10 Mart 2021 Çarşamba

Geç Dönem Osmanlı Saray Mutfak Kültüründe Ziyafetler Ve Yemekler

 Saray Mutfak Kültüründe Ziyafetler Ve Yemekler


Geç Dönem Osmanlı Saray Mutfak Kültüründe Ziyafetler Ve Yemekler
Özge Samancı*

Giriş
19. yüzyıl Osmanlı saray mutfak kültürü, tüketilen gıda maddeleri ve yemekler, sofra düzeni ve adabı, sofra ve mutfakta kullanılan araç ve gereçlerin niteliğiyle hem önceki yüzyılların devamlılığını hem de yenilikleri sergiler. Bu dönemde yaşanan en belirgin değişim sofra dü- zeni ve adabıdır. “Alafranga” yani Avrupaî tarzda yemek yeme usulü, Sultan II. Mahmud (1808-1839) döneminde tanınmış ve geleneksel olarak yerde, sinide ortak bir tabakta servis edilen yemekler bu dönem- den itibaren, yabancı konuklar ağırlanırken, masada kişiye özel tabak, çatal, bıçak ve kaşık ile servis edilmeye başlanmıştır. 

Bu dönemden itibaren sarayda “alaturka” ve “alafranga” sofra düzenleri bir arada uygulanmaya başlanmış ve klasik dönemde sofrada tercih edilen Çin, Japon ve yerli porselenler yerine Avrupa’dan ithal edilen Sèvres, Me- issen porselen takımları tercih edilmiştir. Yeni sofra düzeniyle birlikte Saray Mutfak Kültüründe Ziyafetler alafranga bir mutfak da uygulanmaya başlanmıştır.[1] Artık yabancı misafirler ağırlanırken Osmanlı mutfağını yansıtan yemekle- rin yanı sıra ağırlıklı olarak Fransız mutfağına ait yemekler ziyafet me- nülerinde yer almaya başlamıştır. 

Alaturka ve alafranga mutfak ve sofra düzenlerinin sarayda bir arada uygulanmasıyla ortaya çıkan mutfak kültürü ikilemi, imparatorluğun sonlarına kadar devam etmiştir.[2] Bu çalışmada Osmanlı imparatorluğunun son döneminde, 20. yüzyıl baş- larında, Osmanlı sarayında bir yanda yabancı misafirler ağırlanırken düzenlenen gösterişli ziyafetlerde yer alan alafranga yemekler ve diğer yandan sarayda gündelik hayatta tüketilen alaturka yemekler ele alı- nacaktır. İncelenen döneme ait Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde bulu- nan saray ziyafet menüleri ve Yıldız ve Beşiktaş Saraylarında verilen günlük yemeklerin listelerini içeren belgeler makalede kaynak olarak kullanılmıştır.

Osmanlı Sarayında Alafranga Ziyafetler
19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Osmanlı sarayında yüksek rütbeli yabancı konuklar ağırlanırken misafirlere sadece geleneksel Osmanlı mutfağından değil aynı zamanda Fransız mutfağından lez- zetler de ikram edilmeye başlanmıştır. 

Fransa kraliçesi Eugénie’nin 1869 yılında İstanbul’u ziyareti sırasında onuruna düzenlenen ziya- fetler, Alman İmparatoru Wilhelm’in 1898 yılındaki ikinci ziyareti sebebiyle Yıldız Sarayı’nda düzenlenen ve 1890 yılında Portekiz elçi- si Baron de Pedro onuruna düzenlenen ziyafetler 19. yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı sarayında alafranga usulde düzenlenen ziyafetlere örnek olarak verilebilir.[3] Bu ziyafetlerde Fransız yemeklerinin Türk yemekleriyle birlikte sunulduğu bilgisi seyahatnamelerde ve gazetelerde yer alır.[4] 

Örneğin Kırım Savaşı sırasında İstanbul’da bulunan Lady Emelia Hornby kaleme aldığı mektuplarında 1856 senesinde yapımı biten Dolmabahçe Sarayı ve Kırım Savaşı zaferi şerefine verilen Osmanlı saray ziyafetinde pilav gibi geleneksel Osmanlı mutfağından yemeklerle hatırı sayılır miktarda Fransız yemeklerinin de sunulduğu dile getirir.[5] Ziyafetin menüsü, pilav, kadayıf ve baklava gibi gelenek- sel Osmanlı yemekleriyle birlikte Fransız mutfağına ait örnekler içermektedir. 

Menüde yer alan kuşkonmaz, marul ve tavuk köfteli tavuk suyu çorbası (potage Sévigné), beyaz soslu et sarması (paupiette à la Re- ine), hamur içinde Lucullus usulü ciğer (croustade de foie à la Lucullus) ziyafette sunulan alafranga yemeklerdir. Ayrıca davette sunulan diğer yemekler arasında Valide usulü levrek ( bar à la Valide), Çerkez usulü keklik dilimleri (Supreme de faisan a la Circasienne) ve Sultan usulü çıtır ananas ( Croustade d’ananas en Sultane) gibi alaturka ve alafran- ga iki kültürün sentezini yansıtan yeni yemekler de bulunmaktadır.[6]

Osmanlı sarayında düzenlenen bu protokol ziyafetleri için mutfak masraf defterlerinde belirtildiği gibi “alaturka ve alafranga yemeklerin ha- zırlanması için” lüks ve ithal gıda maddeleri satın alınmıştır. Örneğin, 8 Mayıs 1854’de Beylerbeyi Sarayı’nda Prens Napolyon için hazırlanan ziyafetler ve 1889 yılında Alman İmparatoru Wilhelm’in Osmanlı sarayını ziyareti sırasında Yıldız Sarayında düzenlenen ziyafetlerin mutfak masraf listelerinde, Felemenk peyniri, parmesan peyniri, keklik, bıldırcın, ördek, kaz, konserve kaz ciğeri, tapyoka, horoz ibiği, ıstakoz, pata- tes, konserve mantar, trüf mantarı, konserve ananas gibi Osmanlı saray mutfağı için egzotik sayılabilecek malzemeler yer almıştır.[7]

Osmanlı sarayında yabancı konuklar ağırlanırken Fransız tertibi ziyafetlerin uygulanması saray protokolünün bir parçası olarak im- paratorluğun sonuna kadar devam etmiştir. Alafranga usulde düzen- lenen bu ziyafetlerin menüleri Fransızca ve Osmanlı Türkçesi olarak kaleme alınmıştır. 

Başbakanlık Arşivinde bulunan 1911 ve 1918 yıl- ları arasına ait bir defter, otuz bir adet resmi ziyafetin Fransızca ve Osmanlı Türkçesinde yazılmış olan yemek mönüleriyle birlikte zi- yafetlere katılanların isimlerinin yazıldığı masa oturma düzenlerini gösteren şemaları içermektedir. Ayrıca ziyafetlere eşlik edecek olan küçük konser programları da bazı belgelerde mevcuttur. Muzıka-yı Hümayun tarafından çalınacak olan parçalar Batı musikisinden örneklerdir.[8] 

Bu belgeler ilk olarak Mübahat Kütükoğlu tarafından,  1995 yılında yayımladığı bir makalede tanıtılmıştır.[9] Kütükoğlu makalesinde Osmanlı sarayında değişen teşrifat usulünü belgelerdeki sofra düzenleri aracılığıyla belirtirken; belgelerde yer alan yemeklerin Fransız mutfağından örnekler olduğuna değinmemiştir. 

Esas olarak belgelerde yer alan Türkçe mönüler Fransızca menülerin tercümesi niteliğindedir. Ancak Türkçe tercümeler tam olarak orijinal menülerde yer alan yemekleri yansıtmamaktadır. Otuz bir adet ziyafet menüsü incelendiğinde sunulan yemeklerin esas olarak dönemin Fransız mutfağından örnekler olduğu gözlemlenmektedir.[10]

1911 ve 1918 yılları arasında düzenlenen bu ziyafetlerin büyük bir kısmı padişah (Sultan Mehmed Reşad) adına düzenlenmiş ve genellikle bu ziyafetler “ziyafet-i seniyye” olarak adlandırılmıştır. Ayrıca Sadra- zam Said Halim Paşa tarafından ve Harbiye Nazırı Enver Paşa tarafın- dan düzenlenen ziyafetler de bulunmaktadır. 

