restoran konsept danışmanlığı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
restoran konsept danışmanlığı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Ekim 2021 Pazartesi

Otel Mutfağı Organizasyonu Nedir?

 


Otel Mutfağı Organizasyonu

Otel Mutfağı Organizasyonu Nedir?

Otel Mutfağı kendi içerisinde farklı mutfak bölümlerinden oluşur. Otel yönetiminin mutfak şefine vermiş olduğu yetkiler dahilinde yönetilen otel mutfakları belirli bir disiplin, temizlik ve hijyen, hiyerarşi kurallarının olduğu bir yapıya sahiptir. Otel Mutfağında çalışan tüm personellerin görevleri aşağıda ana başlıklar olarak tarif edilmiştir.  

Not: 
Aynı tanımı daha önce yani 01 Ağustos 2021 tarihinde "wikipedia" web sitesine "otel mutfağı organizasyonu" olarak kaydettiğimi belirtmek isterim. Resmi web sitemi belirtip kaynak gösterilerek paylaşılmasında bir sakınca yoktur.

1 Kaynakça
2 Mutfak Şefi
2.1 Sos Şefi
2.2 Sıcak Bölüm Şefi
2.2.1 Sıcak Aşçıları
2.2.2 Çorba Aşçısı
2.2.3 Izgaracı
2.2.4 Sıcak Yardımcıları
2.2.5 Sıcak Çırakları
2.2.6 Personel Aşçısı
2.2.7 Gece Aşçısı
2.2.8 Yedek Aşçılar
2.2.9 Sebze Ustaları
2.2.10 Sıcak Diyet Aşçısı
2.3 Soğuk Bölüm Şefi
2.3.1 Meze Aşçıları
2.3.2 Soğuk Diyet Aşçısı
2.3.3 Soğuk Yardımcıları
2.3.4 Balık Aşçıları
2.3.5 Dekorcular
2.3.6 Soğuk Çırakları
2.4 Pastahane Mutfağı Şefi
2.4.1 Pasta Ustası
2.4.2 Tatlı Ustası
2.4.3 Baklavacı
2.4.4 Ekmek Ustası
2.4.5 Dondurma Ustası
2.4.6 Pastahane Yardımcıları
2.4.7 Pastahane Çırakları
2.5 Alakart Mutfağı Şefi
2.5.1 Alakart Aşçıları
2.5.2 Alakart Yardımcıları
2.5.3 Alakart Çırakları
2.6 Kasaphane Şefi
2.6.1 Kasap Ustaları
2.6.2 Kasap Yardımcıları
2.6.3 Kasap Çırakları
2.7 Kahvaltı Mutfağı Şefi
2.7.1 Kahvaltı Ustaları
2.7.2 Kahvaltı Yardımcıları
2.7.3 Kahvaltı Çırakları
2.8 Banket Mutfağı Şefi
2.8.1 Banket Ustaları
2.8.2 Banket Yardımcıları
2.8.3 Banket Çırakları
2.9 Meydancı Şefi
2.9.1 Temizlikçiler
2.9.2 Tabak Bulaşıkçıları
2.9.3 Kazan Bulaşıkçıları
2.9.4 Çöp Dökücüler
2.9.5 Büfeciler

Otel mutfakları, restoran mutfakları, Fast Food Mutfakları, Catering Mutfakları, Havayolu mutfakları, Gemi Mutfaklar ve endüstriyel mutfaklar belirli bir hiyerarşik düzen ve silsele ile işlemektedir. Tüm mutfak çeşitlerinde değişmeyen tek şey Mutfak organizasyonu' nun tamamı mutfak şefi' nin insiyatifinde olmasıdır. Otel Mutfağı Organizasyonunda mutfak içerisindeki her mutfak bölümününde bir şefi vardır ve aşçıbaşı yani mutfak şefine bağlıdır. Burada en detaylı mutfaklardan olan otel mutfaklarının mutfak bölümlerindeki çalışanların oluşturduğu görev ve sorumluluklarından bahsedilmektedir.

''Not: Bu çalışmada (Otel Mutfağı Organizasyonu) belirtilen tanımlamalar Uluslararası turizm standartlarına sahip ve yılın 12 ayı hizmet veren beş yıldızlı otel standartları dikkate alınmıştır.

====Mutfak Şefi====

(Aşçıbaşı) Otel işletmesinde mutfakta tüm sorumluluğu taşıyan kişiye Mutfak Şefi denir. Mutfak şefinin, mutfağın bütün bölümleri hakkında bilgi ve becerisi olması gerektiği gibi rahat iletişim kurabilen biri olmalıdır. Gastronomi dünyasındaki mutfak çeşitlerindeki her mutfak şefinin görev ve sorumlulukları farklıdır. [1] [2] [3]

Mutfak yönetimindeki en önemli kişi olan Mutfak şefinin sorumlulukları arasında mutfağın idaresi, planlama, örgütleme, yöneltme, etkileme ve kontrol gibi yönetim bilgilerinin de olması zorunludur. Aşçılık mesleğinde devamlı gelişim içerisinde olması gerektiği gibi kendi alanında gastronomi dünyasındaki değişikleri 'de takip etmesi gerekir.

Mutfak şefinin başlıca görevleri:

Çalışacak olduğu mutfak personellerini seçmek,
Mutfak personellerinin çalışma programlarını yapmak,
Mutfak çalışanlarının haftalık ve yıllık izinlerini düzenlemek,
Mutfak ile işletmenin diğer bölümleri arasındaki iletişimi sağlamak,
Mutfağın ihtiyaç duyduğu malzemelerin siparişini vermek,
Menü çeşitlerini düzenlemek,
Yeni yemek reçetelerini oluşturmak,
Mutfak hijyen kurallarının eksiksiz uygulanmasını sağlamak,
İşletmede bulunan yemek ile ilgili organizasyonları kontrol etmek,
Mutfakta hijyen kurallarının eksiksiz uygulanmasını sağlamak.
İşletmenin diğer bölümleri ile mutfak arasındaki diyalogları yürütmek,
Sürekli olarak yenilikleri takip etmek ve kendisini yenilemek.

====Sos şefi====

Mutfak şefine en yakın olan kişidir. Aynı zamanda sıcak mutfak bölümünün şefi konumundadır. Mutfak şefinden sonra tüm mutfak bölümlerinde en yetkili kişidir. Mutfak şefi olmadığı zamanlarda tüm sorumluluklar sos şefine aittir. Ana mutfakta kullanılan tüm sıcak sosların hazırlanmasından, et yemeklerinin pişirilmesinden sorumludur. 

Tüm ana sıcak yemekleri ve sosları hazırlayabilen sos şefi(aşçıbaşı yardımcısı), farklı yemekler ile hangi sosların uyum sağlayacağı konusunda mesleki geçmişe sahip olmalıdır. Turizm Ve Otelcilik sektöründe  sos şefleri genelde mutfak bölümlerinin şefleri arasında ve mutfaktaki her bölümde bilgisi ve deneyimi olanlardan seçilir.

====Sıcak Bölüm Şefi====

Aşçılık mesleğinde Mesleki anlamda otel mutfağı organizasyonunda aşçıbaşı' lık (mutfak şefi) ünvanına en yakın olan aşçılardandır. Ana mutfakta sıcak yemeklerin yapılmasından yapılmasından sorumludur. sorumluluğunda bulunan personellere iş bölümlerini yapar ve mutfak bölümü çalışanlarının görevlerini yapıp yapmadıklarını kontrol eder. Çalışmış olduğu işletmenin istediği doğrultuda günlük çalışma raporlarını hazırlayarak sorumlu olduğu kişiye teslim eder. Bir gün önceden sonraki günün menülerini inceleyerek ihtiyaç listelerini hazırlar ve mutfak şefine onaylatarak ilgili kişiye teslim eder. Sos şefinin olmadığı zamanlarda Sos şefinin görev ve sorumluluğunda olan vazifeleri yerine getirir.

====Sıcak Aşçıları====

Mutfak şefi tarafından tüm bölümlere verilmiş olan haftalık ve günlük yemek listeleri vardır. Özel yemekler özel yemek reçeteleri ile bölümlerde görevli olan ustalar 'a (aşçılar)  verilmiştir. Sıcak bölüm şefi tarafından bölüm çalışanlarına her gün iş bölümü yapılır. Görev dağılımlarında ustalara verilmiş olan görevleri yapmakla yükümlüdürler. Aynı zamanda yanlarındaki yardımcılarını da ihtiyaçları doğrultusunda kuru erzak ve soğuk hava depolarından malzemeleri getirmeleri için yönlendirirler. Sıcak bölüm mutfağı aşçıları açık büfeler ve ilgili organizasyonlar için Belirtilen saatlerde tüm sıcak yemeklerin hazır olmasını sağlarlar. 

====Çorba Aşçısı====

Sıcak Bölüm Şefi tarafından kendisine verilen yemek listelerindeki tüm çorbaları eksiksiz ve zamanında hazırlamak ile sorumludur. Çorbaların yapımında ihtiyaç duyduğu malzeme ve çorba hazırlıkları için bölüm içerisinde bulunan yardımcı ve çırakları görevlendirir. 

====Izgaracı====

Kasaphane ile devamlı irtibat içerisindedir. ihtiyaç duyduğu et çeşitleri hakkında hazırlamış olduğu et çeşitleri listesini bir gün önceden kasaphane şefine verir. Teslim aldığı etleri daha önceden kendisine verilmiş olan standartlara uygun "et terbiyesi" içeriğine göre terbiyeler ve yeteri kadar dinlenmesini sağlar. Büfe saatlerinde ve gün içerisinde ilgili organizasyonlara göre ızgarada pişirilmesi gereken tüm etleri pişirir ve zamanında hazır olmasını sağlar. Pişen etleri soğumaması için "[[benmari]]" denen bir tezgahta sıcak olarak durmasını sağlar.

====Sıcak Yardımcıları====

Otel mutfağı organizasyonunda belirtilen sıcak mutfak bölümünde sıcak şefinin ve sıcak ustalarının yemeklerde kullancağı tüm malzemelerin ön hazırlıklarını yapmakla görevlidirler.

====Sıcak Çırakları====

Gün içerisinde sıcak bölüm mutfağında kullanılacak her türlü araç ve gereçleri bölümlerine taşırlar. Örneğin; tencere, tava, kepçe, kevgir, süzgü, karıştırıcılar ve ilgili mutfak robotları. Otel mutfağı organizasyonunda belirtilen sıcak mutfak bölümünde sıcak şefinin, sıcak ustalarının ve sıcak yardımcılarının ön hazırlıkta kullanılacak tüm malzemeleri kuru erzak depolarından ve soğuk hava depolarından kendi bölümlerine getirmekle görevlidirler. Aynı zamanda yemek hazırlıklarında önce yardımcılara daha sonra ustalarına yardımcı olurlar. Sıcak bölümün her türlü düzeninden ve temizliğinin yaptırılmasında sorumludurlar. 

====Personel Aşçısı====

Turizm ve otelcilikte tüm personeller ilgili departmanlara göre sınıflandırılmıştır ve bir düzen içerisinde hareket ederler. Bunlardan biri de otel bünyesinde çalışan personellerin belirtilen saatlerde kendilerine tahsis edilen restoranlarda yemek yenmesidir. Her ne kadar otel personelleri ayrı restoranlarda yemek yeselerde aynı yemeği yerler. Büyük turistik tesislerde sadece personele yemek yapan aşçılar ve mutfak bölümleri vardır. Bu mutfağın ismi ise personel mutfağıdır. 

Personel mutfağının yemek menüsü mutfak şefi tarafından haftalık olarak yapılır. Personel yemek menüsü genelde 3 yada 4 üründen oluşur. Bunlar; çorba, ana yemek, salata yada pilav ve içecekten oluşur. Bazen 4. ürünün yerini tatlı alabilir. Tüm bu yemekleri yapan ustaya personel aşçısı denir. Personel aşçısı sadece personel yemekleri ile sorumludur. Her gün personel yemekhanesinde sabah kahvaltısı, öğle yemeği ve akşam yemeği verilmektedir.

====Gece Aşçısı====

Mutfak organizasyonunda Gece Aşçısı en öneli çalışanlardan biridir. Mutfak şefi ve sos şefinin mutfakta olmadığı gece boyunca mutfakta bulunur. Gece Aşçısı otelin ana mutfağında çalışan tek kişi değildir. Kahvaltı mutfağı çalışanları, oda servisine giden yemekler ve temizlikçiler sorumluluğu altındadır. Tam olarak belirtmem gerekirse gece aşçısı mutfağın şefi anlamındadır ve yetkisi kısım şefleri (mutfak bölümü şefleri) statüsündedir.

Gece Aşçısı'nın diğer görevlerinden biride sabah sıcak mutfakta yapılacak olan yemeklerin ön hazırlıklarını yapmala sorumlu olmasıdır.

====Yedek Aşçıları====

Otel mutfak organizasyonunda iş bölümleri ve haftalık çalışma programları yapılırken eksiklikler çıkar. Bu eksiklikler, haftalık izinler, yıllık izinler ve hastalık izenleri ve benzeri gibi durumlardan kaynaklanır. Mutfak şefinin sos şefi ile birlikte hazırladığı çalışma programlarında eksik olan ustaların yerini Yedek Aşçılar tamamlar. Yedek aşçıların sayısı toplam mutfak çalışanları ile orantılıdır.

Yedek Aşçılar mutfak bölüm şeflerine yakın tecrübeli aşçılardan seçilir ve normal aşçılara oranla çok daha geniş bir bilgiye ve tecrübeye sahiptirler. Bunun sebebi bazen soğuk aşçılarının bazen de sıcak aşçılarının yerini doldurabilir olmasıdır. Yılın belirli dönemlerinde mutfak bölüm şeflerinin dahi yerine geçebilecek bilgiye sahiptirler. Farklı sebeplerden dolayı boşalan mutfak kadrolarında asıl görev sahibi gelene kadar onun yapmakta olduğu tüm işlerden sorumludurlar.

Mutfakta haftalık ya da yıllık izinlerini kullanan veya hastalık ve bu gibi nedenlerle çalışamayan aşçıların yerine görev yapan aşçılardır.
Mutfaktaki tüm bölümlerde kendisini yetiştirmiş biri olmalıdır.

====Sebze Ustalarıı====

Uluslararası turizm standartlarına sahip turistik oteller ve şehiriçi otel mutfaklarında "bulaş" riskine karşı son derece önemli "hijyen" tedbirleri alınmıştır bunlardan biri de sebzehane yada sebze üretim diye adlandırılan mutfaktır. Mutfak bölümleri içerisinde mutfak girişinde yer alan HACCP kurallarının uygulandığı bu mutfak tamamen sebzeleri yıkayıp temizlemekte kullanılan Mutfak Üniteleri yer almaktadır.

Mutfak organizasyonunda görevli sebzeciler (Sebze Ustaları) esasında tam olarak Usta yada aşçı statüsünde değildir. Almış oldukları ücretler de dikkate alındığında kalfa statüsündeki aşçı yardımcıları ile eşdeğerdir. Bir gün sonra ana mutfak bölümlerinde kullanılacak olan tüm sebzeler ve salata grupları tamamen hijyenik şartlarda sebzehane 'de temizlenir. Temizlenen ürünler ilgili mutfak robotlarında kurulanarak ihtiyacı olan bölümlere sebzeciler tarafından dağıtılır. Tüm bu sorumlulukları yerine getiren mutfak personellerine sebze ustaları (sebzeciler) denir.

====Sıcak Diyet Aşçısıı====

Misafir memnuniyeti ve insan sağlığı odaklı her türlü hizmetin düşünüldüğü uluslararası turizm standartlarına sahip beş yıldızlı otel mutfaklarında geçici veya belirli bir rahatsızlıktan dolayı özel ilgi gerektiren otel misafirleri olabilir. Bu tür durumlar dikkate alınarak otel mutfağı organizasyonunda Sıcak Diyet Aşçısı şeklinde adlandırılan bir mutfak kadrosu bulunur. Tamamen mutfak şefine bağlı ve otel doktoru ile günlük irtibat içerisindedir.

Tamamen otel işletmesinin misafir hizmet prensiplerine bağlı olarak; gerek misafirin istemiş olduğu diyet yemekler, gerekse doktor tavsiyesi dikkate alınarak farklı pişirme teknikleri uygulanması gereken yemekleri yapan aşçı' ya Sıcak Diyet Aşçısı denir. Sıcak Diyet Aşçısı; özel ana yemekler, çorba çeşitleri, tuzsuz yada baharatsız sıcak yemekler yada garnitörler, bitkisel çaylar gibi standart dışı yiyecek ürünlerini istenilen ölçülerde ve istenilen standart 'a göre hazırlar. Sorumlu oldukları sıcak yiyecek ve içecek gruplarıdır. Ana mutfak 'ta çalışan ve tüm bu talepleri karşılayan aşçıya Sıcak Diyet Aşçısı denir.

Not: Otelin misafir sayısına bağlı olarak otel yönetimi tarafından Sıcak Diyet Aşçısı ve Soğuk Diyet Aşçısı olarak iki kadro olmayabilir. Bazı otel işletmelerinde bu görev daha becerikli ve bilgili sadece bir usta' ya da verilebilir.


====Soğuk Bölüm Şefiı====

Otel mutfağı organizasyonunda sos şefi ve mutfak şefine bağlı olan Soğuk Bölüm Şefi özellikle soğuk iştah açıcılar (soğuk mezeler) 'dan sorumludur. Soğuk Bölüm Şefi kendi bölümünde Meze Aşçıları, Soğuk Diyet Aşçısı, Soğuk Yardımcıları, Balık Aşçıları, Soğuk Çırakları'nı yönetmekle görevlidir. Mutfak şefi tarafından verilen günlük ve haftalık yemek menülerini tam ve eksiksiz olarak belirtilen saatlerde açık büfelere göndermekle de görevlidir. 

Aynı zamanda otel içerisinde bulunan farklı restoranlarda da düzenlenen ziyafet, protokol ve yemek organizasyonlarında ve ilgili menüleri hazırlamakla 'da görevlidir. Soğuk Bölüm Şefi yanında çalışan personellerin her türlü davranış, kişisel temizlik ve iş bölümünde verilen görevlerin istenildiği gibi yapılıp yapılmadığı konusunda da kontrol etmekle görevlidir. Ana mutfak bölümünde bulunan diğer bölüm şefleri (kısım şefleri) ile devamlı irtibat içerisinde bulanarak güncel gelişmeler ile ilgili olarak istişare içerisinde olur.

====Meze Aşçılarıı====

Mutfak kısım şeflerinden Soğuk Bölüm Şefi' ne bağlı olarak çalışırlar. Soğuk Bölüm Şefi tarafından kendilerine verilmiş olan soğuk yemeklerin zamanında hazır olmasını sağlarlar. Meze aşçıları (soğukçular) kendi aralarında maharetlerine göre ; mezeciler, zeytinyağlı ustaları, aynacılar, salatacılar, sosçu 'lar, büfeciler olarak sınıflara ayrılırlar. Herkes kendi sorumluluğundaki işleri yapmakla görevlidir.

