16 Aralık 2021 Perşembe

Osmanlılarda Saray Kavramı

 Osmanlılarda Saray Kavramı

İlber Ortaylı

Osmanlı merkezî hükümetinin ve devletinin başında padişah ve saray yer alır. Devlet reisinin ikametgâhı ve görev yeri olarak saray, Osmanlı İmparatorluğu’nun da idare merkezidir.

Bir bakıma devlet reisinin ikamet yeri ve ofisi olan sarayın 19. yüzyılı, 16. ve 17. yüzyıllardakinden daha az bilinir. Hele Osmanlı Sarayı üzerindeki tetkikleri, muasırı Rusya Sarayı ile karşılaştırmak mümkün olmadığı gibi; geçmiş asırlardaki Bizans Sarayı’na dair monografi ve bilgilerle karşılaştırmak da mümkün değildir.

Topkapı Sarayı, İstanbul’da Osmanlı yönetim bölgesinin merkezinde yer alır. Fatih Sultan Mehmed Han, İstanbul’un Fethi ile Doğu Roma İmparatorluğu’na son verir. Burada Bizans kavramı üzerinde de durmak gerekir, çünkü Bizans denilen imparatorluk, gerçekte Doğu Roma İmparatorluğu’dur. Bizans ismini o imparatorluğun insanları hiçbir zaman kullanmamışlardır. Bizans, 16. yüzyılda Alman âlimlerden Hieronimus Wolff’ün kullandığı bir isimdir. İmparatorluğa Bizans, bu şehre Bizans ve bu ülkenin insanlarına Bizanslılar demek 16. yüzyılın Batı Avrupa’sının yakıştırmasıdır. Arkasında Mukaddes Roma-Germen İmparatorluğu’nu meşrulaştırmak gibi siyasi bir misyon yatmaktadır.

Fatih Sultan Mehmed Han, fetihten sonra, bugünkü Beyazıt’ta İstanbul Üniversitesi’nin bulunduğu yerde bir saray yaptırır. Bu sarayın hududunun bir hayli geniş olduğu ve Süleymaniye Camii’nin yerinin de bu sahada bulunduğu malumdur. Bu ilk yapılan saray  Osmanlılarda Saray Kavramında “Eski Saray”, Topkapı da “Yeni Saray (Saray-ı Cedid)” olarak anılmıştır.

Sarayın arazisi içinde bulunan karakolhane

Osmanlılarda Saray Kavramı

Fatih, önce Çinili Köşk’ü, ardından da Topkapı Sarayı’nı inşa ettirir ve Topkapı Sarayı’na geçilir. Yeni Saray’a Fatih’in verdiği isim Saray-ı Cedid’dir. Bunun dışında saray, Saray-ı Amire, Südde-i Saadet, Der-i Devlet gibi isimler de almıştır. Saraya Topkapı isminin verilmesi çok sonra olmuştur. Ne gariptir ki; 19. yüzyıldan itibaren saraya, günümüzde bulunmayan bir sahil sarayının ismi verilmiştir. Sultan I. Mahmud tarafından Bizans surlarının yakınına büyük bir ahşap sahil sarayı yaptırılmış ve bu sahil sarayına önündeki selam toplarına nispeten “Topkapusu Sahil Sarayı” denilmiştir. Bir yangında tamamen kül olan sahil sarayının ismi saraya verilmiştir.

Topkapı, mütevazı fakat görkemli yapısıyla, hoş bahçeleri ve özgün konumuyla, içindeki hazinelerin ve arşivlerin zenginliğiyle eski imparatorluğumuzun evi ve en büyük sarayıdır.

Topkapı, Osmanlılar için hem bir yönetim yerleşkesi hem de padişah evidir. Bu yönüyle bir padişah için Topkapı hem bir ikametgâh hem de bir görev yeridir.

Saray’da Bizans İzleri

Sarayın bulunduğu bölge eski Bizans’ın da yönetim merkezi olup Topkapı, eski Bizans Sarayı’nın üzerine yapılmıştır. Bizans Sarayı’ndan kalan taşların ve sütunların sarayın yapımında kullanıldığı bilinir. Bugün Topkapı’da Bâbü’s saade’ye giden yol üzerinde Bizans Sarayı’ndan kalan su sarnıcı hâlâ mevcuttur ve koruma altındadır.

Sarayın mutfak bölümünde dev sütun başlıkları daha evvel Ayasofya’nın önünde bulunan Yustinianus anıtını taşıyan dikilitaşın sütun başlıklarıdır.

Lale Bahçesi’nde bulunan Vaftiz Havuzu da sarayın Bizans’tan kalan eserlerindendir. Bütün bunlar Osmanlılarda herhangi bir tarihî miras takıntısı olmadığının güzel misalleridir ki bu durum günümüz toplumunda görülen bazı aşırılıklara karşı mühim mesajlar içermektedir. Kendinden evvelki mirasa karşı duyulan bu saygı, büyük bir medeniyet ve insanlık mirasını sahiplenmenin de delilidir.

Bu ilginç saray, yeryüzünün en özgün hükümdar evidir. Kanaatimce gerek konumu gerek barındırdığı eserler bakımından dünyanın en güzel sarayıdır. Bu hâliyle Topkapı’nın, diğer saraylarla mukayesesi kabul edilemez.

Topkapı Sarayı, aynı zamanda imparatorluk bürokrasisini temsil eden anıtlardandır. Mütevazı ama çarpıcı ve her şeyden önce çok güzeldir. Dünyanın en güzel şehrinin en güzel köşesine inşa edilmiştir. Denizden bakıldığında ise muhteşemdir. Zaten amaç da, hem ihtişamı hem de tevazuu bir araya getirmektir.

Topkapı ve Ayasofya

Yüzyıllarca benzeri yapılamayan Ayasofya, kentin en önemli camiidir, fethin sembolüdür. O vakte kadar yeryüzünün en büyük, en parlak, en şöhretli mabedidir. Fatih, istese adını “Fethiye Camii” yapabilirdi; ancak insanlık mirasına duyulan Osmanlı saygısı gereği ne camiin adı ne de ana yapısı değiştirilmiştir.

Osmanlılarda Saray Kavramı
Sarayın has bahçesi Gülhane

Ayasofya günümüze kadar muhafaza edilmişse bunu Osmanlı tarafından bütün imparatorluğun hatta bütün İslâm âleminin protokolde birinci camii olmasına borçludur.

Hükümdarların çoğu, cuma namazlarını ve teravihleri bu camide kılarlardı. O dönemde inşa edilen bir sarayın buraya yakın olması gayet tabiidir. Ancak Osmanlıların Ayasofya’nın karşısına Sultanahmet Camii gibi bir zarafet abidesini diktiklerini de unutmamak gerekir.

Saray, dünyanın en güzel noktasında, bizim “Sarayburnu” dediğimiz uçta yer alır. Şehrin her tarafından görülür ve -bir zamanlar- şehrin her tarafına hâkim bir noktadadır. Günümüzde tarihî ve kültürel mirasımızdan bihaber şekilde ve bu mirası baltalarcasına inşa edilen çok katlı çirkin yapılar, şehrin pek çok yerinden sarayın görülmesine mâni olduğu gibi Topkapı Sarayı’ndan görülen manzarayı da gölgelemektedir. 

Mimar Sinan’ın Süleymaniye’yi inşa ettiği yer bir cami inşaatı için elverişsiz iken Mimar Sinan, Haliç’ten bakılınca muhteşem bir silüet meydana getirmek maksadıyla temelleri uzun bir süre bekletmiş ve Süleymaniye’yi şimdiki yerine yapmıştır. Günümüzde bu hassasiyet yok denecek seviyededir.

Sarayın İnşası

Saray, bir seferde yapılıp bitirilmiş değildir, zaman zaman yapılan ilavelerle oluşmuştur. Özellikle Kanuni Sultan Süleyman devrinde devletin genişlemesiyle birlikte saray hizmetlilerinin sayısının artması, yeni binaların yapılmasını zorunlu kılmıştır.

Sultan III. Murad ve Sultan IV. Mehmed dönemlerinde de Fatih’in yaptığı binalara yeni ilaveler yapılmıştır. Buna rağmen sarayda yapılan ilaveler âdeta birbirini tamamlayan bir görünüm arz eder. Genel olarak bakıldığı zaman Sultanahmet ve Ayasofya ile birlikte bir bütünlük teşkil eden sarayın, buradaki görünüme büyük bir zenginlik kattığı açıktır. Bunu bugün denizden çekilen resimlerde de görmek mümkündür.

Saraya yapılan son ilave Sultan Abdülmecid’in devrinde yapılan Mecidiye Köşkü’dür. Topkapı’ya yapılan bütün binalar günümüze ulaşamamıştır. Bir kısmı zamanla yıkıldığı gibi bazıları da yanmıştır.

Sarayın Konumu

Sarayın bulunduğu mekân, aynı zamanda Hipodrom’a ve At Meydanı’na da yakındır. Türk tarihinin bu en büyük sarayının İstanbul’da, şehrin en gözde mekânında kurulmuş olması büyük sultan Fatih’in basiretinin de ispatıdır.

Genellikle yöneticilerin konakları da burada yer alır. Mesela unutulmaz vezir-i âzamlardan Sokullu’nun konağı, şimdiki Sultanahmet Camii’nin bulunduğu mevkidedir. Karşısında Sadrazam Maktul (veya Makbul) İbrahim Paşa’nın sarayı yer alır ki günümüzde Türk-İslâm Eserleri Müzesi’dir.

1890’lı yıllarda Galata Kulesi’nden Sarayburnu’nun görünüşü

Osmanlılarda Saray Kavramı

Önemle belirtilmesi gereken bir özellik, bütün geleneksel kentlerdeki gibi İstanbul’da da 19. yüzyıla kadar yönetim merkezinde kurumlaşan devlet ofislerinin yer aldığı sabit binaların olmamasıdır. Bu bölgede, saray ve sadrazamlık (Bâb-ı Âli) ve Bâb-ı Meşihat (Süleymaniye) dışında 19. yüzyıla kadar göze çarpan bir devlet ofisi yoktur. 