Ziyafetlerin çoğunluğu Dolmabahçe ve Yıldız Saraylarında düzenlenmiş ancak bazılarının mekânı belgelerde belirtilmemiştir. Savaş yıllarına denk gelen 1914 ve 1918 yılları arasında düzenlenen ziyafetlerin çoğunlukla Almanya ve Avusturya protokolü şerefine verilmiş olduğu görülmektedir. Ziyafet- lerdeki davetliler elçiler, askeri heyet ve temsilcilikleri, Osmanlı nazırları ve erkânıdır. 

Ziyafetlerin gastronomik dili daha önce de belirtildiği gibi Fransızcadır. Ziyafetlerin menülerinde yer alan yemekler pilav, börek ve birkaç zeytinyağlı yemek dışında Fransız mutfağından seçkin örneklerdir. Konsomeler, kremalı çorbalar, volovan adı verilen içinde soslu et bulunan milföy hamurları, soslu balık yemekleri, kaz ciğeri, trüflü tavuk ve bıldırcın yemekleri, jöleli av eti, jöleli balık, soslu piliç ve et yemekleri, soslu ve kremalı kuşkonmaz, enginar, kremalı meyve, kremalı pasta ve çikolatalı pasta menülerde yer alan Fransız yemek çe- şitlerine örneklerdir.

4 Mart 1330/17 Mart 1914
Sadr-ı azam ve hariciye nazırı fehametlü devletlü Said Halim Paşa hazretleri tarafından 4 Mart sene 1330 tarihinde süferaya keşide kılınan Birinci tertib ziyafet-i resmiyedir.
Medhal

Geç Dönem Osmanlı Saray Mutfak Kültüründe Ziyafetler Ve Yemekler

Tablo 1: 17 Mart 1914’de Said Halim Paşa tarafından süferaya verilen ziyafetin sofra düzeni. (BOA, BEO, GG, 904/55/9)

Fransız mutfağından örneklerin sunulduğu bu ziyafetlerde yemek- lerin yapımıyla ilgili olarak kimin görevlendirildiği açık olmamakla birlikte bazı arşiv belgeleri bu konu hakkında bilgi sunmaktadır. 

Geç Dönem Osmanlı Saray Mutfak Kültüründe Ziyafetler Ve YemeklerÖrneğin Sultan II. Mahmud döneminde saraydan Aşçı Hüseyin’in aşçılık eğitimi için Viyana’ya gönderilmesi[11] Osmanlı sarayında alafranga yemek tekniklerinin uygulanma ihtiyacına işaret ederken, 1864 senesine ait Fransa’dan gelen bir aşçı için yapılan bir yıllık kontratı içeren arşiv belgesi[12] Osmanlı sarayında Fransız aşçıların da çalıştığını kanıtlar; öte yandan 1869 yılında Kraliçe Eugénie onuruna düzenlenen ziyafetlerde aşçıların, bir pastacı şefinin ve bir şekercinin Fransa’dan getirtil- mesi[13] sarayda alafranga yemeklerin yapımına vâkıf aşçıların yeterli sayıda olmadığını gösterir. 

Bu belgelerin yanı sıra Sultan Abdülhamid döneminde Yıldız Sarayı’nda alafranga yemeklerin yapımından so- rumlu olan Frenk aşçıların bir tercüman eşliğinde çalıştığını gösteren belgeler de mevcuttur.[14]

Figür 1. 17 Mart 1914’de sait halim Paşa tarafından süferaya verilen ziyafetin sofra düzeni. (BOA, BEO, GG,904/55/9)

Bu menülerdeki yemek sırası da Fransız geleneğini yansıtmaktadır.
19. yüzyılda Fransız usulü ziyafetler çorba (potage) ve ordövrle (hors d’oeuvre) başlardı. Ardından bir balık yemeği servis edilir ve bunu av eti, kırmızı et, sakatat veya kümes hayvanı etinden yapılmış soğuk veya sıcak iki veya üç başlangıç yemeği (relevé ve entrée) izlerdi.

Çoğu zaman ana yemekten önce sorbe veya granita gibi buzlu meyve tatlı- sıyla yemeğe küçük bir ara verilirdi. Böylelikle damak ve mide, mö- nünün esas yemeği olan et yemeğine hazırlanmış olurdu. Et yemeği olarak ana yemek (rôt) salata ile ikram edilir veya salata ve sebze ana yemekten sonra sırayla sunulurdu. Yemek, hamurlu, kremalı tatlılar ve meyveyle (entremets ve dessert) son bulurdu.[15] 

Osmanlı sarayında ha- zırlanan geç dönem ziyafet mönülerinde izlenen yemek sırası Fransız yemek sırasıyla aynıdır. Örneğin 17 Mart 1914’de sadrazam ve hariciye nazırı Said Halim Paşa tarafından sefirlere verilen ziyafette sunulan menüde çorba olarak tavuk konsomesi (consommé de volaille), ordövr olarak börek, başlangıçlar olarak şampanyalı levrek balığı (bar braisé au champagne), Albuféra usulü piliç (poussins Albuféra), dana uykuluk ( ris de veau fleurs fines) verilmiş; ana yemek olarak şişte Pauillac böl- gesi kuzusu (selle de Pauillac a la broche), salata ve sebze olarak enginar salatası (salade d’artichauts) ve kuşkonmaz (asperges en branches) ve tatlı olarak kremşantili pasta (Vacherin chantilly), dondurma (glace Aveline) ve şekerleme (dessert) sunulmuştur.[16]

Consommé de Volailles - Tavuk Çorbası
Beureks - Börek
Bar Braisé au Champagne - Şampanyalı Levrek Balığı
Poussins Albuféra - Ku¨çu¨k Piliç
Ris de veau fleurs fines - Dana Kızartması
Selle de Pauillac à la Broche - Kebap
Salade d’Artichauts - Enginar Salatası
Asperges en Branches - Kuşkonmaz
Vacherin Chantilly - Kremalı Tatlı
Glace Aveline - Dondurma
Dessert - Şekerleme

Tablo 2: 17 Mart 1914’de Said Halim Paşa tarafından süferaya verilen ziyafet mönüsü. (BOA, BEO, GG, 904/55/9)

Yabancı konuklar için düzenlenen protokol ziyafetlerindeki menü- lerde adı geçen yemeklerin içeriği döneme ait Fransızca yemek kitapla- rına bakılarak anlaşılabilmektedir. Aslında Fransız tertibi düzenlenen bu ziyafetler sadece geç dönem Osmanlı Sarayında uygulanmamıştır.

19. yüzyılda dünyada diplomatik olarak düzenlenen resmi ziyafetlerin ve hususi ziyafetlerin ortak dili Fransız mutfağıdır.[17] Osmanlı sarayı ve Osmanlı erkânı, çağdaşlarının kullandığı bu gastronomik dili diplo- masinin bir gereği olarak Tanzimat döneminden itibaren uygulamıştır.

Sarayda Gündelik Yemekler
Tanzimat döneminden itibaren alafranga mutfak ve sofra düzeniy- le tanışan Osmanlı erkânı acaba gündelik hayatta kendi sofralarında ne derece alafranga yemekler tüketiyordu? 19. yüzyılda Osmanlı saray mutfaklarından çıkan yemeklerin niteliği saray mutfaklarına sağlanan gıda maddelerinin yer aldığı mutfak defterleri aracılığıyla incelenebil- mektedir. 

