18 Nisan 2021 Pazar

Dünya Örnek Olabilecek Restoran Projeleri

Dünya Örnek Olabilecek Restoran Projeleri


Satın Alabileceğiniz Yada Finansını Sağlamak Kaydı İle Beraber Yapabileceğimiz Uluslararası Yeni Restoran Projeleri

Restoran projesi nasıl yapılır? Restoran projesi yaparken nelere dikkat edilir? Restoran projesi yapmanın özellikleri nelerdir? Restoran projesinde restoran konseptleri neye göre belirlenir? Örnek Restoran projelerinin restoranın geliri ile bir ilgisi varmıdır? Yeni restoranlar acarken projede önem verilmesi gereken en önemli unsurlar nelerdir?

Restoran projelerinde sunum tarzı ne kadar önemlidir? Dünyada en iyi restoran projesi neye göre belirlenir? Herhangi bir restoranın kalitesinin projesi ile bağlantıları nelerdir? Yeni restoranın misafir hizmet konsepti ile yemek menüsü arasındaki bağlantılar nelerdir?

Gastronomi sektöründe şehrin en iyileri arasında olabilmek için Restoran projesinde hangi özellikleri ön plana çıkarmak gerekir?...

Hiç bir yerde olmayan yemek sunumları, alternatifsiz yemek menüsü, soyutlanmış uyumlu deKorasyon, konsept tasarımı, şaşırtıcı hizmet portföyü, hayret verici fiyat politikası ve çok daha fazlası restoran projelerimin içerisindedir.... 

"Korona Virus'ten Sonraki Yeme İçme ve Gastronomi Sektöründe Yeni İş Fırsatları"

Yeni Restoran Projesi Dubai :50.000 $

“Korona virüs tedbirleri dikkate alınarak Bağışıklık sistemi ve Akdeniz mutfağı konsepti üzerine”

Yeni Restoran Projesi Cakarta: 50.000 $

“Korona virüs tedbirleri dikkate alınarak Osmanlı ve Türk mutfağı konsepti üzerine”

Yeni Restoran Projesi Tokyo: 50.000 $

Yeni Restoran Projesi Tokyo “Korona virüs tedbirleri dikkate alınarak uluslararası mutfakları konsepti üzerine”

Yeni Restoran Projesi Londra: 50.000 $

“Korona virüs tedbirleri dikkate alınarak uluslararası mutfaklar konsepti üzerine”

Yeni Restoran Projesi İstanbul: 50.000 $

“Korona virüs tedbirleri dikkate alınarak Bağışıklık sistemi ve Akdeniz mutfakları konsepti üzerine

"Bu restoran projelerinde konsept içerisinde konsept ve sunum tarzı vardır. Şu an İlgili şehirlerde böyle bir konsept yoktur."

Restoran Projelerini paylaşmak isteyenler iletişim bilgilerimden tarafıma ulaşarak ilgili ödemeyi yaptıktan sonra şifrelerini alabilirler. Projeyi tarafım ile beraber yaptıkları takdirde ödemelerinin yarısı iade edilecektir... 

DAHA DETAYLI BİLGİ İÇİN TARAFIM İLE İLETİŞİM BİLGİLERİMDEN BAĞLANTIYA GEÇEBİLİRSİNİZ...

Çalışma Konseptim Hangi Mutfaklardır?

Aşağıda belirtilmiş olan mutfaklar'da örnek menü yapımı, tasarımı ve A'dan Z' ye uygulamalı mesleki Danışmanlık hizmetleri verilmektedir...

Uluslararası mutfaklardan seçme özel yemek menüleri, Osmanlı Saray Mutfağı, Eski İstanbul Mutfağı, Geleneksel Türk Mutfağı, Akdeniz Mutfağı ve mutfakları, Vejetaryen Mutfağı, Geleneksel Anadolu Mutfağı, özel tercihler ile Steak Restoranı ve restoranları, Arap Mutfakları, Hindistan Mutfağı' da aşağıda belirtilen alanlarda danışmanlık hizmetleri vermekteyim.

• Restoran mutfağı yada otel mutfağında Mutfak Planlaması hakkında bilgi almak isteyenler,

• Endüstriyel mutfaklar'da Mutfak Üniteleri hakkında bilgi almak isteyenler,

• Lüks restoran mutfaklarında Mutfak Tasarımı yaptırmak isteyenler,

• Mutfak çeşitleri'de Pişirme Ekipmanları ihtiyaçlarını öğrenmek isteyenler,

• Restoran mutfaklarında çalışanlar arasında Mutfak Organizasyonu yaptırmak isteyenler,

• Otel mutfaklarında Mutfak Çalışanlarının Özelliklerini tespit ettirmek isteyenler,

• Özel mutfak organizasyonları'nda Mutfak Çeşitleri arasında bağlantıları ve organizasyon eksikliklerini gidermek isteyenler,

• Uluslararası standartlara sahip alakart restoranlarda Mutfak Yönetiminde Verimlilik derecesini yükseltmek isteyenler,

• Yüksek rafine mutfaklar'da Restoran Menüsü ve Restoran Konseptine Göre Mutfak Eğitimi almak isteyenler,

• Çok amaçlı organizasyon mutfaklarında Mutfak Bölümleri arasında bağlantı ve organizasyonun yapılandırılmasını isteyenler,

• Restoran mutfakları yada şehir içi otel mutfaklarında Endüstriyel Mutfak Planlanması yaptırmak isteyenler...

Konu İle İlgili Diğer Bazı Makaleleri'de İncelemek İsteyebilirsiniz...

* Gastronomi ve Mutfak Danışmanlığı & Kitchen Consulting

* Yeni Restoran Danışmanlığı & Restaurant Consulting

* Restoran Menü Danışmanlığı & Menu Consulting

* Yeni Restoran Konsept Tasarımı ve Danışmanlığı

* Yeni Restoran Mutfağı Nasıl Kurulur, Dikkat edilmesi Gerekenler Nelerdir?

* Yeni Restoran Menüsü Nasıl Yapılır?

* Yeni Restoran Konsepti Nedir? Nasıl Oluşturulur?

* Yeni Restoran Nasıl Açılır? How to Open a Restaurant?

* Yeni Restoran Açarken Nelere Dikkat Etmeliyim?

* Yeni Restoran Açarken En Çok Yapılan Hatalar Nelerdir?

* Sos Nedir, Özel Yemek Sosları Nasıl Yapılır?

* Yurt Dışı Mutfak Personeli Danışmanlık Hizmetlerine Nasıl Ulaşırım?

* International Kitchen Staff Consultancy Services

* En iyi Restoran Projeleri Nelerdir?

* Yeni Restoran Yönetimi Nedir?

* Restoran Mutfak Yönetimi Nedir?

* Yeni Restoran Yönetim Sirküleri Nasıl Yapılır?

* Yestoran yada otel işletmeleri için Organizasyon Anlaşma Metni nasıl hazırlanır?

* Restoran Yönetim Raporları Nasıl Hazırlanır?

* Restoran Yönetiminde Cost-Maliyet Hesapları Nasıl yapılır?

* Restoran Yönetiminde Çizelge ve Tutanaklar nelerdir?

* Restoran İşletmeciliğinde "Anket ve Formlar" nasıl hazırlanır?

* Nasıl Marka Restoran Olunur?

* Yeni Restoran İşletmeciliğinde Misafir Memnuniyeti nasıl kontrol edilir?

* Başarılı Türk Mutfağı Şeflerine Nasıl Ulaşırım?

* En Zengin Aktivite & Banquet Menüleri Nelerdir?

* En farklı Örnek Restoran Menüleri Nelerdir?

* En Zengin Kış Menüsü Nasıl Yapılır, özelliklleri nelerdir?

* En farklı Menü Çeşitleri Nelerdir?

* Zengin Örnek Otel Menüleri Nasıl Yapılır?

* Restoran Menü Planlaması Nedir?

* Restoran Seçenekli Menüleri Nasıl Hazırlanır?

* Restoran Menü Analizi Nasıl Yapılır?

* Restoran ve Otel Düğün Menüleri (Örnek)

* Restoran ve Otel Menü Yönetimi Nedir?

* En iyi Ziyafet Menüleri Ve Protokol Hizmetleri Nedir?

*** Yukarıda belirtilmiş olan ve yazı içeriğindeki diğer etiketlenmiş konular ile ilgili alanlarda daha fazla bilgi ve gastronomi danışmanlığı alanında hizmet almak için iletişim bilgilerimden tarafım ile bağlantıya geçebilirsiniz. ***

gastronomi danışmanlığı

International New Restaurant Projects You Can Buy Or We Can Do Together With The Registration Of Financing

How to make a restaurant project? What should be considered when making a restaurant project? What are the features of making a restaurant project? How are the restaurant concepts determined in the restaurant project? Example Do restaurant projects have anything to do with the income of the restaurant? What are the most important elements to be considered in the project when opening new restaurants?

How important is presentation style in restaurant projects? How is the best restaurant project in the world determined? What are the links of the quality of any restaurant with its project? What are the links between the guest service concept of the new restaurant and the food menu?

What features should be highlighted in the restaurant project in order to be among the best in the city in the gastronomy sector?

Food presentations that do not exist anywhere else, food menu without alternatives, isolated harmonious decoration, concept design, surprising service portfolio, astonishing price policy and much more are in my restaurant projects....

"New Business Opportunities in Food, Beverage and Gastronomy Sector After Corona Virus"

New Restaurant Project Dubai: $50,000

“On the concept of the immune system and Mediterranean cuisine, taking into account the corona virus measures”

New Restaurant Project Jakarta: $50,000

“On the concept of Ottoman and Turkish cuisine, taking into account the corona virus measures”

New Restaurant Project Tokyo: $50,000

New Restaurant Project Tokyo “On the concept of international cuisines, taking into account the corona virus measures”

New Restaurant Project London: $50,000

“On the concept of international cuisines, taking into account the corona virus measures”

New Restaurant Project Istanbul: $50,000

On the concept of the immune system and Mediterranean cuisines, taking into account the corona virus measures.

"There is a concept within a concept and a presentation style in these restaurant projects. Currently, there is no such concept in the relevant cities."

Those who want to share their Restaurant Projects can get their passwords after making the relevant payment by contacting me through my contact information. If they do the project together with me, half of their payment will be refunded...

FOR MORE DETAILED INFORMATION, YOU CAN CONTACT ME WITH MY CONTACT INFORMATION...

Which Kitchens Are My Working Concept?

Sample menu making, design and applied vocational consultancy services from A to Z are provided in the kitchens listed below...

Special menus selected from international cuisines, Ottoman Palace Cuisine, Old Istanbul Cuisine, Traditional Turkish Cuisine, Mediterranean Cuisine and cuisines, Vegetarian Cuisine, Traditional Anatolian Cuisine, Steak Restaurant and restaurants with special preferences, Arabic Cuisine, Indian Cuisine in the following areas I provide services.

• Those who want to get information about Kitchen Planning in restaurant kitchen or hotel kitchen,

• Those who want to get information about Kitchen Units in Industrial Kitchens,

• Those who want to have Kitchen Design in luxury restaurant kitchens,

• Those who want to learn about their Cooking Equipment needs in Kitchen Types,

• Those who want to have a Kitchen Organization among those working in restaurant kitchens,

• Those who want to determine the Characteristics of the Kitchen Staff in the hotel kitchens,

• Those who want to eliminate the connections and organizational deficiencies between the Kitchen Types in private kitchen organizations,

• Those who want to increase the level of Efficiency in Kitchen Management in à la carte restaurants with international standards,

• Those who want to receive Culinary Training According to Restaurant Menu and Restaurant Concept in highly refined kitchens,

• Those who want the connection and organization of the kitchen departments in multi-purpose organization kitchens,

• Those who want to have Industrial Kitchen Planning in restaurant kitchens or city hotel kitchens...

You may want to review some other articles related to the subject...

* Gastronomy and Kitchen Consulting & Kitchen Consulting

* New Restaurant Consulting & Restaurant Consulting

* Restaurant Menu Consulting & Menu Consulting

* New Restaurant Concept Design and Consultancy

* How to Establish a New Restaurant Kitchen, What Should Be Considered?

* How to Make a New Restaurant Menu?

* What is the New Restaurant Concept? How is it created?

* How to Open a New Restaurant? How to Open a Restaurant?

* What Should I Consider When Opening a New Restaurant?

* What are the most common mistakes when opening a new restaurant?

* What is Sauce, How to Make Special Meal Sauces?

* How can I reach International Kitchen Staff Consultancy Services?

* International Kitchen Staff Consultancy Services

* What are the best Restaurant Projects?

* What is New Restaurant Management?

* What is Restaurant Kitchen Management?

* How to Make a New Restaurant Management Circular?

* How to prepare the Organization Agreement Text for Yestoran or hotel businesses?

* How to Prepare Restaurant Management Reports?

* How to make Cost-Cost Calculations in Restaurant Management?

* What are the Schedules and Minutes in Restaurant Management?

* How to prepare "Survey and Forms" in Restaurant Management?

* How to Become a Brand Restaurant?

* How to check Guest Satisfaction in New Restaurant Management?

* How Can I Reach Successful Turkish Cuisine Chefs?