Bizzat şehrin belediye başkanı ve en yüksek yargı görevlerini yerine getiren İstanbul kadısı bile özel konutu nerede ise orayı makam odası ve mahkeme olarak kullanırdı. Kasımpaşa’daki Kaptanpaşa ofisi, Süleymaniye’deki Ağakapısı ve Bâb-ı Meşihat (şeyhülislâmlık) olan bina bunun istisnasıdır. Kaptanpaşa, donanmanın semtinde, yeniçeri ağası ise güvenlik görevi dolayısıyla şehir merkezinde bulunur.

İhtişam ve Tevazu

Biz Osmanlı için “imparatorluk” diyebiliriz, ama “devlet” demeyi tercih ederiz. Çünkü devlet sözünde bir mistisizm vardır. Buna bağlı olarak da böyle bir devletin yönetim merkezi anlayışında din faktörünün inkâr edilemez bir etkisi olduğundan bahsedilebilir. Topkapı Sarayı, bu yönüyle Osmanlıda ihtişamla tevazuu, din anlayışı ile dünya anlayışını bir arada gösteren önemli bir misaldir.
Müslüman bir hükümdar ve halife olarak padişah, bütün dünya Müslümanlarının lideridir ve bunun gösterilmesi gerekir. 

Bu bakımdan saray, aynı zamanda Müslümanların halifesinin makamıdır.

Saray, sadece Müslümanlar için değil Hıristiyanlar için de mühim eserlere ev sahipliği yapar. Bazı peygamberlere ait kutsal emanetler gibi. Nitekim Bizans’tan devralınan Vaftizci Yahya’nın kemikleri de bu cümledendir.

Topkapı Sarayı, her gün ortalama on binden fazla ziyaretçiyi ağırlamakta ve her geçen gün ziyaretçi sayısı artmaktadır. Tarihe olan ilgi zaviyesinden bu durum sevindirici olmakla birlikte, sarayın yıpranmaması ve gelecek nesillere ulaştırılması için ilerleyen zamanda bir sınırlama getirilmesi gerekmektedir.

14 Aralık 2021 Salı

Oteller İçin Toplantı, Düğün, Nişan, "ÖRNEK" Özel Gün Sözleşmesi

 Oteller İçin Toplantı, Düğün, Nişan, "ÖRNEK" Özel Gün Sözleşmesi


Sayın Misafirimiz;

Kişisel Verilerin Korunması Kanunu uyarınca Toplantı, Düğün, Nişan, Özel Gün sahibi kişilerin ve davetlilerin kişisel verileri, veri sorumlusu olarak ".................." tarafından açık, meşru amaçlarla, hukuka ve dürüstlük kurallarına uygun olarak işlenmektedir.

Kişisel bilgilerinizi siz misafirlerimize ve davetlilerinize daha iyi hizmet verebilmek, acil durumları yönetebilmek, ihtiyaç halinde iletişim kurmak, üyelerimizle iletişimi geliştirebilmek amacıyla, gereksinimleri ve ilgi alanlarını anlayabilmek, tanıtım- etkinlik yönetimi faaliyetlerini yürütebilmek, kanuni yükümlülüklerimizi yerine getirebilmek amacıyla üyelerimizden talep etmekteyiz. Gerekli kılınması durumunda ve gerekli tedbirler alınmak sureti ile ilgili kurum ve kuruluşlarla paylaşılabilecektir.

İşlenen Kişisel ve özel nitelikli kişisel verileriniz; Ad, soyadı, e-posta adresi, özel nitelikli veriler (sağlık verisi, hastalık, hamile, alerjiler gibi verilerdir.) 

1. Sözleşmenin Tanımı
İŞBU sözleşme, "..................", Organizasyon anlaşma gereği Salonu kullanımı sistemi ve bu sisteme ait teknik ve idari esasları kapsar.

2. Taraflar
İşbu sözleşmede "************************" (bundan böyle ".........." firma olarak anılacaktır) ve ……………….. (Bundan böyle sözleşmede kısaca ".........." olarak anılacaktır).

3. Amaç
İşbu sözleşme ".........." firma ile ".........." arasında gerçekleştirilecek olan karşılıklı işbirliği ve toplantı, düğün, nişan, özel gün organizasyonlarında vaad edilen programın yapılmasını ve satışını geliştirmek amacıyla mutabakata varıldığının karşılığıdır.

4. Kullanım Koşulları

4.1. Sözleşme ekinde bulunan kontratta yazılı bulunan garanti misafir sayısına göre belirlenen toplam fiyatın%..... avans olarak alınır.

4.2. Düğün organizasyonlarında toplam bakiye organizasyon tarihine bir hafta (7 gün)kala tamamlanmış olmalıdır.

4.3. ".........."nin yazılı bildirmesi koşulu ile tedearikçi' nin kesin garanti ettiği konuk sayısı etkinliğe, 48 saat kala kontrata bildirilmelidir. En fazla %5 eksiltme ve artırma yapabilir. ".........." en fazla 300 konuk beklenen etkinlikler için garanti edilen konuk sayısının %10 fazlasına kadar ve 300 kişiyi aşan etkinlikler için ise garanti edilen konuk sayısının %5 fazlasına kadar olmak üzere yiyecek ve salon düzeni hazırlığı yapılacaktır. Toplam fiyat ziyafete gelen misafire göre hesaplanır. Bu sayı garanti misafir sayısından aşağıda olmaz. Fiyatlara%18 KDV dahildir.

4.4. Otelimizin anlaşmalı fotoğraf ve video stüdyosu mevcut olup, ".........." ile ".........." arasında yapılan sözleşmede, ".........."nin kendi rızası ile onay vermesi durumda uygulanacaktır.

4.5. Organizasyonun , ".........." tarafından iptal edilmesi halinde ".........." ".........." firmaya tazminat ödeyeceğini peşinen kabul ve beyan eder. Tazminat bedeli aşağıdaki şekilde hesaplanacak ve ".........."ye fatura edilecektir. Sözleşme imzalandıktan sonra olası bir iptal durumunda ".........." organizasyondan doğan tüm bakiyeyi tamamen ödemekle hükümlüdürler.

4.6. Fikir ve sanat eserleri kanunu gereği ".........." organizasyon sırasında kullanılacak fikir ve sanat eserleriyle ilgili sorumluluk ".........."’ ye ait değildir. Bu sorumluluklar ".........." ve icracı müzisyenler tarafından üstlenilmektedir.

4.7. Bu sözleşme taraflarca imzalanıp 4.1. madde belirtilen avansın otel kasasına yatırıldığı tarihten itibaren yürürlüğe girer.

4.8. Vergi, resim, harç vb.resmi giderler oranlarının resmi makamlar tarafından yükseltilmesi ve bunlara yenilerinin eklenmesi halinde değişiklikler fiyatlara yansıtılacaktır.

4.9. Gün içerisinde gerçekleştirilecek tüm etkinliklerin hazırlıkları için mekân en erken 3 saat öncesinde tahsis edilecektir. Etkinlik bitiş saat 00:00 ’ı geçmemelidir.

4.10. ".........."; "..........", katılımcılar ve üçüncü taraflara (ses, müzik. süsleme organizasyon şirketleri) ait özel eşyalarla ilgili hiçbir şekilde sorumluluk kabul etmez. "..........", üçüncü tarafların ve/veya kendileri için çalışacak ekiplerin isim listelerini güvenlik sebebiyle geç davetten 2 gün önce otele ulaşacağını teyittemin eder.

4.11. "..........", ".........."ye ait araç park yerindeki araçlara gelen hiç bir zarar ve ziyandan sorumlu değildir.

4.12. Havai fişek, soğuk ateş ya da maytap gibi yanıcı malzemeler yalnızca açık hava mekânlarında, ".........." tarafından belirlenecek atış noktalarından ve ".........."nin onaylayacağı kaliteli olması esası alınarak kullanılabilir. Havai fişek atışı havai fişeği temin eden şirket tarafından valilikten izin alınarak atılabilir.

4.13. "..........", ".........." misafirleri ve üçüncü tarafların ".........."ye verebileceği her türlü maddi ve manevi hasarlardan sorumlu tutulacaktır. Meydana gelen hasar ".........." ve ".........." arasında görüşülecek ve söz konusu hasar tüm maddi sorumluluğu ".........."ye ait olmak şartıyla ücretlendirilecektir.

4.14. ".........."; 3. tarafların ve kendileri için çalışacak tüm ekiplerin yiyecek, içecek ve tüm ihtiyaçlarının tedarikinden kendileri sorumludur.

4.15. Düğün ve nikâh organizasyonlarında, "..........", evlenecek çiftin yaşlarından dolayı gerekli muvafakatin ve izinlerinin olduğu kabul, taahhüt beyan eder.

4.16. 200 kişinin üzerinde gerçekleşecek organizasyon için ".........."nin, ambulans ve ekibinin kiralanması esastır. Ambulans ".........." tarafından belirlenen noktalarda bulundurulacaktır. ".........."ye ait tesiste doktorun bulunmadığı saatlerde oluşabilecek rahatsızlıklar için talep edilecek doktor ücreti ".........." tarafından karşılanmak koşulu ile temin edilecektir.

4.17. Ek’ teki kontratta belirlenmiş fiyatlar, ilgili tarihte belirlenen organizasyon için geçerli olup, kişi veya kurum başka organizasyonlar için geçerli değildir.

4.18. Sözleşmede belirtilen hususlara uyulmadığı takdirde Manavgat Mahkeme ve İcraDaireleri yetkili kılınacaktır.

4.19. İş bu kontrol taraflar arasında imzalanmış olarak, üç (3)sayfa dört (4) maddeden ibarettir. …../…../202.......... tarihli organizasyonunuza ait son detayları içeren ziyafet sözleşmesi dikkatinize sunulmuştur. Sayfa sonunda yer alan “İmzalar” bölümü diğer sayfalar ile birlikte onaylanıp, mümkün olan en kısa zamanda tarafımıza göndermenizi rica ederiz.