Soğuk bölüm çalışanları tamamen bir ekip zihniyeti içerisinde birbirleri içerisinde yardımlaşarak sorumluluklarını yerine getirirler. Soğuk mutfak bölümüne ait olan yemekleri hazırlamak için soğuk yardımcılarından ve soğuk çıraklarından faydalanırlar. Soğuk ustalarından en başarılı ve aktif olanı soğuk şefinden sonraki yetkilidir ve gerektiğinde Soğuk Bölüm Şefi olmadığı zamanlarda soğuk mutfak bölümünü idare etmekle ve mutfak şefi ile irtibat kurmakla görevlidir. Soğuk mutfak bölümünün çalışan sayısı otelin misafir yoğunluğu ve büyüklüğüne göre değişebilir. (1000 kişilik bir şehir içi otelinde bu sayı 6 kişi olabilir)

====Soğuk Diyet Aşçısıı====

Soğuk Diyet Aşçısı tamamen otel işletmesinin Misafir memnuniyeti ve insan sağlığı odaklı hizmet prensiplerinden kaynaklanır. Misafirlerinin her türlü konfor ve sağlık hizmetinin düşünüldüğü uluslararası turizm standartlarına sahip beş yıldızlı otel mutfaklarında özel ilgi gerektiren otel misafirlerine soğuk yiyecekler hazırlayarak hizmet verir. Soğuk Diyet Aşçısı kendi mutfak bölüm şefine bağlı olarak çalışır ve gerektiğinde yanlış anlamaların olmaması için yüz yüze (karşı karşıya) otel doktoru, diyetisyen veya özel yemek talep eden otel misafiri ile görüşebilir..

Adeta bir doktor titizliğinde çalışan Soğuk Diyet Aşçısı gerek misafirin istemiş olduğu soğuk diyet yemeklerden, gerekse doktor tavsiyesi dikkate alınarak yapılması gereken yiyecekler ile sorumludur. Uzmanlık alanında olan yiyecek ve içecekler; standart dışı zeytinyağlılar, özel pişirme teknikleri ile hazırlanan sebze yemekleri, soğuk çorbalar, bitkisel soğuk çaylar, hoşaflar ve istenilen ölçülerde ve istenilen standart 'a göre diğer yiyecek ve içecekler olabilir. Ana mutfağın soğuk bölümünde çalışan ve tüm bu talepleri karşılayan aşçıya Soğuk Diyet Aşçısı denir

Not: Bu mutfak kadrosu her beş yıldızlı otelde bulunmayabilir. Bazı otel işletmelerinde bu görev daha becerikli ve bilgili soğuk, sıcak ve tatlı yiyeceklerde maharet sahibi sadece bir usta' ya da verilebilir.

====Soğuk Yardımcılarıı====

Gastronomi ve mutfak sanatlarında eğitim almış stajyer'ler yada "alaylı[4]" olarak aşçılık mesleğine başlamış geleceğim şef adaylarından oluşur. Mutfak hiyerarşisine göre önce soğuk ustalarına ve soğuk ustalarına bağlıdırlar. Gerektiğinde kendilerine verilmiş olan görevlerde standart dışı durumlar karşısında soğuk bölüm şefi ile de irtibat kurabilirler. Soğukçular tarafından kendilerine verilmiş olan hazırlık listesini zamanında ilgili ustaya eksiksiz olarak sunmakla sorumludurlar. Yapacak oldukları ön hazırlıklarda soğuk çıraklarının hizmetinden faydalanırlar ve ihtiyaçları doğrultusunda soğuk çıraklarını getir-götür işlerine yönlendirirler.

====Balık Aşçılarıı====

Soğuk Balık Aşçıları, Soğuk Bölüm Şefine bağlıdır. Otel açık büfelerinde deniz ürünleri ile ilgili soğuk yemek çeşitleri en beğenilen ve hazırlamakta maharet gerektiren ürünlerdir. Karides ve kalamar çeşitlerinden oluşan açık büfe aynaları, deniz ürünlerinden oluşan pate çeşitleri, duman fırınlarında pişirilmiş is kokulu balıklar, ve özel yemek organizasyonlarında soğuk yenebilecek deniz ürünlerini hazırlamakla görevlidirler. 

Sorumlukluklarında olan en önemli işlerden biri açık büfe aynalarını bir sanat eseri gibi deniz ürünleri ile işleyerek süslemeleridir. Özellikle açık büfelerde otel misafirlerine sunulan balık salataları, balık turşusu, lakerda, çiroz gibi lezzetleri kendilerine şefleri tarafından verilen yemek listelerinde belirtildiği gibi istenlen ölçülerde hazırlarlar. Çalışmalarında soğuk yardımcıları ve soğuk çıraklarının yardımından faydalanırlar.

Not: Bu mutfak kadrosu her beş yıldızlı otelin mutfak organizasyonunda yer almayabilir. Otel yönetiminin ve mutfak şefinin insiyatifine ve otel işletmesinin vermiş olduğu hizmet alanları ile ilgilidir.

====Dekorcuları====

Otel açık büfelerinden kavun, karpuz ve bal kabaklarından oluşmuş farklı desenler içeren dekorlar vardır. Aynı zamanda soğuk mezelerin üzerinde salatalık, portakal, havuç gibi sebzelerden yapılmış çiçek ve benzeri desenler içeren yemek süslemeleri mevcuttur. Bu yemek dekorları açık büfeleri kullanan otel misafirleri tarafından tüketilmesi için konmazlar. otel açık büfelerinden yemek saati boyunca (ortalama 2 saattir) büfenin misafirlere hoş gözükmesi amacı ile ana mutfağın soğuk bölümünde çalışan dekor ustaları tarafından yapılmıştır.

Dekor ustaları oda servisine gidecek olan yemekler içinde dekor hazırlarlar. Soğukçu dekor ustaları katı yağlardan, strafor köpükten, alçıdan, buzdan ve benzeri ürünlerden de süsleyecek oldukları yemeklere ve açık büfelere göre dekor yaparlar.

====Soğuk Çıraklarıı====

Ana mutfak bölümlerinden olan soğuk kısmında her türlü düzenin sağlanmasından sorumludurlar. Soğuk kısım çırakları önce şeflerinin (soğuk bölüm şefi) daha sonra soğuk ustalarının (soğukçular) ve soğuk yardımcılarının getir-götür işlerini yaparlar. En önemli görevleri arasında sabah iş başlamadan önce sorumlu oldukları bölüme gelip yemek menülerini inceleyerek yemeklerin yapımında ustalarının ihtiyaç duyabilecekleri tencere, kazan, tava, kepçe, kevgir, süzgeç, doğrama tahtası ve bıçak çeşitlerini kullanılacakları çalışma tezgahlarına yada pişirme ünitelerinin üzerine bırakırlar.

Soğukçu ustaları geldikten sonra ise yine yemek menülerindeki listelere göre kuru erzak depolarından ve soğuk hava depolarından tüm kuru gıda, sebzeler et çeşitleri ve şarküteri gruplarını bölümlerindeki ustalarının çalışma tezgahlarına bırakırlar. Ustalarının vermiş oldukları görevleri dikkate alarak ön hazırlıklara başlarlar. Soğuk yemeklerin yapımına başlamak için bazı ön hazırlıklar; Soğan soymak, patates soymak yada sebzeleri doğramak, doğranan sebzeleri haşlamak, buz getirmek, baharat kaplarını doldurmak, büfe aynaları temizlemek, ihtiyaç duyulacak olan açık büfe tabaklarını taşımak, dekorluk sebzeleri ayırmak olabilir.

====Pastahane Mutfağı Şefiı====

Otel mutfağı organizasyonunda pastahane mutfağı (bölümü) şefi en önemli kısım şeflerinden biridir. Türk mutfak kültüründe ve Türk mutfak tarihinde tatlı ve turşu yapmak ayrı bir beceri ve hüner gerektirdiği için üstün kabiliyetleri olanlar pastacı yada tatlıcı olabilirler. Diğer mutfak bölümlerine oranla daha sistemli ve programlı bir çalışmaya sahip olan pastahane mutfağını yönetmekte bununla orantılı olarak daha dikkat isteyen zanaat gerektirir.

Pastahane mutfağı şefi mahiyetinde bulunan; Pasta Ustası, Tatlı Ustası, Baklavacı, Ekmek Ustası, Dondurma Ustası, Pastahane Yardımcıları, Pastahane Çırakları 'nın disiplin ve organizasyonundan sorumludur. Aşçıbaşı (mutfak şefi) tarafından kendisine verilmiş olan tatlı ve meyve grubunun belirtilen saatlerde eksiksiz hazır olmasını sağlamakla görevlidir. Diğer bölüm şefleri ile devamlı diyalog içerisinde olup Ana mutfak içerisinde güncel gelişmelerden haberdar olur. Açık büfelerde bulunan sadece tatlı çeşitlerini değil meyvelerden oluşan çeşitlerin de hazırlanmasını sağlar.

Ana mutfak bölümlerinden olan pastahane mutfağı bölümünü yönetmenin zorluklarından diğer bir husus ise kesin garamaj 'lar ile çalışılmasıdır. Bazı tatlı çeşitleri, kek ve kurabiye hamurları bir kaç gram dahi eksik yada fazla içerik kullanıldığında olması gerekenin dışında şekiller yada tadlar alabilir. Bundan dolayıdır ki sadece çalışan ustaların değil şefin de pastahane mutfağı ürünleri yapılırken çalışanlar üzerinde devamlı takipte ve çok dikkatli olması gerekir.

====Pasta Ustasıı====

Pastahane mutfağı şefi 'ne karşı sorumludur ve çalışma programı doğrultusunda kendisine verilen yapılacak pastalar listesine vaktinde hazırlamakla yükümlüdür. Bunlar; pandispanya ekmekleri (yaş pasta ekmeği), kek ve kurabiyeler, grissini (kıtır ekmek çubukları), kek çeşitleri, tartölet 'ler, meyve salataları ve benzeri çeşitlerdir. Pastahane mutfağı bölümünde çalışan diğer ustalar ile devamlı irtibat içerisinde yardımlaşacak çalışır.

Otel içerisindeki pasta kafe 'ye, tatlı açık büfelerine ve özel yemek organizasyonlarına (ziyafet, protokol, düğün, grup yemekleri vb.) pasta ürünlerinin tamamını hazırlayarak göndermekle sorumludur. Vazifesi olan pasta ürünlerini hazırlarken kendi bölümünde bulunan pastahane yardımcılarının ve çırakların hizmetinden faydalanır. Çalışmaya başlamadan önce yada çalışırken yardımcılarına iş bölümü yaparak ihtiyaç duyduğu işlerin ve malzemelerin listesini vererek onları organize eder.

====Tatlı Ustasıı====

Uluslararası turizm standartlarına sahip beş yıldızlı otellerde mutfak çeşitlerindeki ana mutfak bölümlerine genelde tatlı listeleri haftalık olarak verilir. Otelin kişi sayısına göre günlük olarak ihtiyaç duyulan malzemelerin yanında bulunan yardımcı ve çıraklar tarafından ait olduğu bölüme taşınmasını sağlar. Tatlı ustalığı diğer mutfak bölümlerinde çalışan ustalara oranla çok daha fazla dikkat ve üstün beceri isteyen bir melektir.

Pastahane mutfağı bölümünde tatlı ustasının yapması gerekenler arasında; hamur tatlısı çeşitleri, kabak tatlısı, süt tatlıları ve benzeri tatlılar bulunur. Pastahane mutfağı şefinin istemiş olduğu tüm tatlıları zamanında ve eksiksiz olarak hazır bulundurmakla sorumludur. Gastronomi ve mutfak sanatlarında güncel gelişmeleri takip eder ve yenilikleri tatlı menüsüne yansıtmak için şefi ile müzakerede bulunarak yeni hazırlıklarını yapılmasını sağlar.

====Baklavacıı====

Otel mutfağı organizasyonu içerisinde çalışan en önemli ustalardandır. Her ne kadar Pastahane Mutfağı Şefi ne bağlı olsa da gerektiğinde mutfak şefi ile bağlatı kurabilir. Pastahane Mutfağında en önemli ustadır. Baklavacılık çok fazla hüner gerektiren ve beceri isteyen bir meslektir. Aynı zamanda hem çalışmış olduğunuz alanın ısısı hemde zamanlama olarak hamurun kurumaması için dikkat ve gereğinden fazla özveri gerektirir. 

Bir otel mutfağında baklavacı diğer ustalara oranla sadece kendi işi ve hazırlıkları ile ilgilenir. Pastahane Mutfağında diğer ustalara oranla beceri kabiliyeti ile ilgili daha üstün konumlarda olabilir. Aynı zaman da Pastahane Mutfağı Şefliğine en yakın olan isimlerdendir. Baklava ustasının görevleri arasında katlı hamurlardan meydana gelen tüm tatlıları yapmakla yükümlü olan ustadır. Bunlar; baklava, Fıstıklı Baklava, şöbiyet, Cimcik Baklava, havuç dilimi, Cevizli Baklava, anadolu motifi, Fıstıklı Midye Baklava, Fıstıklı Mozaik Baklava, Saray Burma Tatlı, Bülbül Yuvası...

Otel mutfağı yada diğer mutfak çeşitlerinde baklavacı kendisine verilmiş olan baklava listelerine istendiği saatte tam ve eksiksiz olarak hazırlamakla görevlidir.

==== Ekmek Ustasıı====

Ekmek ustaları sadece ekmek yapmazlar. Otel mutfağı organizasyonunda özellikle açık büfelerde sadece ekmek çeşitlerinden oluşan ekmek büfeleri vardır. Bu ekmek büfelerinde bir çok çeşit hububatdan ekmekler yapılır. Bunlar; Karabuğday ekmeği, Karışık Tahıllı Ekmek, Yulaf ekmeği, Tam Buğday Ekmeği, Çavdar Ekmeği, Bazlama, Yufka ekmek, Ekşi Mayalı Ekmek, Kepek Ekmeği, Mısır Ekmeği, Tandır Ekmeği gibi çeşitlerden oluşur. Ekmek çeşitlerinin tamamı aynı fırınlarda pişmez. Bazı ekmekler için özel pişirme teknikleri kullanılır. (Örnek; yufka ekmeği)

Otel ana mutfağındaki mutfak bölümlerinden pastahane mutfağında çalışan ustalardan olan ekmek ustası pastahane mutfağı şefine bağlıdır. Günlük ve haftalık şefi tarafından kendisine verilen ekmek listelerini tam ve eksiksiz olarak istenilen saatte hazırlamakla görevlidir. Ekmek hazırlıklarında yanında bulunan pastahane yardımcılarından ve pastahane çıraklarının (mutfak komileri, stajyerler) yardımından faydalanır. Ekmek ustası otelde bulunan özel misafirler için de diyet ekmekler hazırlamakla sorumludur.

Otel yönetimi ve mutfak şefinin kararları doğrultusunda ekmek ustaları; poğaça çeşitleri, börekler, kahvaltılık sıcak ekmekler yada kruvosan çeşitleri de yapmakla sorumlu tutulabilir. Bu ilave görevlendirmede  otelin misafir sayısı ve özel yemekli organizasyon yoğunlukları etkili olabilir. Türk mutfak tarihinde ve osmanlı saray mutfağında ekmek ustalarının başına "Habbazin-i Hassa" denirdi. 

==== Dondurma Ustasıı====

Pastahane mutfağında görev yapan en önemli ustalardan biridir. Otel işletmesinin içinde hizmet veren pastahane dükkanları ve kafe 'lerin de ihtiyacı olan dondurma çeşitlerini üretir. Dondurma üretiminde dikkate aldığı hususlar olarak pastahane şefinin vermiş olduğu dondurma ve dondurmalı tatlı listelerdir. Sadece kendisine hizmet eden yardımcı ve çırakları bulunur (Bazen mutfak komileri ya da stajyerler olabilir). Otel ana mutfağı içerisinde bulunan mutfak bölümleri arasında da mutfak çeşitleri bulunur. Bunlardan biri 'de dondurma ustasına aittir (dondurmacı).

Sadece kendisine ait bir mutfak bölümünün olması özel lezzetler ve çeşitli aromalar ile tatlandırılan dondurma çeşitlerinin başka tat ve kokulardan etkilenmemesi içindir. Dondurma ustasının çalıştığı bölümde kullanılan mutfak araçları ve gereçleri, bıçaklar ve çeşitli mutfak robotları kesinlikle diğer mutfak bölümlerinde kullanılmak üzere yer değiştiremez, taşınamaz. Bu hassasiyetten dolayı bir çok otel mutfağında pastahane mutfağına özel bir bulaşıkhane bulunur ve bu bölüme ait tüm malzemeler yıkanıp kurulanarak bölüm içerisindeki yerlerine konur.

Dondurma ustasının yaptığı ürünlerden bazıları; fıstıklı dondurma, karamelli dondurma, çikilotalı dondurma, taze meyveli dondurma çeşitleri, çam sakızlı dondurma ve içeriğinde özel istek üzerine ürünler kullanılan dondurma çeşitleri. Dondurma ustasının görevleri sadece dondurma yapmak değildir. Dondurmalar misafirlere servis edilirken üzerlerine konulacak olan sosları da dondurmacı yapar. Pastahane mutfağı şefinin talepleri doğrultusunda dondurma içeren tatlı çeşitleri de (parfe) bazen görevleri arasında bulunabilir. (Dondurulmuş tatlı çeşitleri) dondurma yapımında farklı özelliklere sahip dondurma makinesi -ları kullanılmaktadır.

==== Pastahane Yardımcılarıı====

Otel mutfağı organizasyonu içerisinde bulunan ana mutfak bölümleri ve mutfak çeşitlerinde en zeki ve beceri sahibi olanlardan seçilir. Pastahane Yardımcılarının seçiminde bazen gastronomi ve mutfak sanatlarında okuyanlar tercih sebebi olabilir. Diğer mutfak bölümlerinde çalışan yardımcılara oranla pastahane mutfağında çalışmak daha fazla dikkat, beceri ve pratik zeka gerektirir. Dondurma çeşitlerinde kullanılan gramajlar en küçük eksiklik yada fazlalık yapılacak olan ürünün tamamen bozulmasına neden olabilir. Gerekli oda ısısının olmadığı bir alanda birleşen ürünler bozulmaya ve bakteri üremesine neden olabilir.

Pastahane mutfağı envanter listesinde bulunan tüm malzemelerin bölüm dışına çıkmamasını sağlamakla görevlidirler. Pastahane mutfağında bulunan; Pasta Ustası, Tatlı Ustası, Baklavacı, Ekmek Ustası, Dondurma Ustası gibi ustalara her hangi bir ürün yaparken yanında bulunarak yardımcı olurlar. Dikkatle ustalarını dinler ve ustasının çalışması esnasında ihtiyaç duyabileceği bir araç ya da gereç 'i anında ustasına vermek zorundadırlar. Gerektiğinde kendi aralarında iş bölümü yaparak yardıma ihtiyacı olan ustaların her daim yanında bulunurlar.