* What are the Richest Activity & Banquet Menus?

* What are the most different Sample Restaurant Menus?

* How to Make the Richest Winter Menu, what are its features?

* What are the most different types of menus?

* How to Make Rich Sample Hotel Menus?

* What is Restaurant Menu Planning?

* How Are Restaurant Menus Prepared?

* How to Analyze Restaurant Menu?

* Restaurant and Hotel Wedding Menus (Sample)

* What is Restaurant and Hotel Menu Management?

* What Are The Best Banquet Menus And Protocol Services?

*** You can contact me through my contact information for more information on the above-mentioned and other labeled topics in the article and to get service in the field of gastronomy consultancy. ***

13 Nisan 2021 Salı

Osmanlı Sarayında Mutfak Düzeni ve Teşkilat Yapısı Nedir?

 Osmanlı Sarayında Mutfak Düzeni ve Teşkilat Yapısı


Osmanlı Sarayında Mutfak Düzeni ve Teşkilat Yapısı Nedir?

19. yüzyılda Osmanlı’nın yaşadığı değişim ve dönüşümler, sarayın gündelik hayatına ve pratiklerine de yansımıştır. Avrupa kültürünün etkisinin görüldüğü yerlerden biri de saray mutfağı, sofra düzeni ve geleneğidir. 

Sarayda padişah, şehzadeler, valide sultanlar ve daha birçok önemli bölüm için sofra hazırlamaktan sorumlu bir teşkilat yapısı vardı. Birçok alt birimden oluşan ve her birine matbah denilen bu teşkilatın genel adı Matbah-ı Amire idi. Matbahlar içinde en önemlisi, padişaha ait olan Matbah-ı Has, kendi içinde biri sarayın yönetim yeri olan Mabeyn-i Hümayun’da diğeri günlük yaşamın sürdüğü Harem-i Hümayun’da olmak üzere ikiye ayrılıyordu.

Her bir matbahın ihtiyaç listelerinden, düzeninden ve defter tutma işlemlerinden sorumlu olan vekilharcı günlük düzeni ve menüleri hazırlar, öğün saatlerinde her dairenin Tablakâr ismi verilen hizmetlisi hazırlanan yemekleri dairelere götürürdü.

Osmanlı saraylarında yemekler biri sabah biri de akşam güneş batmadan önce olmak üzere iki öğün olarak hazırlanırdı. Bu iki öğün arasındaki zamanda ise, şerbet, ayran, meyve vb. yiyecek içecekler tüketilirdi. 

Saray mutfağında ocaklar demir dökme, tencereler ise her zaman bakırdan olurdu. Tencerelerin üzerinde hangi mutfağa ait olduklarına dair mühürler basılırdı. Bunların yanı sıra bakır ve gümüş kahve cezveleri, mangalları, toprak kaplar, güğümler Osmanlı mutfağının vazgeçilmez mutfak gereçleriydi. 

Osmanlı Sarayında Mutfak Düzeni ve Teşkilat Yapısı
Sultanların da kendilerine has sofra takımları oluyordu. Sultan II. Abdülhamid’in 120 kişilik, Sultan Abdülaziz’in 40 kişilik sofra takımları vardır. Tarihi Osmanlı Sarayında Mutfak Düzeninde Gümüş üzerine altın kaplama olan bu takımların her bir parçası ziyafet sonrasında sayımı yapıldıktan sonra bakım için darphaneye gönderiliyordu.

Osmanlı Sofrasında Dönüşüm

Sultan Abdülaziz döneminde teşkilat yapısı ve faaliyetleri anlamında en gelişkin dönemini yaşayan Dolmabahçe Sarayı mutfağı, 19. yüzyılın değişim rüzgârından nasibini almış ve ortaya Osmanlı geleneği ile batı geleneğini bir arada buluşturan bir harman çıkmıştır. Saray menülerinde şerbetli tatlıların yanı sıra pastaların, turtaların ve hâliyle mutfak gereçlerinde bu tarifler için gereken özel malzemelerin yer almaya başladığı görülür.

Osmanlı Sarayında Mutfak Düzeni ve Teşkilat Yapısı

Yeni pişirme yöntemleri, farklı sunumlar, Avrupa’dan getirilen şamdanlar, çiçeklikler ve sofra takımları masaları donatmaya başlar. Klasik dönemde sini etrafında yeme alışkanlığı yerini geniş masalarda sofra kurmaya bırakmıştır. Fransız etkisinin yoğun biçimde görüldüğü sofralarda, hem Osmanlıca hem Fransızca olarak basılan menüler de sık rastlanan örneklerdendir.  

Klasik dönem alışkanlıklarından batı tarzı sofra düzenine geçişi ziyafet sofralarında uygulayan ilk hükümdar Sultan II. Mahmud olmuştur. Öyle ki sofra düzenindeki yenilenme için aşçılarından birini batı tarzı pişirme tekniklerini öğrenmesi için Viyana’ya göndermiştir. 

Kurumlaşan Davet Düzeni

Sultan II. Mahmud’un ardından oğlu Sultan Abdülmecid de yenileşme hareketini devam ettirmiştir. Sultan Abdülmecid bu dönüşümü bir adım ileri taşıyarak “Teşrifat-ı Hariciye Memurluğu”nu yani yabancı devletlerle, resmî görevlilerle ilişkileri, davetleri düzenleyen kurumu oluşturmuş, sarayda verilecek olan ziyafet sofralarını, törenleri belli bir protokole bağlamıştır. 

Bir ziyafet verildiğinde izlenecek yol şu şekildedir; Davetliler giriş kat salonlarında toplanır, teşrifat memurları onları yemek salonuna alır ve yerlerini gösterir. Padişahın salona girişi Marş-ı Hümayun eşliğinde olur ve yemek başlar. Sofrada davetlilere hizmet etmek üzere batılı tarzda yetişmiş olan Hademe-i Hümayun hazır beklemektedir. Yemek esnasında alaturka ve alafranga müzik icra edilir. Yemek sonrası kahve ikramı yapılır.

Sofrada Camın Yeri 

Osmanlı saray sofrasında cam kullanımının geçmişi Fatih Sultan Mehmed’e kadar uzanıyor. Cam ürünlerin kullanımının genişlemesi ve çeşitlenmesi ise III Murad (1574-1595) döneminde, cam üretiminin endüstri hâlini alması ise III. Selim döneminde (1789-1807) Avrupa ile ilişkilerin gelişmesiyle oluyor.

19. yy’da dünya cam üretimi ve cam sanatındaki gelişmeler oldukça hız kazanmış, Osmanlı da dünyanın önde gelen markalarından sofra takımları sipariş etmiştir. Dolmabahçe Sarayı’nda ziyafet sofralarında kullanılan Bohemya ve Baccarat kristalleri, Kralların Camı ve Kralların Kristali ünvanını alan, dönemin en zarif örneklerini teşkil ederler. 

Osmanlı Sarayında Mutfak Düzeni ve Teşkilat Yapısı Nedir?
Bohemya kristalleri, Orta Avrupa Bohemya bölgesinde Moser Fabrikası’nda üretiliyordu. Her bir parçasının ağız kısmı altın yaldızlı olan Moser cam sofra takımlarının bir diğer önemli özelliği ise üzerlerinde Osmanlı devlet arması ile II. Abdülhamid’i simgeleyen A ve H harfini bulundurmasıydı. 

Dolmabahçe Sarayı I. Hazine Sergi Salonu’nda sofra düzeni ve geleneği ile ilgili detayları ve  koleksiyonları incelemek mümkün. Geçmişte Mabeyn Kileri olarak kullanılan bölümde sergilenen eşyaların tamamı Padişah ve hanedan mensupları tarafından kullanılmış parçalardır.

Sarayda Protokol Esasları Nelerdir?

Osmanlı Devleti’nde konukların ağırlanması; bayram, düğün, Cülus (tahta çıkma töreni) gibi özel ve önemli günlerde yapılan törenler, belirli usul ve kaidelere göre düzenlenirdi. Bu protokol yani teşrifat, hem devletin gücünü göstermek ve yenilemek hem de Osmanlı toplumu ile yönetici tabaka arasındaki iletişimin sağlanmasında en önemli yollardan biriydi.

Protokoller, törenlerin yapılış sebeplerine ve ağırlanacak konuklara göre nitelikleri ve detayları da farklılık gösterirdi. Klasik dönemin protokollerinde en çok yararlanılan kaynaklar önceki dönemin törenlerindeki deneyimlerin kayda geçirildiği teşrifat defterleri olmuştur.

İlk olarak Sultan Abdülmecid tarafından teşrifat usullerinin bir kurallar dizisine bağlanması için dış ilişkilerde teşrifatı düzenleyen kurum “Teşrifat-ı Hariciye Memurluğu” kurulmuştur. Sonrasında I. ve II. Meşrutiyet dönemleriyle protokollerin esasları değişen çağa, modernleşen batı tarzı usullere ayak uydurmaya başlar. Bu dönemde teşrifat usulleri çok daha rasyonel bir biçimde kayıt altına alınmaktadır.

Özellikle II. Meşrutiyet döneminde teşrifata ve davranış usullerine dair ayrıntıları öğrenmemizi sağlayan isim Başmabeynci Lütfi Simavi olmuştur. “Teşrifat ve Adab-ı Muaşeret” adlı eseri, dönemin ruhuna, görgü ve protokol kurallarına dair en güvenilir ve detaylı kaynaklardan biridir. Lütfi Simavi, bu kaynak eserinde madalyonların takılma şekillerindeki kordon detaylarından gösteriler esnasında uyumamaya gayret etmek gerekliliğine kadar her türden görgü kuralı ve protokolü kaleme almıştır. Hem saray içerisinde ve hem de toplum genelinde bireysel anlamda uyulması gereken kuralları aktardığı eseriyle çağının tahlilini yapmanın yanı sıra yön de vermiştir.

Bu arşivden bazı örnekler şöyledir;

“Hangi Durumlarda Kart Gönderilir?

Dostlardan birinin memuriyet, rütbe veyahut nişan ile taltif edildiği, bir nikâh veya doğum haberi alındığında ve bir tanıdığın vefatı işitildiği vakit kartla tebrik veya taziye edildiği gibi Hıristiyan ve Avrupalı dostlar da yılbaşı münasebetiyle kartla tebrik edilir.”

“Eldiven"

Bir salona giriş esnasında tokalaşmak üzere sağ eldeki eldiveni mutlaka çıkarmalıdır. Sol eldeki eldiven kalabilir. Hatta her ikisini de çıkararak ve elde tutarak içeri girmek en iyisidir. Elde eldiven olduğu hâlde misafir kabul edilmez. Kadınlar eldivensiz sokağa çıkmazlar. Ziyaretlerde de eldivenlerini çıkarmazlar.”

Törenlerde Kurallar ve Çağa Ayak Uydurma

Törenlerde, katılan yöneticilerin statülerine göre giymesi gereken kıyafetlerden, durmaları gereken yerler ve pozisyonlara, selamlama şekillerine kadar tüm detaylar teşrifat memurlarının kontrolünde gerçekleşirdi. Merasim alanında hazır bulunan atların üzerine örtülecek örtülerin çeşitleri ve türleri de belirli kurallara bağlıydı.

Bu detaylar, sembolik anlamları yoğun bir iletişim biçiminin üretildiğini gösteriyordu. Batının dünya üzerindeki gücünü artırmaya başladığı dönemde Osmanlı Devleti’nin Avrupalı devlet görevlileriyle ilişkileri daha sık ve yakın hâle gelmeye başlamıştır. Protokol usullerinin de zaman içinde farklılaşması ve batılılaşması söz konusu olmuştur. Klasik tören geleneklerinden kimileri dönüşmüş, kimileri korunmuş, kimileri ise terk edilmiştir.

Örneğin önceleri yalnız yemek yiyen, hizmetlileriyle konuşmadan yalnızca işaretlerle anlaşan padişah, çağdaş usullerin saray merasimlerinde yerini almasıyla beraber sofrasını elçilerle ve devletin ileri gelen idarecileriyle paylaşmaya başlamıştır. Yurt içinde ve yurt dışında gezilere çıkılmaya başlanmış ve böylece padişah, daha kolay ulaşılabilen bir konuma gelmiş, halk ile arasındaki mesafe kısalmıştır.

Saltanattan Cumhuriyet’e geçişin sessiz tanığı: Dolmabahçe Sarayı

Dolmabahçe Sarayı Osmanlı toplumunda kültürel dönüşümlerin tanığı ve öncüsü olduğu gibi Osmanlı Devleti’nin siyasi yapısında da büyük dönüşümlere sahne olmuş bir mekândır.

Osmanlı Hanedanı’nın, Topkapı’dan Dolmabahçe’ye yerleşmeye başlaması Osmanlı siyasi ve toplumsal hayatında bir değişimin olduğunu göstermekteydi. Dolmabahçe Sarayı’nın batılı tarz mimari ile harmanlanmış yapısı da Osmanlı’nın fikir ve ruh dünyasında dönüşümü vurgulamaktaydı. Elbette bunun çok temel yansımalarından biri de, siyasal sistemin kendisiydi.  

Yenilikler Çağı 19. Yüzyıl

19. yüzyıl sonlarına doğru Osmanlı Devleti batılı devletler karşısında eski gücünü koruyamaz bir hâle gelmiş ve dolayısıyla mevcut sistemin değişime ihtiyaç duyduğu aşikar bir tablo ortaya çıkmıştı. Osmanlı’nın kendi içinde de, 18. yüzyıl sonlarına doğru küçük adımlar ve gelişmelerle başlayan yenilikler bir asır sonrasında artık önü alınamaz bir sistem değişikliğini gerektirmeye başlamıştı. 

Abdülmecit döneminde Tanzimat Fermanı (1839), Islahat Fermanı (1856); II. Abdülhamid döneminde ise ilk anayasa olan Kanun-i Esasi’nin hazırlanması ve I. Meşrutiyet’in ilanı (1876) gibi gelişmeler siyaset ve toplum sahnesinin bir geçiş döneminde olduğunu göstermekteydi. Kanun-i Esasi ile kurulması kabul edilen Meclis-i Mebusan da parlamenter sisteme doğru evrilecek bir sürecin ilk göstergelerinden diyebiliriz.  

1839’da Tanzimat Fermanı’nın ilanıyla başlayan bu süreç yenilenme rüzgârlarını mimariye de taşımış, neoklasik ve barok üslupların geleneksel mimariyle bir arada kullanıldığı saraylar inşa edilmiştir.

Bunlar içinde kuşkusuz en önemlisi ve en görkemlisi Sultan Abdülmecit’in emriyle 1856’da inşasına başlanan Dolmabahçe Sarayı olmuştur. Tanzimat döneminin sarayı diyebileceğimiz ve modernleşmenin sembolik ifadesini de bünyesinde taşıyan Dolmabahçe Sarayı, bu sürecin devamında gelen siyasi ve toplumsal süreçlerin de tanığı olmaktan öte bizzat merkez üssü konumunda olmuştu.  

23 Aralık 1876 yılında ilan edilen anayasa Kanuni Esasi, Meclis-i Mebusan’ın sınırlarını, sorumluluklarını da belirliyordu. Meclis-i Mebusan’ın açılışının 19 Mart 1877 Pazartesi günü Dolmabahçe Sarayı’nda yapılması kararlaştırılmıştı. Öncesinde İstanbul’a Avrupa’dan gazete muhabirleri bu tarihî olaya tanıklık etmeye geliyorlardı. 19 Mart günü, resmi daireler tatil edilmiş, halk Dolmabahçe Sarayı’nın etrafına toplanarak muazzam bir kalabalık teşekkül etmişti.

Dolmabahçe Sarayı’nın göz alıcı ihtişamdaki Muayede Salonu’nda gerçekleşen tören II. Abdülhamid’in salona girişiyle başlamış, padişahın açılış konuşması Said Bey tarafından okunmuştur. Yarım saat kadar süren bu konuşmanın ardından 101 pare top atışı ile Meclis-i Mebusan’ın açılışı ilan edilmiştir. 

Meclis-i Mebusan’dan Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne

1878’de II. Abdülhamid’in Meclis-i Mebusan'ı kapatması ile Osmanlı için Yıldız dönemi olarak adlandırılan 30 yıllık dönem başlar. Bu süreç 1908 yılında meclisin tekrar açılmasına dek sürer.

1908 sonrası gerek dünya devletleri gerek Osmanlı Devleti’nin gündeminde iç karışıklıklar ve savaşlar büyük rol oynadı. Saltanatın zayıfladığı ve Cumhuriyet fikrinin yükseldiği bu dönem İttihad ve Terakki Fırkası, Meclis-i Mebusan’ın 5. seçim dönemi olan 1914’te meclisin çoğunluğunu elde etti. 

Mustafa Kemal’in önderliğinde 23 Nisan 1920’de açılan Türkiye Büyük Millet Meclisi milli mücadele kararlarının menşei oldu. 1876’da Dolmabahçe Sarayı’nın Muayede Salonu’nda başlayan fikri hür bir meclis düşüncesi 1920’de TBMM ile son şeklini aldı. Çağdaş bir sisteme geçiş fikrinin nüveleri Dolmabahçe Sarayı’nın mimarisinde, atmosferinde ve Mustafa Kemal’in hatırasıyla ölümsüzleşmektedir.

Bir Teşrifat Simgesi; Sarayda Kahve Kültürü ve İkramı

Osmanlı’da ilk olarak 16. yüzyılda içildiği tahmin edilen kahve, bugün dünya çapında bilinen bir kültür hâlini almıştır. Halk diline mâl olan ibaresiyle “bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı vardır”.  Ancak geleneği ve hatırası Türkiye tarihinde yüzlerce yıl geriye gider.

Milli Saraylar Koleksiyonları, kahvenin Osmanlı Sarayı’ndaki kullanım geleneğini, yerini ve önemini göstermesi açısından çok kıymetli ve zengin bir envantere sahiptir. Kahve hem Osmanlı Sarayı hem de Osmanlı toplumu için gündelik hayatın vazgeçilmez bir parçasıdır.  Misafir ağırlamada olmazsa olmaz ikramların başında gelir. Sunumu ve ikramlarıyla, kavurma, pişirme usulü ve teknikleriyle Türk Kahvesi adı ile dünyaya tanıtılmıştır. 

Osmanlı Sarayı’nda gündelik olarak içilmesinin yanı sıra, kahve sunumu konukların kabul merasiminin en önemli kısımlarından biriydi. Bir misafire gösterilen saygının, hürmetin gereği zarif ve kusursuz olması gerekirdi. 

Osmanlı toplumunda yer eden bu gelenek hâliyle bu içeceğin hazırlanmasını ve sunulmasını gerektiren araç gereçlerin de sanatla yoğrulmasına yol açmıştır. Sitil takımları, fincan, zarf ve puşideler, merasim havasında gerçekleşen kahve sunumunun şık ve gösterişli ana parçalarıdır. Evlilik süreçlerinde kız tarafının çeyize sitil puşidesi, erkek tarafının da sitil örtüsüne uygun bir kahve sitil takımı koyması adettendi. Kahvenin yanında ise bugüne benzer bir şekilde meyankökü, demirhindi ve gül gibi şerbetler, tatlılar ikram edilirdi. 

19. yüzyılda Osmanlı’da sitil takımları gümüş , tombak, pirinç ya da bakır malzemeden üretilirdi. Sitil takımının en gösterişli parçalarından biri ise kahve ikramının üzerinde yapılacağı kahve örtüsü yani puşidelerdi. Genelde 1 metre çapında ve yuvarlak olan puşideler, ipek, kadife  ya da atlas kumaştan yapılır, işlemelerindeki altın, gümüş detaylar, sim saçaklar göz doldururdu. 

Kahve fincanları, porselen ve billur gibi malzemelerden üretilirdi. Boyutu ve farklı özellikleriyle değişen fincanlar “bülbül fincanı”, tiryakiler için büyük boy “kallavi” fincanlar, paşa fincanı ve hatai gibi isimlendirilirdi. 18. yüzyılda Avrupa üretimi porselenler 19. Yüzyıl sonunda ise Yıldız Porselen Fabrikası üretimi fincanlar kullanılmaya başlanmıştır. 

Sarayda kahve ikramının incelikli parçalarından biri de kahve fincanı zarflarıdır. Fincanı içine oturtmaya yarayan, dudak payı kadar fincanın dışarıda kaldığı zarflar ince işçilik ve değerli taşlarıyla gerçek birer sanat eseri niteliğindedir. Bu zarflar tombak, mine, oyma, savat, telkâri teknikleriyle, zümrüt, inci, yakut, firuze, elmas gibi değerli taşların kullanımıyla göz dolduran zarif detaylara sahiptir. 

Dönemi belgeleyen isimlerden Abdülaziz Bey’in aktardığına göre, 19. yüzyılda bir mekanizma aracılığıyla küçük bir mızıkanın yerleştirildiği mineli kahve fincanları bile kullanılmaktaydı.

Kahve merasiminin en kusursuz ve ihtişamlı olduğu yer elbette Osmanlı Sarayı’ydı. Tüm araç gereçlerin en zarif olanları üretilir, padişahlara özel takımlar hazırlanırdı. Avrupa’dan seçkin Fransız, Alman, İngiliz markalarının Osmanlı pazarı için ürettiği kahve fincanları çoğunlukla Osmanlı Sarayı’nda kullanılırdı.

Osmanlı Sarayı’nda kahve ikram görevini yerine getiren bir teşkilat da bulunurdu. Kahvecibaşılar denen kahve sorumluları Osmanlı’ya has bu en önemli ikramdan sorumlu olmaları sebebiyle padişahlarla da yakın ilişki içerisinde olurlardı. Bu sebeple deneyimli ve itibarlı kimselerden seçilirlerdi.   

Sarayda padişahlara özel üretilen kahve takımlarının bazılarında takımın parçalarının üzerine padişaha özel tuğra, inisiyal ya da isim işlenirdi. Millî Saraylar Dolmabahçe Sarayı Koleksiyonu arasında, kahve tiryakiliği meşhur olan II. Abdülhamid’in özel siparişiyle yaptırılan, inisiyali (isminin baş harfleri) “A” ve “H” harflerini taşıyan nadide takım ile Sultan Abdülmecid’in kızı Refia Sultan’ın ismini yazdırdığı kahve takımı görülebilmektedir.   

Osmanlı Sarayında Mutfak Düzeni ve Teşkilat Yapısı Nedir?

Yurt İçinde Ve Yurt Dışında İhtiyac Duyan Kişi Ve Kurumlara;
Yiyecek ve içecek alanlarında restoran ve konaklama ve işletmelerine belirtilen konularda Osmanlı ve Türk mutfağı, Osmanlı saray mutfağı, Anadolu mutfağı, Akdeniz mutfağı, menü planlama, konsept belirleme, mesleki eğitim alanlarında uluslararası konumda has aşçıbaşı Ahmet Özdemir olarak;

Yiyecek ve içecek danışmanlığımutfak danışmanlığıişletmeci körlüğüYeni Restoran Açarken Nelere Dikkat Etmeliyim?, Kesin Başarı İçin Restoran Danışmanlığı Almalımıyım?, Menü DanışmanlığıRestoran YönetimiGastronomi Danışmanlığıkonsept danışmalığıŞehrin En İyi Restoranlarına Nasıl Sahip Olabilirim?, Yeni Restoran Açmak İsteyenlerin En Çok Sorduğu Sorular?, Kalıcı Bir Restoran Sahibi Olabilmek İçin Dikkat !!! konularında mesleki eğitim ve danışmanlık hizmetleri vermekteyim. İlgili projeler için mesleki bilgilerime ihtiyac duyan kişi ve kurumlar Türkiye saati ile sabah 10:00 ila aksam 22:00 saatleri arasında tarafım ile İLETİŞİM bilgilerimden bağlantıya geçebilirler...


11 Nisan 2021 Pazar

Dünyada Aşçılık Tarihi Nedir?


Meğer dünya aşçılık tarihi, ilk olarak Ortadoğu’da yazılmaya başlamış. İlk Arapça yemek kitapları 8’inci yüzyıldan itibaren Bağdat’ta derlenmiş ve uygulamalar, Halep, Kahire, Endülüs gibi Ortaçağ İslam dünyasının büyük şehirlerine yayılmış. Yani Müslüman dünyada ‘yemek tariflerinin kodları’, bugün ne yazık ki bombaların yerle bir ettiği ve büyük bir insanlık dramının yaşandığı Bağdat’ta yazılmış. 10’uncu yüzyılda Bağdat, kozmopolit bir şehirmiş, Arap, Pers, Yunan, Hint, Türk ve hatta Çin ve Afrika kültürlerinin kesişme noktası ve mutfak sanatlarının

Ortaçağ'da İslam Mutfağı Kitap Açıklaması

Sirke ve şeker, kuru meyveler, Hindistan'dan ve Çin'den baharatlar, gül suyu, hurmadan ve kuru üzümden yapılan tatlı şarap...

Tüm bunlar Arap mutfağının altın çağının lezzetleri. Yarı tarih yarı yemek kitabı kimliğiyle keyifli bir mutfak serüveni sunan bu eser, 9. ve 10. Yüzyıllarda Bağdat'taki gösterişli halife saraylarında Pers, Grek-Roma ve Türk aşçılarından esinlenerek geliştirilmiş ve hızla tüm Akdeniz'e yayılmış gastronomik sanatın izini sürüyor. Lilia Zaouali, keyifli bir anlatı eşliğinde İslam'ın canlı mutfak mirasına yeniden hayat vermekte.

Kitap, pişirme araç gereçleri, aromatik çeşniler, yemeklerin sunumu gibi konuları da ele alarak aşçılık sanatının incelikleriyle ilgilenen herkese keyifli bir okuma ve bilgi kaynağı sunuyor.

İkinci bölümdeyse, Ortaçağ İslam mutfağı kaynaklarından alınmış kapsamlı bir orijinal tarifler seçkisi, bu lezzetleri günümüze taşıyan 31 çağdaş tarifle bir araya geliyor. Cevizli ve Narlı Tavuk, Fıstıklı Dana Eti, Bazergan Kuskusu, Taze Kayısılı Kuzu Güveç, Sirke ve Frenk Kimyonlu Ton Balığı, Yumurta Püreli Hurma Dolması gibi yemekler sofralarda yerini almak üzere okuyucuyu bekliyor.

Popüler Meslek Aşçılığın Tarihi İlk Nerede Başlamıştır?
Hayriye MENGÜÇ

Malzeme, hijyen, yazılı reçete… Ortaçağ İslam mutfağının en önemli üç kriteri. Dünya mutfak tarihinin ilk kodları, Orta Doğu topraklarında yazılmış. Tüm dünyaya da buradan yayılmış. Günümüz mutfak kültürü ve tarif bilgisiyle Ortaçağ geleneğinin izini sürmek, aslında bir yeniden yaratım macerası. Denemeye değer…

Thomas Mann’ın Büyülü Dağ romanında nefis bir Doğu-Batı çözümlesi vardır. Terazinin bir kefesine Doğu, diğer kefesine Batı Medeniyeti’ni koyduğunuzda, Doğu daha ağır basar. Terazinin Batı kefesi hafif kaldığı için yukarı kalkar. İnsanlar yukarıda kalan Batı Medeniyeti’ni bu nedenle daha üstün görürler, oysa onu yukarıya kaldıran Doğu Medeniyeti’nin ağırlığıdır. Bu betimlemeyi okuduğumda çok etkilenmiştim, tıpkı Lilia Zaouali’nin Ortaçağ’da İslam Mutfağı kitabını okuduğum zamanki gibi.

Meğer dünya aşçılık tarihi, ilk olarak Ortadoğu’da yazılmaya başlamış. İlk Arapça yemek kitapları 8’inci yüzyıldan itibaren Bağdat’ta derlenmiş ve uygulamalar, Halep, Kahire, Endülüs gibi Ortaçağ İslam dünyasının büyük şehirlerine yayılmış. Yani Müslüman dünyada ‘yemek tariflerinin kodları’, bugün ne yazık ki bombaların yerle bir ettiği ve büyük bir insanlık dramının yaşandığı Bağdat’ta yazılmış. 10’uncu yüzyılda Bağdat, kozmopolit bir şehirmiş, Arap, Pers, Yunan, Hint, Türk ve hatta Çin ve Afrika kültürlerinin kesişme noktası ve mutfak sanatlarının da buluşma yeri olmuş. Günümüze kadar ulaşan birçok tarif, makarna ve pilav da dahil Arapça ya da Pers kökenliymiş.

Paris Jeussieu Üniversitesi’nde Müslüman Dünya’nın Antropolojisi dersleri veren, bilimsel yayınlarının yanı sıra kısa hikayeleri de bulunan yazar Zaouali’nin kitabı, kısa bir tarihçe eşliğinde 174 yemek tarifi veriyor. Ruhun Gıdası Kitaplar tarafından Ocak 2016’da basılan ve Barış Baysal’ın İngilizce’den Türkçe’ye kazandırdığı kitap, 2004 ‘te ilk olarak İtalyanca yayınlanmış, daha sonra İngilizce, Rusça ve Fransızca olarak da basılmış. Kitap üç bölümden oluşuyor. İslam mutfağına malzemeler, teknikler ve terminolojik açıdan genel bir bakış attıktan sonra kitap, ikinci bölümde soğuk mezelerden çorbalara, mandra ürünlerinden kuskus, pilav, omlet ve pastalara kadar geniş bir tarif derlemesi sunuyor. Son bölümde ise Kuzey Afrika Mutfağı’na ait 31 çağdaş tarif anlatılıyor. Bağdat’tan Cordoba’ya, Tunus’tan Palermo’ya ilerleyen İslam mutfağının bu gastronomik rotasını gördükçe; keşke geçen yaz Tunus’a gitmeden önce okumuş olsaydım, bu kitabı diyorum…

Kitabın önsözünü yazan Charles Perry, İslam dünyasının en zengin Ortaçağ yemek kültürüne sahip olduğunu, 1400 öncesi Arapça yemek kitaplarının sayısının dünyadaki tüm diğer dillerdeki yemek kitapları toplamından fazla olduğunu belirtiyor:

“Tarih boyunca birçok kültürde aşçılık, ya ev yemekleri için anne yanında ya da şefler için profesyonel bir mutfakta çıraklık ederek öğrenilmiştir. Ortaçağ Arapları yemek tarifleri yazmaya, onları yemek kitaplarında derlemeye ve bunlara bakarak yemek pişirmeye alışıklardı.”

Bu alışkanlıklarının temeli ise Pers uygarlığına dayanıyormuş. Pers aristokratları, gözde tariflerini kişisel yemek kitaplarına not ederlermiş. Bağdat da bu geleneği izlemiş. Bilinen en eski Arapça yemek kitabı ‘Kitab al-tabikh’; 10’uncu yüzyılda, 8’inci ve 9’uncu yüzyıl halifelerinin ve saray mensuplarının tarif koleksiyonlarından derlenmiş.

Mutfaktan çıkmazlarmış

9’uncu yüzyılda Bağdat yakınlarındaki Rusafa kraliyet sarayında prens ve cariyeleri, mutfak sanatları tutkusuyla bir araya gelerek zamanların çoğunu fırınların önünde geçirirmiş. İyi aşçı olan cariye, kıymetliymiş. 747’de Şam’daki Emevileri indirerek iktidara gelmiş Abbasi hanedanından olan birçok Bağdat halifesi de aşçılıkla fazla ilgilenir, bazı yemeklerin hazırlanmasına bizzat iştirak edermiş. Halifeler, Yunan tıp okullarında eğitim görmüş Hıristiyan hekimler tutar ve bu hekimler,ilaç reçetesi gibi insanlara yiyecek reçeteleri hazırlarmış. Bu neden Arap dünyasının titizlikle hazırlanmış tarifleri, özünde çok güvenilik tıbbi bilgiler içeriyormuş.

12’nci yüzyılda  Avrupalılar Latincesi olmayan kitapları, özellikle de felsefe ve tıp eserlerini okuyabilmek için Arapça öğrenmeye başlamışlar. Kısa sürede bu tarifler derlenmiş. 14’üncü yüzyıldan itibaren ise tarifler, Latince’ye sonra da Almanca’ya çevrilmiş. 10’uncu yüzyıldan sadece bir kitap, 11’inci ve 12’inci yüzyıldan hiç, 13’üncü yüzyıldan ise 5 kitap kalmış. Tüm bu kitaplar Arapça derlenmiş, 10’uncu ve 13’üncü yüzyıl arasında hiçbir yemek kitabı Persçe, Yunanca ya da Latince yazılmamış. Bu arada kitapları genelde erkekler yazmış. Çok az istisna dışında pişirenler, yorum yapanlar, yazanlar büyük oranda erkekmiş. Kitaplarda anlatılan hikayeler tamamen tüketici ve aşçı erkekler arasındaki karşılaşmalardan ibaretmiş.

Sirke, Babil Tabletleri’nde bile varmış

Kitap, eski dönemlerin beslenme takıntıları ve fobileri, mutfak geleneklerini aktarması açısından dikkat çekici. Bilgiler okuru yormadan merak uyandırarak anlatılıyor. Antik dönem mutfak mirası olan tatlı ekşi yemeklerin mucidi araştırılıyor, yemek pişirirken sirke kullanımının izleri sürülüyor. Bu konudaki ilk imânın M.Ö. 1700-1600 civarında Eski Babil dönemine ait bir çiviyazısı tablette bulunan bir tarife dayandığı anlatılıyor. 2 bin yıldan daha fazla bir zaman sonra Roma yemeklerinde baharat, sirke ve bal gibi zıt çeşnilerin kullanımı, Ortaçağ İslam mutfağının da kendine özgü niteliği haline gelmiş. Arap mutfağındaki peygamber geleneği, İslam’ın ilk günlerindeki Arap yemekleri, İslam’ın getirdiği yeni yemek normları ve Kur’an yasakları da kitapta anlatılıyor.

Mutfak tarihimizde Dünyada Aşçılık Tarihi Nedir dediğimizde ilk. karşımıza çıkanlardan biride Yemeğe meyve ile başlanırmış
Bir yemeğin başarısı herşeyden önce kap kacağın ve gıdaların düzgün temizlenmesine bağlıdır. Bu gerçekle hijyen, Ortaçağ dönemi yazarlarının en başta gelen meselesiymiş. Ayrıca aromalı malzemeler, Ortaçağ İslam mutfağının özüymüş. Tuzlama ve salamura yoluyla koruma yaygınmış. Baharat karışımlarının yanı sıra mayalı çeşniler-soslar önemliymiş.Yemekler alçak, ahşap bir masada ya da yere serilmiş bir örtüyle servis edilir; soğuk, sıcak, ana yemek, meze, sos ve sirke hepsi bir kerede masaya getirilir, küçük kaselerde servis edilirmiş. 

Abbasiler yemeğe meyveyle özellikle de hurmayla başlar, soğuk tuzlu yemeklere geçer, sıcak yemekler sirke ya da tuzlu su içinde korunmuş sebzelerle birlikte sunulurmuş. Kasenin dibi ekmekle sıyrılır, yemeğin sonunda tatlı ve şıralar ikram edilirmiş. Endülüslü yazar Ibn Razin, yemeğe; tharid, makarna, dana ve koyun gibi yağlı etler, kuru etler, balık, fırınlanmış tohumlar gibi ağır yemeklerle başlanmasını, sonra sebzeye geçilmesini önerirmiş. Tüm çok tuzlu yemekler “midenin ortasına gelmeliymiş” ve tatlılar, ham meyve ve tatlı içecekler en son tüketilmeliymiş.

Abbasi döneminde görgü kuralları, yemekten önce ve sonra özel sabunlar ve tozlarla özenle yıkanması gereken ellerin temizliği konusunda çok sıkıymış. Kemikler gürültü çıkarılarak emilmez, çğnenmiş et tabağa geri bırakılmazmış. Meyveleri direkt ısırmak yerine, istenilen miktarda bıçakla kesmek, ellerin meyveyle kirletilmemesi esasmış. Yemeğin sonunda ise dişler bir kürdanla temizlenir ve misk, sandal, heribar, karangil, tarçın vs kötü nefes kokularını önlemek için emilirmiş.

Kitap, bazı mutfak ritüellerinin gerçekten kadim bilgiler olduğunu ve Ortaçağ’dan bu yana yapılageldiğini anlama fırsatı veriyor okuyana. Verilen tarifler ise ‘geride kalmış bir çağın orijinal tadlarını’ yeniden yaratma hevesi yarattığı için çok kıymetli. Çok eskilere dayanan bu mutfak mirasını günümüz malzemeleriyle yeniden var etmek, yeni tad arayışındaki yemek tutkunları için heyecan verici olmalı.

Akdeniz Üniversitesi Akdeniz Uygarlıkları Araştırma Enstitüsünden Sn. "Durmuş YILDIZ" Ortaçağ’da İslam Mutfağı adlı eser için aşağıdaki çalışması yazmıştır.

Orjinalinde L’islam a Tavola. Al Medioevo a Oggi olarak İtalyanca yazılmış olan kitap Medivial Cuisine of the Islamic World: A Concise History with 174 Recipes olarak 2007’de İngilizce’ye çevrilmiş ve Barış Baysal tarafından da dilimize kazandırılmıştır. Charles Perry’nin Önsöz’ü (7-14) ile başlayan kitap, Ortaçağ Arap aşçılığı ve diğer çeşitli yazılarla derlenen yazmaları tercüme eden ve düzenleyen modern bilim adamlarının eserini de konu alıp Ortaçağ Arap aşçılığının kaynakları üzerine kurularak 3 ana bölümden oluşmaktadır.

Kültürel Geçmiş ve Mutfak Bağlamı (15-60) isimli ilk bölüm kendi içeri­sinde iki alt başlık altında incelenmektedir. İlki, Dünya Mutfaklarının Kesişme Noktaları’nda (17-51) X. yüzyıldan kalma Abbasi Bağdatı’ndan XIII. yüzyıldaki Halep’e, Bağdat’a ve Cordoba’ya kadar tarih boyunca uzanan orijinal Arapça baskıları doğrudan çiziyor. Hepsi saraylı ve aristokratlar tarafından yazılmış, yemek tarifleri ve mutfak prosedürleri dışında edebi fıkralar, şiirler, önemli ziyafetlerin tasvirleri ve sağlık-hijyen üzerine söylemler içeren çevrelerinin zenginliğini yansıtıyorlardı. 

Bu ilgi çekici ve bilgilendirici kitapta Zaouali, mut­fak yazıları için bir bağlantı sağlamak adına tarihsel anlatıları örgütleyerek tıp metinleri gibi tamamlayıcı materyal sunmaktadır. Yemek tarifelerinin tarihsel ve kültürel geçmişi, mutfak geçmişi kaynakları, yemek tarifleri ve çevrelerinin ana kitaplarının yazarları ve dini kaynaklardan alınan kurallar ve etkiler hakkında geniş kapsamlı bilgiler yer almaktadır. Ardından çeşitli tarihsel geç­miş­lerden gelen mutfak etkileri hakkında bilgi edinerek Antik Dönem, Arabis­tan çöl ve vahaları, İran saray mutfağı, Türk işgalleri ve İspanya da dâhil olmak üzere çeşitli fethedilen topraklardaki kültürel karakterlerin etkileşimleri sıra­lanır.

Bölümle ilgili can alıcı nokta sözcükler ile terimlerin sürekliliği ya da yok ol­masıdır. Kitapta iki tür yemek olan sikbaj ve tharid ise Ortaçağ mutfağında ön plana çıkmaktadır. Bir Pers dilinde bir kelime olan sikbaj, sirke ve şekerde veya balda pişirilen etleri farklı versiyonlarda düzenlenirdi. Peygamber Efen­dimizin en sevdiği söylenen tharid, öğütülmüş ekmek üzerine dökülen bir et suyundan oluşan özünde Arap yemeğidir. Yine, bu yemekler, kaliteli etler, baharatlar, yağlar, fındıklar, peynirler ve benzerleri ile sarayda pişirme konu­larında çok gelişmiş varyasyonlara sahipti. Sikbaj terimi Arapça ve Farsça uzun süredir varlığını sürdürüyor ve belki geçmişin sert zevklerini bıraktığını gösteriyor. 

Yeni Dünya’daki gibi, İtalya ve İspanya’da escabache ve türevleri­nin sikbaj‘dan türemiş oldukları düşünülür ve tipik olarak (aynı zamanda zeytinlere ve nadiren de keklik gibi) soğuk yenilen salamura ya da marine edi­len balık çeşitlerini gösterir. Basit ve genel olan tharid, pek çok biçimde ve farklı isimler altında devam ediyor. Anadolu’da lavaş üzerine suyunda haşlan­mış kuzu eti olan tirit, Arap Dünyası’nda ise farklı isimler almaktadır: Mısır’da ve Levant Bölgesi’nde yaygın olan ise galeta unu içirir ve et suyu içinde yer alır, sıklıkla koyun ve kuzunun ayağı veya işkembesinden yapılır. Çoğunlukla ekmeğe yoğurt, pirinç ve bazen de sirke eklenir. Irak’ta pirinç ve yoğurt olan­dan yapılana tashrib adı verilir; bir çeşit ekmek ıslatmadır. Kelimeler ve mal­ze­meler çeşitli yollarla birbirini isimler değişse de sürekli takip eder.

İkinci ve son alt başlık olan Malzemeler, Teknikler ve Terminoloji’de (51-60) kap kaçak olarak altın ve gümüş malzemenin yer aldığı; ama İslam’da ya­sak olduğu için killi kaplar (1 kez) sırlı kaplar (5 kez) kullanılmış, metal/söğüt ağacı/hasır şiş, bakır kâse/huni, bileyici, kevgir ve balta gibi malzemeler de mevcut olmuştur. Ayrıca mayalı çeşniler ve baharat karışımlarından da sıkça bahsedilerek yemeklerin ahşap masa ya da yere serilmiş örtü üzerinde yen­diğinin altı da çizilmiştir. Pişirme yöntemi olarak ‘bir kaynatım’, ‘iki kaynatım’ ya da ‘gerekli miktarda’ ifadeleri kullanılarak terimler ve ölçüler ifade edilmiş­tir.

Kitabın ana ve ikinci bölümü Ortaçağ Geleneği (61-128), soğuk mezeler (9 adet), ekmek ve et suyu (5 adet), tatlı ve ekşi yemekler (14 adet), rostolar, köfteler ve sosisler (11 adet), kırmızı et-kümes hayvanları (9 adet), balıklar (23 adet), peynir ve diğer mandıra ürünleri (10 adet), çorbalar (7 adet), ma­karna (9 adet), kuskus (5 adet), pilav-omlet (11 adet), soslar (6 adet), hamur işleri (14 adet) ve fermente edilmiş çeşniler ile şarap (10 adet) türüne göre sınıflandırılan tariflerden oluşmaktadır.

Son bölüm ise, yazarın ortaçağ gelenekleriyle bir miktar sürekliliğe sahip olduğuna inandığı Çağdaş Kuzey Afrika Mutfağı’ndan (131-160) gelen tarif­leri içermektedir. İçerikler, yöntemler, modern aşçılığında Yeni Dünya ürün­le­rinin yaygınlığı, ortaçağ mutfağının temelinde yer alan birçok malzemenin unutulması ve terk edilmesi (özellikle murri, çürümüş tanelerden yapılmış bir çeşnidir, görünüşe göre soya sosunu andırıyor) ve baharat, sirke ve şekerin güçlü lezzetlerinin azalması süreklilik sağlamadığı gerçeğini göstermektedir. Bölüm, Ortaçağ tarifleri kısa önsözlerle okuyucuya sunularak bunların mo­dern mutfakta hazırlanmasının mümkün olduğunu ve modern bir lokanta için sevindirici olacağını önermektedir. Ayrıca baharatların sayısı ve çeşitliliği ile tavsiye edilen sirke miktarı açısından atalarının sınırlı türleri oldukları görülür.

Bu çalışmada antikçağdan günümüze kadar yapılan yiyeceklerin çeşitli isim­ler kullanılsa da aslında ufak değişikliklerle her bir kültürü etkileyerek kul­la­nılması ve bunu antik kaynak, Arapça eserler de dahil olmak üzere çeşitli kay­naklar baz alınarak oluşturulduğu anlaşılmaktadır. Tarihsel anlatılar, anek­dotlar, geçmiş inanç ve zihniyetlerin yeniden yaratılması ve açıklamalı ta­rifler, Ortaçağ İslam Dünyası mutfağında açık ve anlaşılır bir üslupla sunul­maktadır. Ortaçağ Arap mutfağıyla ilgili literatüre değerli bir katkısı olan eser, Kitapta Geçen Terimler (161-166), Yemek Tarifleri Dizini (167-172) ve Genel Dizin (173-192) bölümleri ile son bulmaktadır.

Ortaçağ İslam Dünyasında Tüketici Grupları, Moda Ve Yönelimler Üzerine Bir Taslak...
Ahmet Nurullah ÖZDAL*

Özet
Günümüzde olduğu gibi Ortaçağ’da da toplum hiçbir şekilde homojen bir yapıya sahip değildir. Gelir seviyesi, sosyo-ekonomik faktörler, kültür
seviyesi, yaşam tarzı ve davranış biçimlerine göre insanlar çeşitli pazar bölümlemelerine ayrılabilirler. Bu insanlar kendi aralarında göçebeler- köylüler-şehirliler şeklinde, kadınlar-erkekler-çocuklar şeklinde, resmi kurumlar ve sivil tüketiciler şeklinde ya da üst-orta-alt sınıflar, köleler şeklinde alt gruplar halinde ele alınabilirler. 

Akıllı tüccarlar, bu şekilde içlerinde bulundukları toplumun nabzını tutabilmişlerdir. Belirli istekleri olan bu alt-gruplardan gelen talepleri değerlendirmesini bilmişler ve buna yönelik 123 tedarikçi çözümler geliştirerek zenginliklerini arttırmışlardır.

Harcama alışkanlıklarını etkileyen göç, kriz gibi olağanüstü durumlar söz konusu olabilir. Bunun yanında, farklı biçimlerde kendini gösteren moda akımları da Ortaçağ insanına yabancı olmayan olgulardır.

Giriş
Asırlar öncesine ait ve birbirlerinden farklı, değişken dinamiklere sahip çok geniş bir coğrafyanın halklarını ayrıntılı biçimde müşteri segmentasyonlarına ayırmak mümkün olamayacağı gibi böyle bir gayrete girmek de birçok sakıncaları beraberinde getirecektir. Yine de, kaynaklar incelendiğinde genel hatlarıyla bazı tüketici gruplarını betimlemek mümkün olabilmektedir. Bunlardan köylüler ve göçebeler, daha çok pazar yerleri ve ilgili çarşılar vasıtasıyla mutfak eşyası, kap-kacak, giysiler, saban ve kürek benzeri çiftçi araç-gereçleri gereksinimlerini temin ediyorlardı. Ortaçağ’da kadınlar, yanlarında bir erkek olmaksızın çarşıya ancak ev eşyası, süs eşyası, kumaş, kişisel bakım ürünleri satın almak ya da hamama vs. gitmek üzere çıkarlardı. 

Mesela parfüm mağazaları, kadınların içeride uzun süre vakit geçirdikleri dükkânlardandı.1 Bazen kadınların, örneğin ses çıkaran topuklu124 ayakkabılarla dışarı çıkmaları hoş karşılanmayabilirdi.2 Yine de Şiraz’da bir kadın, eğer örtülüyse ve ayaklarında mest, yüzünde de peçe var ise serbest bir şekilde alışverişe çıkabiliyor ve elinde yelpazesiyle vaaz dinlemek üzere mescide gidebiliyordu.3 Hatta daha tutucu olmasını bekleyebileceğimiz Mekkeli kadınlar, paralarını cömertçe güzel esanslar için harcamaktaydılar.4 

İbnu’l-Fakîh, Yemame bölgesinin kadınlarının da parfümden anladıklarını, güzel kokular süründüklerini ve bunun onlar için bir alamet-i farika olduğunu söyler.5 Türk kadınları da bu anlamda gayet özgürdüler. 1334 yılı Altınorda Hanlığı’nı ziyaret eden İbn Battuta, günümüz Kafkasya’sında Burgo- Madzhary’e karşılık gelen Macar şehri hakkında şunları söyler:

“... Pazar esnafının eşlerine gelince, bunların da durumu diğerleri gibidir. Bu kadınlardan birini, atların çektiği harikulade bir arabada gördüm. Etrafında eteklerini tutan birkaç cariye vardı. Kadının başında mücevherlerle donatılmış ve ön tarafında tavus kuşu tüyünden sorgucu bulunan bir hotoz vardı. Arabanın pencereleri açıktı. Zaten Türk kadınları yüzleri açık dolaşıyorlar. Bir başka kadını da aynı şekilde gördüm. Yanındaki köleleriyle pazara süt, yoğurt getirip satıyor, karşılığında parfüm satın alıyordu... 

Öyle olur ki bazen kadınlara erkekleriyle beraber rastlarsınız ve adamı kadının hizmetkârı zannedebilirsiniz. Çünkü kadının bu alımlı, bakımlı, süslü haline karşılık kocasının üzerinde koyun postundan bir kürk ile başında külah bulunur.”6

Gençler de aynı şekilde çarşı ve bedestenler vasıtasıyla giyim, kişisel bakım ve süs eşyası satın alabilirlerdi. Yemenli gençlerin cenbiyelere7 olan düşkünlükleri bilinmektedir. Mekkeli gençler, zarif, çok temiz ve genelde beyaz elbiseler giymekte, güzel kokular sürünmekte, gözlerine sürme çekmekte ve dişlerini misvakla fırçalamaktadırlar.8 Bağdatlı geçler de giyim- kuşamlarına ihtimam göstermekte, özel günlerinde misk ve amber sürünmekte, erkek olmalarına rağmen saç ve sakallarını boyamakta da herhangi bir beis görmemektedirler.9 

Çarşılarda çocuklara yönelik oyuncaklar satan dükkânlar da bulunmaktadır. Hatta bazı fıkıh ve ahlak kitapları, çocuklar için üretilen, insan veya hayvan suretli oyuncakların namaz kılınan mekânlarda bulundurulmaması gerektiğini hatırlatırlar. Kahire’de, yalnızca çocuklara hitap eden, şekerlemelerin birçok türünü farklı renklerde ve şekillendirilmiş versiyonlarla satışa sunan dükkânlar bulunmaktadır.10

Hükümdarlık sarayları ile üst düzey resmi görevlilere ait köşk, kasır ve konaklar, her türden lüks eşya ve mücevherat satın alımları yaptıkları gibi yüklü mutfak giderlerine de sahiptiler.11 Saraylar bu satın alımları büyük tüccarlarla doğrudan yaptıkları gibi belirli işletmelerle sözleşmeli alımlar da gerçekleştirmekteydiler. İbn Haldun, hanedanlıkların ve resmi kurumların yeryüzündeki en büyük pazarlar olduğunu, bir grup olarak en büyük tüketici kitlesini oluşturduklarını söylemektedir. 

O, aynı zamanda bu büyük hacimli harcamanın ekonomiye canlılık ve hareket kazandırdığını belirtir.12 Bu tüketici grubuna hitap eden ürünler arasında mutfak gereksinimleri ve erzak, tırazhane ürünleri, yapı malzemeleri vb. bulunmaktaydı. Kâğıt ve benzeri kırtasiye malzemesinin en mühim müşteri kitlesini de resmi ofisler teşkil ediyordu.13 Resmi makamların veya vakıf benzeri kuruluşların görevlendirdiği mimar ve mühendisler de bu grupta değerlendirilebilir. Onlar da inşaat / yapı malzemesi veya işçi kiralama işlerini doğrudan sözleşmeli satın alımlar vasıtasıyla hallediyorlardı.

Savaşçılar, ihtiyaçları olan silah, gıda ve gündelik kullanım eşyasını ordu pazarları vasıtasıyla temin etmekteydiler. Hastaneler, farmakolojik bitki ve baharatlar, ilaçlar, alkol benzeri tıbbi malzemeye gereksinim duymaktaydılar. Bu ihtiyaçlar bazen aktar dükkânlarından satınalım yoluyla bazen de tedarikçi tüccarlar aracılığıyla karşılanıyordu. Mir’âtü’z-Zamân adlı eserde, Büyük Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey döneminde Bimâristânu’l-Adûdî (Adûdî Hastanesi) için satın alımı yapılan malzemelerin bir listesi verilmiştir. 

Bu malzemeler arasında, yatak, yorgan, nevresim takımları, toz şeker, kesme şeker, badem, kayısı, saklama küpleri (yiyecek ve ilaçlar için ayrı formlarda), Çin işi kaplar (tıbbi bitki köklerini saklamak üzere), Kabil ve Hint menşeli kara helile, demirhindi, zencefil, öd ağacı, misk, amber, ravend-i çinî, tiryâk- ı fârukî, hasta giysileri, mendiller, farklı ebatlarda yemek kazanları, çömlek ve tencereler, tıbbi araçlar, kefen bezi ve tabutlar bulunmaktadır.14

Medrese öğrencileri, âlimler, kitap okumaya ve felsefeye ilgi duyanlar, kısacası ilim erbabı, ihtiyaç duydukları kitap, kalem, kâğıt, hokka- divit takımı, mürekkep gibi nesneleri çarşıların sahaflar ve varakçılar / kırtasiyeciler kısımlarından temin edebiliyorlardı.15 Bu tarz sahafçılar çarşıları, aynı zamanda ilim, edebiyat meraklısı münevverlerin buluşup çeşitli entelektüel sohbetler ya da şiir dinletisi benzeri etkinlikler düzenledikleri mekânlardı. 

Esasında kültürün pahalı olduğu16 bir devirden bahsettiğimize göre, Ortaçağ’da kitaplarla ve ilimle iştigal eden bu kesimi de lüks harcama yapan bir alt-grup olarak görmeye temayül edebiliriz. Ancak Dımaşkî, bu gruptakilerin büyük kısmının –filozoflar ve âlimler– yoksul bir konumda bulunmalarına rağmen varını yoğunu kitaplara harcayan ʽsadık müşterilerʼ olduklarını söyler.17 Bu ilginç bir bilgidir ve kitap satın alma işini ʽzenginlere ait pahalı bir hobiʼ mertebesinden, bahsedilen ürüne daha çok ihtiyaç duyan tanımlanmamış bir bağımlılık türünün müptelalarınca icra edilen konuma yükseltir. Yine de dönemin zengin kitap koleksiyonerleri yok değildir.

Endülüs Emevî halifelerinden el-Hakem II (961-976), kitaplar satın almaları için uzak ülkelere özel görevli tüccarlar gönderiyor ve bu iş için de onlara yüklü miktarlarda paralar veriyordu.18 Suriye bölgesinde de Benî Ammar (Ammaroğulları Ailesi)’ın kitap tutkusu biliniyordu. Onların, tüm memleketlerdeki kitapları satın alma vazifesini ifa eden sayısız adamları vardı. 

Bu uğurda muazzam servetleri feda etmişlerdi ve neticede Trablus’taki Dâru’l-İlm’in kütüphanesinde 3.000.000 kitabın toplanmasını büyük ölçüde sağlamışlardı.19 Bu kitap tedarikçisi ajan-tüccarlara cavvâl denilmekteydi. 127 Özellikle 10. ve 11. yüzyıl İslam dünyasında bir tür kitap-mania (kitap çılgınlığı) yaşandı. Kitap ticaretinin altın çağını yaşadığı bu dönemlerde nadir ve güzel nüshaların peşinde koşan, müzayedeleri takip eden bir kitapseverler kalabalığı vardı.20 Bu ticaretin yoğunlaştığı şehirlerden birisi Kurtuba idi ve Endülüs’te şu şekilde bir kanaat oluşmuştu:

“Eğer İşbiliyye’de bir âlim ölse ve kitapları satılmak istense, o kitaplar Kurtuba’ya taşınır, Kurtuba’da bir şarkıcı ölse ve müzik aletleri satılmak istense, o aletler İşbiliyye’ye taşınır”21
Bağdat’taki Sûku’l-Kütüb (Kitap Çarşısı), yaklaşık yüz dükkâna sahipti.22 12. yüzyılda Fas’ın Marakeş şehrinde de sahaflar, ciltçiler ve kâtiplerin toplanmış olduğu ve her iki yakasında ellişerden toplam yüz adet sahaf ve kütüphanenin bulunduğu bir kültür sokağı vardı.23 

Makrîzî Kahire’deki Sûku’l-Kutûbiyyîn (Kitapçılar Çarşısı)’den bahsettiği gibi İbn Battuta da Şam’daki Emeviyye Camii’nin civarında bulunan ve kâğıt, kitap, kırtasiye malzemelerinin satıldığı, kitap meraklılarının uğrak yeri olan varraklar ve kitapçılar çarşısından bahseder. Bir başka yazar olan İbnu’l-Mubarrad da Şam’ın her biri bir uğraşıya ayrılmış yüz elli çarşısını anlatırken bu kitapçılar çarşısını zikretmektedir.24 

İbnü’n-Nedîm, bu şekilde ünlenmiş kitap tüccarlarından birisiydi ve eseri el-Fihrist de aslında çok farklı konuları ihtiva eden 60.000’in üzerinde kitabın adını, tanıtımlarını içeren bir nevi katalogdu. İbn Surah (öl. 1211) ise Kahire’nin en önemli kitapçısıydı, nadir kitapları koleksiyonculara satıyordu ve haftada yalnızca iki gün –pazartesi ve Çarşamba günleri– müşteri kabul ediyordu.25 Konu felsefeyle alâkalı olunca, bazen kitap satışlarına kısıtlama da getirilebiliyordu. 

9. yüzyılın sonlarında Halîfe Mu’temid, seyyar oyuncuları ve sokak falcılarını kaldırımları işgal etmekten men ettiği gibi kitap satıcılarını da felsefeye ve dini münazaralara dair eserler satmayacaklarına dair yemin ettirmişti.26 Özellikle nadir kitap satışları, ya pazarlık usulü –yani satıcının verdiği üst rakamı alıcı adaylarının ufak ufak indirmeye çalıştıkları yöntem– ya da açık arttırma usulü –yani satıcının verdiği ilk fiyatın alıcılar tarafından tedrici olarak yükselttikleri yöntem– ile gerçekleşmekteydi.27

Aslında her anlamda koleksiyonerler, satın alımlarını açık arttırma usulüyle gerçekleştirmekteydiler. Müzayede, bazen bir antikacının dükkânında düzenlenebilirdi ve halka şeklinde oturan konuklar, münadinin yüksek sesle tanıtımını yaptığı obje için tekliflerini sunarlardı. Bu nesne, bir kitap, antika bir eser, henüz kesimi yapılmamış nadir bulunur bir değerli taş olabilirdi. Hatta bu nesneler, vefat etmiş bir büyük zatın gündelik eşyası da olabilirdi.28 Zevk ve hobi sahipleri de bu grupta değerlendirilmesi gereken müşterilerdir. 

Mısır’da antik objeler, mumyalar, hatta içi pamukla doldurulmuş Afrika’nın egzotik hayvanlarını29 zevkle sergileyen böyle koleksiyonerler vardı. Zengin bir av tutkunu, şahsına ait bir mini hayvanat bahçesi oluşturabilirdi ve buradaki her bir hayvan için yüksek meblağlar ödeyeceği aşikârdı. 

Üsame İbn Münkız’ın babası böyle bir zevk tutkunuydu ve onun cins atları, avcı doğan ve şahin kuşları (Karadeniz’in kuzeyinden ve Doğu Anadolu’dan getiriliyordu), içgüdüsel olarak kuş avına yatkın zağar cinsi tazıları (Anadolu’dan getiriliyordu), ceylan avında kullanılan sarı renkli hamaviyye cinsi köpekleri (Suriye’nin Hama kenti menşeli), sulûkî cinsi köpekleri, çalılıklarda kuş yakalamak üzere eğitilmiş gelinciği ve yine av için yetiştirilmiş çita ve leoparları vardı. Bu uğurda doğan, çita, tazı terbiyecileri, ahır görevlileri çalıştırmaktaydı.30-129

Dervişler, sûfîler ve bunların bağlı oldukları dergâhlar, tekkeler de burada zikredilmeye değer bir potansiyele sahip olan ve bu potansiyelinin 13. yüzyıldan itibaren yükselen bir ivme yakaladığını bildiğimiz bir diğer tüketici gruptu. Normalde bir tekkenin mutfak vs. giderleri, bağlı bulunduğu vakfın satın alımlarıyla veya hayırseverlerin ayni yardımlarıyla karşılanmaktaydı. 

Bir de derviş ve müritlerin, hatta şairlerin yahut sıradan halkın tiryakilik seviyesinde tükettikleri bazı ürünler de vardı. Bu ürünlerden biri olan çay hakkında ilk bilgileri 9. yüzyıldan itibaren Güney Çin’den dönen Müslüman seyyahlar vermeye başlamıştı. Mazaherî, Ahbâru Atâr isimli bir kitapta 13. yüzyılda mühürlü paketler içerisinde Çin’den İran’a getirilen çaydan bahsedildiğini söyler.31 Çay, daha çok İpek Yolu vasıtasıyla Müslüman ülkelere naklediliyordu ve Orta Asya’nın tekkelerinde sevilerek tüketilen, misafirlere ikram edilen bir sıcak içecek haline gelecekti. 

Nakşîbendiyye Tarikatı’nın kurucusu Şeyh Muhammed Bahâuddîn’e atfedilen bir söz, “– Çay, Nakşîlerin çorbasıdır” şeklindeydi. Çayın Arap dünyası tekkelerindeki karşılığı ise kahveydi. Ortaya çıkış efsanelerinden birisinde Etiyopyalı keçi çobanından bahsedilse de kahve, sıcak olarak servis edilen içecek formatını Yemen’de kazanmıştı. Uyarıcı etkileri kısa sürede fark edildi ve dervişlerin gece uyanık kalıp daha fazla ibadet edebilmek için tükettikleri bir ürün haline geldi.32 Mısır ve Arabistan’da yaygınlaşması ise 14. yüzyılın sonlarından itibaren oldu. Anadolu ve Suriye bölgelerindeki bazı tekkelerde ve hatta halk arasında da yaygın biçimde kullanılan diğer maddeler arasında ise esrar ile afyon da bulunuyordu.33

Doğulu Hıristiyanlar, dini ritüelleri gereği bazı ürünlerin en büyük talipleriydiler. Mesela onların kilisede mum yakma gelenekleri, kendilerini doğal olarak bu ürünün tüketicileri yapıyordu. Kahire’deki Sûku’l- Kammâhîn, özellikle yüklü miktarda mum satışının gerçekleştiği, Hıristiyanların Vaftiz bayramlarında kalabalıklaşan bir çarşıydı.34 Aynı şekilde, günlükle kutsama âdeti nedeniyle manastır ve kiliseler, Umman’dan tüm dünyaya gönderilen günlüğün en önemli alıcı gruplarından biri haline geliyorlardı. Manastırlardan da öte, bir kaynak, 13. yüzyıl ortalarında Ermenilerin her akşam evlerini günlükle tütsüleyerek kötülükleri kovduklarını, onlarda böyle bir ananenin yaygın olduğunu söylemektedir.35

Müşteri gruplarının belirlenmesinde kuşakların, moda ve trendlerin de önemli bir yeri vardır. Ortaçağ, düşünüldüğü gibi zamanın ilerlemediği durağan bir dönem değildir. Giyim tarzındaki değişimler bazen saray çevresinden halka yansıma şeklinde36 yahut bir bölgeye yeni göç edenler sayesinde benimsenen bir moda akımı şeklinde olabiliyordu. Mesela Kuzey Afrika kökenlilerin –Berberiler– 10. yüzyılda yoğun biçimde İspanya’ya göç etmeleriyle birlikte Endülüs Müslümanları arasında yünlü elbise giyimi yaygınlaşmıştı.37 

Yaşanılan siyasi gelişmeler ya da ekonominin durumu da modaya yansıyabiliyordu. Irak Selçuklu sultanı Arslan Şah (1160 sonları - 1176)’tan bahseden kaynaklar, onun döneminde Irak bölgesinde pahalı, değerli elbiselerin (libâsâ-yı fâhir), renkli giysilerin (kisvethâ-yı mulevven), Kuzey Çin işi (hıtâyî) kumaşların ve ağır altın işlemeli giyeceklerin kıymet ve revaç kazandığını söylerler.38 Horasan ve Irak çevresinde 1161 yılının bolluk içerisinde geçtiği ve bu tarihten itibaren on yıldan uzun bir süre bölgede kayda değer bir pahalılığa rastlanmadığı39 dikkate alınırsa eğer, bu vaka iyi bir ekonominin modadaki yansımasını göstermesi açısından güzel bir örnektir. 

Zaten vakayı zikreden kaynaklar, kendi dönemindeki güçlü maliye ve iktisadi rahatlık ortamı nedeniyle Arslan Şah’ın olumsuz özelliklerini bile –aşırı lüks merakı, savurganlık, fazla yumuşak huyluluk, mali kayıtları tutmadaki gevşeklik vs.– süslü cümleler yardımıyla maharetle maskelemişlerdi. Bunun tersi bir durum, yani kötü ekonominin giyim tarzında meydana getirdiği tersine değişiklikler hakkında da 15. yy. başları Mısır’ından bir örnek bulunuyor. Eliyahu Ashtor, Makrîzî’nin el-Mevâizu ve’l-İʽtibâr isimli eserinden bir pasajı referans göstererek bu dönemde üst tabakadan insanların Avrupa işi yünlü kumaşlar (el-kûhî) giymeye başladıklarını söyler ve bu veriyi kendi istediği biçimde bükerek, üzerine bir makale inşa eder.40 

Ashtor bu makalelerinde Mısır –genel olarak İslam dünyası– tekstil endüstrisini Batı Avrupa’nınkiyle karşılaştırırken, neden böyle davrandığına dair kuşkulanmamızı gerektirecek derecede zorlama bir sonuca varır. Batı Avrupa’daki tekstil endüstrisinin büyüme eğilimine girerken İslam tekstil endüstrisinin gerilediğini iddia eder. Oysa gerçek tanımlama, İslam tekstil endüstrisi olgunluk dönemindeyken –gerileme değil– Batı Avrupa’daki bu endüstri büyüme değil olsa olsa emekleme aşamasındaydı, şeklinde olmalıdır. 

Vakada bahsedilen Mısır’daki Frenk imalatı elbise giyme modası, kesinlikle Avrupa elbiselerinin kalitelerinin arttığının işareti değildir. Aksine, Mısır’daki korkunç veba salgını nedeniyle artan işçi maliyetleri tekstil fiyatlarını tırmandırmış, bir de bunun üzerine gelen ekonomik kriz halkın satınalım gücünü olumsuz etkilemiştir. Bu yüzden de insanlar –geçici bir dönem için– çok kaliteli ve pahalı olan İslam dünyası üretimi gösterişli tekstil ürünlerini almaktan içtinap etmişler, bunun yerine işçiliksiz, kaba dokunmuş, üretiminde en adi kumaş boyalarının kullanıldığı, eskiden yalnızca çok fakir insanların giymek için tercih ettikleri bu İtalya’dan ithal, ucuz elbiselere yönelmişlerdir.

Toplumun farklı katmanları arasında, dönemlere göre farklılaşan giyim alışkanlıklarına her dönem rastlanmaktaydı. Sözgelimi 10. yüzyıldan itibaren tüm Yakındoğu ve Ortadoğu’da görülen taylesan (ince kumaştan mamul kapüşonlu yelek) modası neredeyse tüm ilmiye sınıfını etkisi altına almıştı. Sicistan ve Merv’de yalnızca üst düzey şahsiyetlerin tercih ettikleri taylesanı41 Şiraz ve Bağdat’ta ilmiye ve kalemiye erbabından olan hemen herkes giymekteydi.42 1000’li yılların başından itibaren sönmeye başlayan bu moda, sonraki birkaç yüzyıl boyunca sadece yargı mensupları arasında sürdürülecekti. 10. yüzyılda Batı İran’ın saygın insanları ve bürokratları arasında durra (bir tür cüppe) giyme modası kendini gösterdi.43 Renk seçimi hususunda da farklı unsurlar rol oynamaktaydı. 

Abbasîlerdeki siyah renk takıntısı, bir dini-siyasi tercih meselesiydi.44 Bir yörede daha çok üretilen tekstil boyası da o bölgedeki insanların renk tercihini belirleyebiliyordu. Mesela çivitin bol bulunduğu Kirman ve Horasan’da mavi renk; versin anavatanı olan Yemen’de sarı renk; kırmız böceğinin bir habitatına sahip olan Endülüs’te kırmızı renk giysiler revaçtaydı. Endülüs’te aynı zamanda safran üretimi ve tafl (sarı çamur) da bol miktarda bulunuyordu ve böylece sarı renk elbiseler de bu ülkede ikinci derecede revaç buluyordu.

Sonuç
Ortaçağ İslam dünyası kendine has bir toplumsal devinime sahiptir. Toplumsal çeşitliliğin ticaret jargonundaki karşılığı, her biri farklı gelirlere sahip olan müşteri segmentleridir. Tüccarlara düşen, farklı grupların ihtiyaçlarını iyi okuyabilmek ve bu doğrultuda bir ticaret yönteminde karar kılmak olmalıdır. Mesela köylüler, göçebeler, alt ve orta sınıf şehirliler söz konusu olduğunda, işe yarar ürünleri makul fiyatlarla satışa sunup sürümden kazanmak daha akıllıcadır. 

Hareket halindeki ordunun mensuplarına satış yapabilmek için seyyar ordu pazarlarına katılım gerekir. Resmi kurumlar ve saray ile ticaret yapmanın yolu sözleşmelerden, tanınırlılıktan ve ticari açıdan güvenilir bir imaja sahip olmaktan geçer. Çok zenginlere satış yapabilmek içinse yine güvenilirlik ve tanınırlılık öğelerinin yanında, onlara kendilerini özel hissettirecek nadir bulunur arzu nesneleri bulup bu müşterilerin karşısına çıkarmak becerisi ehemmiyet kazanır.

1 Mustafa Hizmetli, Endülüs’te Hisbe Teşkilatı, Ankara, 2011, s. 186.
2 Hizmetli, Endülüs’te Hisbe Teşkilatı, s. 113.
3 İbn Battuta, Tuhfetü’n-Nuzzâr, çev. A. Sait Aykut, Seyahatname I-II, İstanbul, 2004, I, s. 284.
4 İbn Battuta, Tuhfetü’n-Nuzzâr, I, s. 214.
5 İbnü’l-Fakih, Kitâbü’l-Büldân, thk. Yusuf Hâdi, Beirut (Ȃlemü’l-Kütüb), 1996, s. 39.
6 İbn Battuta, Tuhfetü’n-Nuzzâr, I, s. 472-473.
7 Yemen’e özgü, enli, kıvrımı diğer hançerlere nazaran çok daha belirgin olan geleneksel, süslü hançer. Bazılarının sap kısımları gergedan boynuzundan imal edilirdi.
8 İbn Battuta, Tuhfetü’n-Nuzzâr, I, s. 214.
9 Tenûhî, Neşvâru’l-Muhâdara, thk. Abbûd eş-Şalecî, Beyrut (Dâru’s-Sadr), 1971-73, I, s. 294; III, s. 36.
10 Abdulhalık Bakır, Ortaçağ İslam Dünyasında Itriyat, Gıda, İlaç Üretimi ve Tağşişi, Ankara, 2000, s. 240.
11 Mesela Maveraünnehir’deki şehir zanaatkârlarının nadir bulunan siyah tilki derisi kullanarak ürettikleri kaftanlar, 10. yüzyılın tüm Müslüman hükümdarları için buradan dört bir tarafa gönderiliyordu. Hatta tanesi 100 Dinar veya biraz daha üstü fiyatlarla satılan bu kürkün yaka kısmına şerit olarak eklendiği, bahsi geçen kaftana sahip olmayan bir hükümdarlar düşünülemezdi, Mesudî, Murûcu’z-Zeheb, çev. Ahsen
Batur, İstanbul, 2005, s. 73; Bakır, Abdulhalık, “Ortaçağ İslam Dünyasında Deri, Tahta ve Kağıt Sanayi”, Belleten, C: LXV. S. 75-160, Ankara, Nisan – 2001, s. 88. 12 İbn Haldun, Mukaddime I-II, haz. Süleyman Uludağ, İstanbul, 2009, I, s. 548.
13 Eliyahu Ashtor, “Geç Ortaçağlarda Yakındoğu Şeker Endüstrisi Teknolojisinin Gerileyişine Bir Örnek”, çev. Abdulhalık Bakır - Pınar Koçoğlu (Ülgen), (Ortaçağ Tarihi Metinlerine Dair Çeviriler – 1 içerisinde), Ankara, 2008, s. 818.
14 Sıbt İbnü’l-Cevzî, Mir’âtü’z-Zamân fî Târihi’l-Ayân, ilgili bölümleri çev. Ali Sevim, Makaleler - 2 içerisinde, Ankara, 2005, s. 48.
15 H. İbrahim Hasan, Tarihü’d-Devleti’l-Fâtımiyye, Kahire (Mektebetu’n-Nehdati’l- Mısriyye), 1981, s. 590.
16 Carlo M. Cipolla, Akdeniz Dünyasında Para, Fiyatlar ve Medeniyet, çev. Ali İhsan Karacan, İstanbul, 1993, s. 69.
17 Ebu’l-Fazl ed-Dımaşkî, el-İşâre ilâ Mehâsini’t-Ticâre, çev. Abdulhalık Bakır, “Ticaretin Güzelliklerine İşaret”, (Ortaçağ Tarihi Metinlerine Dair Çeviriler – 1 içerisinde), Ankara, 2008, s. 525.
18 Abdulaziz Sâlim, “İslam Çağında Kurtuba”, çev. Abdulhalık Bakır, (Ortaçağ Tarihi Metinlerine Dair Çeviriler - 2 içerisinde), Ankara, 2008, s. 315.
19 Claude Cahen, Haçlı Seferleri Zamanında Doğu ve Batı, çev. Mustafa Daş, İstanbul, 2010, s. 327.
20 Ali Mazaherî, Ortaçağda Müslümanların Yaşayışları, çev. Bahriye Üçok, İstanbul, 1972, s. 191.
21 Bu bilgi muhtemelen 12. yüzyıl veya sonrasına ait olmalıdır ve Ebu’l-Fazl et-Tifaşî tarafından nakledilmektedir, Sâlim, “İslam Çağında Kurtuba”, s. 312.
22 G. Le Strange, Baghdad, During the Abbasid Caliphate, London (Oxford University Press), 1924, s. 92.
23 1001 İcat: Dünyamızda İslam Mirası, ed. Salim T. S. al-Hassanî, çev. Salih Tahir, İstanbul, 2010, s. 219.
24 Mazaherî, Ortaçağda Müslümanların Yaşayışları, s. 118.
25 Mazaherî, Ortaçağda Müslümanların Yaşayışları, s. 190.
26 Bar Hebraeus Abu’l-Farac, Abu’l-Farac Tarihi, çev. Ömer Rıza Doğrul, Ankara, 1999, I, s. 243.
27 Johannes Pedersen, İslam Dünyasında Kitabın Tarihi, çev. Macit Karagözoğlu, İstanbul, 2012, s. 58-59.
28 Suriyeli meşhur bir âlim zat olan Şeyh Ebu Ömer’in 20 Eylül 1210’da vefatından sonra elbiseleri çok pahalı fiyatlarla satılmıştı, İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, haz. Mehmet Keskin, İstanbul, 1994, XIII, s. 156. Nureddîn Zengî’nin daha önceden Musul’da bir tasavvuf büyüğüne hediye etmiş olduğu bir sırma sarık, Bağdat’taki bir mezatta 600-700 Dinara satılmış, muhtemelen İran’daki başka bir açık arttırmada bu kez 1000 Dinara alıcı bulmuştu, İbn Ebu’l-Vefa, Îkâzu’l-Gâfîl, haz. Mustafa Eğilmez, (Basılmamış Doktora Tezi), Niğde Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ortaçağ Tarihi Anabilim Dalı, Niğde, 1998.
29 İçi doldurulmuş bir zebranın sergilenmesine dair anlatı için bkz. Ebu Hamîd Gırnatî, Tuhfetu’l-Elbâb, haz. Fatih Sabuncu, Gırnatî Seyahatnamesi, İstanbul, 2011, s. 149. 30 Üsâme İbn Münkız, Kitâbü’l-İʼtibâr, çev. Yusuf Ziya Cömert, İbretler Kitabı, İstanbul, 1992, s. 257, 269-270.
31 Mazaherî, Ortaçağda Müslümanların Yaşayışları, s. 111.
32 Tom Standage, Altı Bardakta Dünya Tarihi, çev. Ahmet Fethi, İstanbul, 2009, s. 120.
33 İbn Battuta, Anadolu’da uyuşturucu madde kullanımının hayli yaygın olduğunu söyler. Suriye’de, aynı tarihlerde vefat eden iki ünlü şairden birisi –Şems Muhammed b. Afif– esrar kullanımını yererken, diğeri –İbn Sâhib– ise esrara methiyeler düzmekteydi. Yeren şair hakkında bkz. İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, XIII, s. 524. Esrarı öven şair ve ona ait şiirlerden bir potpuri için bkz. İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n- Nihâye, XIII, s. 522-523. O, bir şiirinde şöyle diyordu: “ – Esrarın mahmurluğunda aradığım manalar vardır.”
34 Makrîzî, el-Mevâizu ve’l-İʽtibâr bi Zikri’l-Hıtati ve’l-Ȃsâr, Kahire, 1270, II, s. 96. 35 Ruysbroeckli Willem, Mengü Han’ın Sarayına Yolculuk (1253 - 1255), çev. Zülal Kılıç, İstanbul, 2010, s. 278. Aynı sayfada bulunan ilgili dipnotun açıklamasında, Ermenilerin her gün olmasa da her Cumartesi günü evlerini tütsülediklerini söyleyenlere dair malumat bulunmaktadır.
36 Mesela Abbasî halifesi Mehdî’nin kızı Uleyye, esasında alın kısmında bulunan bir yara izini saklamak niyetiyle özel bir mücevherli takı tasarlatmış ve bunu kullanmıştı. Ancak onun bu hareketi halk arasında yeni bir moda başlatmış oldu, Tenûhî, Neşvâru’l-Muhâdara, I, s. 195.
37 Mehmet Özdemir, Endülüs Müslümanları: Kültür ve Medeniyet, Ankara, 2013, s. 60.
38 Râvendî, Râhâtü’s-Sudûr, çev. Ahmet Ateş, Ankara, 1960, II, s. 269, 286; Reşîdü’d- dîn, Câmiü’t-Tevârih, Selçuklular ile ilgili kısmını çev. Erkan Göksu - H. Hüseyin Güneş, İstanbul, 2010, s. 245.
39 Bkz. Ahmet N. Özdal, Ortaçağ Ekonomisi ve Müslüman Tüccarlar (X-XIV. Yüzyıllar), İstanbul, 2016, s. 123.
40 Bkz. Ashtor, “Geç Ortaçağlarda Ortadoğu’nun Ekonomik Gerileyişi (Bir Taslak)”, çev. Abdulhalık Bakır - Pınar Koçoğlu (Ülgen) - Alparslan Kılınç, (Ortaçağ Tarihi Metinlerine Dair Çeviriler - 2 içerisinde), Ankara, 2008, s. 535. Ayrıca bkz. aynı yazar, “Geç Ortaçağlarda Yakındoğu Şeker Endüstrisi Teknolojisinin Gerileyişine Bir Örnek”, s. 812 ve devamı.
41 Makdîsî, Ahsenü’t-Tekâsîm, çev. Ahsen Batur, İslam Coğrafyası, İstanbul, 2015, s. 338.
42 eş-Şabuştî, Kitâbu’d-Deyârât, thk. Kûrkîs Avvâd, Beyrut (Dâru’r-Raidi’l-Arabî), 1986, s. 297; Makdîsî, Ahsenü’t-Tekâsîm, s. 338.
43 M. Manazir Ahsan, Social Life Under The Abbasids, London, 1979, s. 39-40. Ayrıca çeşitli etnik ve sosyal zümrelere ait kıyafet tercihleri ve bölgelere göre farklılaşan moda ve giyim tarzları hakkında bkz, aynı eser, s. 55-68.
44 Abbasî döneminde memurlara siyah sarık takma zorunluluğu hakkında bkz. es- Sâbî, Rusûmu Dâri’l-Hilâfe, thk. Mikâil Avvâd, Beyrut (Dâru’r-Raidi’l-Arabî), 1986, s. 77; Ahsan, Social Life Under The Abbasids, s. 51-52.