Otelimize göstermiş olduğunuz nazik ilgiye teşekkür eder ".................." Ailesi olarak organizasyonunuzun en iyi şekilde gerçekleşmesi için her türlü yardım ve hizmete hazır olduğumuzu bir kez daha hatırlatırız.

Saygılarımızla...

Padişahın Evi Olarak Saray Nedir?

 Padişahın Evi Olarak Saray Nedir?

İlber Ortaylı

Topkapı Sarayı, Osmanlı sultanlarının ikametgâhıdır. İstanbul fatihi II. Mehmed tarafından 1460’ta yaptırılmış ve bazı ilavelerle 19. yüzyıl ortalarına kadar Osmanlı padişahları ve saray halkı burada ikamet etmiştir. 19. yüzyılın devlet protokolü ve merasimleri dolayısıyla saray yetersiz kalmış ve 1830’lardan itibaren Sultan II. Mahmud oğlu Sultan Abdülmecid Han burada pek ikamet etmemiş ve 1850’lerin başında Türk sultanları Boğaz’daki Dolmabahçe Sarayı’na taşınmışlardır. 

Saray terk edildikten sonra da saltanat hazinesi, Mukaddes Emanetler ve imparatorluk arşivleri burada muhafaza edilmiştir. Bir baba ocağı olması ve Mukaddes Emanetler’i barındırmasından dolayı saray, protokolünü muhafaza etmiştir. Osmanlı monarşisi 1922’de kaldırıldıktan sonra da 1924’ten itibaren müze olarak ziyarete açıktır. Sarayımızın bilhassa on iki bin adet Çin porseleni ve dokuz yüz adet Japon porseleni önemli koleksiyonlarındandır. Bundan başka  Padişahın Evi Olarak Sarayda  eşsiz 16. ve 17. yüzyıl Türk kumaş koleksiyonları, halılar, silah koleksiyonları, Avrupa porselenleri de müzemizin zengin bölümleridir.

Topkapı Sarayı’nın yazma eserler kütüphanesi, on sekiz binden fazla el yazması kitaba sahiptir. Bunlar sadece Arapça, Farsça ve Türkçe değil, aynı zamanda Slav dillerinde, Yunanca, Ermenice, Latince ve hatta “Corviniana” örneğinde olduğu gibi Macarca nüshalardır.

Sarayın kurucusu Sultan II. Mehmed’in yaşadığı bölüm, hazine dairesine çevrilmiştir. Hazinede; Osmanlı tahtının yanı başında İran’dan gelen hediye bir taht, Babürlüler devri Hindistan’ından gelen muhtelif hediyeler, Bizans’tan kalma bir mukaddes emanet (sacre relique), sayısız mücevher ve ünlü Kaşıkçı Elması gibi nadide parçalar da yer almaktadır.

Osmanlı Sarayı’nın en ilginç bölümlerinden bir tanesi mutfaklardır. 

Mutfaklara restorasyonla yeni bir düzen getirilmiştir. Yine sarayın Araba Dairesi’nden çıkarılan bazı saltanat arabalarını da burada görmek mümkündür. Sarayın en yüksek noktası ise, Adalet Kulesi dediğimiz Osmanlı Divan-ı Hümâyûn’u yani Imperial Consul’un toplandığı yerdir. Bu binaların çevrelediği orta avluda yeniçeriler üç ayda bir büyük bir törenle maaşlarını alır, yabancı devlet sefirleri de bunları seyrederdi.

Sarayın iç kısmı yani padişahın ikametgâhı sayılan Harem ve Enderun, tarihi yönlendiren bölümlerdir. Enderun, devşirme (recruit) çocukların devlet idaresi ve ordu komutası için yetiştirildiği bölümdür. Burada hem teorik dersler alırlar, hem de saray hizmetlerinde bulunurlardı. 

Hizmet eden, hizmet ettirmeyi bilir. 15-16 yaşında saraya giren, ihtimal üzere 25-30 yaşlarında general rütbesiyle çıkardı. Enderun dediğimiz bu avluda ve koğuşlarda sert bir disiplin vardı. Bugünkü ziyaretçileri hayran bırakan Kumaş Seksiyonu, İmparatorluk Hazinesi ve Kutsal Emanetler bu avludadır. Kutsal Emanetler Bölümü her zaman Müslüman dünyanın ama başka din mensuplarının da ziyaret ettiği, Hazreti Peygamber’e ve diğer büyük peygamberlere ait eşyaların saklandığı bölümdür.

Harem, özellikle savaşlarda esir edilen, satın alınan genç kızların eğitildiği bir bölümdü. Okuma yazma, iyi giyim, musiki öğrenen bu genç kızların kuşkusuz ki hepsi padişaha iş ve tecviz edilmiş değildir. İmparatorluğun diğer yönetici kumandan sınıfları da buradan evlenirlerdi. Mesela İstanbul ve Bursa gibi şehirlerin hemen her mahallesinde saraydan çıkıp o yörenin belli başlı bir efendisiyle evlenen bir hanım bulunurdu. Sarayın etiketi böyle yayılırdı. Harem bölümü çinileri ve nefis Osmanlı kaligrafisinin en seçkin örnekleriyle ünlüdür.

Osmanlı Sarayı’nda en önemli bölümlerden biri de sarayın arşividir. Osmanlı Devleti’yle ve bu büyük devletin ilişkide bulunduğu hemen bütün Avrupa ve Asya’nın hükümran (sovereign) devletleriyle ilgili vesikalar buradadır. Bu arşiv incelenmeden dünya tarihi yazılamaz.

Topkapı Sarayı mütevazıdır; askerî bir imparatorluğun büyük harcamaları daha çok muhteşem camiler, kışlalar, köprüler, kervansaraylar ve konaklama tesisleri için yapılmıştır. 16. yüzyılın ünlü mimarı Mimar Sinan bile bu sarayda sadece bir bölümü inşa etmiştir. Lakin bu mütevazı sarayın kendine özgü pandantif biçimli güzel binaları, nefis çinileri ve tabiatla iç içe geçmiş yapısı ile bulunduğu Sarayburnu; İstanbul’un neresinden bakılsa ona ihtişam verir. 

Bu doğal bir güzellik ve ihtişamdır. Topkapı Sarayı’nda hayat, içindeki yüzlerce hizmetli ve birkaç bin muhafız süvari (Sipahi-Altı bölük) israftan uzak, mütevazı şartlarda yaşanmıştır.

Saray mutfağında ünlü Türk mutfağının en güzel örnekleri hazırlanmıştır. Kumaşlar 16. ve 17. yüzyılın en iyi dokumalarıdır. İnsanlar yemeklerini Çin porseleninde yemelerine rağmen dar mekânda yaşarlar; mütevazı, disiplinli ve programlı bir hayat sürerlerdi. Padişahın ihtişamlı kıyafeti bile sarayın içinden çok dışını etkilemek içindi ve aslında halk çok sade giyimli bir padişahı beğenmezdi.

Osmanlı Sarayı hayatının merasimleri ayrı bir ihtişam konusuydu. Bunlar halkı olduğu kadar gelip geçen yabancıları da etkilemiştir. Her cuma padişah İstanbul camilerinden birinde ibadet etmek için muhteşem bir alayla (selamlık töreni) halkın arasına çıkardı. Kendisine sunulan dilekçeler imparatorluk halklarının muhtelif dillerindeydi. Onları okumak tarihçiler için bir zevktir.

Şehzadelerin sünnet düğünlerinde saray, halka cömertçe ikramlarda bulunur; çeşitli merasim ve gösteriler düzenlenirdi. Burada esnaf alaylarının geçit törenleri de mühimdi. Yine ordular seferden zaferle dönünce zırhlar, silahlar ve üniformalardan oluşan göz alıcı mağrur bir alay, şehrin ortasından geçerdi.

Osmanlı Sarayı şiir ve musikiydi. Musikişinas ve şairler hep ödüllendirilirdi. Her padişahın bir zanaatı vardı. III. Selim büyük kompozitördü, III. Ahmed büyük bir kaligraftı. II. Mahmud hem kaligraf hem musikişinastı. Muhteşem Süleyman kuyumcuydu. II. Abdülhamid dâhi bir marangozdu. IV. Murad sporcuydu ve gayet ince bir kaligraftı. II. Mehmed (Fatih) Rönesans tipi bir hümanistti. Yunanca okur, Farsça şiir yazardı. Doğu ve Batı’nın efendisiydi.

Saray, yüksek değil, zarif yapılardan oluşurdu. Adalet kulesi ve denizden dahi görünen harem kubbeleri hariç bütün yapılar onun avlusundaki ve etrafındaki ulu çınarlardan daha alçaktır. Sarayın büyük bir arazisi vardı. Bu arazi zamanında müthiş bostanlar ve gül bahçelerini barındırırdı. Bugün saray bahçeleri yeniden ıslah edilmeye çalışılmaktadır. Saray üzerinde tetkik ve araştırmalar artmaktadır. 

Ancak merhum Ord. Prof. Dr. İsmail Hakkı Uzunçarşılı’nın “Saray Teşkilatı” ve Prof. Dr. Sedat Hakkı Eldem’in İlmi Röleve çalışmaları tipinde abidevi çalışmalara ihtiyaç vardır.

13 Aralık 2021 Pazartesi

Portakallı Ördeğin Tarihi Nedir?

 Portakallı Ördeğin Tarihi Nedir?


Şimdi önemli bir konuda ihtiyacı olan meslektaşlarımızı portakallı ördeğin Fransa tarihinde nasıl yapıldığına dair bilgilendirmek istiyorum;

1 -Portakallı Ördek! Fransa’ya aittir
2 -Pekin ördeği Çin’e aittir

Türkiye’de ünlü bazı şef arkadaşlarımız kendi mutfaklarındaki mesleki hazineyi cahilliğinden göremezken tutturmuşlar bir portakallı ördek tanıtımı çabasındalar. Hadi bunu kendi mutfağımızda yeni bir füzyon mutfağı akımı olarak yapsalar amenna!!! Ama illaki de tutturmuşlar "fransız mutfağında portakallı ördek" diye gidiyorlar.

portakallı ördeğin tarihini ve tam olarak nereye ait olduğunu da bilmedikleri için Pekin ile Paris arasında bağlantı kurma peşindeler! 