==== Pastahane Çıraklarıı====

Pastahane mutfağı bölümünde görevli ustalar ve pastahane yardımcıları tarafından görevlendirilirler. Pastahane Çırakları (şagirt) çoğunlukta getir-götür işlerinde kullanılır. Başlıca yaptıkları işler; meyve soymak, meyve suyu sıkmak, ürün hazırlığında kullanılacak olan mutfak ekipmanlarını hazırlamak ya da temizlemek olabilir. Sabah ustalar mutfağa girmeden önce yemek menülerini inceleyerek ana depolardan (kuru erzak deposu ve soğuk hava depoları ve dondurucular) ustaların isteyebileceği tüm malzemeleri pastahane mutfağı bölümüne taşırlar. Kendi mutfak bölümlerine ait hiçbir demirbaş malzemenin bölüm dışına çıkmamasını sağlarlar. Bazı özel ürünlerin yapımında mutfak bölümünün ısısı yada ustalarının isteyebilecekleri malzemelerin doğruluğunu kontrol ederler.

Yapılacak olan üründe kullanılacak tüm malzeme ve gıda maddelerinin tam ve eksiksiz olduğunu kontrol ederek yardımcılara ve ustalara haber verirler. Mutfak bölümlerinde biriken çöpler yada malzeme artıklarının çoğalması durumunda temizlikçi ve meydancılara haber vererek alanın düzenlenmesini sağlarlar. Yapılan ürünlerin doğru bir şekilde ilgili dolaplara stoklanmasını sağlarlar. Açık büfe saatlerinde kendi bölümlerine ait ürünlerin doğru bir şekilde misafirlerin hizmetine sunulması için büfelere taşınmasını gerçekleştirirler. Açık büfelerin hizmet verdiği zaman içerisinde ustalarının işaret ettiği biten ürünlerin tamamlanması ya da yenilenmesini sağlarlar. Özellikle meyve büfelerinin yedeklenmesi ve ilaveleri ile yardımcı ve ustalarının yönlendirmeleri doğrultusunda hareket ederler.

==== Alakart Mutfağı Şefiı====

Otel mutfağı organizasyonunda sos şefine bağlıdır. Sos şefinin olmadığı zamanlarda ve gerektiğinde aşçıbaşı ile bağlantı kurabilir (özel organizasyonlar). Gün içerisinde otel misafirlerinin alakart restoran ve oda servisi için talep ettikleri tüm yemek çeşitlerini hazırlanmasını sağlamakla görevlidir. Yanında çalışanlar; Alakart Aşçıları, Alakart Yardımcıları, Alakart Çırakları olarak sayıları değişiklik gösterir (otel misafir sayısı bir etkendir). Alakart ustaları; ızgaracılar, salatacılar, dekorcular, tatlı ve meyve tabağı ustaları olabilir. 

Alakart mutfağı olduğu için bir ustanın bir kaç bölümde tecrübe sahibi olduğu çok fazla rastlanılan bir durumdur. Bu otel yönetiminin personel yönetimi ile ilgili prensiplerinden kaynaklanabilir. Alakart Mutfağı Şefi ana mutfakta bulunan alakart mutfağında ve otel içerisinde bulunan diğer alakart mutfaklarda yetkilidir (örnek; Türk mutfağı, İtalyan mutfağı, Asya mutfağı). Tüm alakart mutfakların çalışma düzeni, yemek menüleri, günün menüleri gibi detaylar sorumluluğundadır. 

Alakart mutfaklardaki görevleri arasında bazen özel içeceklerin hazırlanması da yer alabilir (Şarap ve peynir sunumu, havyar tabağı). Bazı otel mutfaklarında ızgaracı Alakart Mutfağı Şefi' ne başlı olarak çalışır. Bu hiyerarşik düzen otel oda sayısına göre mutfak şefinin insiyatifinde olan bir durumdur.

Not: sezonluk çalışan otellerde havuz bar, plaj bar, snack bar gibi mutfak çeşitlerinin de şefidir. Bazı otellerde alakart mutfakların sayısı otelin hizmet vermiş olduğu açık ve kapalı alanlar 'a göre fazlalık gösterebilir.

==== Alakart Aşçıları====

Alakart Aşçıları Alakart restoran tanımındaki kurallara uyarak çalışırlar. Alakart restoranlar otel içerisinde yada şehir içerisinde de olsa aynı mantık ile hizmet ederler. Otel mutfağı organizasyonunda Alakart Mutfağı Şefine bağlı olarak çalışan alakart aşçılarının işi yoğun tempo ve zahmetli olduğu için diğer aşçılara oranla daha yüksek maaş alırlar. Şefleri tarafından otel yönetiminin de onaylıladığı alakart menü 'ye bağlıdırlar. Otelin hizmet anlayışına göre değişen alakart menü seçeneklerinin zenginliği, işlerinin yoğunluğunu işaret eder.

Çalışmış oldukları alakart restoran konseptine göre; soğukçu, tavacı, ızgaracı ve tatlıcı ve meyveci den oluşan alakart aşçılarının kadrosu restoranın büyüklüğüne göre 4-6 kişiden oluşur. Bazı restoranlarda işin yoğunluğuna göre bu sayı artabilir. Çalışmalarında alakart mutfağı bölümünde görevli alakart yardımcıları ve alakart çırakları 'nın yardımından faydalanırlar. En önemli ilkeleri; en kısa sürede, en kaliteli yemeği, istenmiş olduğu özel standartları dikkate alarak restoran misafirine sunma hedefi denebilir.

Alakart mutfağında görevli olan aşçılar adeta bir büyük ana mutfak yapısının minyatür hali ile karşı karşıyadırlar. Birbirleri ile her dakika bağlantıda olmak zorundadırlar. Çünkü bu mutfakların özelliğinde en önemli detaylardan biri her hangi bir masanın tüm yemekleri aynı anda çıkmalı ve beklemeden aynı anda masaya gitmelidir. Bunun sebebi masa bütünlüğünün sağlanmasıdır. Yani yemekte iş konuşacak 4 kişi aynı masaya oturunca örnek olarak; köfte, balık, steak ve et sote istenmiş olduğunu varsayarsak, bu yemeklerin hepsi farklı aşçılar tarafından yapılacak olduğu gibi farklı sürelerde hazırlanır ama aynı anda (zamanda) servis edilecektir.

Alakart Mutfağı Şefi tarafından bir eşgüdüm içerisinden yönetilen ve yönlendirilen Alakart aşçıları yemek tabaklarında estetik ve özel sunumlara çok dikkat etmek zorundadırlar. Çünkü hem misafir memnuniyeti, hem de yemek sonrasında bırakılacak olan bahşiş (tip) onlar için önemlidir.

==== Alakart Yardımcılarıı====

Alakart Yardımcıları çoğunlukta gastronomi ve mutfak sanatları bölümünden okuyan yada okulu bitirmiş olan kişilerden seçilir. Çünkü alakart mutfaklarda çalışmak ve alakart aşçılarına yardımcı olabilmek fazladan beceri ve pratik zeka ile birlikte hızlı hareket edebilme özelliklerine sahip olabilmeyi gerektirir. Bazen ustaların çalışmasını izlerken bir kaç saniye sonra ihtiyaç duyabileceği malzemeleri daha önceden düşünebilmek ve ustası istemeden ihtiyaç duyduğu malzemeleri uzatabilmek ödül kazandırabilir.

Servis saati gelmeden alakart aşçılarından önce görevli oldukları mutfağa girerler ve soğuk, sıcak, ızgara ve tatlı bölümlerinin dolaplarındaki malzemeleri kontrol ederler. Servis saati için yeterli olmayan malzemeleri alakart çıraklarınında yardımı ile tamamlarlar. Ocaklarda ve diğer bölümlerde kullanılacak olan tava, tencere ve benzeri malzemeleri olması gereken alanlara taşırlar. Servis saatinde kullanılacak sos ve garnitörleri salata dolabına ve sıcak benmari lere koyarlar.

Çoğunlukta her alakart aşçısının en az bir yardımcısı bulunur. Alakart menülerini ve günün menüsünü inceleyerek Otel mutfağı organizasyonunda ana mutfak bölümlerinden olan kasaphane mutfağından eksik olan et çeşitlerini alakart mutfağına taşırlar. Etlerin alakart aşçıları tarafından terbiyelenmesi için gerekli olan hazırlıklı yaparlar. Servis saati gelmeden servis bölümünde görevli garson ve komilere iletilmesi gereken özel istisnaları söylerler (örnek: günün çorbası, günün yemeği, olmayan yemekler, vb.).

Alakart aşçıları mutfağa geldikleri zaman farklı sebeplerden dolayı olmayan yemek çeşitleri ve malzemeler hakkında bilgi verirler. Gün boyu mutfakta servis esnasında ustalarının yanında bulunur ve onların yönlendirdikleri işleri yaparlar. Verilen işleri karşılayamadıkları zamanlarda alakart çıraklarından yardım isterler. Servis esnasında dolaplarda eksilen malzemeleri tamamlayarak çalışmanın aksamamasını sağlarlar.

==== Alakart Çıraklarıı====

Alakart yardımcılarından ve ustalarından emir alırlar ama alakart mutfağı şefine bağlıdırlar. Sorumlu oldukları alanda her türlü getir-götür işini yaparlar. Alakart mutfağında görevli tüm çalışanlardan önce mutfağa girerler. Kendi mutfak bölümlerinde çalışan her ustanın ve şefin ihtiyaç duyabilecekleri malzemeleri ve gıda maddelerini ilgili bölümlere taşımakla sorumludurlar. Böyle durumlarda akşamdan şefleri tarafından kendilerine verilmiş olan bir yapılacaklar listesi vardır.

İş esnasında ve anormal durumlarda ortaya çıkabilecek kirlilikler ve dolan çöpler olduğunda meydancı şefine ve temizlikçilere haber vererek ilgili alanların temizlenmesini sağlarlar. Aynı zamanda mutfağın her türlü düzen ve temizliğinden sorumlu oldukları gibi üstlerinin iş konularında istedikleri malzemeleri sunmak ile de görevlidirler. İleride iyi bir aşçı olabilmek için not tutarlar ve yapılan işleri takip ederek öğrenmeye çalışırlar. Çalışmış oldukları bölümden yardımcılardan biri eksilirse alakart çıraklarından en becerikli olan alakart mutfağı şefinin tavsiyesi doğrultusunda mutfak şefinin insiyatifi ile yardımcılığa terfi edebilirler.

==== Kasaphane Şefiı====

Otel mutfağı organizasyonunda bulunan mutfak bölümlerinin şefleri ile sıkı diyalog içerisindedir ve mutfak şefine (aşçıbaşı) bağlıdır. Otel yönetimi ve mutfak şefinin kararları doğrultusunda günlük ve haftalık çalışmanın işleyişi hakkında yazılı raporlar verir. Yanında çalışan ve sorumluluğunda bulunan; Kasap Ustaları (etçi, karkasçı, kıymacı, kemikçi, kuzucu v.b) Kasap Yardımcıları, Kasap Çırakları' nın iş bölümlerini yapmakla ve hal, hareket, temizlik ve disiplinlerinden de sorumludur.

Ana mutfak bölümünde diğer kısım şefleri gibi açık büfelerde sorumlu olmadığı gibi otel misafirleri ile pek fazla yüz yüze gelmezler. Çok fazla oda sayısına sahip olan beş yıldızlı oteller kilo ile az miktarda et almazlar. Genelde küçük baş hayvanlar ve büyük baş hayvanlar karkas et şeklinde gelir (Derisi soyulmuş, sakatatları alınmış ve bütün olarak). Etlerin düzgün bir şekilde çıkarılması için (biftek, bonfile, antrikot, pirzola, flank steak, t-bone steak, brisket v.b.) kasaphane de bulunan kasap ustalarını yönlendir.

Mutfağa gelen kanatlı hayvanlar da dahil olmak üzere karkas etlerin aşçılar tarafından en uygun şekilde çıkarıldığını kontrol eder. Kasaphane de bulunan; dondurucular, derin dondurucular, dinlenme dolabı, soğuk hava dolapları, günlük et dolaplarına işlenen etlerin kitabına uygun olarak depolanmasını sağlar. Alakart restoranlarında bulunduğu 1000 kişilik bir otelde özel organizasyon yemeklerinide dikkate aldığımızda günde 500 kg. 'ın üzerinde et işlenir.

Kasaphane mutfağı şefi işlenen tüm etlerin hangi dolapta ne kadar olduğu ve günlük kullanımlar gibi istatistik verilerini tutar. En az 3 gün sonrasını düşünerek gerekli olan siparişleri mutfak şefine onaylatır. (Gelen her etin gerekli yumuşaklığa sahip olması için en az 24 saat dinlendirilmesi gerekir) Kasaphane şefinin sorumluluğunda Bazı etler istenen soğukluk derecelerinde çok daha uzun sürelerde dinlendirilirler (örnek; yaşlandırılmış steak & Dry Aged)

==== Kasap Ustalarıı====

Profesyonel otel mutfaklarında bütün olarak alınan etler ana mutfak bölümlerinde ihtiyaç duyulan çeşitlere göre hazırlanırlar. Et çeşitleri başlıca; kuşbaşı et, haşlamalık etler, ızgaralık etler, yaşlandırılmış steak'ler, kavurmalık etler, kıyma, kuzu külbastı, kuzu tandır, kuzu pirzola ve çok daha fazlasıdır. Kasap ustaları; danacı, kuzucu ve tavukçu olarak üç sınıfa ayrılırlar. Her usta kendi alanında yapılacak işlerden sorumludur.

Kasaphane Şefi' nin sorumluluğunda olan kasap ustaları

====Kasap Yardımcıları====

====Kasap Çırakları====

===Kahvaltı Mutfağı Şefiı====

Otel mutfak organizasyonunda diğer mutfak bölümü şefleri gibi mutfak şefine bağlıdır. Açık büfelerde otel misafirlerine belirtilmiş olan listedeki kahvaltı çeşitlerini eksiksiz olarak sunmakla görevlidir. Yanında çalışan yardımcı ve çırakların görevlerini hangi ölçüde yaptıklarını kontrol eder. Mutfak şefine günlük ve haftalık rapor verir. Gelişmeler hakkında mutfak kısım şefleri ile irtibat halidedir. 

===Banket Mutfağı Şefi===

Otelde yapılacak olan yemekli organizasyonlarda yemeklerin servis edilmesinden sorumludur. Mutfak şefine bağlıdır. Hazırlanan yemekleri istenildiği üzere (tabildot, açık büfe yada kişiye özel servis) misafirlere servis edilmesini sağlamak ile görevlidir. Kendisine mutfak şefi tarafından verilmiş olan bir plan doğrultusunda hareket eder.

====Banket Ustaları====

====Banket Yardımcıları====

====Banket Çırakları====

===Meydancı Şefi===

Ana mutfağın tüm temizliğinden ve düzeninden sorumludur. Bulaşıkçılar, temizlikçiler, çöp dökücüler ve büfecileri yönetip yönlendirmekle görevlidir. Mutfak şefine bağlı olarak günlük ve haftalık rapor verir.

====Temizlikçiler====

====Tabak Bulaşıkçıları====

====Kazan Bulaşıkçıları====

====Çöp Dökücüler====

====Büfeciler====

Profesyonel mutfaklarda aşağıdaki kaynak olarak gördüğüm diğer yazıları 'da okumak isteyebilirsiniz...

Yeni Restoran Açarken En Çok Yapılan Hatalar Nelerdir?


Restoran Mutfağı Nasıl Kurulur?


8 Ekim 2021 Cuma

Bıçak nedir? 'Bıçağı' Kim Ve Nasıl İcad Etti?

 Bıçak nedir? 'Bıçağı' Kim Ve Nasıl İcad Etti? Bıçak ilk ne zaman icad edildi? İlk çelik Bıçak ne zaman yapıldı? İlk Bıçak ne zaman yapıldı? Bıçağın tarihçesi nedir? Tarihte ilk Bıçak neyden yapıldı? Yapılan ilk bıçaklar hangi amaçla yapıldı?


İlk çelik bıçağın Roma'da Milattan Sonra Birinci yüzyılda yapıldığı rivayet edilmekte. Peki tarihi süreç içerisinde bıçağın misyonu nasıl tanımlandı?

Bıçak tarihi süreç içerisinde silah olarak kullanılırken bugün kırk çeşit türüyle ev-mutfak eşyası olarak hayatımızın parçası.Çakmak taşının yontularak yassıltılmasıyla ortaya çıkarılan ilk bıçak, günümüzden 25 bin yıl önce hem silah, hem de el aygıtı olarak kullanılmaya başlanmıştır.Bronz ve demir çağlarında metal bıçakların yapıldığı biliniyor.

İlk bıçak Roma'da ilk çelik bıçak ABD'de

İlk çelik bıçağın Roma'da Milattan Sonra Birinci yüzyılda yapıldığı rivayet edilmekte. Bıçaklar devamında, avlanmak, ayakkabı yapmak, at tırnağı kesmek için ayrı ayrı geliştirilerek yeni şekillen kazandı.Bıçağın ev aleti olarak kullanımı 14. yüzyıldan itibaren, yemek sırasında katı besinleri kesmek şeklindre ortaya çıktı. 1921'de de ABD'de ilk paslanmaz çelik bıçaklar yapılmıştır.

Yatağan'da kılıçtan bıçağa

Türkiye'de bıçak üretimi denildiğinde akla ilk gelen birkaç bölge öne çıkıyor. Denizli'nin Serinhisar ilçesindeki Yatağan ve Trabzon'un Sürmene ilçesi bunlar arasında. Yatağan bıçaklarını ünlü ve kaliteli olmasının sebebi Bıçak çeşitlerini farklı amaçlar ile kulanan Osmanlı döneminin kuruluş dönemlerine kadar dayanıyor.

16. yüzyılda devletin yükselişiyle beraber hem kılıç hem de bıçak üretiminde ciddi teknikler geliştirilirken Yatağan'da üretilen kılıçlar Osmanlı askerinin en vazgeçilmez silahı olmuştur.Yatağan'ın bıçakçılıkta bu kadar ilerlemesinin ve söz sahibi olmasının en büyük sebeplerinden bir tanesi de el yapımı bıçak imalatının asırlar boyu babadan oğla geçen bir meslek olmasından kaynaklanmakta.

Osmanlı Ordusu'nun Bursa'ya mirası

Bursa bıçağı da en bilinen metalardan. Osmanlı ordusunun Bursa'da büyük bir pazar oluşturması kılıç ve kama gibi silahların yapımını ön plana çıkarmıştır. Özellikle 19. yüzyılın sonlarından itibaren kılıç yerine el maharetinin veya ustalığın ön plana çıktığı özel bıçak ve el aletleri imalatı daha çok önem kazanmıştır.1913 yılında yapılan sanayi sayımında, tüm Hüdavendigar (Bursa) ilinde yüzün üzerinde bıçakçı dükkânı olduğu görülmüştür.