Bu belgelere göre saray mutfaklarına tedarik edilen yiyecek- ler geleneksel olarak kabul edilebilecek olan koyun eti, pirinç, sadeyağ, zeytinyağı, nohut gibi baklagiller, un ve ekmek gibi unlu mamuller, şe- ker, bal, mevsim sebze ve meyveleri, baharat, kuru meyveler, gülsuyu, çiçek suyu, az miktarda tavuk, zeytin, yumurta, süt, peynir ve yoğurt gibi malzemelerdir. Saray mutfaklarına alınan gıdalar arasında önce- ki yüzyıllara göre yeni olan yiyecekler makarna ve Amerikan menşe- li domates, mısır, kırmızı ve yeşil biber, yenibahar, fasulye, yerelması gibi ürünlerdir. 

Sultan Abdülhamid dönemine kadar sarayda gündelik hayatta alafranga yemeklerin tüketildiğine dair bulgular bulunmamak- tadır. Ancak Sultan Abdülhamid’in mutfağı için tedarik edilen yiye- cek malzemelerinin niteliği yüzyıl sonlarında Sultan’ın mutfağında yabancı yemeklerin de hazırlandığına işaret etmektedir. Yüzyıl sonla- rında Sultan Abdülhamid’in mutfağına alınan yabancı menşeli gıdalar arasında Felemenk peyniri, ananas, tapyoka, İngiliz hardalı, Fransız sirkesi, kayısı salçası, kuşkonmaz konservesi, mantar konservesi bu- lunmaktadır. Ayrıca dana filesi, balık çeşitleri ve istiridye yine aynı dö- nemde Sultan Hamid’in mutfaklarına alınan yiyecekler arasında yer almaktadır.[18] 

Ayrıca kızının hatıratında babası Sultan Abdülhamid’in kotlet pane, omlet, şarlot gibi bazı alafranga yemekler ve tatlıları sev- diğine dair bilgiler bulunmaktadır. Osmanlı saray ve saray çevresinde dönemin yemek kitaplarının[19] da gösterdiği gibi, bazı alafranga ye- meklerin gündelik hayata girmesi 1880’lerden önce gerçekleşmezken, alafranga sofra düzenine (bireysel servis takımıyla masada yemek ye- mek) geçiş sarayda 1860’lardan itibaren gündelik hayatta uygulanma- ya başlanmıştır.[20]

19. yüzyılda Osmanlı saray mutfaklarında her gün tüketilen yemek- lerin isimleri bilinmese de 1880’li tarihlerden itibaren mutfaklardan sarayda farklı dairelere yollanan yemeklerin sayısı ve çeşidi arşiv bel- geleri aracılığıyla tespit edilebilmektedir. 

Buna göre çorba, et yemeği, mevsim sebze yemeği, tavuk, paça, pilav, börek, tatlı ve hoşaf saray mutfaklarında hazırlanan yemek çeşitleridir.

Örneğin 1881 senesinde bir ay boyunca sabık Sultan V. Murad Efendi dairelerine her gün sabah ve akşam 5 kap çorba, 74 kap et yemeği (et taamı), 4 kap tavuk yemeği, 279 kap mevsim sebze yemeği, 11 adet paça, 51 kap börek, 53 kap tatlı, 62 kap pilav ve 25 kap hoşaf verilmiştir.[21] Sarayın farklı mutfaklarında pişirilen ve çeşitli dairelere dağıtılan yemek çeşitleri sarayda ikamet eden kişilerin rütbe ve derecelerine göre hazırlanıyordu. Örneğin has ahır mutfaklarında pişirilen yemeklerin çeşitleri kısıtlıydı. 6 Kasım 1886 (25 Teşrin-i Evvel 1302) tarihinde günde iki kez, sabah ve akşam has ahır mutfaklarından dağıtılan yemekler çorba, et yemeği (et taamı), sebze ye- meği (mevsim sebze) ve pilavdır. 

Öğle yemeği için 10 kap çorba, 168 kap et yemeği, 292 kap sebze yemeği ve 190 kap pilav ve 13 kap tatlı has ahır mutfaklarında hazır edilmiş ve ilgili yerlere gönderilmiştir. Börek, paça, hoşaf hazırlanan yemekler içinde yer almamaktadır. Çorba ve tatlı ise az miktarda hazırlanmıştır.[22] Osmanlı saray mutfaklarında dairelere dağı- tılmak üzere pişirilen yemek çeşitlerinin imparatorluğun son günlerine kadar aynı kaldığı geç tarihli arşiv belgelerinden takip edilebilmektedir. 12 Haziran 1921 tarihli bir belgede Yıldız Saray-ı Hümayun mutfakla- rında kadın efendiler ocağından haremin çeşitli birimlerine günde iki kez (subh ve mesa) gönderilen yemek çeşitleri çorba, et, mevsim sebze, börek, pilav ve tatlıdır. 

Tatlı ve börek Seniha Sultan Efendi hazretlerine, darüssaade ağası, ser musahip ağa ve hazinedar ağalara tahsis edilirken diğer harem mensuplarına her gün çorba, et, mevsim sebze ve pilav ve sadece perşembe günleri tatlı verilmiştir.[23]

17 Mart 1914’de sait

Figür 2. 17 Mart 1914’de sait halim Paşa tarafından süferaya verilen ziyafet mönüsü. (BOA, BEO, GG,904/55/9)

Saray mutfaklarında farklı dairelere gönderilen yemek çeşitleri ve adetlerini içeren bu belgelerde yemeklerin hazırlanması için harcanan yiyecek malzemeleri de yer al- maktadır. Pirinç, sadeyağ, zeytinyağı, un, tuz, soğan, et, kabak, ayşe fasulye, bamya, patlıcan, kırmızı domates, patates gibi malzemelerin yer aldığı bu belgelere dayanarak hazırlanan bu yemeklerin geleneksel Osmanlı mutfağından örnekler olduğunu söyleyebiliriz.

Yıldız ve Beşiktaş Saraylarının mutfaklarında hazırlanan yemek- lerin isimlerini içeren 1917 yılına ait bir mutfak defteri Osmanlı sara- yında gündelik hayatta alaturka yemeklerin tüketildiğini bize net bir şekilde göstermektedir. 

15 Mayıs 1917 ve 20 Ağustos 1917 tarihleri arasında 95 gün boyunca Yıldız ve Beşiktaş mutfaklarında pişirilen yemek listelerini içeren bu defter maalesef yemeklerin hangi dairelere veya kimlere gönderildiği bilgisini içermemektedir.

Defterde yer alan yemek isimleri, yemek çeşitleri oldukça zengindir ve bize son dönem Osmanlı mutfağının damak lezzeti hakkında canlı bir tablo sunmaktadır.

Defterde her gün için bir yemek menüsü verilmiştir. Bu menü- lere göre genelde bir öğünde et yemeği, sebze yemeği ve pilav veya makarna olmak üzere üç çeşit yemek bulunmaktadır.

Yemek menüleri çorba verildiği zaman dört, tatlı verildiği zaman ise beş çeşit yemeğe çıkmaktadır. 

Listelere göre 95 gün boyunca 62 gün üç çeşit yemek, 16 gün dört çeşit yemek, 12 gün beş çeşit yemek ve 5 gün altı çeşit yemek verilmiştir.