Yazının başında bu yabancı hayranı Türk mutfağı şeflerine diyorum ki Gerçeğini Bilmeden Geliştiremezsiniz, onun için Gastronomide’ki Haçlı Seferlerinden galip çıkmaya bakınız ve en azından selçuklu mutfağına inmeden öce Osmanlı Saray Mutfağı hakkında bir şeyler öğreniniz...

Portakallı Ördeğin Tarihi Nedir?

Madem öyle alın size fransız mutfak tarihindeki portakallı ördeğin tarihini buyurun. Madem bir şey yapacaksınız orijinal hali ile yapınız!

O Değerli meslektaşlarımın bilgilerine konuyu Açıklıyorum’ öğrensinler ki ne yaptıklarının ve neyi, kime tanıtmaya çalıştıklarının farkına varsınlar;

Eskiden suni yemlerle 45 günde şişirilerek sofralara sunulan, ördek, sulun, Beç tavuğu bıldırcın gibi av hayvanları besleyen çiftlikler yoktu. Adı üzerinde "av hayvanı" idi bunlar.

Müslüman olan Osmanlı ve Selçuklu 'da av hayvanları her ne kadar av alanında yerde boynu kesilip kanı akıtılarak tüketilse de Müslüman olmadıklarından dolayı Fransızlar için böyle bir adet gereksizdi.

Niçin avda vurulmuş olan ördek mahsende bekletilir ?

Çünkü av hayvanının  Doğada gerçek besinleri yediği gibi devamlı hareket halindedir ve eti serttir. O zamanlar "Medeni" Denilen Avrupa' da Bir lordun, kralın, kraliçenin, prensin yada prensesin sofrasına eti sert olan bir ördeği koymak bir nevi kelleyi cellat kütüğüne koymaktan bir farkı yoktu.

Mahzenlerin ısısı kış aylarında yani ördek av mevsiminde genelde +6 ila +12 derece arasında değiştiği için Avda vurulan ördekler kurşun yaralarına erimiş mum dökülerek boynundan mahzene asılır ve içi boşaltılmadan 5-6 gün tüyü bile yolunmadan bekletildiği için günün koşullarında et bakteri üreterek yumuşar ve yeşerirdi ama aynı zaman da et iğrenç bir halde kokmaya başlardı.!

Şimdi gelelim konunun en önemli noktasına;

Tamamen yeşermiş olan ördek, tüyleri yolunarak içi temizlenir kafası yine kesilmez, Şarap ve çeşitli koku giderici baharatlar içeren kaynar suya atılarak önce pişirilirdi.

Ördeğin öce kaynatılmsının Sebebi;

Suyun sertlik derecesine göre 96 ila 100 derecede arasında kaynadığı için bakteriler ölecektir. Yani yenilebilir. Et de yumuşamıştır. Ama ortada daha büyük bir sorum vardır. Oda ördeğin iğrenç bir şekilde kokmasıdır!

Portakallı Ördeğin Tarihi Nedir?

Şimdi’ de gelelim pişirme tekniğinde kullanılan kokunun kamufle edilmesi olayına;

“Bu arada pis kokularını gidermek için Fransızlar parfüm ve koku gidermede dünyada uzmandırlar.” Haklarını vermek lazım yani. Günün koşullarında kaynatılarak haşlanan ördeğin sofraya gitmeden önce son problemi olan kokuyu gidermeye gelmiştir sıra.

Almanya’da’ da kokusu açısından “cologne” yani kolonya’ ya örnek olan turunçgillerden portakal kokusu ilham kaynağı olmuştur Fransız aşçılarına. Portakal kabuğundan ezilerek yapılan ve içine seker ve şarap katılarak boza kıvamında bir sos ile sıvanan ve terbiyelenen ördek içi doldurularak ya da sade bir şekilde portakal aromalı sosu ile fırında kızartılırdı.

Günün şartlarında Adanadan ve Hatay' dan Fransaya gönderilen portakal kabuğu reçeli ile Mutlu son;

Yumuşaması için Bekletildi, bakteri üredi ve koktu. Temizlendi, pişirildi bakteriler öldü, en büyük problem olan kötü koku ise portakal kabuğu aroması ile giderilerek sofraya kondu. Onlara göre mutlu son bu iste...

Bugün bu yöntemlerin Fransa’da kısmen kullanıldığı yerler halen vardır. Ama günümüzde ördek, keklik, Beç tavuğu, sulun ve bıldırcın gibi av hayvanlar özel çiftliklerde yetiştiriliyor. Yani anlayacağınız civciv halinden 45 günde soframıza gelen tavuktan da bir farkı kalmadı açıkçası.

Portakallı Ördeğin Tarihi Nedir?

Anadolu’mun kaz tiridini ya da dolmasını tercih ederim yine dövme bulgurun üzerine söğüş etini dider üzerine de tereyağında biberi kavurur dökerim üzerine. Yanına da tulum kokan bol köpüklü Yörük ayranını ya da acılı adana şalgam suyunu koyarım. Hamdolsun rabbime.

Aynı zamanda aynı Yabancı özentisine sahip Türk gastronomisindeki hor gurme 'lere de duyurulur!!!

Portakallı ördeğin tarihi ve Fransa’daki geçmişi budur. Çin’de ise yine kafası kesilmez ama 5 - 6 gün mahzende de bekletilerek bakteri üretilmez. Portakal benzeri turunçgiller ile tatlandırılır.

Bu arada yine kendini beğenmiş yenilikler pesinde koştuğunu iddia eden, yemeklerinin ismini yarısını Türkçe yarısını ise İngilizce kelimelerden bir kaç cümle halinde oluşturan ve de etiket pesinde koşan sosyete aşçısı kardeşlerime diyeceğim iki çift lafım var ;

Turunç 9. Yy ilk defa Araplar vasıtasıyla Çin’den geliyor. İkinci seyahatte 16. Yy. Başlarında İspanyollar ve Hollandalılar portakal getiriyorlar. Bizdeki ilk ismi ise portegal yada portegiz idi. Osmanlıda 17. Yy. başlarından itibaren üretmeye başlamıştır. Narh listelerine ise 18. Yy başlarında girmiştir ve iki tanesi 1 akçeden satılmaya başlanmıştı...!

Kim neyi nasıl istiyorsa yiyebilir, bunda sorun yok...

Portakallı Ördeğin Tarihi Nedir?

Kimsenin neyi nasıl yiyeceğine karar veremem, hiç kimse veremez. Ama neyin nasıl olduğunu tarihi kayıtları dikkate alarak söyleme hakkına sahibim.

Özellikle bu yabancı hayranlığından neredeyse fransız'ız, italyan'ız diyebilecek kadar ileriye gitmiş Türk mutfağı içerisindeki kendi kültüründen ve kimliğinden uzaklaşmış Türk şefleriyiz diye geçinen mutfak fakirleri' de peşinden gittikleri bir portakallı ördeğin tarihi' ni ve ne olduğu öğrensinler -ki belki kendi Türk mutfak kültürünü araştırmak akıllana gelebilir... 

Yani elbette yabancı mutfaklar hakkında da blgimiz olacak, Farklı dünya mutfaklarını da bilmek zorundayız ama önce kendi mutfağımızı bi öğrenelim. Bazlama' yı cızlama' yı bile bilmeden krep, pankek diyerek ünlü ve popülerliğinizin süresi ancak bir merkebin 3 öğünde tüketeceği samandan çıkacak alev kadar zaman alır...

Not:
Bu arada önümüzdeki zamanlarda fransa tarihinde niçin erkeklerin yüksek topuklu ayakabı girdiğini, saralarında ve şatolarında bulunan Türk odalarını ve yine yüzlerce odalı saraylarında neden tuvalet bulunmadığını önümüzdeki günlerde yazacağım...

Portakallı Ördeğin Tarihi Nedir?

11 Aralık 2021 Cumartesi

Sarayın Ev Sahibi Olarak Padişah

 Sarayın Ev Sahibi Olarak Padişah

İlber Ortaylı

Osmanlı padişahı “Sultan” unvanıyla bilinir. Bu, Selçukîlerin Bağdat’ı fethinden ve hilâfetin Abbasioğullarında bırakılıp kendilerinin âdeta dünyevi bir imparator olmaları karşılığında kullandıkları bir terimdir. Osmanlı sultanı, tıpkı Rus çarı ve Alman-Avusturya kayseri gibi bu hususi unvanla anılır. “Sultan” dendiği zaman Türk imparatorluğunun başındaki insan anlaşılır. 19. yüzyılın ortasına kadar Türk sultanları, yani imparatorluğun başındaki hanedan burada kalmıştır. Osmanlı saltanatında unvanlar, silsile hâlinde babadan oğula geçer; yani padişah oğulları “şehzade”, kızları “sultan”dır. Buna “princesse imperiale” diyebiliriz.

Şehzadelerin çocukları yine şehzade, kızları yine sultandır. Fakat sultanların, prenseslerin çocukları hanedan üyesi sayılmazlar. Hanedanla akrabalığı olan kimselerdir; ama silsile itibariyle hanedandan düşerler. Osmanlı hanedan üyeleri ticaret yapamaz, başka meslekler icra edemez, sadece askerlik yapabilirler. Bu, monarşinin sonuna kadar böyle kalmıştır.

Başlangıçtaki ilk iki asırda Osmanlı şehzadeleri İstanbul’a yakın sancaklara vali olarak gönderilirler. Onlardan birisi  Sarayın Ev Sahibi padişah öldüğü an, devlet erkânı hangisinde ittifak etmiş ise taht için çağrılır. Bu sancak şehzadelerinden devlet merkezindeki vezirlerle en iyi ilişkileri olan, seferlerde yararlığı görülen, kendini ispat eden ve yönetimde göz dolduranları galiba merkezdeki devlet adamları, padişahın ölümünde hemen çağırmaktadırlar. Bazı hâlde arada çatışma da olmuştur. II. Bayezid ve Cem Sultan vakası gibi... 

