd, 33; Müslim, Sayd, 4347). Bu yiyecekler daha çok O’nun (s.a.v.) kendi yöresinde pek bilinmeyen ve dolayısıyla alışık olmadığı yiyeceklerdir. Bununla birlikte bazı rivayetlere göre çekirge etini yediği, bazı rivayetlerde ise çekirgeye karşı duyduğu tiksintiden dolayı çekirge etini yemekten çekindiği nakledilmiştir (Buhârî, Sayd, 13; Müslim, Sayd, 52; Ebû Dâvud, Et’ime, 34; Tirmizî, Et’ime, 22).
Bu rivayetleri bütünsel bir bakış açısıyla değerlendirdiğimizde şunları söylemek mümkündür: Hz. Peygamber’in yukarıda geçen yiyecekleri sevmemesi, öncelikle onun bireysel tercihi ve damak zevkiyle ilgili bir durum olmakla birlikte aynı zamanda içinde yaşadığı kültürün mutfak zevkiyle de yakından ilgilidir. Nitekim Hz. Peygamber’in keler eti yememesinin tamamen kişisel bir seçim olduğunu anlayan sahabe arasında keler etini sevenlerin yanında sevmeyenler de bulunmaktaydı.
Bazen Hz. Peygamber, kendisinin farklı kişilerle muhatap olmasından dolayı rahatsız edici olmamak için yemediği veya hoşlanmadığı yiyeceklerin (soğan, sarımsak gibi) de ashabı tarafından yenilebileceğini bildirmiştir (Buhârî, Ezân, 160; Ebû Dâvud, Et’ime, 40). Bu noktada bazı sahabîlerin sırf Hz. Peygamber seviyor diye bazı yiyecekleri yemeleri, bazılarını da sırf o sevmiyor diye terk etmeleri dini bir zorunluluktan değil, Resûlullah’a (s.a.v.) olan sevgi ve bağlılıklarından kaynaklanmaktadır (Buhârî, Büyû’, 30; Müslim, Eşribe, 145, 170).
Özetle söylemek gerekirse Hz. Peygamber’in mutfağında yenilen ve içilenler, kendi döneminde mevcut ve yine kendi toplumunun tükettiği/ulaşabildiği yiyecek ve içeceklerdir. Arap toplumunun yaşadığı coğrafyada bilinmediği için Hz. Peygamber’in adından hiç bahsetmediği binlerce yiyecek türü vardır. Yüce Allah’ın yarattığı her bir meyve, sebze, yiyecek ve içeceğin kendine has güzellikleri olduğunda şüphe yoktur (Komisyon, 2014: VI, 326-328). Bundan dolayı Hz. Peygamber’in yediği ve içtiği şeyleri tüketmeyi sünnet olarak algılamak doğru bir yaklaşım değildir. Asıl sünnet, Yüce Allah’ın yarattığı her türlü meyve, sebze, yiyecek ve içeceğin helal ve temiz olanlarından yemek ve içmektir.
Sonuç
Beslenme, insan hayatının temel unsurlarından biridir. Bu bakımdan Kur’an, insanın yeme-içme rejimlerine müdahale etmiştir. Bir taraftan besin maddelerinin Yüce Allah’ın bir lütfu olduğundan bahsetmiş, diğer taraftan temiz ve helal olanların yenilmesini emretmiş ve bu konuda israfa düşülmemesi konusunda uyarılarda bulunmuştur. Hz. Peygamber de Kur’an’ın yeme-içme ile ilgili bu temel prensiplerini aynen benimsemiş ve bazı açılımlarda bulunmuştur. Temel hadis kitaplarımızda bu teyit ve açılımların, Müslümanların hayatına yönelik örnekliği hususunda bir hayli bilgi mevcuttur. İşte bu malumatta zikredilen beslenme ile ilgili hükümler ve İslâm’ın özüne uygun temel ilkeler, bu bildirinin konusunu teşkil etmiştir.
Yapılan araştırmanın sonucunda beslenme konusunda şu temel ilkelerin bağlayıcı olduğunu söylemek mümkündür: Helal, temiz ve sağlıklı olan her şeyden makul ölçüde düzenli ve vaktinde yemek, ellerin temizliğine riayet etmek, yemeğin öncesinde ve sonrasında Yüce Allah’ı anmak ve israf etmemek. Bunlara mukabil Hz. Peygamber’in beslenme kültürünün bağlayıcı olmayan yönleri ise daha çok onun yeme-içme şekli, yemek menüsü, hangi yiyecek ve içeceklerden hoşlandığı gibi unsurlarda görülmektedir.
Zira bu gibi unsurlarda Hz. Peygamber’in tutum ve davranışını belirleyen etkenler, çoğunlukla kültürel ve bireysel tercihler olmaktadır. Öte yandan Hz. Peygamber’in beslenme kültürünün bir kısmı, onun vefatıyla birlikte kimileri için merak kimileri için nostalji kabilinden rivayet edilen hatıralardır. Zira hayatta iken ne dediği merak edilen bir peygamberin, ahirete irtihalinden sonra fizikî özellikleri, neleri giydiği veya giymediği, neleri yediği veya yemediği, nelerden hoşlandığı veya hoşlanmadığı merak edilmektedir.