Bu menülerde yer alan yemekler külbastı, kebap, köfte, sebze bastı, etli sebze, dolma, oturtma, türlü, zeytinyağlı sebze, bulgur pilavı, börek, işkembe çorbası, kıymalı yumurta, lokma gibi geleneksel Osmanlı-Türk mutfağında yer alan yemek çeşitleridir.[24]

Örnek 1
13 Haziran 1333 Çarşamba
Pideli Kebap
Semizotu
Bulgur

Örnek 2
1 Haziran 1333
Çılbır Yumurta
Kuzu Kızartma
Enginar Tereyağlı
İnce Makarna

Örnek 3
24 Haziran 1333 Pazar
Pirinç Çorbası
Kuzu Kebabı
Yoğurtlu Kabak Kızartması
Sigara Böreği
Bulgur

Örnek 4
12 Temmuz 1333 Perşembe
İşkembe Çorbası
Piliç Kuzu Kızartması
Tu¨rlu¨ Dolma
Sigara Böreği
Saray Lokması

Örnek 5
16 Temmuz 1333 Pazartesi
Yoğurt Çorbası
İçli Yumurta
Pideli Kuzu Kebabı
Etli Bamya
Armut Böreği
Pirinç Unu Peltesi

Tablo 3. 1917 yılında Yıldız ve Beşiktaş Sarayı mutfaklarında hazırlanan yemek listeleri örnekleri. (BOA, HH. d. 30057)

Yemek listeleri incelendiği zaman her gün bir sebze ve bir et ye- meğinin verildiği, çorbanın 27 gün, böreğin 22, pilavın 45, tatlının 14, yumurta yemeğinin 12 ve balığın sadece 1 gün verildiği görülmektedir. Geleneksel olarak saray mutfaklarında hazırlanan pirinç pilavının sa- dece üç gün verildiği ve geriye kalan her gün bulgur pilavı veya ma- karna verildiğini gösteren bu yemek defteri, savaş zamanına gelen 1917 senesinde Osmanlı saray mutfaklarında yemeklerin hazırlanmasında malzemelerin kısıtlandığını göstermektedir. 

Yemek listelerine göre her gün tatlı ve börek verilmemesi bu konudaki görüşü güçlendirir. Belgede yer alan yemek listelerinin kimler için hazırlandığına dair bir bilginin bulunmaması, 1917 yılında sarayda tabldot usulü uygulandığı için,[25] sarayda yemeklerin günlük ortak bir mönüyle hazırlandığına dair bir fikir vermektedir.

Et Yemeği - Sebze Yemeği - Pilav-Makarna-Börek

Kuzu Külbastı - Kabak Bastısı - İnce Makarna
Kuzu Kızartma - Zeytinyağlı Bezelye - Nohutlu Bulgur
Soğanlı Kuzu - Zeytinyağlı Fasulye - Bulgur
Pideli Kebap - Zeytinyağlı Çalı Fasulyesi - Bulgur Pilavı
Kuzu Pirzolası - Zeytinyağlı Enginar - Mercimekli Bulgur
Desti Kebabı - Zeytinyağlı İç Bakla - Patlıcanlı Bulgur
Soğanlı Kuzu Yahnisi - Zeytinyağlı Yaprak Dolma - Nohutlu Pirinç Pilavı
Kuzu Kebabı - Zeytinyağlı Bakla - Pirinç Pilavı
İncik Kuzu - Yalancı Dolma - Ciğerli Pilav
Kuzu Kotlet - Semizotu - Sigara Böreği
Kuzu Pideli Kebap - Yoğurtlu Kabak Kızartma - Lokma Böreği
Kuzu Filesi - Enginar - Bohça Böreği
Patatesli Tencere Kebabı - Enginar Bakla İçi - Çarşı Böreği
Patatesli Tepsi Kebabı - Enginar Tereyağlı - Tepsi Böreği
Patatesli Pirzola - Taze Yerelması - Otlu Börek
Soğuk Kuzu - Kabak İmam Bayıldı - Börek
Pideli Köfte - Tereyağlı Fasulye - Fırın Makarna
Pideli Şiş - Kebap Kabak Kızartması - Makarna Fırında
Maydanozlu Köfte - Etli Enginar - Kesme Makarna
Kuzu Yahni - Etli Fasulye - Peynirli Makarna
Pirzola - Etli Bezelye - Makarna
İçli Kuzu - Etli Bakla - Makarna Salçalı
Piliç Kuzu Kızartması - Etli Bamya - Makarna Hamurlu
Patlıcanlı Silkme Et - Etli Enginar Dolması
Bazıcanlı Et - Kabak Etli
Patlıcan Kebabı - Kuru Fasulye
Bazıcanlı Kuru - Köfte Fasulye Pilakisi
Bazıcanlı Tepsi Kebabı - Kabak Dolması
Talaş Kebabı - Tu¨rlu¨ Dolma
Balık Pilaki - Patlıcan Silkmesi
Tencere Pirzolası - İmam Bayıldı
Patlıcan Karnıyarık
Bazıncan Kızartma
Bazıncan Oturtma
Türlü

Çorba - Yumurta - Tatlı

Kulak Çorbası-  Omlet Kayısılı ... çilek
Pirinç Çorbası - Kavurmalı Yumurta - Bademli...
İşkembe Çorbası Kıymalı Yumurta Meyve Tu¨rlu¨su¨
Yoğurt Çorbası - Tereyağlı Yumurta - Saray Lokması
Yoğurtlu Pirinç Çorbası - Çılbır Yumurta - Portakal Böreği
Mercimek Çorbası - Pastırmalı Yumurta - Armut Böreği
Şehriye Çorbası - Hurmalı Yumurta - Pirinç unu Peltesi
Bezelye Çorbası - Komposto
Çarşı İşkembesi - Meyve Tatlısı
Terbiyeli Çorba

Tablo 4. 15 Mayıs- 20 Ağustos 1917 tarihleri arasında Beşiktaş ve Yıldız mutfaklarında hazırlanan mönülerde bulunan yemek çeşitleri.
(BOA, HH. d. 30057)

Geç Dönem Osmanlı Saray Mutfak Kültüründe Ziyafetler Ve Yemekler

Figür 3. Belge örneği. (BOA, HH. d. 30057)
Belgede yer alan yemekler incelendiğinde Beşiktaş ve Yıldız mut- faklarında gündelik olarak hazırlanan mönülerde alafranga kökenli yemeklerin çok az sayıda yer aldığı gözükmektedir. Omlet, makarna, kuzu kotlet, kuzu file, bir tür tart olan portakal böreği ve armut böre- ği gibi alafranga yemekler dışında listelerde yer alan diğer yemekler geleneksel Osmanlı-Türk mutfağını yansıtmaktadır. 

Yemek listelerinde sebze yemeklerinin ağırlıklı olması, pirinç yerine bulgur pilavının ter- cih edilmesi, et yerine kimi zaman yumurta yemeklerinin verilmesi ve tatlı çeşitlerinin çok az sayıda yer alması, savaş dönemine denk gelen yıllarda Osmanlı sarayında günlük olarak çıkarılan yemeklerin sade bir yapıda olduğunu göstermektedir. Aynı dönemlere denk gelen dip- lomatik saray ziyafet menülerinin içeriği bu yemek listeleriyle büyük bir tezatlık oluşturmaktadır. Daha önce bahsi geçen, 1911-1918 yılları arasına ait otuz bir adet ziyafetin mönüleri oldukça pahalı ve ithal mal- zemelerle hazırlanmış olan Fransız yemekleri içerirken, incelediğimiz bu defterdeki yemekler gayet geleneksel ve sadedir.

Sonuç
Sarayda günlük olarak çıkan yemeklerin listeleri incelendiğinde sunulan alaturka yemeklerin sadeliğiyle, ziyafet menülerinde yer alan alafranga yemeklerin gösterişi arasında ortaya çıkan tezat görünüm, Osmanlı sarayında yabancı misafirler için düzenlenen Fransız mutfa- ğından örnekler içeren alafranga ziyafetlerin aslında daha çok diplomatik bir anlam içerdiğini göstermektedir.

Menülerde yer alan klasik Fransız mutfağına ait karmaşık yemek ve tatlılar sarayda gündelik ha- yatta geç dönem Osmanlı mutfağına adapte olan kuzu kotlet, dana file, meyveli tartlar, omlet gibi birkaç çeşit dışında pek tüketilmemektedir.

Yabancı konuklar için hazırlanan bu ziyafetlerde menülerin Fransız tertibinde hazırlanması dönemin teşrifat geleneğinin bir parçası ola- rak algılanabilir. Gündelik hayatta geleneksel yani “alaturka” Osmanlı mutfağını tercih eden saray mutfağı, diplomatik anlamda önem içeren resmi ziyafetlerde dönemin bir gerekliliği olarak Fransız gastronomi geleneğini uygulamış ve “alafranga” mutfağı tercih etmiştir. Böylelikle Osmanlı yönetimi ağırladığı misafirlerine çağdaş bir imaj sergilemiştir.