Fakat genelde bu, tatlıya bağlanır. Hiç şüphesiz ki veraset sistemi iyi oturmadığı için III. Murad ve III. Mehmed dönemlerinde olduğu gibi şehzade katilleri görülmektedir, ama bu bir kural değildir ve Osmanlı tarihinin tamamına teşmil edilemez. Kardeş katli hâdisesi, Osmanlı tarihinin bir dönemini kapsar. I. Ahmed’den itibaren şehzadeler bu yüzden sancaklara gönderilmiyor ve sarayda büyüyorlar. 19. yüzyılda ancak toplumla temasa geçiyorlar. Ancak II. Meşrutiyet zamanında iyi okullarda - Galatasaray gibi - askerî okullarda ve hatta Berlin ve Viyana’da askerî mekteplerde subay olarak yetişenleri var ve hepsi iyi askerdirler.

Cihanı Titreten Padişahlar

Osmanlı padişahları mareşaldir. Hatta sancak şehzadeliklerinde bulunmayan ve sarayda çok küçük yaştan padişah olarak yetiştiği hâlde önemli bir mareşal olan Sultan IV. Murad’ı zikretmeliyiz. Yirmi sekiz yaşında vefat ettiği hâlde önemli fetihler yapmıştır. Aynı zamanda da sanatkâr bir kişiliği vardır. Sporcudur. Hekimbaşı Odası’nın alt tarafında bulunan mermer tahtının kitabesinde bu sporcu padişahın mahareti anlatılmaktadır.

Osmanlı padişahlarının ve şehzadelerinin her birinin bir görevi vardır, bir zanaatı vardır. Sultan Süleyman kuyumcudur, III. Ahmed çok önemli bir hattattır. Sarayımızın pek çok köşesini onun hat levhaları süslemektedir. II. Abdülhamid önemli bir marangozdur. Şehzadeler içinde müzisyenler vardır. III. Selim önemli bir müzisyendir. Bu sanatlara dikkat ederler, hatta saltanat kaldırıldıktan sonra bile dışarıda bu öğrendikleri zanaatlarla yaşayıp geçinenler vardır.

Sarayın Ev Sahibi Olarak PadişahTopkapı Sarayı’nın ilk banisi Fatih Sultan Mehmed Han

Padişahların bazıları isyanla tahttan indirilmiştir. Fakat hiçbir zaman Osmanlı hanedanının hâkimiyeti değişmemiştir. Osmanlı sultanına tâbi, mümtaz, özerk hükümdarlar vardır. Macaristan, Erdel; bugünkü Romanya’yı oluşturan Eflak ve Boğdan; Kırım Hanlığı gibi yerlerdir bunlar. Buraları yerli hanedanlar yönetir ama Osmanlı tahtına bağlıdırlar. Belirli vergileri verirler. 

Asker yardımı yaparlar. Dış politikada Osmanlı devletinin Bâbıâli’nin yolunu takip etmek durumundadırlar. Osmanlı padişahlarının, bütün İslâm hükümdarları gibi hâkim biri olarak “halife” unvanı vardır. Bu hep vardı, fakat Yavuz Sultan Selim Mısır’ı, Hicaz’ı aldıktan sonra bunun üzerinde çok durulmuştur. Esas olan Hicaz topraklarının yönetiminde Hadim-ül Haremeyn (yani Custodia) olmaktır. 

Bu unvan ve bu sıfata Osmanlı hükümeti son derece dikkat etmiş ve I. Cihan Harbi’nin sonuna kadar bütün dünya Müslümanlarının hac farizasını yerine getirmesi çok önemli bulunmuştur. Şam Beylerbeyliği’nin yani burayı yöneten valinin unvanı Emir-ül Hac’dır. Büyük hâdiseler, kırgınlıklar, katliam, kavgalar olmadan hac görevini Osmanlı saltanatı son güne kadar gayet iyi idare etmiştir.

Hilafet unvanı 1922’de Büyük Millet Meclisi kararıyla hanedanın veliahdı olan Abdülmecid Efendi’ye bırakılmış, 1924’te de kaldırılmıştır.

Osmanlı Sarayı’nda en önemli görev Divan-ı Hümâyûn toplantılarından sonra Arz Odası’nda padişahla başvezir ve vezirler arasındaki mütalaa ve karar süreciydi. Sarayı yöneten amirler ise denebilir ki Hasodabaşı, Silahdar ağa, Darü’s saade ağası, Bâbü’s saade ağası gibi memurlardı. Saraydaki bütün sanatçıların başı -ki bunların sayısı birkaç bini bulmaktadır- hazinedar ağadır. Yine bu sarayın dışında devşirmelerin yetiştirilmesi ile ilgili olarak Enderun’u yöneten kişi de Hasodabaşı’dır.

Osmanlı saltanatı 19. yüzyılda bugünkü Dolmabahçe ve Yıldız Sarayları’nda devam eder. En son hükümdar da mütareke sırasında Dolmabahçe’den tekrar Yıldız’a dönmüştür. Ondan sonra bu altı asırlık sülale bitmiştir. 1924 Mart’ında bütün Osmanlı hanedan üyeleri Türkiye topraklarını terk ettiler ve 1952’de kadın üyelere af çıktı, 1974’te de bütün erkek üyelere bir af çıkartıldı.

Hiç şüphesiz ki; cihan tarihini etkileyen şahsiyetler Osmanlı padişahları içinde bilhassa Fatih Sultan Mehmed Han ve Kanuni Sultan Süleyman Han’dır. Bunlardan biri “Fatih” unvanını taşır, öbürüne de biz “Kanuni” kanun yapan deriz ama bütün Avrupalılar “Muhteşem” unvanını verirler ki gerçekten muhteşemdir. Aşağı yukarı ta Osman Gazi’den beri dokuz tane büyük mareşal çıkmıştır bu hanedanın içinden ama dünya tarihi en çok bu ikisini tanır ve ikisi üzerinde durur. Üstlerine yazılan kitap ve araştırmalar henüz bitmemiştir.

Osmanlı padişahları tahttan indirilirler ve Harem’de “şimşirlik” denilen bir bölümde ölene kadar barınırlardı. 19. yüzyılda Sultan V. Murad tahttan indirilmiş ve Çırağan’da ölümüne kadar kalmıştır. Sultan II. Abdülhamid de önce Selanik’e sürgün edilmiş, Balkan Savaşı’ndan sonra Beylerbeyi Sarayı’na nakledilmiştir. Sultan Abdülaziz’in ise intihar ettiği söylenir. 

Ancak katledildiği anlaşılmıştır. Sultan II. Osman maalesef bir yeniçeri isyanıyla tahttan indirildikten sonra feci şekilde katledilmiştir. Bu olay hanedan üyelerinin zihninde çok derin yaralar açmıştır. Sultan İbrahim tahttan indirilmiş ve katledilmiştir. Sultan IV. Mehmed ve Sultan II. Mustafa tahttan indirilmiştir. Bundan sonra tahttan indirme hâdisesi Sultan III. Selim için geçerlidir. 

Sarayın Ev Sahibi Olarak Padişah

Şimşirlikte hapsedilmişti. Kendisini kurtarmak için gelen Alemdar Mustafa Paşa saraya girince mevcut padişah, -yeğeni IV. Mustafa- Sultan III. Selim’i katlettirdi ardından ona da aynı siyaset tatbik edildi. Hâl edilen diğerleri muhafaza altında tutulmuşlardır. Bundan da anlaşıldığına göre Topkapı Sarayı padişahların ikametgâhları olmasına rağmen maalesef bazı acı hâdiselere de sahne olmuştur.

Tevazu

Osmanlı İmparatorluğu’nun sarayları ve şaşaası üzerine çok söz söylenir. Geçmişi karalamak isteyenlerin saray müsrifliği ve harem masallarını dillendirmeleri abartılmış yaklaşımlardır. Okul kitaplarında “Maliyenin iflası ve saraylar” gibi anlatımlar ne kadar geçerlidir. Yurttaşlarımız, son on yılda Avrupa’nın ve Rusya’nın başkentlerini gezmeye başladıktan ve buradaki saray ve kasırları gördükten sonra mukayeseyi daha iyi yapmaktadır; 19. yüzyılın Osmanlı devlet tüketimi diğer büyük devletlerle mukayese edilemeyecek ölçüde mütevazıdır. 

Topkapı Sarayı, Fransızların, Rusların devasa saraylarına nazaran çok çok küçük kalır. Ancak sarayımız hoş bahçeleri, enfes mimarisi ve etkileyici konumu ile güzeldir ve sarayımızda kimilerinin sandığı gibi abartılı lüks bir hayat ve israf söz konusu değildir.

Sarayın Ev Sahibi Olarak PadişahBâb-ı Hümâyûn ve nöbet tutan askerler. (Yaklaşık 1895) Günümüzde kapının üst tarafında korkuluk bulunmamaktadır.

Osmanlı cemiyetinde ne vezirlerin ne de diğer yöneticilerin hususî konakları pek parlaktır. Hatta Müslüman olsun Hıristiyan olsun, ruhanî reisler için de aynı durum söz konusudur. Hiçbir zaman Rum ve Ermeni patriklerinin Vatikan’daki papa gibi muhteşem yazlık veya kışlık saraylarının bulunması mümkün değildir. Vezirlerin aynı şekilde zengin bir konağa, saraya sahip olmadığı görülür. Hatta padişah için de bu böyledir.

Bütün asırları, bütün mekânları büyüleyen Süleymaniye gibi bir eseri yaptıran Kanunî Sultan Süleyman, Topkapı Sarayı’ndan çıkmayı düşünmemiştir. Yani ünlü Mimar Sinan’a büyük, süslü bir saray yaptırmak söz konusu olmamıştır.

O koca imparatorluğun müreffeh başvezirleri Damat Rüstem Paşa ve onun haleflerinden uzun süre vezir-i âzamlık yapan Damat (veya Şehit) Sokullu Mehmed Paşa veya onun haleflerinden Damat Siyavuş Paşa’nın da ünlü bir sarayı veya konağı yoktur.

Zaten olamaz; çünkü damatlar âdet üzere padişahın kızı veya kız kardeşinin, eşlerinin, sultanların sarayına, konağına yerleşirlerdi. Ne var ki; onlardan da pek bir kalıntı yoktur. Ünlü Esma Sultan’ın Boğaz’daki sarayının sadece ismi kalmıştır.

Başkentteki, bilhassa 19. yüzyıldaki sefaret sarayları âdeta bizim ve devleti yönetenlerin mütevazı konaklarıyla alay eder konumdadır: Tepebaşı’ndaki ünlü Britanya sefareti, Fransa Sarayı dediğimiz Fransa Büyükelçiliği... 

16. yüzyıldan beri yerinde bulunan ünlü Venedik Sarayı, yani Venedik elçiliğinin bulunduğu yer ki sonradan Avusturya-Macaristan Büyükelçiliği oldu ve İtalya ile münasebetimizin henüz kurulduğu zamanlarda İtalya’nın büyük bir devlet olarak 20. yüzyıl başında yaptırdığı fakat kullanmadığı Maçka’daki ünlü İtalyan Büyükelçilik binası yani Maçka Kız Sanat Okulu... 

Bu binalara baktığımız zaman, bunlarla boy ölçüşecek ne bir vezir konağımız ne bir sadrazam ikametgâhımız vardır. Müthiş bir tevazu göze çarpmaktadır. Bu tevazuun bir ahlakî anlayış yanı olduğu gibi malî imkânsızlığı da tartışılabilir.

En İyi Restoranlardan Birine Sahip Olabilmek İçin Mutfak Tasarımında Dikkat Edilecekler Nelerdir?

 Mutfak tasarımı


Restoran Tasarımında Nelere Dikkat Edilmeli? Restoran Tasarımı Nasıl Olmalı? 


Restoran Tasarımında Renk, Tercihi Neye Göre Yapılır?

Restoranın Dekorasyonunda Dikkate Alınacak Unsurlar Nelerdir?

Yeni Restoranın Aydınlatması Nasıl Yapılır?

Restoran Yapılırken Tuvaletler'de En Çok Dikkat Edilecekler Nelerdir?

Yeni Restoranın Misafir Kapasitesi Neye Göre Ayarlanır?

Uluslararası Standartlarda Bir Restoranın Isıtma Ve Havalandırma Sisteminde Dikkat Edilecekler Nelerdir?

En İyi Restoranlardan Birine Sahip Olabilmek İçin Mutfak Tasarımında Dikkat Edilecekler Nelerdir?

* Restoran Tasarımı Yapılırken Restoran Mutfağı Tasarımında Nelere Dikkate Edilir?
Restoranın Dekorasyonunda İlave Mutfak Tasarımları İçin Hangi Tesisatlar Döşenir?
Yeni Restoranın İnşaatında Mutfak Aydınlatması Nasıl Yapılmalıdır?
Restoran Yapılırken Mutfak Tasarımında Hijyen Ve Pişirme Ekipmanları İçin En Çok Dikkat Edilecekler Nelerdir?
Yeni Restoranın Mutfak Tasarımında Mutak Bölümleri İle Misafir Kapasitesi Bağlantısı Neye Göre Ayarlanır?
Uluslararası Standartlarda Yeni Bir Restoranın Mutfak Tasarımında Soğutma, Isıtma Ve Havalandırma Sisteminde Dikkat Edilecekler Nelerdir?
En İyi Restoranlardan Birine Sahip Olabilmek İçin Genel Mutfak Tasarımında Açık Mutfak, Kapalı Mutfak, Servis Standı Gibi Tertibatlarda Dikkat Edilecekler Nelerdir?

Hünkâr Dairesi Nedir?

 Hünkâr Dairesi Nedir?

İlber Ortaylı

Hünkâr Hamamı’nın karşısında bulunan kapıdan girilen Hünkâr Dairesi iç içe odalardan ve koridorlardan oluşan bir mekândır. III. Osman, I. Abdülhamid, III. Selim dairelerinin ve yatak odalarının bulunduğu bu kısmın Sultan III. Osman’dan itibaren padişahlarca kullanıldığı bilinir. Sultan III. Osman’dan sonra tahta çıkan Sultan III. Mustafa sayılmazsa birbiri ardına tahta çıkan padişahlarca geliştirilen bir mekândır ki burada son değişikliği Sultan III. Selim yapmıştır.

I. Abdülhamid Has Odası ve Hazine Odası

Hünkâr Hamamı’nın karşısında bulunur. Kapı kitabesinin dış tarafında Sultan III. Osman’ın adı geçmektedir. Bu durum mekânın çeşitli devirlerde ciddi yenilenmeler geçirdiğini ve Sultan III. Osman zamanında da yenilendiğini gösterir. Kapının iç tarafındaki kitabede ise;

Melce-i şâhân-ı âlem Han Hamid-i dad-gîr
Nüshâ-i ahlâkına muhtaç yüz bin fasl ü bâb

ifadesi, odanın son olarak Sultan I. Abdülhamid tarafından inşa edildiğini gösterir. Dikdörtgen planlı odanın tavanı düzdür ve koyu yeşil üzerine mavi-kırmızı işlemeli kabartma nakışlarla tezyin edilmiştir. Odanın kapı kanatları son derece itinalı süslerle işlenmiştir. Odaya on iki pencere açılarak aydınlık bir ortam meydana getirilmiştir.

Odanın sol tarafında siyah ve beyaz mermerden bir çeşme bulunur. Çeşmenin ayna taşında,

Çeşme-i dilcû-yı hayat / Câvidan-ı ayn-ı safa

beyiti yazılıdır. Altın yaldızlı ve renkli nakış işlemeli yekpare ocağı muhteşemdir. Odanın sağ tarafında ahşap bir şirvan bulunur. Hükümdarların odalarında ve Hünkâr Dairesinde bulunan çeşme, ocak ve şirvan; mekânın padişaha ait olduğunu ispatlar bir atmosfer oluşturur.

Salondan sultanın yatak odasına (Taş Oda- Hazine Odası) geçilir. Eskiden Valide Sultan Hamamı koridoruna açılan ve şahsi hazine yahut gardırop alarak kullanılan mekânı Sultan I. Abdülhamid girişi dolap yaptırtıp yeni bir giriş kapısı açtırarak dairesine bağlatmıştır. Böylece yatak odası hâline getirilmiştir. 

Odanın girişindeki kitabede padişah için bir dua yazılıdır. Tavana doğru hayali manzara resimleri yer alır.

I. Abdülhamid Dairesi’nin Harem için en büyük özelliği bu dairenin bir geçit görevi görmesidir. Buradan III. Osman Taşlığı ve Köşkü’ne, III. Selim Has Odası ve Mihrişah Valide Sultan Daireleri’ne geçişi sağlar. Böylelikle Harem’e yeni eklenen daireler, Harem’in eski mekânları ile irtibatlandırılmıştır.

Kırım’ın kaybedildiği Küçük Kaynarca Antlaşması gibi Osmanlı tarihinin en ağır antlaşmalarından birinin imzalandığı dönemde padişah olan Sultan I. Abdülhamid, Özi Kalesi’nin Rusların eline geçip Rusların Müslümanlara karşı yaptıkları katliamları duyması ile düştüğü derin kederde “... ekdar ve efkarımdan uyku gözlerime haram olmuştur.” dediği günleri bu odada geçirmiş ve yeni bir kalenin daha düştüğü haberini getiren yazının ilk kelimesini okuduktan sonra felç geçirip bu dairede vefat etmiştir. (7 Nisan 1789)

I. Abdülhamid Osmanlı padişahlarının en sulhsever ve hoşgörülü olanıydı. Saray halkıyla olan ilişkileri, hanedana mensup şehzadeler ve hatta veliahtla olan temaslarında da bu görülür. Nitekim yeğeni veliaht III. Selim ile Fransa Kralı 16. Louis arasındaki bir mektuplaşma tespit edildiği hâlde bunu hoş görmüş ve veliahdı bundan dolayı cezalandırmamıştır. Bu gibi izinsiz mektuplaşmaların o devirde ihanet ölçüsünde değerlendirildiği bilinir. Mesela Rusya veliahdı Aleksey’in, babası Çar Büyük Petro tarafından böyle bir sebeple idam edildiği biliniyor.

Döneminin bir sulh dönemi olmasını istemiştir. Fakat maalesef 18. yüzyılda Osmanlı Devleti’nin yaşadığı istihale ve facialar onun da kardeşi III. Mustafa gibi erken vefatına sebep olmuştur.

III. Selim Dairesi (Meşk Odası)

I. Abdülhamid Odası’ndan bir aralıkla geçilen III. Selim Dairesi, ön cepheye sonradan ilave edilmiş bir dairedir. Üç tarafı pencereli olan odanın pencerelerinden birinden III. Osman Köşkü’ne kapı açılmıştır. Türk-Rokoko üslubunu gösteren daire, kare planlı ve ahşap tavanlı olup duvarları yaldızlı kabartmalarla süslemelidir.

Dairenin ocağı meşhurdur. Penceresi olmayan tek duvarı baştanbaşa kaplayan abidevî ocak düzeninin üzerindeki duvar bölümleri manzara resimleriyle donatılmıştır. Ocak nişinde küçük mavi- beyaz Hollanda çinileri kullanılmıştır. Bu çiniler bu ocakta ateş yakılmadığını dışarıdan getirilen ve içinde kor hâline gelmiş ateşin bulunduğu mangalların buraya konulduğunu gösterir.