Bu bağlamda sahâbiler, risaletle ilgisi olsun olmasın hafızalarındaki bu konularla ilgili anıları, en ince ayrıntılarına kadar hatıra üslubu içerisinde ve münasebet düştükçe anlatmışlardır. Bu anlatıların amacı, ne onun tarafından yenilen-içilen ve sevilen-sevilmeyen gıdaların listesini oluşturmak ne de bu gıdalara kutsallık kazandırmaktır. Tam aksine Hz. Peygamber ile geçirilen vakitler içerisinde gıdalar konusunda çekilen sıkıntıları ve onun damak zevki ile ilgili anıları dile getirmektir. Bu bakımdan Onun (s.a.v.) damak zevki ve içinde yaşadığı kültürün mutfak zevkiyle ilgili ayrıcalıklı olmayan bu yönler konusunda seçici davranılmalıdır. Ancak Hz. Peygamber’in bu tutum ve davranışlarına sahabeden bazılarının da yaptığı gibi sevgi merkezli bir bağlılık gösterilmesinde bir sakınca yoktur.
Beslenmek, sadece açlığımızı gidermek demek değildir. İçerisinde kültürel kodların da bulunduğu bir araçtır. Bu bakımdan Hz. Peygamber’in beslenme konusunda ortaya koyduğu görgü kurallarının yerel olanları ile evrensel olanlarının tespit edilmesi gerekmektedir. Bu bağlamda Hz. Peygamber’in ne yediği yerellik ifade etmektedir. Ancak yukarıda da ifade edildiği üzere yediğinin helal ve temiz olması, yeteri kadar, besmele ile ve israf etmeksizin yemesi, yiyenin temizliğe riayet etmesi, Yüce Allah’a şükredilmesi ise evrensellik arz etmektedir.
Ayrıca arka planında sağlık ve ahlaki değerlerin bulunduğu hususlar da bu yaklaşımla değerlendirilmelidir. Yani sağ elle yemek, önünden yemek, az yemek, ayakta yememek, parmakları yalamak, yaslanarak yemek, suyun üç yudumda içilmesi, midenin tıka basa doldurulmaması, ağzı açık testilerden su içilmemesi gibi hususların amaçları evrensel boyutta, bunların yapılış şekli ve araçları ise yerel boyutta değerlendirilmelidir.
Kaynakça
el-Âlûsî, es-Seyyid Mahmud Şükrî el-Bağdâdî (ty.). Bülûğu’l-Ereb fî Ma’rifeti Ahvâli’l-Arab. thk. Muhammed Behçet el-Eserî. Beyrut: Dâru’l-Kitâbi’l-Mısrî.
Aynî, Bedruddîn Ebî Muhammed Mahmud b. Ahmed (ty.). Umdetu’l-Karî Şerhu Sahîhi’l-Buharî, Beyrut: Dâru İhyâi’t-Turâsil-Arabî.
Azîmâbâdî, Ebu’t-Tayyib Şemsülhak Muhammed b. Emir Ali (1388/1968). Avnu’l-Ma’bûd Şerhu Sünen-i Ebî Dâvud. thk. Abdurrahman Muhammed Osman. Medine: el-Mektebetu’s-Selefiyye.
Buhârî, Ebû Abdillah Muhammed b. İsmail (1992). el-Câmi’u’s-Sahîh. İstanbul: Çağrı Yayınları.
Dârimî, Ebû Muhammed Abdullah b. Abdurrahman b. Fadl (1992). Sünen. İstanbul: Çağrı Yayınları.
Demir Akgün, Sevim (2007). Hz. Peygamber Döneminde Yemek Kültürü. Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü (Basılmamış Y. Lisans Tezi). Sakarya.
Ebû Dâvud, Süleyman b. el-Eş’as es-Sicistânî (1992). Sünen. İstanbul: Çağrı Yayınları.
Ebû Ya’lâ, Ahmed b. Ali b. el-Müsennâ et-Temimî el-Mevsılî (1408/1984). el-Müsned. thk. Hüseyin Selîm Esed. Dimeşk: Dâru’l-Me’mûn li’t-Turâs.
Emîr es-San’ânî, Ebû İbrahim Muhammed b. İsmail (1379/1960). Sübülü’s-Selâm. Haleb: Mektebetu Mustafa el-Bâbî el-Halebî.
Erul, Bünyamin (2020). “Siyer Yazımında Ayet ve Rivayet Kullanımında Görülen Bazı Problemler”. Akademik Siyer Dergisi 2, ss. 36-53.
Hâkim en-Neysâbûrî, Ebû Abdullah Muhammed b. Abdillah (1411/1990). el-Mustedrek ale’s-Sahîhayn. thk. Mustafa Abdulkâdir Atâ. Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye.