Bu bağlamda Tanzimat döneminden itibaren Fransız usulü tertip edilmeye başlanmış olan bu diplomatik ziyafetler Osmanlı saray ve erkânının yabancı güçler karşısında iktidarını pekiştirmek ve göster- mek için kullandığı bir araç olmuştur. Bütün bunlar, Osmanlı sarayının modernleşme sürecinde kültürel alanda da Batı’dan etkilenmeye baş- ladığını işaret ederken, Osmanlı elitinin modern bir kimlik oluşturma adımı olarak da sayılabilir.

KAYNAKÇA
BOA, Cevdet Saray, 3335.
BOA, Hazine-i Hassa, MTA, 142/96. BOA, Cevdet Saray, 450.
BOA, Y. PRK. BŞK, 2/22. BOA, Y. PRK. HH, 23/9.
BOA, Babıali Odası Gelen-Giden Defterleri, 904/55/9 BOA, HH. MTA, 107/63.
BOA. HH. MTA, 127/28. BOA, HH. d 27754.
BOA, H. d. 30074
Ayşe Fahriye. Ev Kadını. İstanbul, 1882.
Clarkson, Janet. Menus from History. 2 cilt. Greenwood Press, 2009. D’Almeida-Topor, Helene. Le Gout de l’Etranger. Paris, 2006.
Demirel, Fatmagül. Dolmabahçe ve Yıldız Saraylarında Son Ziyaretler Son Zi- yafetler, İstanbul: Doğan Kitap, 2007.
Eldem, Edhem. “Bir Mönünün Anatomisi.” Toplumsal Tarih, 114 (2003): 48-50.
Kütükoğlu, Mübahat. “Son Devir Osmanlı Resmi Ziyafetleri.” Prof. Hakkı Dursun Armağanı, Ankara, 1995: 369-393.
Lady Hornby. Kırım Savaşı Sırasında İstanbul. Çeviren: Kerem Işık. İstanbul, 2007.
Mansel, Philip. Constantinople City of the Worlds Desire, 1453-1924, London: Penguin Books, 1995.
Orgun, Zarif. “Osmanlı Sarayında Kilercibaşılık ve Kilercibaşı Defterinden Saray Tatlıları.” Geleneksel Türk Tatlıları Sempozyumu Bildirileri. Ankara, 1984: 57-70.
Samancı, Özge. “Culinary Consumption Patterns of the Ottoman Elite du- ring the First Half of the 19th century.” The Illuminated Table, the Prospe- rous House, Food and Shelter in the Ottoman Material Culture. Editör Suraiya

Faroqhi and Christoph Neumann, Würzburg: Ergon Verlag Würzburg, 2003: 161-184.
Samancı, Özge.“Osmanlı Kültüründe Değişen Sofra Adabı: Alaturka-Alaf- ranga İkilemi.” Toplumsal Tarih, 231 (2013): 22-28.
Samancı, Özge. “Pilaf and Bouchées: The Modernization of Official Banqu- ets at the Ottoman Palace in the 19th Century.” Royal Taste, Food, Power and Status at the European Courts after 1789, Editör Danielle de Vooght, Londra: Asghate, 2011.
Samancı, Özge. “Fransız uslubunda Osmanlı Ziyafetleri: 1914-1918 yılları arasında düzenlenen on dört ziyafet mönüsünün gastronomik dili üze- rine inceleme.“ Yemek ve Kültür, 8, (2007): 48- 62.
Samancı, Özge. Samancı, Özge. “A la Table du Sultan Abdülhamit (1876- 1908) (Sultan Abdülhamit’in Sofrasında).” Penser, Agir et Vivre dans l’Em- pire Ottoman et en Turquie, Etudes réunies pour François Georgeon, Editör: Nathalie Clayer, Erdal Kaynar, Leuven: 2013, s. 339-352.
Samancı, Özge. La Cuisine d’Istanbul au 19e siècle, Rennes: PUFR-PUR, 2015. Simavi, Lütfü. Başmabeyinci Lütfi Bey, Osmanlı Sarayının Son Günleri, İstanbul: Hürriyet Yayınları, 1972.
Yeni Yemek Kitabı, İstanbul, 1881.

* Doç. Dr., Yeditepe Üniversitesi, Gastronomi ve Mutfak Sanatları, (ozge.samanci@ yeditepe.edu.tr).
[1] Özge Samancı, “Culinary Consumption Patterns of the Ottoman Elite During the First Half of the 19th Century,” The Illuminated Table, the Prosperous House, Food and Shelter
in the Ottoman Material Culture, ed.: Suraiya Faroqhi and Christoph Neumann, (Würz- burg: Ergon Verlag Würzburg, 2003), s. 161-184; Özge Samancı, “Osmanlı Kültüründe Değişen Sofra Adabı: Alaturka-Alafranga İkilemi,” Toplumsal Tarih, 231 (2013), s. 22-28.
[2] Özge Samancı, “Pilaf and Bouchées: The Modernization of Official Banquets at the Ottoman Palace in the 19th Century,” Royal Taste, Food, Power and Status at the European Courts after 1789, ed.: Danielle de Vooght, (Londra: Asghate, 2011), s. 111-143.
[3] Özge Samancı, “Pilaf and Bouchées,” s. 111-143.
[4] Fatmagül Demirel, Son Ziyaretler Son Ziyafetler adlı kitabında Tanin ve İkdam ga- zetelerinde yer alan protokol ziyafetlerinin menülerini anlatır. Fatmagül Demirel, Son Ziyaretler Son Ziyafetler, (İstanbul: Doğan Kitap, 2007).
[5] Lady Hornby, Kırım Savaşı Sırasında İstanbul, çev.: Kerem Işık, (İstanbul, 2007).
[6] Philip Mansel, Constantinople City of the Worlds Desire, 1453-1924, (London: Penguin Books, 1995), s. 273-274; Özge Samancı, La Cuisine d’Istanbul au 19e siècle, (Rennes: PUFR- PUR, 2015), s. 235-236.
[7] Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA), Cevdet Saray., 3335; BOA, Hazine-i Hassa, MTA, 142/96.
[8] BOA, Babıali Odası Gelen-Giden Defterleri, 904/55/9.
[9] Mübahat Kütükoğlu, “Son Devir Osmanlı Resmi Ziyafetleri,” Prof. Hakkı Dursun Ar- mağanı, (Ankara, 1995), s. 369-393.
[10] Bu menülerin incelenmesiyle ilgili detaylı bir çalışma daha önce Türkçe ve İngiliz- ce olarak yayımlanmıştır. Özge Samancı, “Fransız uslubunda Osmanlı Ziyafetleri: 1914- 1918 yılları arasında düzenlenen on dört ziyafet mönüsünün gastronomik dili üzerine inceleme, ” Yemek ve Kültür, 8 (2007), s. 48- 62; Özge Samancı, “Pilaf and Bouchées.”
[11] BOA, Cevdet Saray, 450.
[12] BOA, Y. PRK. BŞK, 2/22.
[13] Zarif Orgun, “Osmanlı Sarayında Kilercibaşılık ve Kilercibaşı Defterinden Saray Tatlıları,” Geleneksel Türk Tatlıları Sempozyumu Bildirileri, (Ankara, 1984), s. 57-70.
[14] BOA, Y. PRK. HH, 23/9.
[15] Samancı, “Fransız üslubunda Osmanlı Ziyafetleri,” s. 48- 62. 
[16] BOA, BEO, GG, 904/55/9, 10b -11a.
[17] Helene D’Almeida-Topor, Le Gout de l’Etranger, (Paris, 2006), s. 20-31; Menü örnekleri için bakınız. Janet Clarkson, Menus from History, 2 cilt, (Greenwood Press: 2009).
[18] Özge Samancı, La Cuisine d’Istanbul au 19e siècle, s. 239. Samancı, Özge. “A la Table du Sultan Abdülhamit (1876-1908) (Sultan Abdülhamit’in Sofrasında).” Penser, Agir et Vivre dans l’Empire Ottoman et en Turquie, Etudes réunies pour François Georgeon, ed.: Nat- halie Clayer, Erdal Kaynar, (Leuven, 2013), s. 345-346.
[19] Alafranga yemek tarifleri için bkz.: Ayşe Fahriye, Ev Kadını, (İstanbul, 1882); Yeni Yemek Kitabı, (İstanbul, 1881).
[20] Özge Samancı, La Culture Culinaire, s. 285-300.
[21] BOA, HH. MTA, 107/63.
[22] BOA. HH. MTA, 127/28.
[23] BOA, HH. d 27754.
[24] BOA, HH. d. 30057.
[25] Başmabeyinci Lütfi Bey hatıratında 1909 yılından itibaren sarayda tabldot usulü uygulamasına geçişi anlatır. Lütfü Simavi, Başmabeyinci Lütfi Bey, Osmanlı Sarayının Son Günleri, (İstanbul: Hürriyet Yayınları,1972), s. 42-43.

4 Mart 2021 Perşembe

Müntahâb-ı Şifâ

 Bir Tıp Kitabı: Haza Kitabu İlmi Hikmet Ani’ş Şifa


Bir Tıp Kitabı: Haza Kitabu İlmi Hikmet Ani’ş Şifa 
Hakkı ÖZKAYA  

Özet
Bu makalede, 19. yüzyıla ait bir tıp kitabı olan Haza Kitabu  İlmi Gikmet  Ani’ş-Şifa’nın tanıtımı yapılmıştır. Bu eser, 19. yüzyıl tıp ilmini günümüze yansıtması, dönemin dil özelliklerini aktarması ve zengin sözcük hazinesiyle Türk dili, Türk tebabeti, botanik ve eczacılık ile ilgilenenler açısından önem taşımaktadır. Türklerin Anadolu’ya gelişinden sonra kaleme alınmış tıp eserlerinin okunup incelenmesi, gerek tıp ilmi gerekse Türkçemiz açısından büyük önem taşımaktadır.

Bu çalışmadaki amacımız, Osmanlı döneminde yazılmış bir tıp metni olan Haza Kitabu İlmi Gikmet Ani’ş-Şifa’yı tanıtmak ve eserin tespit edebildiğimiz dil özelliklerini paylaşmaktır. Türkçe yazılmış tıp metinlerinin kelime hazineleri ve dil özelliklerinin araştırılması tıp tarihi çalışmaları ve Türk dili çalışmalarına katkı sağlayacaktır. Bu çalışmalar dünyada önemli bir konumda bulunan güncel Türk tebabetinin geçmişini, Türkçenin tıp ve eczacılık gibi bilim dallarındaki kullanımlarını daha iyi anlayabilmemize yardımcı olacaktır. 

Giriş 
Eski Anadolu Türkçesi ve Klasik Osmanlıca üzerinde yapılmış dil ve edebiyat çalışmalarının büyük çoğunluğu, dini ve edebi konularda yazılmış metinlerin çeşitli ilmi ölçütler ile incelenmesinden oluşmaktadır. Bu dönemin ürünleri arasında önemli bir yer tutan tıp metinleri üzerinde yapılan tıp tarihi çalışmalarının (Bayat, 2016, s. 16) aksine dil çalışmalarının sayıca az oluşu bilinen bir gerçektir.

Oysa Türkçenin o dönemde tıp bilimi karşısındaki durumunu yansıtması bakımından tıp yazmaları büyük önem taşırlar. Öte yandan bu yazmaların aydınlığa kavuşturulması, Türk dili araştırmacıları, tıp tarihi araştırmacıları ve tıpçıların yararlanabilecekleri bir duruma getirilmesi, tıp tarihi üzerinde yapılacak çalışmalara da katkıda bulunup Türkçe bilim diline hizmet etmek açısından önem arz etmektedir. 

11. yüzyılda Anadolu içlerine doğru harekete geçen Türkler,  karşılaştıkları kavimlerden ve İç Asya’daki birikimlerinden de yararlanarak çeşitli alanlarda ehemmiyetli eserler ortaya koymuşlardır. Türk dili ile yazılmış tıp kitapları da bunlar arasında yerini almaktadır. Türkler Anadolu’da Türk Tıp literatüründe yer etmiş birçok Türkçe tıp kitabı yazmış, bu kitaplarda, günümüz tıbbına göre kayda değer bilgiler vermişlerdir. Birçoğu tıp hekimi olan müellif veya müstensih tarafından yazılan veya tercüme edilen bu kitaplar, tıbbın birçok alt dalını kapsayacak bir muhtevaya sahiptir.

14. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar Arap harfleriyle yazılmış Türkçe tıp metinleri; 

dilinin sadeliği, Türkçe tıp terimlerini içermesi ve dönemin tıp anlayışına dair kıymetli bilgiler taşıması bakımından araştırmaya değerdir. Türk dili ve tıp terminolojisi bakımından ehemmiyete sahip bazı tıp kitapları şunlardır: Terceme-i Müfredât-ı İbni Baytar, Edviye-i Müfrede, Kâmilü’s-Sınâa Tercümesi, Müntahâb-ı Şifâ, Teshîlü’ş-şifâ, Tervîhü’l-ervâh, Tuhfe-i Mübârizî, Kitâb-ı Hülâsâ der İlm-i Tıbb, Yâdigâr Hazâinü’s-saâde, Bâh-nâme, Hülâsa, Tıbb-ı Nebevî, Kitâbü’l-Müntahâb fî’t-tıb, Miftâhü’n-nûr ve Hazâinü’s-Sürûr, Zâhire-i Murâdiye, Fâide-i Hassât, Mâddetü’l-hayât, Akrabadin Tercümesi, Mürşîd, Cerrâhiyyetü'l-Hâniyye, Mücerreb-nâme, Kemâliye, Sultâniye, Tuhfe-i Murâdî fî İlm-i Cevâhîr, Kitâbü'l-Mühimmât, Cerrâh-nâme, Kitâbü’t-tıbb, Vasiyyetnâme-i Kehhâlîn, Tuhfetü’l-Erîbi’n-Nâfia li’r-Rûhânî ve’t-tabîb, Gâyetü’l-Müntehâ fi-Tedbiri’l-Merzâ. 

Eski Anadolu Türkçesi dönemi tıp metinleri incelendiğinde, tercüme eserler ve telif eserler olmak üzere iki grup karşımıza çıkmaktadır. Tercüme olan eserler ağırlıklı olarak Arapça ve Farsçadan yapılan tercümelerdir. Anadolu Beylerinin Türkçeye yöneliş nedenleri milli bir dil bilinci oluşturma kaygısından değil, kendilerinin Arap ve Fars kültürüne yabancı oluşlarından ve büyük olasılıkla bu dilleri bilmemelerinden kaynaklanıyor olmalıdır. Telif eserlerin önemli bir yer teşkil etmesini de buna bağlayabiliriz (Doğan, 2014, s. 54). 

Eski Anadolu Türkçesi döneminde ve Klasik Osmanlı Türkçesi döneminde artarak devam eden çeşitli bilim dallarından yapılan çeviriler ve Anadolu-Balkanlar coğrafyasında telif edilen eserlerle Türk dilini yetkin bir biçimde kullanmaya yöneliş söz konusudur. Özellikle 14. Yüzyıldan itibaren bir kısmı telif, bir kısmı da çeviri pek çok eser kaleme alınmıştır. Bu dönemden itibaren tıp alanında Türkçe eserlerin ortaya konması, Türk dili ile bilim yapılabileceğini ortaya koymuştur. Klasik Osmanlıca Döneminde halk dili kullanılarak yazılan tıp metinleri tıp ve eczacılık alanında Türkçenin kelime hazinesini ortaya koymaları bakımından önemli bir yer teşkil etmektedir (Kültüral & Koç, 2012, s. 12). 

Klasik Osmanlıca döneminde yazılmış ve çevrilmiş tıp kitaplarının içeriğine göz attığımızda, kitaplarda hastalıkların belirtileri, tanıları ve tedavileri deneysel tıpla uyumlu olacak biçimde açıklanmış ve tıpta kullanılan den söz edilmiştir. Ameliyatlar, yazmaların bazılarında safhalarıyla bazılarında yöntem ve teknikleri ile İslam Tıbbı içinde ilk defa bu dönemde tıbbî resimlemeler kullanılarak anlatılmıştır. Ancak, kitaplarda kullanılan tedavi yöntemleri ve devaların gerek fizikî gerekse tıbbî tanıtımının aynı eser içinde bile  standart olmadığı  görülmektedir. Bir devâya ayrılan bilgi bazen birkaç  varak  sürerken  bir  başka  devâ  için  verilen  bilgi iki  üç  satırda  bitebilmektedir.  Bu  durum devânın  şöhreti  ve  kullanım  yaygınlığıyla ilgili olabilir (Zülfikar-Aydın, 1998, s. 23). 

21. Yüzyıl tıp penceresinden bakıldığında orijinal görülen bu dönem tıp yazmalarının modern tıp ile uyumlu bazı güncel bilgileri içerdiği,  Türk tıp biliminin gelişimine yadsınamayacak katkılar sağladığı genel ve çevresel bağlamlı değerlendirmelerde bir görüş ve kanaat olarak dile getirilmiştir (Bayat, 2016, s. 15). 

Haza Kitabu  İlmi Gikmet  Ani’ş-Şifa 

14. Yüzyıldan 19. yüzyıla kadar Arap harfleriyle yazılmış Türkçe tıp metinleri; dilinin sadeliği, Türkçe tıp terimlerini içermesi ve dönemin tıp anlayışına dair kıymetli bilgiler taşıması bakımından araştırmaya değerdir. Haza Kitabu  İlmi Gikmet  Ani’ş-Şifa adlı eser de 19. yüzyılın başlarında yazılmış devrinin hakim tıp çevirilerinin aksine Türkçe kaleme alınmış bir eserdir. Eserin telif edilmiş bir tıp kitabı olması, halk ağzıyla yazılmış olması sebebiyle dil araştırmaları için önemli veriler sağlamaktadır. Eserin Edirne’de yazıldığını düşünürsek cibermek fiilinin kullanıldığı coğrafyanın Edirne’ye uzak olduğu aşikardır. Bu kullanımın yazarın kendi dil özelliklerinden kaynaklanma ihtimali olduğu gibi kitabın hedef kitlesinin dil özelliklerinin göz önünde bulundurulması ihtimali de söz konusu olabilir. 

[11a] (1) Terkìb-i sefìf baş  illetleri içün ahşam vakti (2) ikişer dirhem isti mal olunur sinameki otuz, darçın on, ravend-i çìnì altı, (3) raziyane iki, anìsun iki, şeker altmış (4) baş agrısıyçün taze papadya çiçegi dürüşüp bir vukıyye (5) ya iki vakıyye olur, yedi kere su ile kaynadup ta kim su gidince (6) ol çiçegi sıkup suyunı alup bir fìlcan mı olur iki mi olur. (7) Ol suyu hınna ile karışdırup taze šıraş olup başına (8) sürüp ol çiçegi cibere dahı başına eküp 

Bu eserin bilinen tek nüshası, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Atatürk Kitaplığı Muallim Cevdet Yazmaları’nda yer almaktadır. 615 İLM yer numarası, MC_Yz_K.000190 demirbaş numarası ile kayıt altına alınmıştır. Haza Kitabu  İlmi Gikmet  Ani’ş-Şifa adlı yazma eser 159 varaktır. Her sayfada 13 satır vardır. Hicretin 1143. yılında Hasan bin Abdullah tarafından Edirne’de kaleme alınmıştır. Ebatları 205x145, 145x95 milimetredir. Birkaç kelimenin dışında eserde hareke kullanılmamıştır. Nesih yazıyla kaleme alınmıştır. Haza Kitabu  İlmi Gikmet  Ani’ş-Şifa’nın başka bir nüshası tespit edilememiştir. 

Eserin adı eserin yazarı Hasan bin Abdullah tarafından verilmiştir. 1b numaralı sayfanın üstünde süsleme içine kırmızı mürekkep ile Haza Kitabu  İlmi Gikmet  Ani’ş-Şifa başlığı yazılmıştır. Müellif esere verdiği adı ve eserin yazılış amacını şöyle açıklamıştır: 

[1b]  (1)  Benim  azìzim bu šıb kitabını yazmasına sebeb oldur ki ben (2) gakìr altı sene mikdarı kafiristanı gezdüm. Kızılelma’ya (3) vardum. Bu  ilm deryasından kašre ve kašreden zerre kadar (4) tagsìl etdüm. Gikmet-i Huda Moskov çasarına iki def a (5) esìr düşdüm. Ve yine Allahu  azìmü’ş-şan bu bi-çareyi sıddìkuñ (6) gürmetine esìrlikden halas idüp  alem-i rüyada (7) gördüm ve ne gune firar olına bu bì-çareye keşf oldı. (8) Ve ba dehu İslam diyarına kadem basup ibtida belde-i Edrine (9) şehrine geldüm, gördüm ki niçe kişiler hayır gasenat [2a]  (1) ederlerdi. Gördüm ben fakìr elinden zerre kadar hayır işlemege (2) iktidarum olmamagıla düşünüp fikr ederek bildigim  (3) şeyler kimi Latin kitablarından ve kimi Türkistan ve kimi  Arabì  (4) kitablarından bu šıbbı ve bu kitabı te¢lìf etdüm. 

Buradan da anlaşılacağı üzere yazar eseri metinde bahsi geçen kitaplardan ve kendi tecrübelerinden yola çıkarak yazmış olmalıdır. 

Eserin Müellifi ve Telif Tarihi 

Haza Kitabu  İlmi Gikmet  Ani’ş-Şifa hicretin 1143. yılında Hasan bin Abdullah tarafından Edirne’de kaleme alınmıştır. Miladî olarak 1731 yılına denk gelmektedir. Hasan bin Abdullah’ın Edirne Selimiye Yazma Eser Kütüphanesi’nde 22 Sel yer numarası, 555 demirbaş numarası ile kayıtlı olan Eyyühe’lVeled Şerhi adlı eserine de ulaşılmıştır. Bu eser 19 satır 39 varaktan oluşmaktadır ve harekesiz nesih yazıyla kaleme alınmıştır. 

Müellifle aynı adı taşıyan bir müzehhib vardır. İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi. A. 6662 demirbaş numarasında kayıtlı Şeyh Hamdullah mushafının hem ulama üslûbunun benzersiz örneği olan zahriye sayfası, hem de aynı mükemmellikte bezenen serlevha ve hâtime sayfası, tezhib sanatındaki yükselişi gözler önüne seren eserlerden biridir. Bu eser devrin en kudretli müzehhiplerinden Hasan bin Abdullah’ın imzasını taşımaktadır. 

Konu Başlıkları ve Metnin İçeriği 

Yazar eserin başında kendi hayatından, ilim tahsil etmek için gittiği yerlerden ve görmüş olduğu tıp kitaplarından bahsetmiştir. Bu kısımda yazarın eserini Edirne’de kaleme aldığı ihtimaline ulaşabilmekteyiz. Türkçenin kelime hazinesinin belirli bir bölümünü ortaya koyması, tıp yazması olduğu için tıbbî terimlerin zenginliği, hastalıkların tedavisinde kullanılan ilâç terkiplerinde geçen alet ve bitki adları Haza Kitabu  İlmi Gikmet  Ani’ş-Şifa’da dikkat çeken unsurlardır. Eser 45 babdan oluşmaktadır. 