700 yıllık ustalar

Bursa Bıçağı, 700 yıldır Bursa'da bıçakçı ustaları tarafından titizlikle üretilen ve geçmişte savaş malzemesi olarak, günümüzde ise genellikle mutfak ve av malzemesi olarak kullanılan, sap ve çelik bölümünden oluşan keskinliği ve esnekliği ile ünlü kesici bir alettir.B ursa Bıçağı, namlusunun ustalıkla işlenerek 3 V'li ağız haline getirilmesiyle ve namluya ustalıkla çeşitli ağaç/kemik-boynuz/madeni/plastik sap takılmasıyla oluşturulur.

Sürmene'nin düello bıçağı

Sürmene bıçağı, 15–20 cm uzunluğuna sahip, kesici ve tutamak arasındaki kısmın oyularak işlendiği yuvarlak veya keskin uçlu bir bıçak türü. Bizans döneminden beri Sürmene'de yapılmakta.Sürmene bıçakları çelik gövde, gümüş süsler, öküz boynuzundan yapılmış tutamak ve şimşirden yapılmış bir kılıftan oluşuyor.. Bıçak, eskiden beri Lazlar ve Pontus Rumları tarafından düello savaşlarında ve bıçak horonunda kullanılmakta idi.

Bıçak türleri

Sıyırma bıçakları; soyma bıçakları olarak da bilinmektedir. Metal kısımları 12 ile 22 santimetre aralığındadır.

Et bıçakları;
özellikle kurban bayramlarında sıklıkla kullanılır. Metal kısmı 20 ile 40 santimetre uzunluğu arasındadır.

Ekmek bıçağı; 
Bıçak türlerine göre geniş bir bıçaktır. Metal kısımları 30 ile 35 santimetre aralığında değişir. Keskin kısmında tırtıklar bulunur.

Peynir bıçağı; 
diğer bıçaklar ile peynir ile kesildiğinde peynirler bıçağa yapışır ce dağılır. Bıçağın delikli kısımları peynirin yapışmamasını sağlamaktadır. Keskin kısmı 10 ile 15 santimetre aralığında değişmekte.

Meyve bıçağı; 
bu bıçağın keskin kısmı 5 ile 10 santimetre aralığındadır. Gün içerisinde en sık kullanılan bıçaklardır. Kullanılması da oldukça kolaydır.

Çakmak taşının iyice yontularak yassı bir şekil almasıyla meydana getirilen ilk bıçak, günümüzden 25 bin yıl önce hem silah, hem de el aygıtı ola­rak kullanılmaya başlandı. Baltadan soma, bi­linen en eski insan yapıtı bir araçtır.

Bronz ve demir çağlarında metal bıçaklar yapıldı ve ilk başlarda uç kısımlarına elde rahat­ça tutulabilmesi için sap geçirildi. Metal bıçak­lar, kavgada büyük bir şiddetle kullanıldığı şekilde keskinliklerini yitirmiyorlardı.

İlk çelik bıçağı Romalılar yaptı. Zaman­la, çeşitli amaçlar için çeşitli bıçaklar üretil­di. Örneğin, avlanmak, ayakkabı yapmak, at tırnağı kesmek için ayrı ayrı bıçaklar gelişti­rildi. Karşı koyabilir ilk bıçaklar da gene Roma­lılar tarafından M.S. Birinci yüzyılda yapıldı.

Bıçağın ev aleti olarak kullanımı, daha çok mutfak esaslıdır. 14. Yüzyıldan itibaren, ye­mek sırasında katı besinleri kesmek adeti ortaya çıktı ve kesilen lokmayı aftıza götürmek için ucu çatallı yemek bıçakları yapıldı. Bu­gün kullandığımız çatalların ortaya çıkması üzerine, bıçakların uçları gene yuvarlaklaştı. 1921 yılında ise ABD’de ilk paslanmaz çelik bıçaklar yapıldı.

Kesmek, yontmak gibi işlerde çok eski devirlerden beri kullanılan kesici bir alettir. Bir sapı, bir de kesici kısmı vardır ki buna “namlu” denir. “Sabit Namlulu Bıçaklar” “Hareketli Namlulu Bıçaklar” olmak üzere belli başlı iki çeşide ayrılır.

Bıçaklar, genel olarak, hangi iş için kullanılıyorsa o işe göre adlandırılırlar: Ekmek bıçağı, sofra bıçağı, köseleci bıçağı, kıyma bıçağı, kağıt kesme bıçağı, cerrahi bıçaklar gibi. Bunlardan kunduracı bıçaklarının sapı yoktur, sofrada kullanılanların ağzı keskin, uçları küttür. Zarf açma ve kağıt bıçaklarında çoklukla namlu da tıpkı sap gibi kemik, fildişi veya plastikten olabilir. Cerrahi bıçaklara genel olarak “bistüri” adı verilir.

Bıçağın Gelişim Süreci Nedir?

Taş Devri insanları çakmaktaşından iki yanı keskin, yassı yüzlü, uzunca bıçaklar kullanırlardı. Biçim bakımından bugün bildiğimiz bıçağı Tunç Devri insanları yaptı. Bu bıçağın sapı kısa, kendi uzunca, ağız kısmı da bir yay gibi eğriydi. İçlerinde tahta ve kemik saplı bıçaklar varsa da pek çoğunun sapı da kendisi gibi aynı madendendi.

Romalılar ve Yunanlılar da maden bıçaklar kullandılar. Bunların kurban kesmek için enli bıçaklar, meyve kesmek için kemik bıçaklar, tırnak bıçakları, av bıçakları gibi birçok çeşitleri vardı. Tahtadan yaptıkları kılıflara sokarak bıçakları bellerinde taşırlardı. M. Ö. Çin’de de bakırdan bıçak yapılıyordu. Çinliler bunları çoklukla akçe karşılığı olarak kullanırlardı.

Ortaçağ’da bıçak daha da gelişti, çeşitli işlerde işe yarayabilmesi için birçok çeşitleri yapıldı. Bu arada sapları süslü, açılır kapanır (hareketli namlulu) bıçaklar yapıldı.

Her çeşit bıçakları ve kesici aletleri yapma sanatına “bıçakçılık» denir. Bıçakçılıkta ana madde olarak çeşitli çelikler, daha çok karbon çelikleri kullanılır. Son zamanlarda, pahalı olmasına rağmen, 1912-1913 yıllarında bulunan paslanmaz çelik kullanılmaktadır. Paslanmaz çeliğin içinde % 15 krom vardır. Cerrahlık bıçaklarının yapılmasında da çok kere berilyum alaşımlarından faydalanılır.

İbn Battûta Kimdir

 


İbn Battûta Kimdir?

17 Receb 703’te (24 Şubat 1304) Fas’ın Tanca şehrinde doğdu. Ailesi Berberî Levâte kabilesine mensup olup Berka’dan buraya göç etmiş ve onun seyahatnâmesinde yer alan “Kazâ ve meşihat benim ve atalarımın mesleğidir” (er-Rile, III, 233) cümlesinden anlaşıldığına göre birçok kadı yetiştirmiştir. Nitekim kendisi de çeşitli yerlerde kadılık yapmış ve Tâmesnâ kadısı iken ölmüştür (İbn Hacer, VI, 100; Gibb, Selections from Ibn Battuta, s. 2).

İbn Battûta’dan bahseden en eski müellifler Lisânüddin İbnü’l-Hatîb, İbn Hacer el-Askalânî ve İbn Haldûn’dur; Makkarî ve Abdülhay el-Hasenî de er-Rile’den alıntı yapmışlardır. Mağrib’de Sa‘dîler tarafından İstanbul’a sefir olarak gönderilen Ebü’l-Hasan et-Temgrûtî eserinde bazı şehirleri anlatırken İbn Battûta’ya atıfta bulunmuş, Zebîdî de ondan bahsederken Muhammed b. Fethullah el-Beylûnî’nin (ö. 1085/1674) yaptığı muhtasara temas etmiştir (aş.bk.). 

İbnü’l-Hatîb, Abdülhâdî et-Tâzî tarafından yayımlanan bir mektubundan da anlaşıldığı üzere (er-Rile, neşredenin girişi, I, 82) aslında İbn Battûta’yı çok iyi tanımaktadır; ancak muhtemelen meslekî kıskançlıktan dolayı eserinde ona pek yer ayırmamış, birkaç cümleden ibaret mâlûmatı da hocası Ebü’l-Berekât İbnü’l-Hâc el-Billifîki’den (Bellefîki) naklen vermiştir (el-İâa, III, 273). Aynı şekilde İbn Hacer el-Askalânî de el-İâa’yı kaynak göstererek onu bir iki cümleyle geçiştirmiş (ed-Dürerü’l-kâmine, III, 480-481), İbn Haldûn ise ancak Vezir İbn Vüdrâr el-Haşemî’nin bir uyarısı münasebetiyle adını anmıştır (Muaddime, II, 564-566). İbn Battûta’nın hayatı ve şahsiyeti hakkındaki bilgilerin ana kaynağı kendi seyahatnâmesidir.

Türkler’in, Moğollar’ın, Maldivliler’in hükümdarlarıyla tanışan İbn Battûta birçok ülkede kadılık makamına getirilmiş, Farsça ve Türkçe bilmesi ve yolculuklarında çeşitli siyasî tecrübeler kazanması dolayısıyla kendisine bazı diplomatik görevler verilmiştir. Tarihimizde İbn Battûta Kimdir dediğimizde Derviş gibi giyinmesi ve dervişçe davranması sebebiyle de halk ve ulemâ tarafından seviliyordu (İbnü’l-Hatîb, III, 274). İbn Battûta, sûfîlere ve zâhidlere duyduğu yakınlık dolayısıyla onların sözlerini ezberlemiştir. 

Er-Rile bu yönüyle o dönemin tasavvuf hayatı hakkında da değerli bilgiler verir. Sıradan biri gibi görünmesine rağmen üslûbunda olağan üstü renklilik ve sarsıcılık hâkimdir. Zaman zaman bazı sözlere inanmadığını belirtse de itimat ettiği birinden gelen rivayeti asla reddetmez. İbn Battûta bazan küffara karşı cihada katılmış, bazan da kendini nimetlerden uzak tutarak bir zâhid gibi yaşamıştır. Bütün malını elden çıkarıp Şeyh Kemâleddin Abdullah el-Garî’nin tekkesine girmiş, fakat kendi ifadesiyle hayat onu tekrar maceraların kucağına atmıştır (er-Rile, III, 97, 115, 248).

İbn Battûta Kimdir?

Seyahatnâmeden öğrenildiğine göre İbn Battûta, Mağrib Sultanı Ebû Saîd el-Merînî döneminde 2 Receb 725’te (14 Haziran 1325) Tanca’dan hac niyetiyle yola çıktığında henüz yirmi iki yaşındaydı. Kuzey Afrika sahillerini takip ederek 1 Cemâziyelevvel 726’da (5 Nisan 1326) İskenderiye’ye vardı. Burada Şeyh Burhâneddin el-A‘rec’in telkiniyle kendisinde Hint, Sind ve Çin gibi doğu memleketlerini görme hevesi uyandı. İskenderiye’den Kahire’ye, oradan Yukarı Mısır’a (Saîd) gitti ve Şeyh Ebü’l-Hasan eş-Şâzelî’nin Humeyserâ’daki kabrini ziyaret etti; eserinde tam metin halinde verdiği (I, 189-190) Hizbü’l-bahr virdi tasavvuf tarihi bakımından önemli bir belgedir. Yukarı Mısır’dan deniz yoluyla Cidde’ye geçmek için Kızıldeniz kıyısındaki Ayzâb Limanı’na indiyse de bölgedeki siyasî karışıklıktan ötürü Kahire’ye dönmek zorunda kaldı. 

Burada dikkat çeken hususların biri Ayzâb Limanı’nın milletlerarası statüye sahip olduğunu tesbit etmesi, bir diğeri Mısır Memlükleri’ni “Etrâk” diye anması ve Memlük hâkimiyet alanını Anadolu gibi “Türk ülkesi” tabiriyle tanıtmasıdır (I, 231). Kahire’de fazla kalmayan İbn Battûta 15 Şâban’da (17 Temmuz) Suriye’ye doğru yola çıktı ve Kudüs, Aclûn, Akkâ, Sûr, Sayda, Taberiye ve Antakya gibi şehirleri dolaştıktan sonra 9 Ramazan’da (9 Ağustos) Dımaşk’a varıp ramazanı burada geçirdi. Başta Şehâbeddin İbnü’ş-Şıhne olmak üzere aralarında iki de kadın muhaddisin bulunduğu on dört âlimden umumi icâzet aldı. Memlük Sultanı el-Melikü’n-Nâsır’ın Karasungur’u öldürmek için İsmâilî fedailerden oluşan özel timler gönderdiğini söylemesi bölgeyle ilgili olarak verdiği ayrıntılardan biridir. Seyahatnâmenin bu kısımları savaş tarihi ve gerilla taktikleri hususunda da iyi bir kaynaktır.

İbn Battûta şevval ayında (eylül) Dımaşk’tan hareket eden kafileyle Hicaz’a gitti ve ilk haccını ifa etti. 20 Zilhicce’de (17 Kasım) Mekke’den Irak’a yönelerek Kadisiye, Necef, Bağdat, Basra, Übülle, Abadan, Şüşter (Tüster) yoluyla İsfahan’a vardı. Şeyh Kutbeddin Hüseyin b. Şemseddin Muhammed er-Recâ’nın elinden tarikat tacı giydikten sonra Şîraz’a geçti ve orada Şeyh Mecdüddin İsmâil b. Muhammed’in derslerine devam etti. Şeyh Mecdüddin’in İlhanlı Hükümdarı Muhammed Hudâbende’yi (Olcaytu Han 1314-1316) etkilemesi ve onun Şiîlik’ten Sünnîliğe geçmesine vesile olmasıyla ilgili anekdotları (II, 37-39), bu bölgenin evvelce çok yoğun bir Sünnî nüfusu barındırmaktayken zamanla Şiîleşmesi hususunda bilgi vermesi açısından İran tarihi için son derece önemlidir. 

Yine bu bölümde verdiği, Emîr Çoban’ın siyasî ihtirasları uğruna girdiği macera, dönemin üç süper gücü olan Altın Orda, İlhanlılar ve Memlükler arasında cereyan eden diplomatik ilişkiler ve Ebû Saîd Bahadır Han’ın ölümünden sonra İlhanlı topraklarının paylaşılmasıyla ilgili bilgiler de çok değerlidir. İran’dan Bağdat’a ve arkasından Kuzey Irak’a yönelerek Sâmerrâ ve Tikrît üzerinden Cezîre-i İbn Ömer’i, ardından Nusaybin, Sincar ve Mardin’i gezdi. Bu arada Artukoğulları’ndan Gazî el-Melikü’s-Sâlih’ten övgüyle bahseder ve sultanın Mardin’de medrese, zâviye ve aşhaneler açtırarak halkının hoşnutluğunu kazandığını bildirir. Daha sonra tekrar Bağdat’a döndü ve 727-730 (1327-1330) yılları arasında üç defa hacca gitti.

730 (1330) yılında Cidde’den Kızıldeniz’e açılan seyyah, fırtınalı bir yolculuktan sonra Yemen’in Zebîd şehrine ulaştı. Cebele, Taiz, San‘a ve Aden’i dolaşarak Resûlî Hükümdarı Nûreddin Ali b. Dâvûd ile görüştü ve Aden Limanı’ndan hareket edip Doğu Afrika sahillerini kapsayan gezilerine başladı. Evvelâ Zeyla‘ ve Makdişu’ya (Somali), ardından Mombasa (Kenya) ve Kilve (Tanzanya) limanlarına uzanıp deniz yoluyla Yemen’in Zafâr Limanı’na döndü ve bugünkü Uman sınırları içinde kalan Nezve’ye geçerek Sultan Ebû Muhammed b. Nebhân’ı ziyaret etti. Bu bölümde, Hint Okyanusu’na bakan Kalhat gibi Yemen ve Uman şehirlerinin ve Doğu Afrika sahilindeki Kilve ile Makdişu’nun milletlerarası deniz ticaretinde çok ileri bir seviyede olduğunu söyler. Uman’dan sonra Hürmüz Limanı’na geçerek Sîrâf gibi Basra körfezinin İran kıyısındaki bölgeleri gezip tekrar Arabistan’a döndü ve 732 (1332) yılında beşinci haccını ifa etti.

Haccını eda ettikten sonra Hindistan’a gitmek niyetiyle Cidde Limanı’ndan denize açılan İbn Battûta, Kızıldeniz’de yakalandığı fırtına sebebiyle Ayzâb yakınlarındaki Re’süddevâir burnunda karaya çıktı ve Nil boyunca ilerleyerek Kahire’ye vardı; oradan Gazze’ye giderek Kudüs, Remle, Akkâ yoluyla Lazkiye’ye ulaştı ve bir Ceneviz gemisine binip “Türkiye”ye doğru hareket etti. Alâiye’ye (Alanya) vardıktan sonra Anadolu’yu gezmeye başladı. Antalya, Isparta, Eğridir, Denizli, Tavas, Muğla, Milas ve Barçın’a uzandı, ardından Konya-Erzurum seyahati yaptı. Barçın’dan sonra Konya’ya geçmesi bazı araştırmacıları hayrete düşürmüş, bu güzergâhta hiç dolaşmadığı, hatta sadece işittiklerini anlattığı tarzında bir te’vil yapılmıştır (bk. Wittek, s. 65). 

Ancak bu karışıklık, yani Erzurum’dan ansızın tekrar batıya Birgi’ye gelmesi adı geçen bölgelerde seyahat edilmediği şeklinde yorumlanamaz; bu belki de kâtip Ebû Abdullah İbn Cüzey el-Kelbî’nin tasnifinden kaynaklanan bir hatadır. Eretnaoğulları’na bağlı alanları gezerken Kayseri’de, İlhanlı hükümdarının vekili olarak hareket ettiğini söylediği Alâeddin Eretna’nın hanımıyla görüştü (II, 179-184). Konya’ya uğraması münasebetiyle de Mevlânâ’dan “şair şeyh” olarak bahseder. 

Birgi’den çıkarak Ayasuluk, İzmir, Manisa, Bursa üzerinden İznik’e gider ve Umur Bey’in Haçlılar’la yaptığı savaşa temas ettikten sonra Osmanlılar’ın komşu beylikler arasındaki saygın konumunu anlatır. Anadolu’nun o günkü siyasî durumu, ticarî kapasitesi, Ahîlik müessesesi, Hanefîliğin yaygın ve hâkim mezhep oluşuna dair geniş bilgi verir. Daha sonra Mekece üzerinden Sakarya vadisini geçerek, Geyve, Göynük, Bolu, Kastamonu yoluyla vardığı Sinop’tan denize açılarak Kırım’ın Kerç Limanı’na çıkar.

İbn Battûta Kimdir?

Karadeniz’in kuzeyinde Deştikıpçak’ı gezerek Sultan Muhammed Özbek Han ile görüşen İbn Battûta, bugünkü Kazan şehri civarında bulunan eski Bulgar şehrine varmış, “Arzızulumât”a (karanlıklar ülkesi, Sibirya) ulaşamadığını belirterek orası hakkında duyduklarını nakletmekle yetinmiştir. 10 Şevval 732’de (5 Temmuz 1332) Bizans imparatorunun kızı ve Özbek Han’ın üçüncü hatunu olan Bayalun’un kafilesine katılarak Ükek, Sûdak (Suğdak), Baba Saltuk (Dobruca ) üzerinden yaklaşık bir ayda İstanbul’a gelen seyyah İmparator III. Andronikos Palaiologos ile görüşür; fakat herhalde adını unutmuş olacak ki ondan “Tekfûr b. Circîs” şeklinde bahseder. 

İstanbul’dan tekrar Deştikıpçak’a dönerek Özbek Han’ın ülkesini Çin’e bağlayan ticaret yoluyla Ural nehrinin Hazar’a kavuştuğu yerdeki Saraycuk şehrine varır; sonra da kırk gün süren bir yolculukla Türkler’in en güzel şehri diye nitelendirdiği Hârizm’e (Ürgenç) ulaşır (III, 10-14). Burada Emîr Kutlu Demür ile görüşür ve eşi Türâbek Hatun’dan hediyeler alır. Ardından Ceyhun’un kuzeydoğusundan geçerek Kât (Kâs) ve Vâbkent üzerinden gittiği Buhara’da Hanefî fakihi Sadrüşşerîa ile tanışıp Buhârî ve Şeyh Seyfeddin el-Bâharzî’nin kabirlerini ziyaret eder. Buradan Nahşeb yoluyla Semerkant’a geçen İbn Battûta bu seyahati sırasında Çağatay Hanı Tarmaşirin’le de konuşur; eserinde Tarmaşirin’in diğer Moğol asilzadeleri karşısındaki durumu vb. konular ayrıntılı bir şekilde işlenmektedir (III, 27-32). 

Daha sonra Horasan’ın en büyük şehri olan Herat’a ve arkasından Câm, Tûs, Serahs, Bistâm şehirlerini dolaşıp doğuya dönerek Hindukuş dağlarına uzanır; oradan da Gazne-Kâbil yoluyla 1 Muharrem 734’te (12 Eylül 1333) İndus vadisine gider. Buradan Delhi Türk Sultanlığı topraklarına girer ve 17 Safer 743 (22 Temmuz 1342) tarihine kadar Sultan Muhammed b. Tuğluk’un himayesiyle Delhi’de kalarak onun arzusu üzerine yedi yıldan fazla kadılık hizmetinde bulunur. er-Rile’de Delhi Sultanlığı’nın siyasî tarihi, malî vaziyeti, istihbarat servisi, ulak sistemi gibi konularda etraflıca bilgi vermiştir (III, 105-193).

Delhi’den ayrıldıktan sonra güneye uzanan İbn Battûta Barcelure, Mangalore, Dehfetten gibi güneybatı sahil şehirlerinden geçerek Kaliküt’e varır. Aslında sultan onu Çin’e sefir olarak göndermiş, fakat İbn Battûta savaşlardan, fırtınalardan ve gezme tutkusundan başını kaldıramamıştır. Malabar sahillerindeki müslümanların ticarî hayatlarının son derece faal olduğunu belirten seyyah buradan halkının dindar, halim selim insanlar olduğunu, ancak kadınlarının gereğince örtünmediklerini söylediği Maldiv adalarına geçer; âdetlerine ve ticarî geleneklerine ilişkin dikkat çekici bilgiler verir. 

Maldiv’de bir buçuk yıl kalır ve yine kadılık yapar. Daha sonra Seylan adasına gidip Serendib dağına çıkarak Hz. Âdem’e ait olduğu söylenen ayak izini görür; eserinde gerek Hint dinlerine, gerekse semavî dinlere mensup insanların kutsal saydığı bu ziyaretgâh üzerine dinler tarihi bakımından ilgi çekici açıklamalar yapar. Buradan ayrıldığında Bengladeş kıyılarına geçer, ülkenin tarihi ve komşu bölgelerle münasebeti hakkında bilgi verir (IV, 103-104). Daha sonra Berehnegar ülkesine geldiğini, başka toplumlarda görülmeyen garip âdetlerin bu kavimde bulunduğunu anlatır. 

İlk zamanlarda bazı araştırmacılar tarafından uydurmacılıkla suçlanmışsa da sonraki çalışmalarda bu ülkenin Andaman olabileceği söylenmiştir. Buradan Cava’ya, arkasından Sumatra’ya geçer ve Malaka Boğazı’ndan dönerek Kakula (Malezya; Kuala Terenganu) Limanı’na ulaşır. Tekrar denize açıldığında bir aydan uzun bir süre karaya çıkamaz ve nihayet bazılarınca efsanevî sayılan Tavâlisî ülkesine varır (buranın Borneo’daki Şampa kıyıları, Kamboçya veya Tongking olduğu yolundaki tartışmalar için bk. Beckingham, IV, 884; Yamamoto, sy. 8 [1936], s. 93-115). Türkçe konuşan bir prenses tarafından yönetildiğini söylediği Tavâlisî ülkesinden Çin’e açılır ve on yedi günde Zeytûn (Tsiatung) Limanı’na varır; resmî görevli olması münasebetiyle el üstünde tutularak Hanbalık’a (Pekin) götürülür. Çin’de hâkimiyet kuran Moğol hânedanının müslüman tâcirlere iyi davrandığını söyler; kâğıt paradan ve Çin bürokrasisinden, ayrıca Çinliler’in resim ve seramikteki ustalıkları ile ipek ticaretinden bahseder (IV, 123-147).

Çin’den ayrılıp tekrar Sumatra’ya ve oradan Cava’ya geçen İbn Battûta, Malabar kıyılarına yöneldikten sonra Basra körfezine gelir; Bağdat-Suriye yoluyla Mısır’a varır ve oradan da Hicaz’a geçerek altıncı haccını ifa ettikten sonra (749/1349) tekrar Mısır’a döner ve İskenderiye’den gemiyle 750 yılının Safer ayında (Mayıs 1349) Tunus’a gider; oradan Sardinya adasına geçer ve sonra geldiği Cagliari Limanı’ndan Cezayir’e doğru tekrar denize açılarak Tenes’te karaya çıkar. 750 Şâbanının sonunda (Kasım 1349) Fas’a varan ve Sultan Ebû İnân el-Merînî tarafından kabul edilen İbn Battûta böylece seyahatinin birinci kısmını bitirir. Seyahatnâmenin bu kısmında Merînî Devleti ve Sultan Ebû İnân biraz abartılı şekilde övülmekle birlikte ülkede yapılan sosyal hizmetlerin ve imar faaliyetlerinin gerçekten çok yüksek bir seviyede olduğu bilinmektedir.

İbn Battûta Kimdir?

Doğudan döndükten sonra Fas’ta bir süre kalan İbn Battûta Endülüs’e geçip Marbella, Mâleka (Malaga), Hamma yoluyla Gırnata’ya (Granada) varır ve aynı yoldan geri dönerek Merakeş’e geçer. Bu seyahatle ilgili yazdıklarında dikkati çeken husus Merînîler’in Endülüs’e olan yoğun ilgileridir; girdikleri savaşlar, inşa yahut tamir ettikleri kaleler vb. uzun uzun anlatılmaktadır (IV, 196-229). Tekrar seyahat arzusuyla yollara düşen seyyah Mali’ye yönelir ve Büyük Sahrâ’yı kuzeybatıdan güneydoğuya doğru geçerek Nijer’e gidip Mense Süleyman ile görüşür; ancak daha içerilere girmeden Merînî sultanından gelen bir emirle 754 Zilkadesinde (Aralık 1353) Fas’a dönmek zorunda kalır. Yolculuğunun bu son kısmında İç Batı Afrika hakkında çok önemli bilgiler vermektedir (IV, 239-280).

İbn Battûta yurduna döndüğünde gezdiği uzak ülkelerden, gördüğü garip olaylardan bahsedince sözleri alayla karşılanmış ve pek çok şeyi uydurduğu sanılmıştır. Gırnata’da görüştüğü Ebü’l-Berekât el-Billifîki de onun asılsız haberler naklettiğini ileri sürmüştür (İbnü’l-Hatîb, III, 273). Seyyahın yola çıkarken derin bir kültüre sahip olmadığı ileri sürülse de gerek seyahat sırasında aldığı icâzetler ve her sahada öğrendiği yeni bilgiler, gerekse önceki müelliflerin verdiği bilgileri güncelleştirme çabası onu tecrübeli bir âlim haline getirmiş ve yurduna döndüğünde seçkin bir danışman olarak sultanın meclisinde yer almasını sağlamıştır (I, neşredenin girişi, 83-86). İbn Sûde, İbn Battûta’nın er-Rile’den başka el-Vasî fî abâri men alle medînete Timenî adlı bir kitabının daha olduğunu söyler (Delîlü müerrii’l-Magribi’l-aâ, I, 69).

Fas Devleti 1996-1997 yılını İbn Battûta yılı olarak ilân etmiş, bu münasebetle gerçekleştirilen etkinlikler çerçevesinde İslâm Eğitim Bilim ve Kültür Teşkilâtı (ISESCO) Tanca’da İbn Battûta adına bir müze kurmuştur.

İbn Battûta, Marko Polo ile birlikte Ortaçağ’ın en büyük iki seyyahından biridir ve hatta çok daha geniş bir alanı gezmesi, üç kıtada en önemli kültür merkezlerine ulaşması sebebiyle onu geride bırakmıştır (Krackovskij, s. 417). Ayrıca İbn Battûta gezdiği birçok ülkede sosyal hayata karışmış, evlilikler yapmış ve hâtıralarını hiçbir şüpheye yer bırakmadan güvenilir birine yazdırmıştır (aş.bk.). Halbuki Marko Polo’nun seyahatnâmesine birçok hayalî hikâye katıldığı bilinen bir husustur. Ayrıntıları asla ihmal etmeyen İbn Battûta eserinde insan unsuruna en fazla yer veren seyyahtır. 

Çeşitli milletlerin giyim kuşamı, âdetleri ve inançları hususunda ayrıntılara inmesi bazı araştırmacılar tarafından ilk antropologlardan (Abdullah Abdülganî Ganim, I, 116-171), bazılarınca da ilk etnologlardan sayılmasına yol açmıştır (Chelhod, sy. 25 [1978], s. 5-24). İbn Battûta, gezdiği ülkelerin coğrafyası ve ekonomisi hakkında da ayrıntılı bilgiler verir. Fakat klasik bir coğrafyacı olmadığı için mesafeleri belirtmemiş, sadece yolculuğunun kaç gün tuttuğunu kaydetmiştir. İncelediği ana unsur insan olduğundan pek çok şehri “binaları sağlam, mescidi küçük” yahut “köhne bir kapısı var, kalenin iç kısmı boş” tarzında klişe cümlelerle geçiştirmiştir.

Seyahatnâmenin Özellikleri. Müellif tarafından Tufetü’n-nüâr fî garâibi’l-emâr ve acâibi’l-esfâr diye adlandırılan ve literatürde Riletü İbn Baûa adıyla bilinen eser, seyyahın kısa aralıklarla yirmi sekiz küsur yıl süren gezilerini kâtip İbn Cüzey el-Kelbî’ye ham metin olarak aktarması ve onun da bazan ihtisar edip bazan küçük ilâvelerde bulunmasıyla meydana gelmiştir. İbn Cüzeyy’in esere pek fazla müdahale etmediği onun şu ifadesinden anlaşılmaktadır: “Üstat İbn Battûta’nın sözlerini naklederken onun maksadını anlatan kelimeleri kullandım ve çok defa da nasıl söylediyse ‘köküne, dalına dokunmadan’ öylece bıraktım; bahsettiği şeylerin aslı nedir diye araştırmadım. 

Çünkü üstadımız aktardıklarını değerlendirme sırasında en iyi yolu tutmuş, aslı astarı olmayan haberler için güvensizliğini bildiren sözler söylemiştir. Ben yer ve kişi adlarından problemli olanları halletmek ve harekeleri belirtmek suretiyle kitabı daha verimli hale getirmeye çalıştım” (I, 152). Eserin mukaddimesi İbn Cüzey el-Kelbî tarafından yazılmıştır. Abdülhâdî et-Tâzî, er-Rile’yi neşre hazırlarken otuz nüshaya baktığını ve bazı özel nüshalarda mukaddimenin “İbn Cüzey der ki” diye başladığını kaydeder (I, 149). Kitabın sonunda verilen iki ayrı tarihten, İbn Battûta’nın hâtıralarını yazıya geçirişinin 3 Zilhicce 756’da (9 Aralık 1355) son bulduğu ve İbn Cüzeyy’in de metin üzerindeki çalışmalarını 757 yılının Safer ayında (Şubat 1356) tamamladığı anlaşılmaktadır (IV, 280).

Kitabın dili genelde sadedir; ancak üç farklı anlatım tarzından bahsetmek mümkündür. 1. Esere canlılık veren kısa cümleler ve yalın tasvirler İbn Battûta’nın kaleminden çıkmış olmalıdır. İbn Battûta, bazı araştırmacılara göre klasik tedrisattan geçmesine rağmen halktan biridir ve zaman zaman kaba sayılabilecek tasvirlerde bulunur; olayları sadece meraklı bir kişi gibi anlatır. Aslında pek çok seyyaha göre objektif sayılabilir; Afrika zencileriyle ilgili değerlendirmeleri bunun delilidir. Dikkatli bir gözlemcidir. 

İbn Battûta Kimdir?

2. İbn Cüzeyy’in etkisi. Kâtibin arada bir yaptığı açıklamalar ya manzumdur ya ilgili beldenin hatırlattığı bir anekdottur ya da İbn Battûta’nın verdiği bilgileri düzeltir mahiyettedir. İbn Cüzeyy’in üslûbu, gerek mukaddimeden gerekse metin içindeki açıklamalarından anlaşıldığı üzere biraz külfetlidir. İbn Cüzey üslûbunda dönemin diğer vak‘anüvisleri, saray kâtipleri olan İbn Fazlullah el-Ömerî ve Kalkaşendî gibi garip benzetmelere yer verir. 3. Alıntı yapılan kaynakların etkisi. Seyahatnâme içinde genel akışa uymayan, çok ayrıntılı bina tasvirlerinin geçtiği bölümler vardır. Meselâ Dımaşk Emeviyye Camii’nin ve Kâbe’nin tasvirleri müellifin kendi anlatımından değildir. 

Bu gibi bölümlerde onun İbn Cübeyr ve Ebû Ubeyd el-Bekrî gibi daha eski müelliflerden alıntı yaptığı, ayrıca İbn Cübeyr’in üslûbundan da etkilendiği görülür. Bu konu üzerinde duran araştırmacılar, İbn Battûta’nın özet şeklinde ve bazan da aynen İbn Cübeyr’in rihlesinden alıntı yaptığına işaret etmişler, özellikle Mekke’de gerek hac günlerinde gerekse diğer zamanlarda yapılan ibadetlerin tasvirinde ve Akkâ, Medine, Sûr, Dımaşk, Humus, Halep, Hama, Kûfe, Musul, Bağdat, Nusaybin ve Mardin’in tanıtımında ondan faydalandığını söylemişlerdir (Mattock, XXI, 36, 38-39). 

Esasen kendisi de bu tip alıntıları belirtir ve isim verir (I, 272-273); dolayısıyla eseri intihal olarak görmek doğru değildir. Kitabın dikkat çekici bir yönü de çeşitli beldeler hakkında azımsanmayacak sayıda beyit ihtiva etmesidir (I, 274-275). Seyahatnâme, bazı devlet ve müesseselerin karanlık kalan yönlerini aydınlatma hususunda önem taşımakla beraber tarih açısından bütünüyle güvenilir bir kaynak değildir. Meselâ müellif Hârizmşah Muhammed ile oğlu Celâleddin’i karıştırmakta ve ilk seyahatine ait bazı bilgileri ikinci seyahatinde görmüş gibi anlatmaktadır (EIr., VIII, 5).

Avrupa hariç neredeyse eski dünyanın tamamını gezen İbn Battûta’nın dönemi, dolaştığı ülkelerin çoğunda Türkler’in ve Moğollar’ın hâkim olması sebebiyle bir Türk-Moğol asrı sayılabilir. Dünyanın yedi büyük hükümdarı arasında ilk sıraya koyduğu Ebû İnân el-Merînî hariç diğerleri Türk veya Moğol asıllıdır; dolayısıyla verdiği bilgiler bu milletlerin tarihi açısından çok önemlidir. 

Er-Rile’de Anadolu’nun o günkü durumu hakkında ayrıntılı bilgi vardır ve eser beyliklerin iç ihtilâfları, Umur Bey’e karşı düzenlenen Haçlı saldırısı, Alanya’nın milletlerarası bir liman oluşu, Germiyanoğulları’na karşı duyulan güvensizlik, Eretna Devleti’nin refah seviyesi, Sinop’un stratejik değeri, Erzurum ve Erzincan’da birbirleriyle çarpışan Türkmen kabileleri, Anadolu genelinde Hanefî mezhebinin yaygın oluşu, İlhanlılar’ın Anadolu siyaseti, Çobanoğulları, Ahîliğin yükselişi vb. hakkında birinci el kaynaklardandır. İbn Fazlullah el-Ömerî ve Kalkaşendî gibi Arap kaynaklarında da Anadolu’ya dair kayda değer bilgiler yer alır, fakat bunlar İbn Battûta kadar zengin değildir. Eserde kullanılan Türkçe kelimeler ise henüz incelenmemiştir. George Alfred Leon Sarton’un da temas ettiği gibi (Introduction, III/2, s. 1614) kitapta Türkçe’nin tarihî gelişimine az da olsa ışık tutacak bir hayli kelime bulunmaktadır.

Sosyal hayat, âdetler, inançlar ve töreler hakkında çok zengin malzeme ihtiva eden er-Rile antropoloji açısından da değerli bir kaynaktır. Çünkü eserde yemek tariflerinden bayram ve matem giysilerine, siyasetten tasavvufa kadar o dönemin insanıyla ilgili her konuda bilgi verilmiştir. Gerek A. L. Sarton gibi bilim tarihçileri (a.g.e., s. 1614) gerekse H. A. R. Gibb gibi mütercim-araştırmacılar er-Rile’nin bu ansiklopedik yönüne dikkat çekmişlerdir. Abdullah Abdülganî Ganim ise İbn Battûta’yı ilk antropologlardan saymaktadır (er-Ruvvâdü’l-müslimûn, I, 121). Ganim’in de belirttiği gibi er-Rile’nin verileri âdetler, ekonomi ve hukukî uygulamalar bakımından ele alındığında ortaya ayrıntılı ve çok renkli bir dünya tablosu çıkmaktadır. 