Hattâbî, Ebû Süleyman Muhammed (1351/1932). Meâlimu’s-Sünen. thk. Muhammed Râğıb et-Tabbâh, Halep: Matbaatu’l-İlmiyye.
İbn Battâl, Ebu’l-Hasen Ali b. Halef b. Abdilmelik el-Bekrî Kurtubî (1423/2003). Şerhu’l-Câmii’s-Sahîh (Şerhu İbn Battâl alâ ?ahîhi’l-Buhârî). thk. Ebû Temim Yaser b. İbrâhim. Riyad: Mektebetu’r-Rüşd.
İbn Hacer el-Askalânî, Ebu’l-Fazl Şihâbüddîn Ahmed b. Alî b. Muhammed (1379). Fethu’l-Bârî. thk. Muhammed Fuâd Abdulbâkî, Muhibuddîn el-Hâtib. Beyrut: Dâru’l-Ma’rife.
İbn Mâce, Ebû Abdillah Muhammed b. Yezîd el-Kazvînî (1992). Sünen. İstanbul: Çağrı Yayınları.
İbn Sa’d, Ebu Abdullah Muhammed b. Sa’d b. Meni’ ez-Zühri (1968). et-Tabakâtu’lKübrâ. thk. İhsan Abbas. Beyrut: Dâru Sadır.
İbn Teymiyye, Takiyyüddîn Ahmed b. Abdülhalîm b. Teymiyye (1408/1988). Ehâdîsu’l-Kussâs. nşr. Muhammed Lütfî es-Sabbâğ. Beyrut: el-Mektebetu’l-İslâmî.
İbnu’l-Esîr, Mecduddîn Ebu’s-Saâdât el-Mubârek b. Muhammed (1399/1979). en-Nihâye fî Ğarîbi’l-Hadîs ve’l-Eser. thk. Tâhir Ahmed ez-Zâvî Mahmûd Muhammed et-Tanâhî. Beyrut: el-Mektebetu’l-İlmiyye.
Komisyon (2014). “Hz. Peygamber’in Yemek Âdâbı Acıkmadan Yemezdi, Doymadan Kalkardı”. Hadislerle İslam. Ankara: DİB Yayınları. c. VI, ss. 319-329.
Kurtubî, Ebû Abdullah Muhammed b. Ahmed el-Ensârî (1384/1964). el-Câmi’ li Ahkâmi’l-Kur’ân. thk. Ahmed Abdulalîm el-Berdunî, İbrâhim Etfîş. Kahire: Dâru’l-Kütübi’l-Mısriyye.
Mübârekpûrî, Ebu’l-Alâ Muhammed b. Abdirrahman b. Abdirrahîm (ty.). Tuhfetu’l-Ahvezî bi Şerhi Camii’t-Tirmizî. thk. Abdurrahman Muhammed b. Osman vdğr. Beyrut: Dâru’l-Fikr.
Müslim, Ebu’l-Huseyn Müslim b. Haccâc Kuşeyrî (1992). el-Câmi’u’s-Sahîh. İstanbul: Çağrı Yayınları.
Münâvî, Zeynüddin Muhammed Abdürrauf b. Tâcilarifin b. Ali (1415/1994). Feyzü’l-Kadir Şerhi’lCâmii’s-Sagir. Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye.
Nesâî, Ebû Abdurrahman Ahmed b. Şuayb (1992). Sünen. İstanbul: Çağrı Yayınları.
Nevevî, Ebû Zekeriyya Muhyiddîn Yahyâ b. Şeref (1392). el-Minhâc Şerhu Sahîhi Müslim b. Haccâc, Beyrut: Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî.
Sehârenpûrî, Halil Ahmed b. Mecîd (1427/2006). Bezlü’l-Mechûd fî Halli Süneni Ebî Dâvud. Hindistan: Merkezu Ebî Hasan en-Nedvî.
Taberânî, Ebu’l-Kasım Süleyman b. Ahmed b. Eyyûb (ty.). el-Mu’cemu’l-Kebîr. thk. Hamdî Abdulmecid es-Selefî. Kahire: Mektebetu İbn Teymiyye.
Tirmizî, Ebû İsa Muhammed b. İsa (1992). Sünen. İstanbul: Çağrı Yayınları. Yardım, Ali (2011). Peygamberimiz’in Şemâili. İstanbul: Damla Yayınevi. Yıldırım, Enbiya (2008). Hadis Meseleleri. İstanbul: Rağbet Yayınları.
Has aşçıbaşı Ahmet ÖZDEMİR olarak kaynak gördüğüm:
Sn. Doç. Dr. Hüseyin AKYÜZ'e ilgili "Rivâyetler Işığında Hz. Peygamber’in Beslenme Kültürü" isimli akademik çalışmaları için yürekten teşekkür eder mesleki yaşamlarında başarılar dilerim. Profesyonel mutfaklarda ve gastronomi ve aşçılık camiasında ihtiyacı olanlar tarafından mutlaka örnek olarak dikkate alınacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder