26 Aralık 2021 Pazar

Ateşbaz-ı Veli Ve Ateşbaz-ı Veli’den Sonra Aşçılık Makamına Gelmiş Kişiler

Ateşbaz-ı Veli Ve Ateşbaz-ı Veli’den Sonra Aşçılık Makamına Gelmiş Kişiler

Yıldız ÜNLÜ

Doç.Dr. Yılmaz ŞEÇİM

Prof.Dr. Hatice Ferhan NİZAMLIOĞLU


Özet

Mevlevilik yapısının ilk adımının atıldığı ve Mevleviliğin başladığı yer dergahın mutfağıdır. Mevlevilikte mutfak hem ruhen hem de fiziken beslenmenin yeridir. Mevlevilik için de mutfak, eğitimin başladığı nokta olması nedeniyle önemli bir yer edinmiştir. Mutfaktan sorumlu kişi ise Mevlevilikte Mevlana’dan sonraki en yetkili ve bilgili kişidir. Birçok idari iş mutfaktan sorumlu aşçıbaşının görevidir. Mevlana zamanında yaşamış ve bu önemli mertebeye ulaşmış en önemli şahsiyet, asıl adı İzzeddin Yusuf olan Ateşbaz-ı Veli’dir. 


Mevlana’nın aşçıbaşısı olarak görev yapmış, acemi dervişleri eğitmiş son derece bilgili bir kişidir. Görev yaptığı makam onunla bütünleşmiş aşçıbaşılığa Ateşbaz-ı Veli makamı ismi verilmiştir. Ateşbaz-ı Veli vefat ettikten sonra bile makam bu şekilde anılmıştır. Bu çalışmada da Ateşbaz-ı Veli ve sonrasında bu makamda bulunan kişiler hakkında araştırmalar yapılmıştır. Mevlevilik için önemli bir mevki olan Ateşbaz makamının, bu makamda bulunmuş kişilerin bilinmesi ve tanınması büyük önem arz etmektedir. Araştırmada tez, kitap, makale, dergi gibi kaynaklardan geniş literatür taraması yapılmış, bilgiler derlenmiştir. 


İlaveten bu konu hakkında detaylı bilgiye sahip bir yazarla görüşülüp, yazarın verdiği bilgiler doğrultusunda kaynak taraması genişletilmiştir. Ulaşılan aşçıbaşı isimleri listelenmiş ve çalışmanın daha fazla detaylandırılabilmesi için Mevlevihanelerin arşivlerine ulaşılması önerisinde bulunulmuştur.


1. Giriş

İnsanların hayatlarını devam ettirebilmeleri için birbirleriyle dayanışma içerisinde olması gerekmektedir. Beraber olmanın gereği ise birçok ortak çabayı meydana getirmiş ve böylelikle yaşamayı kolay hale getirmenin yolları aranmıştır. Bu sayede medeniyetler oluşmuştur (Kafesoğlu, 1984: 16).


Medeniyet, toplulukların bir coğrafyada veya belirli bir dönemde ortaya çıkardığı değerler bütününü oluşturan yapıdır. Medeniyetler çoğunlukla belirli bir din ve renge sahiptir. Bunun sonucunda ise büyük coğrafyalarda birbirinden farklı inançlara ve ırklara sahip insanların birbiri ile yaşadığı görülmektedir (Günay, 2007: 2-3). Bu insanlarda bulundukları coğrafyada bir bütün oluşturmaktadır (Kaplan, 1983: 40). Bir bütün içerisinde yaşayan insanları da varoluşlarından bu yana birçok olgu etkilemiştir. Bunlardan biri de inançtır.


İnanç, antropoloji bakımından insanın varoluş yapısına ait davranıştır. İnanmanın yaygın şekli ise kabul edilen dinlerden birisine inanma, inanç düzenine bağlanma şeklinde ortaya çıkar (Öztürk, 1999: 328). Din, insanların varoluşundan bu yana hayatını en çok etkileyen olguların başında gelmiştir. İnsanın yaşadığı her döneminde dini ögelere rastlanmaktadır. Ünlü filozof Bergson’da “ Geçmişte bulunduğu gibi bugün de ilimsiz, sanatsız, felsefesiz toplumlar bulunacaktır. Fakat dinsiz bir toplum asla” diyerek din olgusunun üzerinde durmuştur (Tanyu, 1980: 15).


Dinler, birbirlerinden ayrıymış gibi görünebilirler ve bu yüzden birden fazla din mevcuttur. Fakat hepsinin birleştikleri, aynı sonuca çıkan bir nokta vardır. O nokta ise inanmanın insan ile evreni aşan bir varlığın arasındaki bağ olarak kabul edilmiş olmasıdır (Mengüşoğlu, 1988:291).


Türk toplumunda dinler, İslamiyet öncesi ve İslamiyet sonrası dönem olarak ikiye ayrılır. İki dönem arasında yatan temel nokta ise yaratıcının varlığına inanmaktır. İslamiyet öncesi inanışlarda geniş alana yayılmış olan Moğol-Türk kültür tarihinin bir bölümünü oluşturmuş “Şamanizm” adı verilen eski bir inanış biçimi bulunmaktadır. Türkler Şamanizm’i din olarak görmemiş sadece inançları içerisinde Şamanist unsurlara yer vermiştir. 


Bu unsurlar Türklerde yaygın olarak kullanılan mezar taşı, kurşun dökme, su dökerek uğurlama gibi geleneklerdir. Anadolu’da da günümüzde bu tür örf, adet, gelenek ve göreneklerimiz içerisinde Şamanizm’den kalan unsurları görmek mümkündür (Doğan, 2002: 305; Gökalp, 1976: 40). 


İslamiyet öncesi dönemde Türklerde asıl hâkim olan inanç ise Gök Tanrı inancıdır. İslamiyet sonrası döneme benzerliği bulunan Gök Tanrı inancında da kurban kesme, çaput bağlama, yağmur duası, nevruz kutlamaları gibi birçok adet bulunmaktadır (Sigrid, 1972: 37-38). İslamiyet sonrası dönemde ise Türklerde Tevhid inancı (Tek Tanrı) ortaya çıkmış ve son din olarak da İslam dininin kabul edilmesi buyurulmuştur (Ögel, 1988: 87).


İslamiyet de diğer dinler gibi insanları yanlış ve zararlı alışkanlıklardan uzaklaştırmak için doğmuştur. İslamiyet bir tek tanrı dinidir. İnançların temelleri arasında en başta Allah’a iman gelmektedir. İslam medeniyetinin temel kuralı bu olmuştur. Çünkü İslamiyet çok tanrıcılık ve putperestliği kabul etmez. Eşi benzeri olmayan tek yaratıcı Allah’a inanmaya davet eder. O yüzden İslam medeniyetinin esasında Tevhid inancı bulunur (Ögel, 1988 :87). Tevhid inancı, Allah’ın varlığına, birliğine, eşi ve benzeri bulunmadığına inanmayı esas alır. Böylelikle İslam dininin özünü Tevhid inancı oluşturur (Herras, 2000: 139).


İslam dini ortaya çıktıktan sonra peygamberler dışında İslam dinini benimseyen birçok âlim yayılması için uğraşmıştır. Bu yolda ilerleyen âlimler iyiliği, doğruyu öğretmeyi amaçlamış ve tüm ilim konularında medreselerde günlerce çalışmıştır. Kimisi din konusunda çalışma yürütmüş kimisi de güzel sanatlar alanında iyiliği bulmanın izini sürmüştür. 


Bir kısmı akıl yoluyla ilerlerken kalp sevgisini aramış, bir kısım ise rasathanelerde geceyi gündüz ederken bazıları tıbbi açıdan çareler bulmak için çalışmıştır. Bütün bunların yapılmasında en büyük etken ise hayır işlemek ve insanlığa katkı sağlamaktır. Bu arayışlar sonucunda birçok yöneliş başlamış ve bu yönelimlerden biri de mistik bir akım olan tasavvuf ortaya çıkmıştır (Tümer ve Küçük, 2010: 63).


Tasavvuf, Tanrı’nın birliğini, var oluşunu, büyüklüğünü ve kâinatın oluşumunu canlı birliğiyle, yaratan ve yaratılanın bir bütün oluşunu açıklayan dini bir felsefi akımdır. İslam gizemciliği olarak da adlandırılır. İslam medeniyetinde ortaya çıkan mistik oluşumunun adı alan tasavvuf, insanların kalbi, ruhani ve ahlaki değerler boyutunu derinleştirerek engel teşkil eden düşünceleri kaldırmak için ortaya çıkmıştır. Asıl olan hedef İslam inancının hedefidir. 


Ancak ilim konularındaki tartışmalar arttıkça bir konuda uzmanlaşmaya gidilmiş ve insanların iç âlemini imar ve ihya etme çalışmaları sûfi olarak adlandırılan kişilerin payına düşmüştür. Sûfilerin cevap aradığı temel sorular vardır. Bunlar; Ahlaki faziletler nasıl elde edilecek? Ahlak eğitimi için neler yapılmalıdır? Gönül terbiyesi nasıl gerçekleştirilmelidir? gibi sorulardan oluşmaktadır (Çubukçu, 1961: 105).


Tasavvufu yaymayı, bunu kendine sorumluluk olarak yüklemiş, ilahi yolda doğruları hayatları boyu aramış pirler vardır. Yaşadığı dönemde birçok insana yol gösterici olmuş, bilgilerini insanlara öğretmeyi amaçlamışlardır. Bu süreçte zorlanmışlardır fakat hedefledikleri yoldan, yol göstericilikten vazgeçmemişlerdir. Önemli pirlere; Ahmed Yesevi, Abdülkadir Geylani, Hacı Bektaş Veli, Bahauddin Nakşibend ve Mevlana örnek verilebilir (Köprülü, 1976: 118).


1.1.Mevlana


Bugün Afganistan’ın kuzeyinde ve Özbekistan’a sınır olan Belh şehrinde 13. yüzyılın başlarında Mevlana ve ailesi yaşamıştır. Mevlana’nın babası, Sultan’ül-Ulema yani âlimlerin sultanı olarak bilinen Bahaeddin Muhammed, şehrin âlimlere mensup bir ailesinden gelen ve büyük bir üne sahiptir. Annesi ise Mümine Hatun’dur. Bahaeddin Veled’in Mümine Hatun ile evliliğinden bir kızı ve iki erkek çocuğu dünyaya gelmiştir. Dünyaya gelen çocuklardan biri de Mevlana’dır (Önder, 1998: 50).


Mevlana’nın asıl ismi Muhammed Celaleddin’dir. Belh’te 30 Eylül 1207 yılında dünyaya gelmiştir. Bu tarih hicri takvimde 6 Rabiulevvel 604’e tekabül etmektedir. Bahaeddin Veled’in küçük oğludur. Mevlana çocuk yaşlarındayken ailesiyle beraber Belh’ten hicret etmiş, Bağdat ve Nişabur kentleri üzerinden Hicaz bölgesine geçerek hac görevini tamamlamışlardır. 


Moğol istilasından kaçarak Şam üzerinden Anadolu topraklarına geçmiş, günümüzde Karaman olarak bildiğimiz geçmişte Larende olarak adlandırılan semte yerleşmişlerdir. Burada 7 seneye yakın bir süre ikamet ettikten sonra Selçuklu Devleti’nin hükümdarı Alaaddin Keykubad, Bahaeddin Veled’i Konya’ya davet etmiş, Sultan’ül-ulema bu davete icabet edip oğlu Mevlana Celaleddin ile beraber Konya’ya yerleşmiştir. 


Sadece baba ve oğulun Konya’ya gitme sebebi ise Mevlana’nın annesi Mümine Hatun ve ağabeyi Alaaddin Muhammed’in Karaman’da vefat etmiş olmasıdır. Bahaeddin Veled ise Konya’ya yerleştikten sonra ancak 2 yıl yaşayabilmiş hicri takvime göre 13 Rebiülahir 628, miladi takvime göre 19 Şubat 1231 yılında manevi miraslarını küçük oğlu Mevlana Celâleddin’e bırakarak vefat etmiştir. 


Mevlana 17 yaşında iken Semerkandlı Lala Şerafeddin’in kızı Gevher Hatun ile hayatını birleştirmiş, bu evlilik neticesinde ise Sultan Veled ve Alâaddin Çelebi adında iki erkek çocuk dünyaya gelmiştir (Elfaki, 2011: 998-999).


Eğitimini ilk olarak babasından alan Mevlana babasının hayata veda etmesinden sonra Konya’ya gelen Bahaeddin Veled’in öğrencisi Burhaneddin Muhakkık Tirmizi’den 9 yıl eğitim almıştır. İyi bir eğitimle zamanla müderris olan Muhammed Celâleddin’e “Efendimiz” anlamına gelen “Mevlana” ismi verilmiştir. Batı kesiminde ise “Rumi” kelimesi yaygın kullanılan bir ifade olmuştur. Mevlana’nın yolunun kesiştiği bir âlim hayatında dönüm noktası oluşmuştur. 


Bu kişi Şemsi Tebrizi’dir. Şems 1244 yılında Konya’ya gelmiş ve Mevlana’nın manevi hayatına başka bir boyut kazandırmıştır. İki okyanusun bir araya gelmesi olarak adlandırılan Merace’l Bahreyn denilen bu olay Mevlana’nın iç dünyasında ortaya çıkmamış aşk Cebrail’ini uyandırmıştır. Böylelikle Mevlana manevi dünyaya, ilahi aşka daha çok yönelmiş adeta gözü başka bir şey görmez olmuştur. Kendisini bu yola adamış ve öğrendiğini öğretmeyi amaçlamış bunu hayat gayesi yapmıştır. Büyük âlim 17 Aralık 1273 Pazar günü dünyaya veda etmiştir (Karaismailoğlu, 2014: 231).


1.2. Mevlevilik


Mevlana’yı benimseyip, izinden gidenlerin kurumlaşma düşüncesiyle oluşturduğu yapıya Mevlevilik ismi verilmektedir.


Mevlana Celâleddin Rumi, sahip olduğu ilim irfan geleneğiyle sadece Türk İslam Medeniyetini değil batı medeniyetlerini de etkisi altına almıştır. Mevlevilik tarikatının kurucusu olmasa bile temellerinin atılmasını sağlayan, yol göstericisi olarak bilinen bir sufi olmuştur. Mevlana vefat ettikten sonra sevenleri, onun izinden gidenler, yakın dostu olan Hüsameddin Çelebi’nin çevresinde toplanmış daha sonrasında Mevlana’nın oğlu Sultan Veled posta oturmuştur. 


Sultan Veled, tüm konularda babasının izinden gitmiş, babasına sadakatini her daim devam ettirmiştir. Mevlevilik sisteminin oluşmasında, kurumsal olması konusunda büyük çaba harcamış, Mevlevilik usullerinin net bir şekilde prensiplere dayandırılması için önemli hizmetlerde bulunmuştur. Sonrasında Mevlana’nın torunu, Sultan Veled’in oğlu Ulu Arif Çelebi Mevleviliğin tüm şehirlere yayılmasını sağlamıştır. Bu sayede Mevlevilik Konya dışında da geniş bir kitleye hitap ulaşmıştır (Kemikli, 2007: 1-20).


Mevlevilik, uluslararası boyut kazanmış nadir tasavvufi akımlarından birisidir. Yaşamın çoğu yerinde karşımıza çıkmıştır. Birden fazla bilim dalına konu olan, uzun bir tarihe sahip bu akım, içeriğindeki simgelere bakıldığında olağanüstü çeşitliliğe sahip olduğunu göstermektedir. Mevlevilikte dikkat edilen en önemli husus, her akli dengesi yerinde olan insanın kendine gelmesi ve içerisindeki kendi benliğini bulması olmuştur. Bu durum tasavvufi eğitimi ortaya çıkarmıştır. Amaç ilahi aşktır. Bu akımda edep her daim bütün kuralların temelini oluşturmuştur (Tosun, 2004: 123-125).


Mevlevilik tarikatı beraberinde Mevlevihane yapılarını ortaya çıkarmıştır. Mevlevihaneler eğitimlerin verildiği mekanlardır. Büyüklükleri, kullanıldığı alanları, amaçları bakımından âsitâneler ve zaviyeler olarak iki farklı isimle adlandırmışlardır. Âsitâne, eşik yanı, kapı eşiği anlamlarında kullanılan “astan” kelimesinden türetilmiştir. Mevlevilik tarikatında âsitânenin diğer tarikatlarda olmayan farklı anlamı bulunmaktadır. Bu anlam ise rıza kelimesinin karşılığı olarak görülen 1001 gün içerisinde çile çıkarmanın, zaviyelerden daha büyük bir alana kurulan mekanın, ilim irfan sahibi kişilerin eğitim verecekleri bölümlere ayırılacak şekilde mimari yapısı bulunan dergah olması diye açıklanmaktadır. 


Âsitâneler, içerisinde semahane (zikir yapılan yer), türbe, çilehane, hücreler, matbah (mutfak), kiler, meşkhâne (mûsikî öğretilen yer), harem dairesi (şeyhin evi), selamlık (erkek konukların alındığı bölüm) gibi bölümler bulunan büyük bir külliyedir. Zaviyeler ise tekke olarak nitelendirildiği için ve âsitânelerden küçük bir alanda olan, bölümleri açısından kapsamlı olmadığından dolayı çile çekilen bir alan olmamıştır. Ancak sema meşk eden, dua okuyan, ney üfleyen dervişlerin bulunduğu ayrıca konaklama imkanı olan mekanlardır (Küçük, 2013: 11).


Âsitânelerin içerisinde bulunan her bölüm Mevlevilik için çok büyük önem arz etmektedir. Örneğin; semahane tekkelerde zikir yapılan bir yerdir. Çilehane, dervişlerin ilahi aşk yolunda çaba gösterdikleri yalnız kalıp ibadet ettikleri ve bunu çile olarak adlandırdıkları dönemi geçirdikleri yer olup Mevlevilik tarikatında önemli mertebelere gelebilmek için ihtiyaç duyulan mekandır. Meşkhâne musiki eğitimin verildiği, sanata önem veren insanların bir arada olduğu mekandır. Bir diğer önemli bölüm ise matbah adı verilen günümüzde mutfak olarak adlandırılan bölümdür. Matbah, Mevlevilikte sadece yemek pişirilen bir yer olmamış işlev açısından farklı bir boyut kazandırılmıştır (Gölpınarlı, 1983: 396).


Mevlana, toplumları her yönüyle bilgilendiren fikirlerini, çeşitli sembollerle de ifade etmiştir. Bu sembollerden biri de yemektir. Örneğin; “Hayatım hamdım, yandım, piştim sözlerinden ibarettir.” diyerek hayat felsefesini açıklayan cümleyi yemek terimlerini kullanarak açıklamıştır. Mutfakla ilgili kuralların getirilmesi, bu kuralların içerisinde var olan ekipleşme, dergahta verilen eğitimin ilk olarak mutfakta başlaması, Mevlana’nın büyük aşçısı Ateşbaz-ı Veli için dergahtaki dervişler tarafından, öldüğünde ateşi temsil etmesi açısından kızıl renkli taşlarla mezar anıtı yaptırması Mevleviliğin mutfağa verdiği değeri açıklamaktadır (Halıcı, 2007: 16). 


Ateşbaz-ı Veli’ye bu kadar önem verilme sebebi ise hayatını Mevlana’ya adayan dervişlerin başında geliyor olmasıdır. Hem sembolik açıdan hem de gündelik yaşamında Mevleviliğin mutfağında yetişmiş, mertebeye erişmiş bir gönül dostudur (Bekleyiciler, 2015: 16-23). Böylelikle terbiye mektebi olan Mevleviliğin terbiye yönetiminde Ateşbaz-ı Veli yani Aşçı Dede’nin büyük bir değeri vardır. Bu yönetim görevi Ateşbaz-ı Veli’den sonra “Ateşbaz-ı Veli Makamı” olarak simgeleştirilmiş ve bu makama gelen kişiler yönetimdeki görevlerini yerine getirmişlerdir.


2. Yöntem


Bu çalışmanın amacı, Mevlevi eğitim sistemi içerisinde büyük öneme sahip olan matbahın ve bu eğitimin verilmesine vesile olan önemli derviş Ateşbaz-ı Veli’nin daha fazla bilinmesi ve daha sonra bu makama gelmiş diğer aşçıbaşılarını tanımaktır. Bu amaçlar doğrultusunda mutfağın içerisinde yetişmiş ama isimleri duyulmamış kişileri ortaya çıkarıp literatüre katkı sağlamak hedeflenmiştir.

Çalışmada literatür incelemesi yapılmış, elde edilen bilgiler derlenmiştir. İlaveten araştırmanın ana konusu olan Ateşbaz-ı Veli’den sonra aşçıbaşılık makamına gelmiş kişiler hakkında çalışma yapmış Yazar Ali BEKTAŞ Bey ile Haziran ayında nitel araştırma yöntemi olan görüşme yöntemi kullanılarak konu hakkında bilgi alınmış, verdiği bilgiler çerçevesinde kaynak taraması yapılmıştır. Yapılan araştırmalar sonucunda çıkan bilgiler de çalışmaya eklenmiştir.


3. Bulgular


3.1.Mevlevilikte Matbah Ve Önemi


Mevlevilik yapısının ilk adımının atıldığı, işlendiği yer dergahın matbahıdır (Bekleyiciler, 2015: 34). Mevleviler mutfak anlamına gelen “matbah” kelimesini sofra, yemek için de “somat” ifadesini kullanmışlardır. Matbah hem ruhen hem de fiziksel olarak beslenmenin yeridir (İyiyol, 2014: 591). Mekan her ne kadar yemek pişirilen yer olarak görünse de asıl olan Allah’a ulaşmanın yollarını bilmeyen ama bunu gönülden isteyen dervişlerin pişmesi için bulundukları çilehanedir (Bekleyiciler, 2015: 31). 


Matbah, dünya uğraşlarının sembolik yeri olarak ifade edilir (Demirci, 2008: 124). Dervişler ilk olarak mutfakta benliklerinden arınmış, kibirden uzaklaşmış, yol ve yöntemi burada öğrenmişlerdir (Halıcı, 2009: 18). Bir yemeğin olması için nasıl pişmesi gerekiyorsa dervişlerin de manevi dünyadaki gerçeğe erişmesi için zamanla olgunlaşması gerekmektedir. Bu yüzden mutfakla bir benzerlik oluşturulmuştur (İyiyol, 2014: 592).


Dergahta çileye başlayacak adaya, çile döneminin ilk mertebesinde olan kişiye “Nevniyaz veya can” adı verilirdi. Nevniyaz’dan öncelikle matbahın sol tarafında kapı yanında bulunan saka postu adı verilen alana oturması istenirdi. Saka postu adını “saki” kelimesinden alır. Saki su dağıtan kişiye verilen isimdir o yüzden insanların su ihtiyacı için hizmet ettiği gibi, “susuz gönülleri serinleten” anlamında kullanıldığı için saka postu denilmiştir. Posta oturan aday, 3 gün boyunca dizlerinin üzerinde çevresinde olan hizmetleri gözlemler ve bu süre içerisinde çile görevini tamamlayıp ya da tamamlayamayacağına karar verirdi. 


Temel ihtiyaçlar dışında 3 gün boyunca yerinden kalkmaz ve kimseyle konuşmazdı. 3 günlük saka postunda oturma görevi tamamlandıktan sonra aday Kazancı Dede’nin karşısına götürülür ve çileye devam edip, devam etmeyeceği sorulur. Çileye devam etme konusunda ısrarcı olursa 1001 günlük çileye başlayıp ilk olarak 18 gün süren ayakçılık hizmetini yapmaya başlardı (Demirci, 2008: 124). 


Çile zamanı içerisinde derviş 18 farklı alanda hizmet ederdi. Kendisine bir sanat dalı belirleyip, o alanın üzerine yoğunlaşarak, uzmanlık kazanırdı. Hizmet ederken sema, zikir, sohbet içerisinde hamlığı gider, yetişir bunların sonucunda da Allah, doğa ve insan sevgisini benliğinde hissederek, çevresine ilimi, ilahi aşkı, ifade etmek üzere yol gösterici dede haline gelirdi. 


Çile zamanının dolmasına yakın derviş hela (tuvalet) temizlemek üzere görevlendirilirdi. Dergahta hela temizlemek nefse en güç gelen görevdendi. Dedelik unvanına erişecek derviş, helayı temizlerken nefsini büyük bir şekilde terbiye etmekte, kibrini kırmakta ve yok etmekteydi. Bu açıdan görevin kişide bıraktığı etkiden dolayı tamamlanması büyük önem arz etmekteydi (Top, 2006: 60- 61).


3.2.Mutfakta Görülen On Sekiz Hizmet:


Aşçıbaşıya yardımcı kişiler vardır ve bu mertebeler çileye başlayan kişinin izleyeceği basamaklardır. İzlenilen basamaklar aşağı mertebeden yukarıya doğrudur.


1. Kazancı Dede: Aşçı Dede’nin yardımcısıdır. Dergahta zabit görevi yapar, acemi dervişleri topluca yönetirdi.

2. Halife Dede: Matbaha yeni gelmiş olan acemi dervişleri eğitir ve yol gösterirdi.

3. Dışarı Meydancısı: Hücrelerde bulunan dervişlere Aşçı Dede’nin verdiği emirleri iletirdi.

4. Çamaşırcı: Dergahta bulunan kişilerin çamaşırlarının temizlenmesini sağlardı.

5. Abrizci (su döken): Bulunulan ortamların ve helanın temizlenmesinden sorumlu kişidir.

6. Şerbetçi: Çile süresini tamamlamış, hücre sahibi olacak dedelerin merasim şerbetlerini ve matbahı ziyarete gelen dedeler için ikram edilen şerbetin yapılmasından sorumlu kişidir.

7. Bulaşıkçı: Çıkan bulaşıkları yıkayan veya yıkatan kişidir.

8. Dolapçı: Kullanılan kap kacaklar kontrol eder, bakımı yapılacak olanların kalaylanmasını sağlar ve temiz olmalarına dikkat ederdi.

9. Pazarcı: Pazardan alınması gereken malzemeleri alıp getiren kişidir.

10. Somatçı: Yemek yenilecek sofrayı kurup, kaldırır daha sonrasında yemek yenilen alanı süpürür veya süpürtülmesini sağlardı.

11. İçeri Meydancısı: Dedelere, misafirlere ve dervişlere kahve ikram ederdi.

12. İçeri Kandilcisi: Matbahın içerisindeki şamdanların temizlenmesinden sorumlu kişidir.

13. Tahmisçi: Kahveleri kavurur, öğütür kahvenin hazır olmasını sağlardı.

14. Yatakçı: Dervişlerin yatacağı yerleri yapar, oraları toparlar ve kaldırırdı.

15. Dışarı Kandilcisi: Matbahın dışında bulunan şamdanların, kandillerinden kontrolünü sağlar.

16. Süpürgeci: Matbah alanını, avluyu temizler veya temizletirdi.

17. Çerağcı: Meydanda bulunan mumların yanmasından sorumlu kişidir. Türbedarın yardımcısı olarak sayılırdı

18. Ayakçı: Dergaha yeni gelenlerin ilk başlangıç görevidir. Getir-götür işlerine bakan kişidir (Demirci, 2013: 184-185).

,

Bu hizmetler derviş olmak isteyen herkesin tamamlaması gereken görevlerdir. Matbahtaki canlar 18 kişiden az olursa sondan başa doğru ilerleyen hizmetlerin birden fazlasından aynı kişi sorumlu olur, kişi sayısı 18’den fazla olur ise hizmet görevlileri çoğaltılırdı. Bu görevlendirmeyi yapanda ser-tabbah (aşçıbaşı) yani Aşçı Dede’dir. Mevlevilikte ise ilk aşçıbaşı Ateşbaz-ı Veli’dir. Matbaha verilen değer Ateşbaz-ı Veli ile daha da önem kazanmıştır (Gölpınarlı, 1983: 340).


3.3.Aşçı Dede: Ateşbaz-I Veli Ve Makamı


Mevlevilikte aşçılık saygı gösterilen, son derece önemli bir meslektir. Aşçılığa verilen önem tarikat döneminde başlamamış Mevlana dönemine kadar gitmektedir. Ateşbaz-ı Veli’de Mevlana’nın döneminde yaşamış bir âlimdir. Asıl ismi Şemseddin Yusuf’tur. 


Doğum yılı ve yeri belli değildir fakat ölüm yılı hicri takvimde 684, miladi takvimde 1285 olarak kayıtlara geçmiş, Belh’ten veya Karaman’dan geldiğine rivayet edilmiş, dergahta eğitim alıp yetiştiği ve aşçılık yaptığı bilinmektedir (Gölpınarlı, 1983:331). Alimin ismi Yusuf olmasına rağmen fazla bilinmeyip, Ateşbaz-ı Veli olarak tanınmıştır. 


Ateşbaz, ateş ile oynayan, uğraşan kişi demektir (Pakalın, 1983: 103). Mevleviler ve Mevlana tarafından önemli bir yere sahip kişidir. Selçuklu döneminde de varlığı önemsenen, ilim irfan sahibi bir insandır. Böylesine değer verilen bir âlime de dergahın en önemli bölümlerinden biri olan matbahın sorumluluğu verilmiştir. Matbahın aşçılığıyla beraber dergahtaki muhasebe işlerinden de sorumludur. 


Matbahta sadece sertabbahlık yapmamış, diğer dervişlere kılavuzluk yapıp onların eğitimcisi olmuştur (Bekleyiciler, 2014: 16-23). Aşçı Dede yeni dervişlerin ilk öğretmenidir. Bu mertebe Mevlevilikte en yüksek ikinci mertebedir. İlk mertebe Ser-tarik adı verilen şeyhlik makamıdır (Özönder, 1988: 97).


Ateşbaz-ı Veli’nin Mevlana ile olan ilişkisi ve Ateş-bâz adının alınışı bir menkıbeyle şöyle anlatılır; “ Şemseddin Yusuf bir gün Mevlana’ya matbahtaki ocağı yakmak için odunun kalmadığını söyler ve bunun üzerine Mevlana Yusuf’a ayaklarını ocağın altına koyup yemeği o şekilde pişirmesini buyurur. Mevlana’nın sözü üzerine Şemseddin Yusuf ayaklarını ocağın altına uzatır ve başparmaklarından çıkan ateş ile yemek kaynamaya başlar. O sırada aklına şüphe düşen alim acaba ayaklarım yanar mı diye düşünceye düşer ve sol başparmağı yanar. Bu durumu Mevlana’ya anlatırlar. Mevlana âlimin yanına gelip niye şüpheye düştün demek anlamında ‘ Hay Ateş-bâz hay’ diyerek üzüldüğünü belli etmiştir. 


Bunun üzerine mahcup olan âlim yanan parmağını göstermemek için sağ ayağının başparmağını sol ayağının üzerine getirerek kapatmaya çalışır.” Bu yaşanmış olayı yâd etmek amacıyla semazenler semaya başlarken attıkları ilk adımla bu olayı temsil ederler (Halıcı, 2009: 19). Ateşbaz-ı Veli’nin ismi âlimi anmak için Mevlevi Mutfağın da çok kullanılır. Örneğin Mevlevilikte yemek yapılırken ve pişen yemek ocaktan indirildiğinde, yemek yendikten sonra, aşure yapıldığında ya da bayram yemeğinde Ateşbâz-ı Veli adına gülbank okuma geleneği vardır. Gülbank topluca, hep bir ağızdan edilen dua demektir. 


Yemeklerle ilgili gülbanklarda ise Ateşbaz-ı Veli’nin ismi söylenir ve Mevlana’nın aşçısı olan âlime olan saygı ifade edilirdi (İyiyol,2014: 591). Ateşbaz-ı Veli’den sonra kurulan tüm sofralarda isminin geçtiği gülbanklar söylenirken yemek yiyen dervişler ilk öğreticilerinin elinin değdiği yemeklerin feyzini aramışlardır (Bekleyiciler, 2015: 102).


Ateşbaz-ı Veli’den sadece Mevlana rubailerde sembollerle bahsetmemiştir. Şeyh Galip’te beyitlerinde atıfta bulunmuştur; “Aşk ocağı olan matbahta pervaneler, Mevlevi semahına yeni başlamış Mevlevi dervişleri; semender ise Ateşbaz-ı Veli'dir.” diyerek her zaman yaşatılan önemli bir kişilik olduğunu belirtmiştir. Nitekim Sakıp Mustafa da bir beytinde ''Hal potası içinde kin ve hileyi def eden matbahındaki kandilin, Ateşbaz-ı Veli'nin sırrıyla olan bağını dile getirir.'' diyerek atıfta bulunmuştur (Gökalp, 2005: 296).


Mevlana’nın vefatından 12 yıl sonra Ateşbaz-ı Veli dünyadan göçmüştür. Dergah üyeleri, dervişler her zaman büyük âlimlerini hayırla anmışlar ve Aşçı Dede’lerinin yaptıklarına, söylediklerine sadık kalmışlar, geride bıraktığı edep reformunu yaşatmaya çalışmışlardır. Şeyh Sultan Veled’in gayretleriyle ve dervişlerin uğraşlarıyla Aşçı Dede’yi ziyaret edebilecekleri sade bir türbe inşa ederek Mevlevi adabına göre Ateşbaz-ı Veli türbeye defnedilmiştir (Bekleyiciler, 2015: 101-102).


Ateşbaz-ı Veli’nin vefat etmesinden sonra matbahtaki Aşçı dedelik mertebesi “Ateşbaz-ı Veli makamı” olarak anılmaya başlamış hatta bu makam manevi olarak somutlaştırılmıştır. Ocağın üzerine “ya hazret-i ateşbaz-ı veli” yazısı konulmuş ayrıca gümüş renkli kazana ateşbaz-ı veli kazanı denilmiş özel günlerde bu kazanla yemekler pişirilip sonrasında temizlenip kaldırılmıştır. Makam yine aynı önemini korumaya devam etmiş, Ateşbaz-ı Veli’nin açtığı yoldan eğitimlere devam edilmiştir. 


Ser-tabbah olarak göreve gelen kişiler matbahın en başı olarak görevini yapmış, mevlevihaneye eğitim için gelen dervişleri eğitmiştir. Bu makama gelen kişiler zamanla Mevlevilik tarikatı yayılmaya başladığı için birden fazla kişi olmuştur. Çünkü Mevlevilik dergahı farklı şehirlerde Mevlevihaneler kurarak ilim öğretmeye devam etmiştir. Böylelikle Konya’da kurulan dergahta olan tüm bölümler diğer Mevlevihanelerde de olmuş Aşçı Dedelik makamına da bu sayede birden fazla isim yükselmiştir (Gölpınarlı, 1983: 332).


3.4.Aşçıbaşılık Makamına Yükselmiş Kişiler


Ateşbaz-ı Veli’den sonra matbahtan sorumlu aşçıbaşı olarak göreve atanan kişiler olmuştur. Mevlevilikte yayıldığı için birçok şehre dergahlar kurulmuş bu yüzden de kurulan her dergahın aşçıbaşısı olmuştur. İlk olarak Mevlana dergahında aşçıbaşılık yapmış kişiler hakkında bilgiler şu şekildedir;


Şafak (2007) “Konya Mevlâna Dergâhı Son Aşçıbaşısı Nizameddin Çelebi” çalışmasında Mevlana dergahında aşçıbaşılık görevine Konyalı Hüseyin Vacid Dede’nin getirildiğini belirtmiştir. Bu makama ne zaman getirildiği ile ilgili bir bilgi bulunmamaktadır. Fakat dergahta 20 yıla kadar aşçıbaşılık yaptığı bilinmektedir. Bilgili bir âlim olduğu için “Melek Hüseyin” olarak anılmıştır. 


Hayatının son senelerinde Galata Mevlevihane şeyhliğine atanmış orada üç buçuk yıl görev yaptıktan sonra vefat etmiştir. Daha sonrasında Hemdem Çelebi zamanında Hüseyin Vacid dedenin torunu Mehmed Nesib Dede (d. 1214/1799- 1800) aşçıbaşılık görevine getirilmiştir. Fakat Mehmet Nesib Dede bu makamda göreve devam edememiş damadı Mehmet Fehmi Dede’nin vefatından dolayı ser-tariklik görevini üstlenmiştir. 


4 Cemâziye’l-evvel 1286 (12.8.1869) tarihinde de vefat etmiştir (Kaya ve Küçük, 2011: 377). Bunun üzerine matbahlık makamına Nesip Dede’nin oğlu Ziyaeddin Dede getirilmiş daha sonra da Ziyaeddin Dede’nin oğlu Salâhaddin Dede bu mertebedeki görevi üstlenmiştir. Mevlana Dergahında son aşçıbaşı ise Salâhaddin Dedenin (1326/1909) vefatından sonra oğlu Nizâmeddin Dede olmuştur. Abdülhalim Çelebi tarafından bu göreve getirilmiştir. Tarikatların kapatıldığı 1925 yılına kadar aşçıbaşılık vazifesinde kalmıştır. Mevlana dergahında aşçıbaşılık makamı babadan oğlu geçerek ilerlemiş ve Nizameddin Dede son aşçıbaşı temsilcisi olmuştur (Çelebi, t.y.:15).


Kartal (2014) tarafından yapılan “Aşçı Baba Türbesi Etrafında Şekillenen Uygulamalarda Eski Türk İnançlarının İzleri” adlı çalışmada Konya’nın Sarayönü ilçesinde türbesi bulunan Aşçı Baba’dan bahsedilmiştir. Aşçı Baba’nın hayatı hakkında bir yazılı kaynak bulunamamıştır. Yalnızca türbenin üzerinde bulunan bir kitabe mevcuttur. Fakat bu kitabe de tahrip olduğu için okunamamaktadır. Bunun yanı sıra halk arasında Aşçı Baba’nın XIII. yüzyılda yaşadığına ve Mevlana’nın aşçısı olduğuna inanılmaktadır.


Konya dışında kurulan Mevlevihanelerin tarihçesinin incelenmesi sonucunda aşçıbaşılık görevine gelmiş kişiler şu şekildedir;


Galata Mevlevihanesi, II. Beyazid zamanında İskender Paşa tarafından 1491’de kurulmuştur. “Kulekapısı” ismiyle de anılmaktadır. Mevlevi kültürünün gelişip, yayılmasında en verim sağlayan dergahlardan biri olmuştur. İstanbul’da kurulan asitanelerden en kıdemli olanıdır. Tasavvuf, klasik musiki gibi sanat konusunda önemli olan birçok kişi bu Mevlevihane’de yetişmiştir. Şeyh Galip zamanında aşçıbaşılık makamına gelmiş kişi de şair bir zat olan İsmail Hulusi Dede olmuştur (Arpaguş, 2014: 22).


Yenikapı Mevlevihanesi, İstanbul’da Galata Mevlevihanesi’nden sonra kurulmuş ikinci önemli mevlevihanedir. 1597 yılında Yeniçeri Kâtibi Malkoç Mehmed Efendi tarafından yaptırılmıştır. Dergahın ilk olarak aşçıbaşılık görevini Seyyid Sahih Ahmed Dede yapmıştır. 


Daha sonra sırasıyla Derviş Muhammed Sadık, Hacı Mehmet Arif Dede, Salih Dede ve vekâleten Şeyh Celâleddin Dede Yenikapı Mevlevihanesinin matbahında görev yapmışlardır (Tanman, 1992: 94).


Beşiktaş Mevlevihanesi, Galata ve Yenikapı Mevlevihanesi’nden sonra kurulan üçüncü mevlevihanedir. Ohrili Hüseyin Paşa tarafından 1613 yılında kurulmuştur. Devletin ileri gelenleri tarafından tesis edilen son dergahtır. İlk Şeyhi Agazade Mehmet Dede’dir. İlk aşçıbaşısı da Yenikapı Mevlevihanesi’nde aşçıbaşı olan Mehmet Dede’dir. İlerleyen dönemde ise Beşiktaş Mevlevihanesi’nin on beşinci şeyhi olan Hasan Nazif Dede 1278 (1860/1861) döneminde ise aşçıbaşı Hacı Raşid Dede’dir. 


Şeyhlik makamının babadan oğula geçmesinden dolayı da Hasan Nazif Dede vefat ettikten sonra oğlu Hüseyin Fahreddin Dede şeyhlik makamına tayin edilmiştir. Fakat Fahreddin Dede henüz 8 yaşında olduğu için Sadreddin Çelebi Efendi tarafından Beşiktaş Mevlevîhanesi’nin Aşçıbaşısı Hacı Raşid Dede şeyhlik makamına vekil tayin edilmiştir (Türkben, 2008: 31).


Kasımpaşa Mevlevihanesi, 1631 yılında Sırrı Abdi Dede Efendi tarafından inşa edilen dergah İstanbul’un dördüncü Mevlevi dergahıdır. Kuruluş şekli açısından Mevlevi şeyhleri tarafından kurulan ilk dergahtır. Kasımpaşa Mevlevihanesi’nin aşçıbaşısı ise İbrahim Dede’dir (Küçük, 2000: 143-152).


Afyonkarahisar Mevlevihanesi, Ulu Arif Çelebi döneminde 1710 yılında inşa edilmiştir. Mevlevi kültürünün içerisinde önem sırasında Konya dergahından sonra ikinci sırada yer alan dergahtır. Aşçıbaşısı Furuni Dede’dir (İlgar, 1996: 108).


Bursa Mevlevihanesi, 17. yüzyılda Cünûnî Ahmed Dede tarafından kurulmuş olan dergah Bursa’da kurulan diğer dergahların içerisinde en büyüğü olma özelliği taşımaktadır. Dergahın aşçıbaşı ise ilk olarak Mehmed Dede olup daha sonrasında Sabri Dede ve Osman Dede isimli âlimler bu göreve atanmışlardır (Kara, 1996: 155-157).


Manisa Mevlevihanesi, İshak Çelebi tarafından 1368-1369 yılları arasında yaptırılmış bir dergahtır. Ulu Cami Külliyesi’nin bir bölümünü bu dergah oluşturmaktadır. Dergahın ilk şeyhi Çelebi soyundan gelen, Şeyh Ali Efendi Muhammed Efendi diğer bir adıyla Nakşi Dede’dir. Aşçıbaşı ise Konya dergahından gelen Konyalı Hüseyin Dede Efendi’dir (Tanrıkorur, 2010: 36).


Eskişehir Mevlevihanesi, Kurşunlu Külliyesi’nin kuruluşu ile inşası başlar. 1571 yılında Gazi Melek Mustafa Paşa tarafından inşa ettirilmiştir. Dergah şeyhi olarak Şerif Halil Efendi göreve getirilmiştir. Aşçıbaşı olarak göreve atanan kişi ise Hüseyin Celâleddin Efendi’dir (eskisehirmevlevihanesi.org, Erişim: 2020).


Gelibolu Mevlevihanesi, Çelebiler tarafından Mevleviliğin yayıldığı dönemde, Yenikapı ve Şam Mevlevihaneleriyle aynı zamanda inşa edilen dergah en geniş arazi alana yapılmış tek dergahtır. İlk şeyhi ise Ağazade Mehmed Hakîkî Dede olmuştur. Aşçıbaşı olarak göreve getirilen kişi de Ali Rıza Dede isimli derviştir (Pişkin ve Akdeniz, 2019: 459).


Şam Mevlevihanesi, 1585 yılında Şam Valisi Hasan Paşa tarafından kurulmuştur. Mevlana ve Şems-i Tebrizi’nin bir zamanlar burada bulunmaları şehri önemli kılmaktadır. Dergahın ilk şeyhi Kartal Dede ardından 1624 yılında Sabuhî Ahmed Dede, 1639 yılında ise Hamza Dede şeyhlik makamında görev yapmıştır. Mevlevihane’nin aşçıbaşılık mertebesinde bulunan isim de Ataullah el- Mevlevi Dede’dir. Aynı zamanda Ataullah Dede şeyh olarak da görev yapmıştır (muze.semazen.net, Erişim: 2020).


Bu Mevlevihaneler dışında Ankara, Antalya, Çankırı, Çorum, Edirne, Kayseri, Gaziantep, İzmir Tire, Karaman, Kastamonu, Kilis, Kütahya, Muğla, Niğde, Urfa, Tokat, Üsküdar, Halep, Hanya, Kahire, Atina, Kırım, Filibe, Saraybosna, Priştina, Peç, Lefkoşa, Kudüs, Traplusşam, Humus Mevlevihaneleri de kurulmuştur (Küçük,2000). Ancak bu Mevlevihanelerin tarihçesi incelendiğinde verilen bilgilerde aşçıbaşılık makamında görev yapmış kişilere ulaşılamamıştır.


Makalenin diğer bir bulgu kısmı ise Mevlevihanelerdeki aşçıbaşıları hakkında araştırma yapmış, Mevlevilik hakkında geniş bilgiye sahip bir yazar ile yapılan görüşme sonucunda ortaya çıkan bilgilerden oluşturmaktadır. Yapılan görüşmede bilgilere ulaşabilecek kaynaklar üzerine konuşulup, belirlenen kaynaklar üzerinde inceleme yapılmıştır. 


Bu kaynaklar da “Defter-i Dervîşân I” olarak adı geçen XIX. yüzyılda Mevlevihanelerde olanların Ali Nutkî Dede tarafından kaleme alındığı günlük olarak kabul edilen ve 1804 yılında Ali Nutkî Dede’nin vefat etmesi üzerine kardeşi Abdülbâkî Nâsır Dede tarafından yazılmaya devam eden ve “Defter-i Dervîşân II” olarak adlandırılan notlardır. Bu notlara da Defter-i Dervîşân’ları derleyip kitap haline getiren Kaya ve Küçük (2011)’ün “Defter-i Dervîşân Yenikapı Mevlevihanesi Günlükleri” adlı çalışmasından ulaşılmıştır. Kitabın incelenmesi sonucunda ulaşılan aşçıbaşı isimleri şu şekildedir;


* Aşcıbaşı Sâdık Dedezâde Seyyid Dervîş Ali, 

* Şeyh Seyyid Mahmûd Dede Efendi

* Azl-i Aşcı Dede

* 14. Aşcı Dede şoden Dervîş Mûnis

* Aşcı Dede şoden Kurşuncu Dervîş Ali Dede 

* Bağdâdî Dervîş Mehmed Sabrî

* Şeyh Ali Dede Efendi

* Şeyh Seyyid Mahmûd Dede Efendi

* Ilgınlı Dervîş Osmân

* Üsküdârlı Dervîş Mehmed

* Şeyh Selîm Dede Efendi

* Dervîş Seyyid Mehmed Sâdık

* Seyyid Ahmed Dede

* Hüseyin Dede Efendi

* Tarîkatcı şoden sâbıku’z-zikr Aşcıbaşı Seyyid Nesîb Dede Konevî Ali Dede

* Aşcıbaşı şoden Hasîb Dede

* Aşcıbaşı Ahmed Dede

* Ser-tabbâh Sâdık Dede

* Ser-tabbâh Bahâaddîn Dede

* Ser-tabbâh-ı sâbık Hacı Ârif Dede

* Ser-tabbâh Hüseyin Seyyid Sâdık Dede

* Şeyh Seyyid Mustafa Dede


Defter-i Dervîşân’da aşçıbaşıların hangi Mevlevihane’de görev yaptıkları hususunda net bir bilgiye rastlanmamıştır. Günlük tarzında olan notlarda yazılanların içerisinden aşçıbaşı isimleri seçilerek, listelenmiştir.


4. Sonuç


Mevlevilik uluslararası boyut kazanmış bir akımdır. Birçok ülkede dergahları kurulmuş ve Mevlana’nın yol göstericiliği esas alınarak gönüller terbiye edilmiştir. Bu eğitimin verildiği yer ise dergahta bulunan bölümlerden biri olan matbah olmuştur. Matbahın da en önemli temsilcisi Mevlana zamanında yaşamış, dergahın aşçıbaşılık görevini yapmış Ateşbaz-ı Veli’dir. Ateşbaz-ı Veli aşçıbaşılık görevinin dışında birçok işi üstlenmiş, acemi dervişlere yol göstermiş, Mevlana’nın en kadim destekçisi olmuştur. 


Bu yüzden Mevlevilik tarikatında Ateşbaz-ı Veli’ye ve onun adıyla anılan makamına duyulan saygı çok büyüktür. Adına türbe yaptırılan dünyanın ilk ve tek aşçıbaşısı Ateşbaz-ı Veli olmuş, bu durumdan bile ne kadar değerli olduğu anlaşılmaktadır. Ateşbaz-ı Veli’nin vefatından sonra temsil ettiği makam hem Konya dergahı hem de kurulan diğer dergahlarda önem arz etmiştir. Bu mertebelere de yine çilesini tamamlamış âlimler yükseltilmiştir.


Yapılan araştırma, Ateşbaz-ı Veli Makamına erişmiş kişilerin adının direkt bir çalışma olarak ortaya çıkarılması için yapılmıştır. Ateşbaz-ı Veli ve diğer aşçıbaşıların tarihin derinliklerinde kaybolmaması ve bu kişilerin bilinirliliğinin artması da çalışmanın amacını oluşturmaktadır. Çalışmada Mevlevihanelerin tarihçelerinden, Mevlevilik üzerine yazılan makale ve tezlerden ayrıca kaynak kişi olarak görüştüğümüz yazarın verdiği bilgiler doğrultusunda Şeyhlerin kaleme aldığı notlara ulaşılmıştır. 


Bu bilgi sonucunda Yenikapı Mevlevihanesi’nin Şeyhi Ali Nutkî Dede ve daha sonra Şeyh’in kardeşi tarafından kaleme alınan Defter-i Dervîşân isimli yapıt incelenmiş, kayıt altına alınan aşçıbaşı isimleri listelenmiştir. İlaveten Ateşbaz-ı Veli dışında Konya’nın Sarayönü ilçesinde türbesi bulunan Aşçı Baba adında bir âlimin Mevlana’nın aşçısı olduğuna dair bir rivayet öğrenilmiştir. Ulaşılan diğer bilgilerde ise Şeyhlik makamında olduğu gibi aşçıbaşılık makamında da mertebenin babadan oğula geçtiği görülmektedir. Ayrıca aşçıbaşı olan bazı dedelerin şeyhlik makamına da vekil tayin edildiği bilgisine ulaşılmıştır.


Mevlevihaneler, birçok bölgede kurularak varlığını sürdürmüş, geniş bir hiyerarşik yapıya sahip mekanlar olmuştur. Bu yüzden detaylı bir kayıt olmadığı sürece net bir bilgiye ulaşmak zordur. Çalışmada da üzerinde durulan konu detaylı kayıt gerektiren, dergahlarda görev yapmış kişilere ait bilgileri kapsadığı için elde edilen bilgiler sadece isimlerle sınırlı kalmıştır.


Yapılan araştırma literatüre eklenebilecek nitelikte olan bir çalışmadır. Fakat bu konu hakkında daha detaylı bilgiler elde edebilmek için de her Mevlevihanenin birincil kaynaklarına ulaşabilmek gerekmektedir. Bu kaynaklar da Şeyhler tarafından yazılan dergahların arşivlerinde saklı notlardır. Bu bilgilerin gün yüzüne çıkarılabilmesi için akademik alanda çalışmaların çoğaltılması literatüre katkı sağlayacaktır.


Kaynakça

Arpaguş, S. (2014). Galata Mevlevîhânesi örneğinde İstanbul Mevlevîliğinin kültürel hayata etkisi. İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi Sayı: 33 s. 17-37.

Bekleyiciler, N. (2015). Ateşbaz-ı Veli. Konya: Üstüniş Ofset Matbaa.

Çelebi, V. (ty.). Silsile-nâme. Selçuk Üniversitesi Kütüphanesi, Uzluk Arşivi, Yazma No: 131.

Çubukçu, İ. (1961). İslam'da tasavvuf. A.Ü. İlahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 7, s. 105. Demirci, M. (2008). İnsan eğitimi açısından Mevlevi çilesi. Mevlana ve İnsan Sempozyumu; Sempozyum Bildirileri, III. Oturum, İzmir.

Demirci, M. (2013). Hz. Mevlana ve Mevlevi kültürü. İstanbul: Kubbealtı Yayınları.

Doğan, A. (2002). İslamiyet’ten önceki Türk inancına dair, Türkler, C. III, s. 305-320.

Eflaki, A. (2011). Ariflerin Menkıbeleri. (T. Yazıcı, Çev.). İstanbul: Kabalcı Yayıncılık. Gökalp, H. (2005). Divan şairlerinin gözüyle Mevlevi mekânları. Ç.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 14 (2) s. 281-298.

Gökalp, Z. (1976). Türk medeniyeti tarihi. İ.Aka-Kazım, Y.Kopraman (Haz.). İstanbul: Kültür Bakanlığı Yayınları.

Gölpınarlı, A. (1983). Mevlâna’dan sonra Mevlevîlik. İstanbul: İnkılap ve Aka Kitabevi. Günay, Ü. (2007). Başlangıçtan günümüze Türklerin dini tarihi. İstanbul: Rağbet Yayınları. Halıcı, N. (2007). Mevlevi mutfağı. İstanbul: Metro Kültür Yayınları.

Halıcı, N. (2009). Türk mutfağı. İstanbul: Oğlak Yayıncılık.

Herras, M. H.(2000). El-Akîdetü'l-Vasıtıyye Ve Şerhi. (M. B. Eryarsoy, Çev.). Guraba Yayınları.

İlgar, Y. (1996). Afyonkarahisar Mevlevihanesi. Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi. Sayı:2 s.108.

İyiyol, F. (2014). Mevlevi gülbankları ve Mevlevi gülbanklarının işlevsel açıdan tahlili. Turkish Studies - International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkish 9(6) p. 583-600.

Kafesoğlu, İ. (1984). Milli Kültür-Siyaset İlişkisi. Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, Cilt:4, Sayı:1.

Kaplan, M. (1983). Kültür ve kültürü meydana getiren unsurlar, Türk kültür ve medeniyeti üç musiki ve üç medeniyet, Milli Kültür Dergisi, Cilt: 41(8) s. 40.

Karaismailoğlu, A. (2014). Mevlana ve anadolu geleneği - Mevlana’nın kimliği ve anadolu geleneği olarak isimlendirilebilecek kimliğe katkısı. Türk Dünyası Bilgeler Zirvesi: Gönül Sultanları Buluşması. Türk Dünyası Kültür Başkenti Ajansı (TDKB), Eskişehir.

Kara, M. (1996). Bursa Mevlevîhânesi ve Ahmed Cunûnî Dede Vakfiyesi. Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi. Sayı: 2 s. 155-157.

Kartal, A. (2014). Aşçı Baba Türbesi etrafında şekillenen uygulamalarda eski Türk inançlarının izleri. tarih, kültür, sanat. Turizm Ve Tarım Açısından Uluslararası Sarayönü Sempozyumu. Konya Sarayönü. s.408.

Kaya, B. A. ve Küçük, S. (2011). Defter-i Dervîşân. İstanbul: Zeytinburnu Belediyesi Kültür Yayınları.

Kemikli, B. (2007). Mesnevi ve Türk irfanı: Mesnevihanlık geleneği. Uludağ Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 16(2): 1-20.

Köprülü, F. (1976). Türk Edebiyatı’nda İlk mutasavvıflar. Ankara.

Küçük, S. (2000). XIX. Asırda Mevlevilik ve Mevleviler. (Doktora Tezi). Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Temel İslam Bilimleri Anabilim Dalı, İstanbul. Küçük, S. (2013). Genel hatlarıyla Mevlevilik. Mevlevi dünyasında Bahariye Mevlevihanesi, 9-21 İstanbul: İSTEV.

Mengüşoğlu, T. (1988). Felsefeye giriş. İstanbul: Remzi Kitabevi.

Ögel, B. (1988). Türk kültürünün gelişme çağları. İstanbul: Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Yayınları.

Önder, M. (1998). Mevlana ve Mevlevilik. İstanbul: Aksoy Yayıncılık.

Özönder, H. (1988). Ateşbâz Veli ve Mevlevi dergâhlarında Ateşbâz Veli Makâmı'nın önemi. 3. Milli Mevlana Kongresi, Konya: Selçuk Üniversitesi Basımevi.

Öztürk, M. (1999). Tarih felsefesi. Ankara: Başbakanlık Basımevi.

Pişkin, T. & Akdeniz, A. (2019). Gelibolu Mevlevîhanesi’nde yetişen Sabir Parsa ve Ahmed Celaleddin Dede’nin Türk din mûsikîsine katkıları. International Social Sciences Studies Journal. 5(30): 455-466.

Sigrid, H. (1972). Avrupa'nın üzerine doğan. İstanbul: İslam Güneşi.

Soysal, S. (2007). Derviş sofraları. İstanbul: Doğan Egmont Yayıncılık.

Şafak, Y. (2017). Konya Mevlâna Dergâhı Son Aşçıbaşısı Nizameddin Çelebi. Curr Res Soc Sci, 3(2), 71-75.

Tanman, B. (1992). Yenikapı Mevlevihanesi. Erişim Tarihi: 04.03.2020 Erişim Adresi: http://acikerisim.fsm.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/handle/11352/920/Tanman.pdf?sequence=1 Tanrıkorur, Ş. B. (2010). İkinci Manisa Mevlevihanesi. Uluslararası Mevlâna ve Tasavvuf Geleneği Sempozyumu, Manisa. Sayı: 6 s.31-45.

Tanyu, H. (1980). İslamlıktan önce Türklerde tek Tanrı inancı. Ankara.

Top, H. H. (2006). Mevlana ve Mevlevilik (Mevlevilikte Adap). Konya: T.C. Konya Valiliği İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü Yayınları.

Tosun, N. (2004). Tasavvuf kültüründe Tekke yemekleri. Tasavvuf İlmi ve Akademik Araştırma Dergisi, 5(12): s. 123-135.

Tümer, G. ve Küçük, A. (2010). Dinler tarihi. Ankara: Berikan Yayınevi.

Türkben, H. (2008). Fahrî Dede ve Mecmuası (inceleme ve seçme metinler). (Yüksek Lisans Tezi). Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Türk Dili Ve Edebiyatı Ana Bilim Dalı Eski Türk Edebiyatı Bilim Dalı, Konya.

Eskisehirmevlevihanesi.org (2020). Mevlevihanenin Tarihçesi. Erişim:09.03.2020 Erişim Adresi: http://www.eskisehirmevlevihanesi.org/id9.html

Muze.semazen.net (2020). Mevlevihaneler. Şam Mevlevihanesi. Erişim: 10.03.2020 Erişim Adresi: http://muze.semazen.net/content.php?id=00104


Has Aşçıbaşı Ahmet Özdemir Olarak Kaynak Gördüğüm:

Sn. Yıldız ÜNLÜ, Doç.Dr. Yılmaz ŞEÇİM, Prof.Dr. Hatice Ferhan NİZAMLIOĞLU' na ilgili "Ateşbaz-ı Veli Ve Ateşbaz-ı Veli’den Sonra Aşçılık Makamına Gelmiş Kişiler" isimli akademik çalışmaları için yürekten teşekkür eder mesleki yaşamlarında başarılar dilerim. Profesyonel mutfaklarda ve gastronomi ve aşçılık camiasında ihtiyacı olanlar tarafından mutlaka örnek olarak dikkate alınacaktır.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Türk Mutfağından Kaybolan Kerkük Yemekleri Nedir?

 Türk Mutfağından Kaybolan Kerkük Yemekleri Nedir? Ziyat AKKOYUNLU* Özet:  Bu makalede, Orta Asya’dan başlayarak Osmanlı’ya ve oradan da Ker...