Meselâ Hindistan’la ilgili kısımda ölü yakma merasimine yer verilmiş, İran’ın Fîrûzân şehrinde cenaze törenlerinin düğün havasında cereyan ettiği belirtilmiş, Îzec’de cenaze münasebetiyle cemaatin perçemlerini keserek çığlık attığı anlatılmış, Anadolu’nun Mudurnu yöresinde mezarların üstüne -uzaktan bakınca evi andıracak şekilde- ahşap çatılar kondurulduğuna temas edilmiş, Sinop’ta cenaze kaldıranların başlarını açtıkları ve giysilerini ters çevirdikleri kaydedilmiş, Moğol kökenli Çin kağanlarının cenazesinde hizmetçi ve câriye tayfasından bir grup insanın diri diri gömülmekte olduğu, Maldiv adalarında katil bulunup öldürülmeden maktulün cenazesinin kaldırılmadığı anlatılmıştır.

İbn Battûta sosyal statüyle ilgili sembollere de temas etmiştir. Çin’de tâcirler kazandıkları altını özel boyutlarda eriterek evlerinin kapısına asmakta, beş kalıp altını olan tâcir parmağına tek yüzük, on kalıp altını olan ise iki yüzük takmaktadır. Maldiv kadınlarının giyim kuşamı, evlilik âdetleri ayrıntı biçimde anlatılır. Onu en çok şaşırtan hususlardan biri de Türk kadınlarının statüsüdür. Anadolu’da kadınlar tıpkı bir akıncı gibi at koşturmakta, pazar ticaretinde ön sıraları tutmaktadır. 

Özbek Han’ın ülkesinde asilzade hanımları sosyal etkinliklerde kocalarından aşağı kalmamaktadır. Onun antropolojik mülâhazalarının en önemlisi anaerkil düzene işaret ettiği yerlerdir. İç Batı Afrika’daki müslüman zencilerin bazı bölgelerde kurdukları düzen tamamen anaerkil esaslara dayanmaktadır. Nesep ve miras işlerinde anne ve annenin ailesi belirleyici konumdadır ve orada erkekler babalarına değil anneleriyle dayılarına nisbet edilmektedir.

er-Rile’de ticaret kültürüyle ilgili olarak ahî birliklerine temas edilmiş, bunların Kırım’dan Konya’ya, Alanya’dan Sivas’a uzanan siyasî ve ticarî etkinliğine dair ayrıntılı bilgiler verilmiştir. Ona göre Ahîlik Mısır’daki fütüvvet sistemine benzemektedir. Bu düzenin bir benzeri de İsfahan’da mevcuttur. Ahî kelimesinin Arapça “ah”tan geldiğini ve “ahî” tarzında okunması gerektiğini savunanlar İbn Battûta’yı şahit göstermişlerse de eserde buna dair hiçbir işaret yoktur. İbn Battûta, söz konusu kelimeyi Arapça “ahî”ye anlam bakımından değil şekil açısından benzeterek izaha çalışmıştır (II, 163).

Çin’de bütün iktisadî faaliyetlerin kâğıda bağlandığını, para hükmündeki kâğıt parçalarının yıpranması veya yırtılması durumunda büyük darphâneye getirilerek değiştirildiğini anlatır. Maldivliler’in ve Koko’daki Afrikalılar’ın mübadele aracı “veda‘” denilen deniz kabuklarıdır. Bu adalarda büyük memurlara maaş olarak pirinç ödenmektedir. er-Rile’yi ilginç kılan hususlardan biri de seyyahın gezdiği ülkelerdeki dinar ve dirhemleri Mağrib ve Mısır dinar ve dirhemleriyle mukayese etmesidir. Böylece çeşitli ülkelerin para birimlerinin gerçek alım gücünü karşılaştırmalı biçimde verir.

İbn Battûta Kimdir?

Eserle İlgili Kuşkular ve Cevaplar. er-Rile’nin bazı bölümlerinde tarihî kopukluklar olduğu herkesçe kabul edilen bir husustur. Birtakım olayların tasvirindeki abartısı, bazı şehirleri anlatırken pek çok seyyahın temas ettiği hususlara yer vermemesi vb. durumlar, İbn Battûta şârihleri ve mütercimlerinin çoğu tarafından tabii karşılanmış, hatta son araştırmalarda İbn Battûta’nın başka seyyahlara göre daha gerçekçi olduğu ve sağlam bir hâfızaya sahip bulunduğu vurgulanmıştır. 

Ancak eserin bazı bölümlerine çok daha ciddi itirazlar yöneltilmiştir. Şarkiyatçı Stephen Janicsek, er-Rile’nin Arzızulümât ve Bulgar şehrine dair anekdotlarını uydurma, hatta kötü bir kopya gibi telakki etmiş (“Ibn Battuta’s Journey to Bulghar: Is it a fabrication”, JRAS [1929], s. 791-800), Çin’le ilgili bölümlerin, o dönemdeki Moğol kökenli Yuan hanının Kurtay adını taşımaması gibi hususlar dikkate alınarak hayal mahsulü olduğu söylenmiş (Henry Yule, Cathay and the Way Thither, London 1913, IV, 136-145), Pasifik denizindeki seyahatin bir kısmı, Tavâlisî ülkesi, Berehnegar cemaati, gerek imparatorun ismi gerekse güzergâhtaki müphemlik sebebiyle Kostantiniye seyahati yine hayalî addedilmiş, seyyahın efsanevî kuş Roh’tan bahsetmesi ise tenkitleri büsbütün arttırmış ve onun Sindbad masallarından fazla etkilendiği ileri sürülmüştü.

(Henry Yule, Ibn Batuta’s Travels in Bengal and China [Cathay], London 1916, s. 2-166). Fakat zamanla Krachkovsky (İstoriya Arabskoy, s. 421, 425), Gibb (Selections from Ibn Battuta, s. 13-14), Yamamoto (Memoirs of the Research, sy. 8 [1936], s. 103), Âga Mehdî Hüseyin (“Ibn Battuta and His Rihla in New Light”, Sind University Research Journal, sy. 6 [Hyderabad 1967], s. 25-36), S. M. İmâmüddin (“Ibn Battutah’s Visit to China”, Journal of Central Asia, sy. 12 [İslamabad 1989], s. 89-96), Norris (“Ibn Battuta’s Journey in The North-Eastern Balkans”, Journal of Islamic Studies, sy. 5/2 [1994], s. 209-220) ve Beckingham (The Travels of Ibn Battuta, IV, London 1994, s. 874) gibi şârih, mütercim ve araştırmacılar, bu müphem kısımların çoğunu delillendirerek tasdik etmiş, bir bölümünü de uygun şekillerde yorumlamışlardır. 

İbn Battûta’nın Filistin’i zikzaklar çizerek dolaşması ise bu bölgeyle ilgili bilgilerin bir kısmını daha eski bir müslüman seyyah olan Ebû Muhammed el-Abderî’den çaldığı şeklinde yorumlanmıştır (Amikam Elad, “The Description of the Travels of Ibn Battuta in Palestine; Is It Original”, JRAS, sy. 2 [1987], s. 256-272). Şüphesiz yolun bu kadar dolambaçlı işlenmesi ve Abderî’nin güzergâhıyla benzerlik arzetmesi Elad’ın iddiasının yabana atılır cinsten olmadığını göstermektedir. Ancak bu tür iddiaların sahiplerinin de bileceği üzere İbn Battûta zaman zaman seyahat rehberi türü kitaplardan faydalandığını bizzat söylemiş, bu arada Ebû Ubeyd el-Bekrî’nin el-Mesâlik’inden bahsetmiş (I, 179) ve İbn Cübeyr’den alıntı yaptığını belirtmiştir (I, 272, 273, 297, 299); dolayısıyla Abderî’den de istifade etmiş olabilir. 

Belli bir kitaptan faydalanmış olması ise orayı gezmediği anlamına gelmez; aksine kendi sunduğu bilgileri daha derli toplu hale getirme gayreti taşıdığını gösterir. Esasen İbn Battûta, alıntı yaptığı kaynakta bulunmayan yeni bilgiler vermeyi asla ihmal etmemiştir. İbn Battûta’ya yöneltilen ciddi itirazlara cevap veren ve er-Rile’nin orijinalitesini savunan araştırmacıların cevapları N. Muhammed A. İsmâil tarafından üç madde halinde özetlenmiştir (Mevsûatü’l-aâreti’l-İslâmiyye [1993], s. 181-183). İbn Battûta’nın fıkıh bilgisi ve itimada şayan olup olmadığı gibi hususlar da Arap âleminde tartışılmıştır (Ca‘fer el-Halîlî, “İbn Baûa fî mevâzîni İbn aldûn ve meayîsih”, el-Bas_ü’l-ilmî, sy. 27 [Rabat 1977], s. 241-261).

Literatür. Eser üzerine yapılan ilk çalışma Muhammed b. Fethullah el-Beylûnî’nin hazırladığı muhtasardır. Zebîdî’nin de temas ettiği (Tâcü’l-arûs, “b” md.) bu özetin Brockelmann tarafından bildirilen nüshaları dışında (GAL, II, 353) bir nüsha İzmir Millî Kütüphanesi’nde (nr. 1753), bir nüsha da Medine’de Ârif Hikmet Kütüphanesi’nde (Tarih, nr. 231) bulunmaktadır. Ancak bu eser Avrupa’da tanınıp er-Rile’nin müjdecisi olarak telakki edildikten sonra İslâm dünyasında basılmıştır; İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi’nde de (nr. 5081) meçhul bir müellif tarafından yapılmış bir Türkçe çevirisi mevcuttur. Bu çevirinin sayfa kenarlarına sonradan Arapça ve Farsça notlar düşülmüş, Merâıdü’l-ıılâ gibi kaynaklara atıf yapılmıştır.

Krachkovsky’nin de belirttiği gibi er-Rile’nin bu muhtasarını Avrupa’da ilk keşfedenler ilim adamları değil seyyahlardır. Seetzen ve Burckhardt bu muhtasarı Gotha ve Cambridge’e getirdiler (1808). Böylece ilim çevrelerinde eser üzerine ilk incelemeler yapıldı (Krackovskij, s. 429). er-Rile’yi etraflı şekilde ele alan ilk şarkiyatçılar Alman asıllı M. Kosegarten ile öğrencisi H. Apetz’dir. 

Kosegarten İran, Maldiv adaları ve Afrika ile ilgili kısımları (Iter Persicum, Iter Maldivicum, Iter Africanum, Paris 1818), Apetz ise Malabar sahiliyle ilgili kısmı tahlil etmiştir (Descriptio terrae Malabar ex arabico Ebn Batutae Itinerario, Paris 1819). Nihayet Samuel Lee, Beylûnî’nin ihtisar ettiği metni İngilizce’ye çevirdi (The Travels of Ibn Battuta, London 1829). Daha sonra Fas’ta 1797’de bulunan bir el yazmasına dayanan J. de Santo Antonio Moura, er-Rile’yi bu eksik nüshadan Portekizce’ye tercüme etti (Viagens extensas e dilatades do celebre Arabe Abu-Abdallah Ben-Batuta, Lizbon 1840-1855). Avrupalılar’ı erken bir dönemde bir seyahatnâmeyi etraflı şekilde incelemeye ve kendi dillerine çevirmeye iten asıl sebep sömürgecilikle ilgilidir. Nitekim öncelikle ele aldıkları bölgeler Hindistan, Seylan ve İç Afrika gibi iştah kabartan yerler ve en fazla inceledikleri fasıllar da zenginlik ve altın kelimelerinin geçtiği kısımlardır.

Fransa’nın Cezayir’i işgal etmesiyle Kuzey Afrika kütüphaneleri sömürge yönetiminin eline geçti ve er-Rile’nin beş özel nüshası Bibliothèque Nationale’e getirildi; bunlardan ikisi kâtip İbn Cüzey el-Kelbî’nin elinden çıkmıştı. C. Defrémery ile B. R. Sanguinetti, uzun süren bir çalışma yürüterek eserin Arapça tam metnini Voyages d’Ibn Batoutah adıyla Fransızca’ya çevirip dipnotlarla zenginleştirerek dört cilt halinde yayımladılar (Paris 1853-1858, 1893-1895, 1969, 1979; Frankfurt 1994). Girişte Ernest Renan’ın İbn Battûta ve üslûbuna dair övgü dolu bir yazısının da yer aldığı bu tercüme o tarihten bugüne kadar İbn Battûta üzerine yapılan inceleme, karşılaştırma ve tenkitlerde daima esas alınmıştır (a.g.e., a.y.). 

Bu yayından sonra kitabın çeşitli bölümleri yahut tamamı hakkında epeyce çalışma yapılmıştır. Ernest Meyer eseri botanik tarihi bakımından incelemiş (Geschichte der Botanik Studien, Königsberg 1856, III, 309-325), Oscar Peschel ondan hareketle Hindistan tarihini (bk. bibl.), Henry Yule Hindistan, Bengladeş ve Çin (“The geography of Ibn Batuta’s travels in India”, The Indian Antiquary, III [1874], s. 114-117, 209-212, 242-244; a.mlf., Ibn Batuta’s Travels in Bengal and China, London 1916), R. Malcolm Haig Sind (“Ibn Batuta in Sindh”, JRAS, XIX [1887], s. 393-412) ve L. Fletcher Güney Hindistan (“Ibn Batutah in Southern India”, The Madras Journal of Literature and Science, I [1888-1889], s. 37-59) coğrafyalarını ele almışlar, August Fischer araştırmasında Battûta kelimesindeki “tı”nın niçin şeddeli olması gerektiğini izah etmiş (“Battûta nicht Batûta”, ZDMG, sy. 72 [1918], s. 289) ve Hans von Mzik’in kısmî çevirisinin ardından (Die Reise des Arabers Ibn Batuta durch Indien und China, Hamburg 1911) H. A. R. Gibb zengin notlarla bezeli Selections from Ibn Battuta başlıklı kitabını yayımlamıştır (London 1929). 

İbn Battûta Kimdir?

Batı dillerindeki ilk çalışmalarda esere karşı duyulan güven üzerine zamanla Yule gibi bazı araştırmacılar yüzünden gölge düşmüşse de Hans von Mzik ve Gibb’in eserleri kitabın güvenilirliğiyle ilgili temel kanaati güçlendirmiştir. Daha sonra Âga Mehdî Hüseyin’in Delhi Sultanlığı (Le gouvernement du saltanat de Delhi: Etude critique d’Ibn Battuta, Paris 1936), Yamamoto’nun Tavâlisî (yk.bk.), Narayana R. Seletore’nin Kral Haryab (“Haryab of Ibn Battuta and Harihara Nrpala”, The Quarterly Journal of the Mythic Society, XXXI [1940-1941], s. 384-406), Abdülmecîd Han’ın Fîrûz Şah (“The Historicity of Ibn Battuta re. Shamsuddin Firuz Shah”, The Indian Historical Quarterly, XV/2 [1941], s. 65-70), Stephan Conermann’ın Muhammed b. Tuğluk (Die Beschreibung Indiens in der Rihla des Ibn Battuta. 

Aspekte einer herrschaftssoziologischen Einordnung des Dehli-Sultanates unter Muhammad Ibn Tugluq, Berlin 1993) ve Richard Hennig’in Nijerya (Ibn Battuta’s Weltreise, III, Leiden 1953, s. 205-216) ile ilgili kısımlar üzerine yaptıkları incelemeler İbn Battûta’yı iyice değerlendirmiştir. Zaman zaman Amikam Elad gibi (yk.bk.) menfi tesbitlerde bulunan araştırmacılara rastlansa da yeni çalışmalar çoğunlukla İbn Battûta’yı tasdik ve ikmal ile sonuçlanmaktadır.

XX. yüzyılın ikinci yarısında er-Rile üzerine yapılan en zengin şerh-çeviri Gibb’e aittir (The Travels of Ibn Battuta, I-III, Cambridge 1958-1971). Ancak onun ömrü büyük emek verdiği eserin son cildini çıkarmaya yetmemiş ve bunu halefi Beckingham yayımlayarak neredeyse bütün paragrafları işlenip notlandırılmış olan çeviriye son şeklini vermiştir (London 1994). Şu anda eserin en kaliteli ve ayrıntılı şerh-çevirisi budur. Gibb’in başarısı, İbn Battûta’ya yakın zamanlarda yaşayan İbn Dokmak ve İbn Hacer gibi biyografi ve tarih yazarlarına başvurarak kitaptaki isimleri tahkik etmesinden ve Anadolu, Orta Asya ve Hindistan’la ilgili başka eserleri de incelemesinden kaynaklanmaktadır. 

Yine 1950’li yıllardan sonra Çek asıllı araştırmacı Ivan Hrbek’in çalışması (“The Chronology of Ibn Battuta Travels”, Archiv Orientalni, XXX [1962]) çok önemlidir. er-Rile’deki olayların tam olarak ne zaman ve nerede gerçekleştiğini ve mesafelerin nasıl hesaplanması gerektiğini diğer kaynaklarla karşılaştırarak ele alan bu çalışma hayranlık uyandıran bir sabrın ve dikkatin ürünüdür. Çok zengin bir literatür sunan Ross E. Dunn’ın eseri de (The Adventures of Ibn Battuta, London 1986; California 1989) eserin hangi bölümlerinin hangi kitaplara ve araştırmalara başvurularak değerlendirilebileceğini göstermesi bakımından kıymetlidir. Kitap F. Gabrielli tarafından Viaggiotori Arabi. Viaggi Ibn Battuta adıyla İtalyanca’ya (Cagliari 1961), Serafín Fanjul ve Federico Arbós tarafından da A través del Islam adıyla İspanyolca’ya (Madrid 1987) çevrilmiştir.

Stéphane Yerasimos, Defrémery – Sanguinetti çevirisini gözden geçirerek yeni giriş bölümü ve yeni notlarla daha zengin hale getirmiştir (Ibn Battuta, Voyages, traduction de l’arabe de C. Defrémery et B. R. Sanguinetti, introduction et notes de Stéphane Yerasimos, I-III, Paris 1990). Notların düzenlenmesinde Gibb’den faydalanılmakla beraber Anadolu, Balkanlar ve Kırım gibi bölümlerde orijinal açıklamalarda bulunulduğu görülmektedir. Paule Charles-Dominique er-Rile’nin önce geniş bir özetini yayımlamış (Voyages et prériplesc Choisis, Paris 1992), daha sonra İbn Fadlan, İbn Cübeyr ve İbn Battûta’nın eserleriyle müellifi meçhul bir seyahatnâmeyi Fransızca’ya çevirmiştir (Voyageurs arabes: Ibn Fadlân, Ibn Jubayr, Ibn Battûta et un auteur anonyme, Paris 1995). Thomas J. Abercrombie de ilginç bir metotla National géographic’in maddî yardımıyla yola koyulup İbn Battûta’nın gezdiği yerleri dolaşmış ve temel intibalarını, fevkalâde güzel fotoğraflarla beraber bu dergide neşretmiştir (Aralık 1991, s. 2-50).

Arap dünyasında en son gerçekleştirilen Abdülhâdî et-Tâzî neşri (I-V, Rabat 1417/1997) ve birkaç ciddi araştırma hariç tutulursa er-Rile konusunda ayrıntılı bilgi ve mukayeseye dayalı orijinal çalışma yok gibidir. Eser Defrémery – Sanguinetti neşrinden uzun bir süre sonra Kahire’de basılmıştır (1288/1871, 1322/1904); ancak bu baskılarda ciddi hatalar vardır ve ayrıca Fransızca çeviride bulunan dipnot ve açıklamaların hiçbirine yer verilmemiştir. 

Fuâd Efrâm el-Bustânî bazı bölümleri okul çocukları için bir dizi haline getirmiştir (Beyrut 1927). Mısır Maarif Vekâleti’nin isteği üzerine eser Ahmed el-Avâmirî ve Muhammed Câdelmevlâ’nın gayretiyle Müheebü Rileti İbn Baûa adıyla iki cilt halinde tekrar basılmışsa da (Kahire 1934; Beyrut 1985) coğrafyacı M. Fahreddin’in bir iki kıymetli haritası dışında ciddi bir şey ortaya konulamamış, birçok yabancı kelime açıklanmadan olduğu gibi bırakılmış ve herhangi bir karşılaştırma da yapılmamıştır. 

Bunları ilmî olmayan diğer bazı baskılar takip etmiştir (Kahire 1358/1938; Beyrut 1379/1960, 1388/1968; nşr. Ali Müntasır el-Kettânî, I-II, Beyrut 1392/1972). Daha sonra Mahmûd Şerkavî’nin (Riletü İbn Baûa, Kahire 1968), Şâkir Hasbâk’in (İbn Baûa ve riletühû, Necef 1971), Hüseyin Mûnis’in (İbn Baûa ve raalâtühû, Kahire 1980) çalışmaları yayımlanmışsa da er-Rile’yi kültür ve tarih bakımından ele alan bu eserler ya seyahatlerin yeni bir tasnifi veya tekrarı ya da şarkiyatçıların bazı açıklamalarının tercümesi olmaktan öteye gidememiştir. Arap dünyasında eserdeki yabancı kelimeler ve bazı bölgeler üzerine yapılmış ayrıntılı araştırmalar da bulunmaktadır (meselâ İbrâhim Sâmerrâî, “el-Elfâü’d-daîle fî Rileti İbn Baûa”, el-Bas_ü’l-ilmî, XXVI [Rabat 1976]; A. Halef, Mucemü elfâı İbn Baûa [Kahire 1994]; M. Yûsuf Ö. Âbid, Bilâdü’ş-Şâm fî Rile [Mekke 1986]).

Abdülhâdî et-Tâzî’nin hazırladığı tahkikli neşirde dipnotların birçoğu Gibb – Beckingham neşrinden alınmışsa da nâşirin orijinal katkıları asla azımsanamaz. Tâzî otuza yakın el yazmasına bakmış, zaman zaman Defrémery – Sanguinetti nüshasında bulunmayan farklı ibarelere ulaşmış (meselâ mukaddime kısmı), girişte çok zengin bir malzeme sunmuş ve IV. cildin sonundaki ilâvede eserle ilgili bazı belgelerden ve diplomatik kaynaklardan bahsetmiştir (IV, 283-328). Bu neşri önemli kılan bir husus da V. cildin şahıs isimleri, coğrafî isimler, siyasî-kültürel kavramlar, giyim kuşamla alâkalı tesbitler, yemek ve hayvan isimleri gibi alanlarda otuz dört ayrı fihrist ihtiva etmesidir.

İbn Battûta Kimdir?

Türkiye’de Rus şarkiyatçısı Krachkovsky’nin de belirttiği gibi (İstoriya, s. 428) daha 1860’lı yıllarda bu esere karşı bir ilgi uyanmış, kötü ve eksik bir nüshadan da olsa yapılan ilk çeviriler Takvîm-i Vekayi‘ gazetesinde neşredilmiştir (Mayıs 1862). Meçhul bir mütercimin yaptığı Terceme-i Seyahatnâme-i İbn Battûta 1290’da Süleyman Efendi Matbaası’nda ilk çeviri kitap olarak basılmıştır. Muhammed Mahmûd es-Sayyâd da takdirkâr bir ifadeyle Türkler’in Araplar’dan erken davrandığını belirtir (Tİ, III, 116).

Mehmed Şerif Paşa, er-Rile’nin Defrémery – Sanguinetti nüshasını Seyahatnâme-i İbn Battûta adıyla üç cilt olarak (üçüncüsü genel fihrist) Türkçe’ye çevirmiştir (İstanbul 1315-1319). Eser ayrıca 1917 yılında Maarif Vekâleti tarafından görevlendirilen bir heyete Defrémery – Sanguinetti neşrinden tercüme ettirilmiştir. Bu çalışma, yirmi altı sayfalık bir mukaddime ve ayrıntılı bir fihristle (V. cilt) birlikte beş cilttir. El yazması İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi’nde bulunan (nr. 4904) bu çevirinin zayıf tarafı fihrist kısmındaki bazı isimlerin yanlış imlâ ile verilmiş olmasıdır; herhalde Fransızca neşrin fihristindeki isimler İslâm coğrafya literatürü gözden geçirilmeden olduğu gibi nakledilmiştir. 

M. Cevdet, er-Rile’nin Ahîlik’le ilgili kısmına eyl alâ fali’l-aiyyeti’l-fityâni’t-Türkiyye fî Kitâbi’r-Rile li’bn Baûa adıyla Arapça bir zeyil hazırlamış, Ahîlik müessesesini Araplar’daki fityân ile karşılaştırmış, tarihî gelişimini, eğitim ve merasimlerini, askerî, tasavvufî yönlerini ve çeşitli sanayi kollarındaki hizmetlerini belge ve rakamlarla açıklamıştır (İstanbul 1351/1932). Mehmed İzzeddin’in er-Rile’de anlatıldığı şekliyle Bizans topografyasını ele alan çalışması Fransızca olarak basılmıştır (“Ibn Battuta et la topographie byzantine”, Actes du VI. congrès internationale des études byzantines, Paris 1951, II, 191-196). İbrahim Kafesoğlu’nun İslâm Ansiklopedisi’ne yazdığı İbn Battûta maddesi de oldukça muhtevalıdır.

Türkçe’de bu çalışmalardan sonra ciddi bir incelemeye rastlanmamaktadır. Mümin Çevik tarafından Mehmed Şerif çevirisinin sadeleştirilip “tam metin” olduğu belirtilerek gerçekleştirilen baskısında (İbn Batuta Seyahatnamesi, İstanbul 1983) birçok kelime yanlış okunmuş, sayfalar dolusu şiir ve açıklama atlanmış, ayrıca yer yer fahiş hatalar yapılmıştır. İsmet Parmaksızoğlu, Kültür Bakanlığı’nın 1000 Temel Eser serisi için hazırladığı bir kitapçıkta Türkler’le ilgili birkaç bölümü yayımlamış, ancak onda da Mehmed Şerif çevirisinin sadeleştirmesiyle kalınmıştır (İbn Battuta Seyahatnamesinden Seçmeler, İstanbul 1971). 

Mehmet Şeker tarafından kitabın Anadolu, özellikle Denizli ve ahîlerle ilgili kısmı üzerine yapılan çalışma Osmanlıca çevirinin bazı bölümlerinin yeniden tasnif ve tekrarından ibaret kalmıştır (İbn Batuta’ya Göre Anadolu’nun Sosyal-Kültürel ve İktisadî Hayatı ile Ahîlik, Ankara 1993). Nurettin Bürol İbn Battûta’ya Göre Deşt-i Kıpçak ve Türkistan başlıklı bir yüksek lisans tezi hazırlamıştır (AÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara 1991). Son yıllarda esere tekrar ilgi duyulmuş ve Sait Aykut tarafından Abdülhâdî et-Tâzî’nin beş ciltlik neşri esas alınarak Gibb ve Beckingham’ın İngilizce, Yerasimos’un Fransızca tercümeleri ve Dunn’ın çalışması gibi diğer önemli literatürden faydalanmak suretiyle açıklamalı bir çevirisi yapılmıştır; çalışma yakında Yapı Kredi Yayınları arasında neşredilecektir.

er-Rile M. Hüseyin tarafından Urduca’ya (Lahor 1898), Muhammed Ali Muvahhid tarafından Farsça’ya (Tahran 1337 hş./1958, 1348 hş./1969, 1370 hş./1991) çevrilmiştir.

BİBLİYOGRAFYA
İbn Battûta, er-Rile (nşr. Abdülhâdî et-Tâzî), Rabat 1417/1997, tür.yer.; ayrıca bk. neşredenin girişi, I, 9-146.
Muhammed b. Fethullah el-Beylûnî, Mutaaru Rileti İbn Baûa, İzmir Millî Ktp., nr. 1753; a.e.: Terceme-i Seyahatnâme-i İbn Battûta, İÜ Ktp., nr. 508.
Seyahatnâme-i İbn Battûta, İÜ Ktp., nr. 4904.
Tâcü’l-arûs, “b” md.
İbnü’l-Hatîb, el-İâa, III, 273-274.
İbn Haldûn, Muaddime, Beyrut 1956, II, 564-566.
İbn Hacer, ed-Dürerü’l-kâmine, III, 480-481; VI, 100.
Ebü’l-Hasan Ali b. Muhammed et-Temgrûtî, en-Nefatü’l-miskiyye (nşr. Henry de Castries), Paris 1929, s. 20, 68.
Makkarî, Nefu’-îb, I, 152; VII, 337.
Auguste Cherbonneau, “Voyage du cheik Ibn Batoutah à travers l’Afrique septentrionale et l’Egypte”, Nouvelles annales des voyages, Paris 1852, I, 129-161, 1852; II, 5-33, 177-204.
E. Renan, “Ibn Batoutah”, Mélanges d’histoire et de voyages, Paris 1878, s. 291-303.
Yağlıkçızâde Ahmed Rifat, Lugat-ı Târihiyye ve Coğrafiyye, İstanbul 1299, I, 30.
H. A. R. Gibb, Selections from Ibn Battuta, London 1929.
a.mlf., The Travels of Ibn Battuta, Cambridge 1958-1971, I-III.
a.mlf. – C. F. Beckingham, a.e., London 1994, IV, 884.
Brockelmann, GAL, II, 332-333, 353.
I. J. Krackovskij, Istoria Arabskoi Geograficheskoi Literatury, Moskova-Leningrad 1957, s. 417-430.
İbn Sûde, Delîlü müerrii’l-Magribi’l-aâ, Dârülbeyzâ 1960, I, 69.
Fuad Carim, Marko Polo ve İbn Battûta, İstanbul 1966.
Abdülhay el-Hasenî, Nüzhetü’l-avâır, II, 127-132.
Said Hamdun – Noel King, Ibn Battuta in Black Africa, Princeton 1994.
Sarton, Introduction, III/2, s. 1614-1622.
J. N. Mattock, “Ibn Baua’s Use of Ibn Jubayr’s Rila”, Proceedings of the Ninth Congress of the Union Européenne des Arabisants et Islamisants (ed. Rudolph Peter), Leiden 1981, s. 209-218.
a.mlf., “The Travel Writings of Ibn Jubair and Ibn Batuta”, Glasgow University Oriental Society Transactions, XXI, Glasgow 1965-66, s. 35-46.
F. Rosenthal, “Ibn Battuta”, DSB, I, 516-517.
Z. Muhammed Hasan, er-Raâletü’l-müslimûn, Beyrut, ts., s. 136-181.
Abdülhâdî et-Tâzî, Îrân beyne’l-ems ve’l-yevm: ırâatün cedîde li-Rileti İbn Baûa, Dârülbeyzâ 1404/1984.
a.mlf., “Beyne’l-maû ve’l-mabû min Rileti İbn Baûa”, MMLADm., LXX/3 (1995), s. 419-450.
Muhammed Mahmûd Muhammedeyn, et-Türâs_ü’l-cogrâfiyyü’l-İslâmî, Riyad 1984, s. 157-175.
Hâmid Zeyyân, el-ayât fi’l-alîc fi’l-uûri’l-vütâ fî davi müşâhedâti’r-raâle İbn Baûa, Dübey 1985.
H. Yajima, Ibn Battuta, Tokyo 1985.
P. Wittek, Menteşe Beyliği (trc. Orhan Şaik Gökyay), Ankara 1986, s. 65.
R. E. Dunn, The Adventures of Ibn Battuta: A Muslim Traveler of the Fourteenth Century, Berkeley-Los Angeles 1989.
Abdullah Abdülganî Ganim, er-Ruvvâdü’l-müslimûn, İskenderiye 1990, I, 116-171.
Ivan Hrbek, Ibn Battuta and The Maldiv Islands, Prag 1992.
F. Wood, Did Marco Polo Go to China, London 1995, s. 2-5.
Abdullah Kennûn, İbn Baûa, Rabat 1416/1996.
Mac-Guckin de Slane, “Voyage dans le Soudan par Ibn Batouta”, JA, 4ème série: sy. 1 (1843), s. 181-240.
E. Dulaurier, “Description de l’archipel d’Asie par Ibn Bathoutha”, a.e., 4ème série: sy. 9 (1847), s. 93-134, 218-259.
O. Peschel, “Ibn Batutah der Vater der Reisen”, Das Ausland, XXVI, Stuttgart 1853, s. 1225-1227.
a.mlf., “Ibn Batuta am Hofe von Delhi”, a.e., XXVIII (1856), s. 441-446.
a.mlf., “Ibn Batuta in Central Afrika”, a.e., XXXI (1858), s. 1109-1113.
Paul Chaix, “Les voyages d’Ibn Batoutah en Asie, en Europe et en Afrique au XIV siècle”, Le Globe, sy. 26, Genève 1887, s. 145-163.
Tatsuro Yamamoto, “On awalisi Described by Ibn Baua”, Memoirs of the Research Department of the Toyo Bunko, sy. 8, Tokyo 1936, s. 93-133.
G. H. Bousquet, “Ibn Battuta et les institutions musulmanes”, St.I, XXIV (1966), s. 81-106.
Agha Mahdi Husain, “Dates and Precis of Ibn Battuta’s Travels with Observations”, Sind University Research Journal, sy. 7, Hyderabad 1968, s. 95-108.
H. N. Chittick, “Ibn Battuta and East Africa”, Journal de la societe des africanistes, XXXVIII, Paris 1968, s. 238-241.
J. Chelhod, “Ibn Battuta, ethnologue”, Revue de l’occident musulman, sy. 25, Aix-En-Provence 1978, s. 5-24.
A. Miquel, “L’Islam d’Ibn Battuta”, BEO, XXX (1978), s. 75-83.
a.mlf., “Ibn Baua”, EI2 (İng.), III, 735-736.
Serafin Fanjul, “Elementos Folkloricos en la Rihla de Ibn Battuta”, Revista del Instituto Egipcio de estudios Islámicos en Madrid, XXI, Madrid 1981-82, s. 153-179.
I. R. Netton, “Myth, Miracle and Magic in The Rihla of Ibn Battuta”, JSS, XXIX/1 (1984), s. 131-140.
İbrahim Kafesoğlu, “İbn Battuta”, İA, V/2, s. 708-711.
Muhammed Mahmûd es-Sayyâd, “Riletü İbn Baûa”, Tİ, III, 101-116.
“İbn Baûa”, DMBİ, III, 120-126.
Nevvâl Muhammed Abdullah İsmâil, “İbn Baûa”, Mevsûatü’l-aâreti’l-İslâmiyye, Amman 1993, s. 177-187.
Charles F. Beckingham, “Ebn Baua”, EIr., VIII, 4-6.

İbni Batuta’nın Seyahatnamesi ve Önemi

Bu yazıda, 1304 ve 1369 yılları arasında yaşamış ünlü Faslı seyyah İbn-i Batuta’nın hayatı ve seyahatnamesi hakkında kısa bilgiler vereceğiz.

Dünya tarihinin en büyük seyyahlarından biri olarak kabul edilen Faslı Seyyah İbn-i Batuta, 29 yıl süren ve Çin‘den İspanya’ya kadar yaklaşık 130 bin kilometreyi bulan seyahatleri boyunca İslam dünyasının ve çevresinin büyük bir bölümünü gezmiştir.

İbn-i Batuta, bu seyahatleri boyunca edindiği izlenimlerini ve anılarını Rihletü İbni Batuta yani “İbn-i Batuta’nın Yolculuğu” anlamına gelen seyahatnamesinde toplamıştır. Bugün sayısız dile çevrilen bu eser, dünya tarihinin en önemli seyahatnamelerinden biri olarak sayılmakta ve sayısız tarihsel araştırma ve incelemeye kaynaklık etmektedir.

İbn-i Batuta’nın seyahatnamesi Anadolu ve Türk tarihi açısından da oldukça önemlidir. Çünkü onun seyahatnamesinde Anadolu şehirleri de oldukça önemli bir yer tutar. Bu nedenle, Rihle 14. yüzyıl Anadolusu için de değerli bir kaynaktır.

Antalya, Burdur, Eğridir, Denizli, Tavas, Muğla, Bursa, Amasya, Kayseri ve Sivas gibi şehirler İbni Batuta’nın gezdiği ve Rihle adlı seyahatnamesinde yer verdiği bazı Anadolu şehirlerdir. Örneğin Bursa’da Orhan Beyle görüşmüş ve seyahatnamesinde ondan “Türkmen hükümdarlarının en ulusu” olarak bahsetmiştir. Yine ahilik hakkında da önemli bilgiler vermiştir. Ayrıca Bizans dönemi İstanbul’unu ziyaret eden İbn-i Batuta, seyahatnamesinde oradaki yaşama da değinmiştir.

İbni Batuta’nın Hayatı

İbn-i Batuta Fas’ın Tanca şehrinde 1304 yılında doğdu. Gerçek adı Şerafettin Ebu Abdullah Muhammed İbn-i Batuta olan İbn-i Batuta, tüccar ve zengin bir babanın oğlu olarak dünyaya geldi ve iyi bir eğitim gördü. Özellikle Maliki mezhebi ve İslam şeriatı üzerine dersler alan İbn-i Batuta, birçok İslam ülkesinde kadı olarak görev yaptı. 21 yaşına geldiğinde Hacca gitmeye karar veren İbn-i Batuta, dönemin şartları nedeniyle oldukça uzun bir yolculuk yapmak zorunda kalmıştır.

Bu yolculuk boyunca Tunus, İskenderiye, Kahire, Şam ve Kudüs gibi şehirlerden geçerek Mekke’ye ulaşan İbn-i Batuta’nın yolculuğu yaklaşık bir buçuk yıl sürmüştür. Ancak İbn-i Batuta, bu uzun yolculuk boyunca geçirdiği deneyimlerden ve gördüğü yerlerden o kadar etkilenmiştir ki, seyahat etmek onda adeta bir tutku haline gelmiştir. Bu nedenle Fas’a geri dönmeyerek seyahatine devam eden İbn-i Batuta’nın bu seyahati yaklaşık 28 yıl sürmüştür.