Üst katta bulunan III. Selim Meşk Odası’na ahşap bir merdivenle çıkılır. Burası Sultan III. Selim’in hat, şiir ve beste çalışmalarını yaptığı bir mekândır. Adını da bu faaliyetlerden alır. Odanın duvarlarında Allah (c.c.), Muhammed (s.a.s.), Aşere-i Mübeşşere (Cennet’le müjdelenen sahabiler) levhaları bulunur. Aynalarının üzerlerinde de Besmele ve ayetler ile III. Selim Han’ın tuğrası ve şu kıta işlenmiştir.

Görmemiş mir’ât-ı hülyasında İskender dahi
Kıl nazar suret-nümâdır benzemez kâr-ı kadîm
Himmet-i şahânesiyle kıldı bu kasrı bina
Rub’-ı meskûnun şeh-i dâd-âveri Sultan Selim

Meşk Odası’nın diğer adı Lihye-i Saadet Odası’dır. Önceleri odayla Hünkâr Sofası arasındaki dolapta Hz. Peygamber’in Sakal-ı Şerif’i bulunduğu için odaya bu ad verilmiştir.

Hünkâr Dairesi Nedir?1900’lü yıllarda III. Osman Köşkü’nün Gülhane Parkı’ndan görünüşü

Ferah bir oda olan Meşk Odası, Sultan III. Selim gibi sanat ruhlu bir padişaha derin tefekkür yapma imkânı sunar.

Rivayete göre padişah tahttan indirilince bu dairenin alt katında yaşamış ve ne yazık ki asilerce burada ailesinin gözü önünde öldürülerek naaşı Arz Odası ile Bâbü’s saade arasına atılmıştır.

III. Osman Taşlığı ve Köşkü

III. Osman Köşkü, Hünkâr Sofası’na eklenen en son köşktür. Köşke III. Osman Taşlığı’ndan ulaşılır. Dikdörtgen şeklindeki ferah taşlık yüksek payeli bir teras hâlinde yapılmıştır. Ortasında mermer bir süs havuzu bulunduğu için buraya “Havuzlu Taşlık” da denilir. Çiçek tarhları ile renklendirilmiş olan taşlıkta çiçek masası da yer almaktadır.

Taşlığın Gülhâne Parkı’na bakan tarafında III. Osman Köşkü bulunur. Sultan I. Mahmud tarafından inşasına başlanan köşkün, Sultan III. Osman tarafından tamamlandığı sanılmaktadır. Ancak III.

Osman’a ait bir kitabe bulunmamakta, anıt gibi inşa edilmiş kapısı üzerinde Sultan II. Mahmud’un tuğrası ve talik hat ile kaleme alınmış bir beyit bulunmaktadır:

Mihensâz olmağ içün cân evinde bu der-i şevket Olur âğûş-küşâ Sultân Mahmûd Han’a bî-minnet

Köşkün hünkâr mekânı olduğunu vurgulayan ihtişamlı cümle kapısı yanındaki iki küçük çeşmenin alınlık taşlarında “Mübarek bâd (bâd: olsun)” ve “Saadet bâd” yazılıdır.

Köşk, ortada çıkmalı bir baş oda ve iki yanında birer odadan ibarettir. Gülhâne’ye doğru taşan salon divanhâne olarak düşünülmüştür ki bu da hünkârın burada yaşadığı intibaını güçlendirir. Divanhâne’nin yaldızlı tavanı oldukça süslüdür ve bu süsleme aydınlık ortamla birlikte daha da bir renkli görülür. Köşkün pencereleri Gülhâne Parkı’na bakar.

Ocak karşısındaki oymalı yatak yeri altın yaldızlı sütunlara dayanmaktadır. Salonun iki yanındaki süslemeli odalardan arkadaki alt pencerelerinde çok zarif yaldızlı parmaklıklar ve sık kafesler bulunur.

III. Osman tebdil-i kıyafet ve takma isimle İstanbul’u gizlice teftiş etmekle meşhurdur. Aslında tebdil gezerek etrafın ve toplumun nabzını yoklamak eski bir ananeydi. III. Osman bu ananeyi çok sıklıkla uygulamıştır.

Hünkâr Dairesi Nedir?1900’lü yıllarda III. Osman Köşkü’nün Gülhane Parkı’ndan farklı açıdan görünüşü

Ocaklı Sofa

Valide Sultan Taşlığı’ndan Taht (Saltanat) Kapısı ile girilen sofa, adını Harem’de bulunan en büyük ocağın burada bulunmasından alır. Kadınefendiler Dairesi ile Çeşme Sofası arasını kaplayan büyük bir salondur.

Ocaklı Sofa’nın bulunduğu yerde, Şimşirlik’ten gelen meyilli bir yol ile Hasekiler Dairesi’ne oradan Şehzadeler Dairesi’ne çıkılabilirken 1665 yangınından sonra sofa Sultan IV. Mehmed’in emriyle yenilenmiştir.

Kubbeli olan sofa, 17. yüzyıl çinileri ve kalem işi desenler ile süslüdür. Sofaya açılan kapının karşısında bu sofaya adını veren bronzdan yapılmış meşhur ocak yer alır. Ocağın önü altın yaldızlı parmaklıkla çevrilidir. Mabeyn’e ve köşklere çıkartılacak mangallar burada doldurulmaktadır. Sürekli olarak desteklenen ocağa hizmetliler odun yetiştirme telaşı içindedir. Bu ocaktan ateş alınıp mangallarla dağıtıldıktan sonra ocak kilitlenir, daha sonra yeniden açılarak kor hâline gelmiş odunlar mangallara dağıtılırdı.

Duvarların üst kısımlarında Besmele ile “Allahümmensur abdeke ve halifeteke/ Allah’ım kuluna ve halifene yardım et.” duası yazılıdır. Kapı üzerlerinde ise Farsça “Padişah-ı tâ kıyamet devletet efzûn bâd.” “Du metanet şâd ü hürrem duşmenet mahzun bâd.” “Padişahlığın kıyamete kadar yükselerek devam etsin. Sen metin ve bahtiyar ol, düşmanların mahzun olsun.” duası yazılıdır.

Hünkâr Dairesi Nedir?Ocaklı Sofa’ya adını veren bu ocaktan alınan kor hâline gelmiş odunlar mangallarla Harem dairelerine dağıtılır, sonra ocak kilitlenirdi.

Padişah evinin bu en orta mekânından padişah dairesine girilebilir. Ayrıca Ocaklı Sofa, Başhaseki ve Şehzadegân Dairelerini de Çeşmeli Sofa yoluyla Hünkâr Sofası’na bağlar. Valide Taşlığı’na geçişi de olduğu düşünüldüğünde ne kadar merkezi bir konumda bulunduğu daha iyi görülür.

Hünkâr Sofası (Muayede Sofası-Büyük Oda)

Hünkâr Sofası Harem daireleri ile Mabeyn arasında bulunan büyük ve ferah bir sofadır. Harem’de padişahların bayramlaşma mekânı, sohbet salonu, düğün, merasim ve kabul salonu olarak kullandıkları mekân, 17. yüzyılda muhtemelen üstü açık olan taşlığın kapatılmasıyla elde edilmiş olmalıdır. Bayramlaşma merasimlerinin zaman zaman burada yapılmasından dolayı Muayede (bayramlaşma) Sofası da denilmektedir.

Hünkâr Sofası hakkında bazı yayınlarda Harem eğlencelerinin burada yapıldığı iddiaları vardır. Bazı Huzur Dersleri’nin, şehzadelerin şeyhülislâmdan aldıkları ilk ders olan Bed-i Besmele’nin, mevlid okumalarının, ramazanlarda Kur’an okumalarının yapıldığı ve Kur’an-ı Kerim’den ayetlerle dolu bir mekânla böyle tasvirlerin uyum sağlayamayacağı açıktır.

Hünkâr Sofası’ndan III. Ahmed Yemiş Odası’na, III. Murad Has Odası’na, Hamam Yolu’na, Havuzlu Taşlığa açılan pek çok kapı mevcuttur. Bu durum, buranın taşlık olduğunun da mühim bir delilidir.

Hünkâr Sofası’nın bir köşesi

Hünkâr Dairesi Nedir?

Sofada bulunan kapı kanatları kabartma süslemelerle bezelidir.

Harem’in iç içe geçmiş ve dolambaçlı yapıları içinde Hünkâr Sofası oldukça ferahtır ve Harem’in en büyük, en güzel salonudur. Sofayı kaplayan büyük kubbesini kalem işlemeli dört sivri kemer taşır. Büyük kubbenin merkezinde koyu yeşil zemin üzerine yaldızlı hat ile:

“Bismillâhirrahmânirrahim. Elhamdü Lillâhi-el Kerim, er-Rahîm, el-Kadîm, el-Hakîm, el-Azîm, Allahü el-azîz, el-Cebbar / Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla; Kerîm (İkramda bulunan), Rahîm (Rahmanı bol), Kadîm (Evveli olmayan), Hakim (Her şeyi yerli yerinde vaz eden) ve Azim (en büyük) olan Allah’a hamd olsun. Allah Azîz (Yegâne galip) ve Cebbar’dır (Azametini gösteren)” ifadesi yazılıdır.

Duvarlarında mavi zemin üzerine beyaz yazıyla Bakara Sûresi’nin 258, 259, 260 ve 261. ayetleri nefis bir hatla işlenmiştir.

Büyük Kubbe’nin kapladığı orta mekânda Şirvanlı bir taht vardır. Tahtın yerinde günümüzde bir kanepe konulmuştur.

Taşlığa doğru yapılan şirvanın altında sedirler mevcuttur. Şirvan altında işlenen süslemeler göz alıcıdır. Burada bulunan aynalı kapıların biri III. Ahmed Yemiş Odası’na, diğeri ise şirvanın üzerine çıkılan merdivene açılır.

Şirvanın üzeri, camilerde kadınlara ayrılan mahfilleri andırır. Bayramlaşmalar sırasında Harem kadınları merasimi buradan seyrederlerdi.