Kaynakça
Abu’l-Farac, Bar Hebraeus Gregory, Abu’l-Farac Tarihi I-II, çev. Ömer Rıza Doğrul, Ankara, 1999.
Ahsan, Muhammad Manazir, Social Life Under The Abbasids, London, 1979. Ashtor, Eliyahu, “Geç Ortaçağlarda Ortadoğu’nun Ekonomik Gerileyişi (Bir Taslak)”, çev. Abdulhalık Bakır - Pınar Koçoğlu (Ülgen) - Alparslan Kılınç, (Ortaçağ Tarihi Metinlerine Dair Çeviriler - 2 içerisinde, s.509-548 arasında), Ankara, 2008.
Ashtor, Eliyahu, “Geç Ortaçağlarda Yakındoğu Şeker Endüstrisi Teknolojisinin Gerileyişine Bir Örnek”, çev. Abdulhalık Bakır - Pınar Koçoğlu (Ülgen), (Ortaçağ Tarihi Metinlerine Dair Çeviriler– 1 içerisinde, s. 763-834 arasında), Ankara, 2008.
Bakır, Abdulhalık, “Ortaçağ İslam Dünyasında Deri, Tahta ve Kağıt Sanayi”,Belleten, C: LXV. s. 75-160, Ankara, Nisan - 2001.
Bakır, Abdulhalık, Ortaçağ İslam Dünyasında Itriyat, Gıda, İlaç Üretimi veTağşişi, Ankara, 2000.
Cahen, Claude, Haçlı Seferleri Zamanında Doğu ve Batı, çev. Mustafa Daş,İstanbul, 2010.
Cipolla, Carlo M., Akdeniz Dünyasında Para, Fiyatlar ve Medeniyet, çev. Aliİhsan Karacan, İstanbul, 1993.
ed-Dımaşkî, Ebu’l-Fazl Caʼfer b. Ali, el-İşâre ilâ Mehâsini’t-Ticâre, çev. Abdulhalık Bakır, “Ticaretin Güzelliklerine İşaret”, (Ortaçağ Tarihi Metinlerine Dair Çeviriler – 1 içerisinde, s. 473-540 arasında), Ankara, 2008.
Gırnatî, Ebu Hamîd Muhammed b. Abdurrahim, Tuhfetu’l-Elbâb ve Nuhbetu’l-A’câb, haz. Fatih Sabuncu, Gırnatî Seyahatnamesi, İstanbul, 2011.
Hasan, Hasan İbrahim, Tarihü’d-Devleti’l-Fâtımiyye: Fi’l-Mağrib ve Mısr, Kahire (Mektebetu’n-Nehdati’l-Mısriyye), 1981.134
Hizmetli, Mustafa, Endülüs’te Hisbe Teşkilatı, Ankara, 2011.
İbn Battuta, Ebu Abdullah Muhammed Tancî, Tuhfetü’n-Nuzzâr fî Garâibi’l- Emsâr ve Acâibi’l-Esfâr, çev. A. Sait Aykut, Seyahatname I-II,İstanbul, 2004.
İbn Ebu’l-Vefa, Muhammed b. Ebu Bekr, Kitâbu Îkâzi’l-Gâfîl bi Sîreti’l-Meliki’l-Âdîl Nûreddîn eş-Şehîd, haz. Mustafa Eğilmez, (Basılmamış Doktora Tezi), Niğde Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ortaçağ Tarihi Anabilim Dalı, Niğde, 1998.
İbn Haldun, Mukaddime I-II, haz. Süleyman Uludağ, İstanbul, 2009.
İbn Kesîr, Ebu’l-Fidâ İsmail İmâdü’d-dîn İbn Ömer ed-Dımışkî, el-Bidâye
ve’n-Nihâye fi’t-Tarih 1-14, haz. Mehmet Keskin, İstanbul, 1994. İbnü’l-Cevzî, Kitâbu’l-Hamkâ ve’l-Muğaffelîn, çev. Enver Gönenç, Ahmak ve Dalgınlar Kitabı, İstanbul, 2007.
İbnü’l-Fakih, Ebu Bekr Ahmed b. Muhammed el-Hemedanî, Kitâbü’l-Büldân,
thk. Yusuf Hâdi, Beirut (Ȃlemü’l-Kütüb), 1996.
İbnü’l-Mücâvir, Ebu’l-Feth Cemâleddîn Yusuf b. Yakub, Târihü’l-Mustabsır, neşr. Oscar Löfgren, Leiden (E. J. Brill), 1954.
Makdîsî, Ebu Abdullah Muhammed b. Ahmed, Ahsenü’t-Tekâsîm fî Maʽrifeti’l-Ekâlîm, çev. Ahsen Batur, İslam Coğrafyası, İstanbul, 2015.
Makrîzî, el-Mevâizu ve’l-İʽtibâr bi Zikri’l-Hıtati ve’l-Ȃsâr I-II, Kahire, 1270. Mazaherî, Ali, Ortaçağda Müslümanların Yaşayışları, çev. Bahriye Üçok,İstanbul, 1972.
Mesudî, Murûcu’z-Zeheb, çev. Ahsen Batur, İstanbul, 2005.
Mez, Adam, İslam’ın Rönesansı: Onuncu Yüzyılda İslam Medeniyeti, çev.Salih Şaban, İstanbul, 2014.
Nâsır-ı Husrev, Sefernâme, çev. Abdülvehap Tarzi, İstanbul, 1950.Özdal, Ahmet N., Ortaçağ Ekonomisi ve Müslüman Tüccarlar (X-XIV.Yüzyıllar), İstanbul, 2016.
Özdemir, Mehmet, Endülüs Müslümanları: Kültür ve Medeniyet, Ankara,2013.Pedersen, Johannes, İslam Dünyasında Kitabın Tarihi, çev. Macit Karagözoğlu, İstanbul, 2012.
Râvendî, Muhammed b. Süleyman, Râhâtü’s-Sudûr ve Ȃyetü’s-Sürûr I-II,çev. Ahmet Ateş, Ankara, 1960.
Reşîdü’d-dîn Fazlullah, Câmiü’t-Tevârih (Selçuklular ile ilgili kısmı), çev.135 Erkan Göksu - H. Hüseyin Güneş, İstanbul, 2010.
Ruysbroeckli Willem, Mengü Han’ın Sarayına Yolculuk (1253 - 1255), çev. Zülal Kılıç, İstanbul, 2010.
es-Sâbî, Ebu’l-Hüseyin Hilal b. Muhassin, Rusûmu Dâri’l-Hilâfe, thk. Mikâil Avvâd, Beyrut (Dâru’r-Raidi’l-Arabî), 1986.
Sâdî-i Şirazî, Bostan & Gülistan, çev. Yakub Kenan Necefzâde, İstanbul,2000.
Sâlim, Abdulaziz, “İslam Çağında Kurtuba”, çev. Abdulhalık Bakır, (OrtaçağTarihi Metinlerine Dair Çeviriler - 2 içerisinde, s. 273-318arasında), Ankara, 2008.
Serahsî, Mebsût I-XXX, ed. Mustafa Cevat Akşit, İstanbul, 2008.
Sıbt İbnü’l-Cevzî, Mir’âtü’z-Zamân fî Târihi’l-Ayân, haz. Ali Sevim,Makaleler - 2 içerisinde, Ankara, 2005.
Standage, Tom, Altı Bardakta Dünya Tarihi, çev. Ahmet Fethi, İstanbul, 2009. Strange, G. Le, Baghdad, During the Abbasid Caliphate, London (OxfordUniversity Press), 1924.
eş-Şabuştî, Ebu’l-Hasan Ali b. Muhammed, Kitâbu’d-Deyârât, thk. Kûrkîs Avvâd, Beyrut (Dâru’r-Raidi’l-Arabî), 1986.
Tenûhî, Ebu Ali el-Kadi Muhassin b. Ali, Neşvâru’l-Muhâdara ve Ahbâru’l- Müzâkere I-VIII, thk. Abbûd eş-Şalecî, Beyrut (Dâru’s-Sadr), 1971- 73.
Üsâme İbn Münkız, Kitâbü’l-İʼtibâr, çev. Yusuf Ziya Cömert, İbretler Kitabı, İstanbul, 1992.
1001 İcat: Dünyamızda İslam Mirası, ed. Salim T. S. al-Hassanî, çev. Salih Tahir, İstanbul, 2010.

--------------------------************************--------------------------

Yurt İçinde Ve Yurt Dışında İhtiyac Duyan Kişi Ve Kurumlara;
Yiyecek ve içecek alanlarında restoran ve konaklama ve işletmelerine belirtilen konularda Osmanlı ve Türk mutfağı, Osmanlı saray mutfağı, Anadolu mutfağı, Akdeniz mutfağı, menü planlama, konsept belirleme, mesleki eğitim alanlarında uluslararası konumda has aşçıbaşı Ahmet Özdemir olarak;

Yiyecek ve içecek danışmanlığımutfak danışmanlığıişletmeci körlüğüYeni Restoran Açarken Nelere Dikkat Etmeliyim?, Kesin Başarı İçin Restoran Danışmanlığı Almalımıyım?, Menü DanışmanlığıRestoran YönetimiGastronomi Danışmanlığıkonsept danışmalığıŞehrin En İyi Restoranlarına Nasıl Sahip Olabilirim?, Yeni Restoran Açmak İsteyenlerin En Çok Sorduğu Sorular?, Kalıcı Bir Restoran Sahibi Olabilmek İçin Dikkat !!! konularında mesleki eğitim ve danışmanlık hizmetleri vermekteyim. İlgili projeler için mesleki bilgilerime ihtiyac duyan kişi ve kurumlar Türkiye saati ile sabah 10:00 ila aksam 22:00 saatleri arasında tarafım ile İLETİŞİM bilgilerimden bağlantıya geçebilirler...

Dünyada Aşçılığın Tarihi İlk Nerede Başladı?

Türk Mutfağından Kaybolan Kerkük Yemekleri Nedir?

 Türk Mutfağından Kaybolan Kerkük Yemekleri Nedir? Ziyat AKKOYUNLU* Özet:  Bu makalede, Orta Asya’dan başlayarak Osmanlı’ya ve oradan da Ker...