İbn-i Batuta, günümüz ülke sınırları dikkate alındığında 44 farklı ülkeye seyahatler yapmıştır. Bu ülkeler arasında Irak, İran, Suriye, Somali, Tanzanya, Türkiye, Kırım, Hindistan, Çin, İspanya ve Mali gibi ülkeler vardır. Batuta, seyahatleri boyunca birkaç kez evlenmiş olmasına ve hatta bu evliliklerden çocukları olmasına rağmen seyahat etmekten vazgeçmemiş ve yolculuğa devam etmiştir.

İbn-i Batuta – Kilometre Taşları – TRT Okul

Nihayet 1354 yılında Fas’a dönen İbni Batuta, seyahatleri boyunca edindiği izlenimleri ve yaşadıklarını, Fas emiri tarafından kendisine gönderilen Muhammed İbn Cüzac’a anlatarak, Rihle adlı eserini yazdırdı. İbni Batuta seyahatnamesini yazdırmasının ardından ülkesi Fas’tan ayrılmadı ve 1369 yılındaki ölümüne kadar burada kadılık yaptı.

İbn Batuta'ya göre Türkler; "Kadınları erkeklerden üstün tutarlar"
Mehmed Mazlum Çelik 

İbn Batuta sayısız muhteşem öyküde hem şehre gelen yabancıydı hem de yolculuğa çıkan seyyahtı. Hepsinden önemlisi de bu öykülerin en güzel örneklerinin Türklerin yaşadığı coğrafyada geçiyor olmasıydı.

Ortaçağ'ın önemli seyyahı Marco Polo'nun en büyük rakibi denilebilecek İbn Batuta, 1304 senesinde Tanca şehrinde dünyaya geldi. Ailesi, Berberî asıllı Levâte kabilesinden olan Batuta, Kuzey Avrupa ve Afrika kıtasının güneyi hariç bilinen dünyanın tamamını dolaştı. Batuta seyahatlerinin önemli bir kısmını Türk beldelerine yaparak Türk Beylikleri ve aşiretlerinin içerisinde hatırı sayılır bir zaman geçirdi.

Bu yolculuk sırasında defalarca evlendi, kadılık görevi yaptı, vebaya yakalandı; ama hiçbir yerde kalıcı olarak durmadı. Kendi ifadesiyle bir defa gittiği hiçbir yolu ikinci kez kullanmadı. 1325 senesinde Hacca gitmek için evinden ilk defa ayrıldığında henüz 22 yaşındaydı ve geri döndüğünde artık ihtiyar bir adamdı. Bu uzun yolculuktan 'Rıhletü İbn Battûta' olarak bilinen tam ismiyle 'Tuhfetü'n-Nuzzâr fî Garâibi'l-Emsâr ve Acâibi'l-Esfâr' seyahatnamesi bir başyapıt olarak günümüze kadar ulaştı.

Bu eser de ne yazık ki Doğu'nun diğer zenginlikleri gibi Fransa'da bir müzede muhafaza edilmekte. Büyülü yolculuk bir rüya ile menzilini belirledi. Bilindiği üzere en büyük Türk seyyahı Evliya Çelebi'nin yolculuğu, rüyasında Peygamber Efendimiz ve ashabını görmesiyle başlamıştı. Ondan asırlar önce yaşayan en büyük Arap seyyahı İbn Batuta'nın yolculuğunun menzili de bir rüya ile belirledi. 

Bir gün gördüğü rüyasını şeyhi ile paylaşan Batuta, istikametini belirlemesini Rıhle'de şöyle anlatacaktı:

Bir gün yanına vardığımda bana "Yabancı ülkeleri gezip dolaşmayı çok sevdiğini görüyorum" dedi. Ben de "Evet, gerçekten pek severim bu işi" diye cevap verdim. O esnada Çin ve Hint gibi uzak ülkelere gitmeyi aklımın köşesinden bile geçirmiyordum. Ama bana şöyle demesin mi:

"Sen inşallah kardeşim Feridüddin'i Hint'te, Burhâneddîn'i Çin'de, Rükneddîn Zekeriyyâ'yı ise Sint yöresinde ziyaret edeceksin. Onlarla görüştüğünde benden selâm söyle olur mu"

İbn Battûta Kimdir?

Ben hayretler içinde kaldım. Ansızın içimde bu ülkeleri de gezmek hevesi uyandı. Şeyh Burhâneddîn'in bahsettiği üç adamla buluşuncaya kadar dolaştım buraları... Bu yüce insana veda ettiğimde bana bir miktar yol harçlığı verdi. Ama harcamadım bu parayı.

Kadere bakın, sonradan Hint kâfirlerinin denizde benden gasbettiği öteki eşya ile birlikte bu güzel hatıralar da eşkıyanın eline geçti!

Son olarak İskenderiye'nin büyükleri arasında Şeyh Yâkût Habeşî'yi de zikredebiliriz. Bu adam evliyadan Ebu'l-Abbâs Mürsî'nin müritlerindendir. Ebu'l-Abbâs Mürsî, keramet hazinesi, veliler velisi Ebu'l-Hasan Şâzilî'nin mürididir. İbn Batuta'nın Türkler için bu denli önemli olmasının nedeni ise 14'üncü yüzyılda Anadolu'dan Asya bozkırlarına kadar birçok Türk beyliği ve devleti hakkında tarih kitaplarında yer almayan bilgileri aktarmasıdır. 

İlk defa İran çöllerinde tanıştığı Türklerin, Antalya'dan Özbekistan'a kadar uzanan coğrafyada, dilleri, aile yapısı ve hatta yemek yeme kültürlerine kadar birçok değerli bilginin Rıhle'nin muhtevasında mevcut olması bu eseri ve seyyahı Türk milleti için müstesna bir yere taşımaktadır.

Türklerle ilk tanışma: Onlarsız seyahat imkânsız

İbn Batuta'nın Türkler ile ilk tanışması ve hayranlığı Ceravn'dan çıktığında başladı. Türklerden binek hayvan satın alan Batuta, çölü geçmek için onların rehberliğinden yararlandı. Bu yolculuk ve Türklerin cesareti, Rıhle'de şöyle yer aldı:

Huncubâl'da oturan ermiş bir adamla görüşmek üzere Ceravn'dan yola çıktık. Denizi geçtikten sonra Türkmenlerden binek hayvan kiraladık. Bu bölge Türkmenlerle meskûn. Son derece cesur oldukları ve güzergâhı iyi bildikleri için onlar olmadan burada seyahat etmek imkânsız!

Batuta'nın asıl Türk hayranlığı ise Antalya'ya adımını atmasıyla başladı. Anadolu'yu tanımlamaya başlarken "Bolluk ve bereket Şam diyarında, sevgi ve merhamet ise Rum'da (Anadolu)"  ifadelerini kullanan Batuta, ilk durağı olan Alanya'nın güzelliğini ise şöyle betimleyecekti; Allah dünyanın güzelliklerini ayrı ayrı dağıtırken hepsini burada bir arada bağışlamış.

Kendisi de bir kadı olan Batuta, Türklerin dini anlayışlarına karşı da büyük bir hayranlık beslemişti. Türklerin itikadı anlayışlarını şöyle tasvir edecekti:

Halk, İmam-ı A'zam Ebû Hanîfe Hazretleri'nin mezhebindendir. Hak Teâlâ ondan razı olsun. Hepsi Ehl-i Sünnet'tir. Aralarında ne Kaderî ne Râfıdî [=Râfizî] ne Mu'tezilî ne Hâricî ne de başka bir sapkın bulunmaktadır. Yüce Allah onları bu faziletleriyle diğer insanlardan üstün kılmıştır. Ama haşîş [esrar] yemekten çekinmiyorlar!

İbn Batuta, Türklerin gayrimüslimlerle kurduğu ilişkiyi ise bir hayli garipsemişti. Aydınoğlularından Birki Sultan'ın huzurunda bulunduğu bir sırada Yahudi doktor ile yaşadığı bir tartışmayı şöyle naklediyordu:

Sultanla otururken başında kuyruklu sarığıyla yaşlı bir adam geldi, selâm verdi. Kadıyla müderris ayağa kalkıp selâmını aldılar. Adam, sultanın önündeki sedire oturunca hafızlar geride kaldı. Müderrise sordum: "Kim bu adam". Güldü, cevap vermedi. Soruyu tekrar ettim. O zaman şöyle anlattı:

"Bu ihtiyar Yahudi bir doktordur, hepimiz muhtacız ona. Gördüğün gibi hükümdar ona çok saygı gösteriyor. Biz de ayağa kalkar, onu hürmetle karşılarız."

Bu tavır beni sinirlendirmişti; dayanamayıp itiraz ettim: Lanetli oğlu lanetli! Sen Yahudisin. Nasıl oluyor da Kur'an okuyanların daha üstünde bir mevkide oturuyorsun

Ona kızdım, sesimi yükselttim. Hükümdar bu davranışım karşısında hayret etti. Ne dediğimi sordu. Müderris benim anlattıklarımı tercüme edince Yahudi fena bozuldu, hırslandı, yüzü mosmor meclisi terkedip gitti! İbn Batuta'nın bu davranışına şahit olan Türk hükümdar ve devlet erkânı ise olayı tebessüm ile karşılamıştı. 

Türk kültürü yakın mercek altında

Türkler; İslamiyet'i sanıldığının aksine Araplardan değil, büyük oranda Farslılardan öğrenmişti. Günümüzde kullanılan ezan, abdest ve namaz gibi kelimelerin Farsça olması da tesadüf değil; ancak zaman içerisinde Fars kültürünün ve dilinin İslami terminolojinin kendisi zannedilmesi bazı kafa karışıklıklarına neden olmuştur.

Bu yanlış anlaşılmalardan birisine İbn Batuta'nın şahitliği olayı daha da ilginç kılmaktadır. Sakari (Sakarya) Nehri'nin kenarında karşılaştığı bir grup Türk ile iletişim kurmak için getirilen Hoca'nın yeni Arapça konuştuğunu iddia etmesinin ama aslında Farsça konuşmasını Batuta, şöyle anlatıyordu:

Hoca yanımıza geldiğinde bize Farsça konuştu, biz de ona Arapça konuştuk; ama hiçbir şey anlamadı bizden ve ahı yiğidine dönerek:

"Îşân Arabî kûhnâ mîkuvân! Ve men Arabî nev mîdânem" dedi. Gelelim açıklamasına; Îşân, "onlar" demektir. Kûhnâ, "eski" demektir. Mîkuvân, "diyorlar" anlamına gelir.  Men, "ben" demek, nev, "yeni" demek, mîdânem ise "biliyorum" anlamına gelir.

Hoca bu sözle ayıbını örtmek istiyordu! Arapça bilmediği hâlde ötekiler onun bu dili bildiğini sanıyordu; şöyle demişti onlara:

"Onlar eski Arapçayı konuşuyorlar, bense ancak yeni Arapça bilirim!'" Ahı yiğit, meselenin hocanın anlattığı gibi olduğunu sandı. Bu iş bize yaradı. Ahı bize bol ikramda bulundu. Şöyle diyordu:

"Bunlara ikram etmek şart, çünkü eski Arap dilini konuşuyorlar. Bu dil Yüce Peygamberimizin ve ashabının dilidir!"

O sıralarda hocanın hiçbir sözünü anlamamıştık! Ama ben onun sözünü ezberlemiştim. Fars dilini öğrenince meseleyi anlayacaktım. O gece zaviyede kaldık. Bize bir kılavuz gönderildi, Yenicâ'ya varmak için.

Meteor bulan Türk hükümdarı ve İbn Batuta 

Anadolu'da birbirinden enteresan vakanın içerisinde kendisine yer bulan İbn Batuta, Evliya Çelebi kadar olmasa da birçok 'acayip' olaya da şahitlik etmişti.

Bunlardan en sıra dışı olanlardan birisi de gökten düşen meteorun Türk Birki hükümdarınca özenle muhafaza edilmesiydi. Batuta, bu ilginç diyaloğu da şöyle aktaracaktı:

Hükümdar bana, "Hiç gökten düşen taş gördün mü" diye sordu. Ben de; 'Ne gördüm, ne de işittim!' cevabını verdim. Bunun üzerine Birkî şehrinin dışına böyle bir taşın düştüğünü söyleyip adamlarını çağırttı. Onlara taşın getirilmesi emrini verdi.

Biraz sonra simsiyah, sert ve cilâlı gibi gözüken bir kayayı alıp getirdiler. Ağırlığı zannıma göre bir kantar idi. Hükümdar bu defa taşçıları çağırttı. Bunlardan dört usta gelip vurmaya başladılar. Herkes demir balyozlarla dörder defa vurduğu hâlde hiçbir şey olmadı, şaştım kaldım! Hükümdar bu tecrübeden sonra taşın götürülüp yerine konulmasını emretti.

İbn Batuta, eserinde Türklerin sapkın mezhep ve tarikatlara bulaşmamış olmasını överken kendisinin Rafizi zannedilmesi sonrası Türklerin kendisini imtihana tabi tutmasını da Türklerin üstün bir meziyeti olarak ele almaktadır. 

Sinop civarında yaşanan hadisede Batuta, Türklerin kendisinin mezhebini anlamak için tavşan eti yedirmesini şöyle anlatıyor:

Şehre geldiğimizde ahali bizim iki elimizi yana indirerek namaz kıldığımıza şahit olmuş. Oralılar Hanefî oldukları için Mâlikî mezhebini ve onun namaz kılma usûlünü bilmiyorlar tabiî... Mâlikî mezhebince namazda elleri iki yana salmak, muhtar [=seçilen, uyulan, amel edilen] görüştür.

Sanûbluların bir kısmı Irak ve Hicaz yörelerini görmüş olduklarından, oralarda yaşayan Şîîlerin ellerini yana salarak namaz kıldıklarını da biliyorlar! Bu benzerlikten ötürü bizi Şîîlikle itham ettiler; art arda sorular sordular! Onlara Mâlikî olduğumuzu anlatmaya çalıştıksa da inandıramadık, yüreklerinde kuşku devam etti.

Nihayet belde naibi [yöneticisi], hizmetçileriyle bir tavşan gönderdi bize. Bizim ne yapacağımızı izlemesini tembih etmiş adamcağıza! Tavşanı kestirdim, pişirdim, hep beraber afiyetle yedik! 

Hizmetçi bu duruma şahit olunca efendisine gidip durumu anlatıyor. İşte o zaman hakkımızda uyanan kuşku yok oldu; ardından gelsin ziyafetler! Hemen ağırlamaya başladılar bizi! Zira Râfızîler tavşan eti yememektedirler.

Kıpçak Türklerinde Tatlı yemek ayıp karşılanır

Anadolu'dan çıkan Batuta, Deşt-i Kıpçak'a kadar ilerlemiş ve Türklere dair çeşitli bilgiler toplamayı sürdürmüştü. Seyyahımız, lezzetli bir yemek kültürüne sahip, savaşçı Kıpçak Türklerinin tatlıya karşı mesafeli tutumuna da bir hayli şaşırmıştı. Türklerin böyle bir lezzetten kendisini mahrum bırakmasına bir hayli içerleyen Batuta, şunları söyleyecekti:

Türkler iyi karakterli, kuvvetli ve cesur insanlardır. Bazı vakitlerde 'burhani' [=borani] denilen hamur işini yerler. Bu yemek, küçük küçük kesilmiş hamur parçalarıdır aslında. Bunlar, ortalarından birer delik açılarak tencereye oturtulur. Pişirildikten sonra üzerine yoğurt dökülüp içilir. 10 Ayrıca bir çeşit şıraları daha var ki demin bahsettiğimiz dûkî tanelerinden yapılıyor. Tatlı yemek, onlar nezdinde ayıp karşılanır!

Asya Türklerine dair Batuta'yı en fazla şaşırtan olay ise kadınların Türk toplumu içerisindeki yeriydi. Dolaştığı tüm beldelerde sosyal hayattan dışlanmış kadınların Türklerde erkeklerden üstün tutulması seyyahımızın eseri boyunca en fazla şaşırdığı olayların başında geliyordu. Batuta, şaşkınlığını şu sözlerle dile getiriyordu:

Bu yörede gördüğüm ilginç tutumlardan biri de erkeklerin kadınlara gösterdikleri aşırı saygıdır. Bu memlekette kadınlar erkeklerden üstün sayılıyor! Emirlerin hanımlarına gelince bu konuda ilk müşahedem Kırem'den çıktığımda vuku bulmuştu.

Emir Saltiye Bey'in hanımını baştan aşağı pahalı mavi kumaşlarla kaplanmış, pencere ve kapıları açık bırakılmış arabasına bindiği sırada seyretmiştim. Yanında şahane elbiseler giymiş, fevkalâde güzel dört cariye bulunuyordu.

Arkasından gelen bütün arabalarda da cariyeler bulunmaktaydı. Beyin konağına yaklaşınca o arabadan iniyor, onunla birlikte en aşağı otuz cariye de inerek hatunun eteklerini tutuyordu. Onun elbiselerinde [kuşağımsı] uzantılar vardı; cariyeler buralardan tutuyor ve eteği yerden kaldırıyorlardı.

Hatun böyle ihtişam ve gururla ilerleyip beyin huzuruna oturmuştu. Cariyeler ise hatunun çevresinde ayakta duruyorlardı. Az sonra getirilen kımız tulumlarından bir kadeh dolduran hatun, iki dizi üzerine çökerek eliyle beye sunmuş, bey bunu içtikten sonra hatun aynı tarzda bir kadeh içkiyi de kayınbiraderine takdim etmişti.

Nihayet beyin bizzat kendisi bir kadeh kımızı kendi eliyle hatununa içirmişti. Sofra hazırlanınca yemeklerini bir arada yediler. Bey, eşine bir takım elbise takdim ettikten sonra Hatun kibarca huzurdan çıktı. Beylerin hatunlarına gösterdikleri ilgi burada böyle!

İbn Batuta'nın 1325 senesinde başladığı büyüleyici yolculuğu İskenderiye'den Alanya'ya, Sakarya'dan Maldivlere kadar uzanıyordu.

Tolstoy'un söylediği gibi "Tüm muhteşem hikâyeler iki şekilde başlar: ya bir insan bir yolculuğa çıkar, ya da şehre bir yabancı gelir".

İbn Batuta, sayısız muhteşem öyküde hem şehre gelen yabancıydı hem de yolculuğa çıkan seyyahtı. Hepsinden önemlisi de bu öykülerin en güzel örneklerinin Türklerin yaşadığı coğrafyada geçiyor olmasıydı.

*Daha ayrıntılı bir okuma için Betül Ok'un “İbn Batuta Seyahatnamesi: Sosyolojik Bir Çözümleme” çalışması ve Aydın Taş'ın “Seyahatnamelerde Fıkıh Kültürü: İbn Batuta Örneği”

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.


Türk Mutfağından Kaybolan Kerkük Yemekleri Nedir?

 Türk Mutfağından Kaybolan Kerkük Yemekleri Nedir? Ziyat AKKOYUNLU* Özet:  Bu makalede, Orta Asya’dan başlayarak Osmanlı’ya ve oradan da Ker...