Sofa yirmi altı pencere ile aydınlık bir ortamdır. Ocak bulunmayan mekânın, hamamdan gelen sıcak suyun sofanın altındaki kanallarda dolaşması ile ısıtıldığı düşünülmektedir.

Sofada üç tane mermer çeşme yer almaktadır. Duvarlarda çok büyük aynalar vardır ki bunlardan bazılarının çerçevesi kendisinden olup kenarları da meyve ve asma dalları figürleriyle süslenmiştir.

Yemiş Odası (III. Ahmed Has Odası)

Hünkâr Sofası ile I. Ahmed Okuma Odası arasında bulunan Yemiş Odası, adını duvarlarındaki meyve figürlerinden almıştır. III. Osman Taşlığı’na bakar. Sultan III. Ahmed tarafından Has Oda olarak inşa edilen bu küçük ve basık oda, padişahların zaman zaman yemek yedikleri bir mekândır. Duvarlarını baştanbaşa kaplayan ahşap panolar çiçek ve meyve resimleri ile doludur. Vazolarda yer alan çiçek demetlerinin altında çeşitli meyve figürleri yer alır. Harem’deki odalarda süsleme olarak çini yerine ahşaba geçilmesi mühim bir değişikliktir. 

Minyatür üslubunda çizilen figürler Lale Devri’nde Osmanlı resminin Batı’dan etkilenmeye başladığını gösterir.
Ahşap panolar içine aynalar da yerleştirilerek odada değişik bir süsleme tarzı geliştirilmiştir.

Kare odanın taşlığa bakan duvarında alçı kabartmalı bir ocak bulunur. Yemiş Odası Hünkâr Sofası’na ve I. Ahmed Okuma Odası’na birer kapı ile bağlıdır.

I. Ahmed’in eşi ünlü Kösem Sultan’dır. Çok genç yaşta birbirlerini tanıyan ve âdeta birlikte büyür gibi evlenen bu iki güzel gencin çocukları IV. Murad ve I. Sultan İbrahim’dir. Sultan II. Osman, I. Ahmed’in diğer eşinden olma çocuğudur.

Harem’de Çeşmeli Sofa’nın bir asır evvelki durumu

Hünkâr Dairesi Nedir?

İki genç hükümdar çiftin I. Ahmed ve Kösem Sultan’ın bilhassa Üsküdar’da Aziz Mahmud Hudai’yi çok ziyaret ettikleri ve dolayısıyla Kösem Sultan’ın bugün Çinili Cami diye bilinen camiini de o semtte bina ettirdiği bilinir. Üsküdar, onların sayesinde bir kere daha önem kazanmış, uhrevi bir semt hâline dönüşmüştür. I. Sultan Ahmed, Osmanlı Sarayı’nda saltanat veraset usulünü de değiştirmiştir. Bundan amaç kardeş katlini önlemektir. 

Çok genç yaşta olan bu hükümdarın Osmanlı mimari eserlerinin başında gelen ve Batılıların Mavi Cami dedikleri ünlü camiyi inşa ettirdiği ve Ayasofya’nın tam karşısında, Osmanlı zevkinin abideleşmiş hâli olan bu binanın İstanbul’un da Ayasofya ile birlikte silüetini teşkil ettiği malumdur.

Sultan I. Ahmed Has Odası

Sultan I. Ahmed tarafından 1608’de dedesi III. Murad’ın Has Odası’na bitişik olarak inşa ettirdiği oda Fil Bahçesi’ne bakar.

Padişahın burada bir kitap dolabı yaptırmasından hareketle I. Ahmed Mütalaa Salonu veya I. Ahmed Kütüphanesi/Okuma Odası denilmesi galat-ı meşhurdur. 1890’lı yıllarda çekilen fotoğrafların resim altlarında dahi aynı yanlışlık tekrar edilmiştir.

Odanın üzeri küçük bir kubbe ile örtülü olup oda, duvarların kubbeye ulaştığı noktaya kadar bir çini sergisini andıran çeşitlilikte İznik çinilerine sahiptir. Girişin sağında ve karşısında üçer pencere, solda gömme dolaplar ve duvar içine yerleşmiş nefis bir çeşmesi vardır. Pencere ve dolap kapakları ile çekmeceleri sarayın klasik sedef-bağa işçiliğinin güzel örneklerini gösterir.

Çiniler üzerinde sülüs ve nesih hatlar ile yazılmış manzumeler ve dua beyitleri vardır. Kubbenin altında dört tarafta ise Kur’an-ı Kerim’in son dört sûresi (Tebbet, İhlâs, Felak, Nâs) yazılıdır.

13 yaşında padişah olan ve 28 yaşında vefat eden Sultan I. Ahmed’in inşa ettirdiği Sultanahmet Camii, Osmanlı zevkinin abideleşmiş hâlidir. “Bahti” mahlasıyla şiirler de kaleme alan Sultan I. Ahmed, Peygamberimizin ayak izinden (kadem) sorguç yaptırıp ortasına da mavi mine üzerine altınla kendine ait bir dörtlüğü yazmıştır:

“N’ola tâcım gibi başımda götürsem dâim Kadem-i resmini ol Hazret-i Şâh-ı Rusülün Gül-i gülzâr-ı nübüvvet o kadem sâhibidir Ahmedâ durma yüzün sür kademine o gülün”

III. Murad Has Odası (Havuzlu Köşk, III. Murad Kasrı)

III. Murad Has Odası pek çok bakımdan ilk olma özelliği taşıyan bir mekândır. Mimar Sinan tarafından 1579’da yapılan bu köşk sarayda bilinen ilk Hünkâr Odası’dır. Padişahların resmî ve hususi dairesi olarak kullanılmıştır.

III. Murad Has Odası, Mimar Sinan’la birlikte 16. yüzyılda Osmanlı mimarisinin ve sanatının eriştiği zirveyi ve süsleme anlayışındaki derin zevki gösterir. Sarayda bulunan en büyük has odadır ve Harem’in en eski köşküdür. Bu hâliyle Osmanlı mimarisinin ihtişamlı yapılarındandır.

Hünkâr Dairesi Nedir?Melling’in Harem’i anlatan ünlü gravüründen detay.

Odaya, Hünkâr Sofası’ndan geçilen Bekleme Odası’ndan, Hünkâr Sofası’ndan ve I. Ahmed Has Odası’ndan girilebilir. Odaya ilk girişte 16. yüzyıl İznik çinilerinin muhteşem kompozisyonu dikkat çeker.

Yazı kuşağı olarak mavi zemin üzerine beyaz renkte bir Ayete’l Kürsi ve “Ya eyyühellezine Amenu” diye başlayan ayetler odayı baştanbaşa dolaşır.

Pencereleri, kubbesi, kapı ve dolap kanatları, ocak ve çeşmesi Osmanlı üslûbunun bir örneğidir. Dolap kapaklarındaki, pencerelerdeki, bordürlerdeki itinalı süslemeler odanın bir padişaha ait olduğunu anlatır şekildedir.

Harem’de örneği bulunmayan anıtvari mermer çeşmenin üç yalağı ve üç musluğu bulunur. Yalaklar odada güzel bir su şırıltısı oluşturmak için düşünülmüştür. Çeşme, çiçek motifleriyle süslenmiştir.

Odanın tac kapısının kanatları sedef, fildişi ve bağa kakmalı olup kapı üzerinde en üstte kelime-i tevhid yazısı, altında ise kitabesi bulunur.

“Emr idüb Hazret-i Sultan Murâd-ı âdil
Yapdılar yümnile bu kasr-ı şerîf oldı tamâm”

şeklinde başlayan kitabesi bu güzel odayı Sultan III. Murad’ın 1578’de yaptırdığını anlatmaktadır.

Kare planlı olan oda 11 metre çapında oldukça büyük bir kubbe ile örtülüdür. Kubbe’den aşağıya sarkan top, hükümdarın mekânlarından birinde olunduğunu sembolize eder.

Girişin sağ tarafındaki köşelerde oymalı ve altın yaldızla süslemeli ahşap oturma şirvanları vardır. İki şirvanın ortasında büyük bir ocak yer alır. Çini süslemeleriyle kaplı derin pencerelerin odaya kattığı aydınlık zamanla çevresine yapılan yeni has odalar sebebiyle azalmıştır. Bu pencerelerin iki yanında mermer kemercikli üçlü nişler odaya ayrı bir güzellik katmıştır.

III. Murad Has Odası, iki katlıdır. Aynı çatı altında hem yazlık hem de kışlık köşklerin olmasıyla da sarayda başka bir örneği olmayan bir mekândır. Alttaki yazlık (Serdap Köşkü) havuzludur. Hükümdarın yazları kullandığı bu mekânda ortada bir süs havuzu bulunur. Havuzun ortasında yer alan şadırvan, Karaağalar Dairesi’ndeki Şadırvanlı Sofa’dan bir restorasyon sırasında getirilmiş ve burada kalmıştır.

Bu havuzun süt banyosu (!) için kullanıldığı gibi Harem hakkındaki uydurmalar çok yaygın olmakla birlikte kimse böyle bir havuzun kaç ton süt ile doldurulabileceğini düşünmemektedir. Bu havuzda padişahların sandal sefası yaptığını iddia etmek ise ciddiye alınacak bir durum değildir. 

Çok ilginç olmasa da; suyun bulunduğu ortamın diğer ortamlara göre daha serin olacağından, yazlık bir mekâna havuz yapıldığını düşünmek yeterlidir.

Mabeyn Taşlığı’ndan buraya inilen basamaklar 17. yüzyılda yapılan Çifte Kasırlar’ın altında kaldığı için dehliz içine alınmıştır. Harem’in zifiri karanlık ve gizemli bir odası hâlini almıştır.

Hünkâr Dairesi Nedir?

Türk Mutfağından Kaybolan Kerkük Yemekleri Nedir?

 Türk Mutfağından Kaybolan Kerkük Yemekleri Nedir? Ziyat AKKOYUNLU* Özet:  Bu makalede, Orta Asya’dan başlayarak Osmanlı’ya ve oradan da Ker...