Babların içinde hastalıkların tanımları, ortaya çıkış nedenleri, kişilerde ortaya çıkardığı değişmeler ve belirtiler, kuluçka süreleri, gelişme evreleri; hastalıkla ilgili tedavi yöntemleri, tedavilerde kullanılan ilaçlar, tedavilerde kullanılan ölçü birimleri ve aletler, ilaçların elde edilmesinde kullanılan yöntemler, ilaçların birleştirilme oranları, vücut sağlığıyla ilgili tavsiyeler, eski tıpçıların görüşleri ve yazarın gözlemleri açıklanmaktadır. Eserin bölümleri şunlardır:  

Bab-ı evvel: Başa  arız olan  illetlerin  ilacları beyanındadır. 

Bu babda bütün baş ağrısı, yarım baş ağrısı, kel baş, baş dönmesi, göz kararması, melankoli gibi ağrı ve hastalık çeşitleri ile sevdadan ve safradan kaynaklanan baş ağrılarının sıcak ve soğuk ile ilişkilerini belirten bir tasnife gidilmiştir. Başa ve baştaki organlara arız olan hastalıkların tedavilerinde kullanılan ilaçlar ölçüleriyle tasnif edilmiştir.  

İkinci bab: Kulak marazı beyanındadır.  

Gece ağrıyan kulağa, kulak gürültüsüne ve çınlamasına, yelden ve soğuktan işitmez olan kulağa, bir seneyi geçmiş olan sağırlığa, ağrıyan ve işitmeyen kulağa, kurtlanmış kulağa, kulak dibinde olan şişkinliğe, kulaktan akan irin ve kulağın içinde oluşan yaralara, hafif kulak işitmezliğine, kulağa giren kurdun çıkarılmasına, kulak içinde yel olmasına yönelik sebeplere, tespitlere, geleneksel tedavilere, bu hastalıkların tedavisi için yeni denenmekte olan ilaç tariflerine yer verilmiştir. 

Üçüncü bab: Göze müte allik olan marazlar beyanındadır.  

Göze inen kara suya, göze perde çekilmesi ve ak düşmesine, nezleden dolayı şişmiş göze ve kan toplayıp kızarmış göze, ağrıyan göze, nevazil olan göze, sürekli yaşaran göze, kanlı ve dumanlı göze, göz kararmasına ve gözde küçük nesneler görülmesine, perde çekilmiş gözün dumanlı olmasına, buhar inmiş görmeyen göze, gözün daha iyi görmesine yönelik sebeplere, tespitlere, geleneksel tedavilere, bu hastalıkların tedavisi için yeni denenmekte olan ilaç tariflerine yer verilmiştir. 

Dördüncü bab: Burun  illetleri ve  ilaçların beyan eder.  

Burnun içinde yara ve uyuz olmasına, burnun koku almayıp tutulmasına, şişmiş buruna, sürekli kanayan buruna yönelik sebeplere, tespitlere, tedavilere, geleneksel tedavilere, bu hastalıkların tedavisi için yeni denenmekte olan ilaç tariflerine yer verilmiştir. 

Beşinci bab: Bogaz ve agız agrısı beyanındadır.  

Boğazda kılçık veya kemik kalmasına, dudakta yara ve yalama hastalığı olmasına, ağız içinde ve dışında yaralar olmasına, ağız kokusuna, boğaz ağrısı, yediğini yutamama veya zahmetle yutma ve nefes alamamasına, boğaz tutulmasına, hayvanda olan boğaz tutulmasına yönelik sebeplere, tespitlere, tedavilere, geleneksel tedavilere, bu hastalıkların tedavisi için yeni denenmekte olan ilaç tariflerine yer verilmiştir. 

Altıncı bab: Diş mu alece beyanındadır.  

Nezleden ağrıyan dişe, dökülüp sallanan dişe, çürüğü olmayıp da ağrıyan dişe, soğuktan ağrıyan dişe, sıcaktan ağrıyan dişe, boğaz mukozasında olan şişmeye yönelik sebeplere, tespitlere, geleneksel tedavilere, bu hastalıkların tedavisi için yeni denenmekte olan ilaç tariflerine yer verilmiştir. 

Yedinci bab: Yüzde olan maraz beyanındadır.  

Soğuk sudan veya yelden oluşan yüz yaralarına, yüzde oluşan beyaz lekelere, tuzlu balgamdan ve kanın rutubetinden olan yaralara yönelik sebeplere, tespitlere, geleneksel tedavilere, bu hastalıkların tedavisi için yeni denenmekte olan ilaç tariflerine yer verilmiştir. 

Sekizinci bab: Boyuna müte allik olan emrazlar beyanındadır.  

Boyunda olan şişlere, kırmızı lekelere yönelik sebeplere, tespitlere, geleneksel tedavilere, bu hastalıkların tedavisi için yeni denenmekte olan ilaç tariflerine yer verilmiştir. 
Dokuzuncu bab: Frenk zagmeti ve frenk uyuzu ve šuzlu balgam ve sıraca ve karınca yuvası beyan eder.  

Bütün azalarda beliren çiçek akçe ve mercimek gibi olan yaralara, dinara benzer yaralara başta ve yüzde fiske fiske kabaran ceviz büyüklüğündeki yaralara, delik delik olan yaralara, bilekler ve göğüslerdeki sızılara yönelik sebeplere, tespitlere, geleneksel tedavilere, bu hastalıkların tedavisi için yeni denenmekte olan ilaç tariflerine yer verilmiştir. 

Onuncu bab: Eìk-i nefes ve rìk  ilacı beyan eder.  

Nefes darlığına ve öksürüğe, nefesi tutulup sesi çıkmayana, göğüs ağrısına, yürek oynamasına ve romatizma hastalığına, verem ve hafakan hastalığına, seyl hastalığına kan tükürme ve sevdadan kaynaklanan haftalıklara, verem hafakan ve eski hastalığına, yürekte yel olmasına, karnın yel ile dolması ve kabızlığa yönelik sebeplere, tespitlere, geleneksel tedavilere, bu hastalıkların tedavisi için yeni denenmekte olan ilaç tariflerine yer verilmiştir. 

On birinci bab: Mi dede olan emrazları ve kusmasını beyan eder.  

Kusmaya, mideye, göğse damak hastalıklarına, midede olan hıltlara, kusmaya ve safradan olan ishale, mide bulantısına, mide soğukluğuna, mide fesadına yönelik sebeplere, tespitlere, geleneksel tedavilere, bu hastalıkların tedavisi için yeni denenmekte olan ilaç tariflerine yer verilmiştir. 

On ikinci bab: Bevasıra müte allik olan emrazı beyan eder.  

Basur yüzünden olan kabız hastalığına, ishal hastalığına, kanlı basura, irinli basura, makatında meme olanlara, makatında şekil bozukluğu olanlara, basurdan kaynaklanan halsizliğe, bağırsaklarda olan ağrılara, makattan kan gelmesine, göbek burulmasına, hem içerden hem de dışardan gelişen basur hastalığına, makat yarılmasına, makattaki kurtlanmaya, makatta olan yanmalara ve kabuklanmalara yönelik sebeplere, tespitlere, geleneksel tedavilere, bu hastalıkların tedavisi için yeni denenmekte olan ilaç tariflerine yer verilmiştir. 

On üçüncü bab: İstiska marazı[na] müte allik olan  illetleri beyan eder.  

Göbeğin dışarı çıkıp karnın şişmesine, siroz hastalığına, karın bölgesinde biriken sulara, göbeğin şişmesinden kaynaklanan ateşe yönelik sebeplere, tespitlere, geleneksel tedavilere, bu hastalıkların tedavisi için yeni denenmekte olan ilaç tariflerine yer verilmiştir. 

On dördüncü bab: Humma ibtidasından ve sıtmaların ibtidasından  illetleri beyan eder.  

Safradan ve balgamdan olan sıtmalara, gün aşırı olan sıtmalara, kış günü tutan sıtmalara yönelik sebeplere, tespitlere, geleneksel tedavilere, bu hastalıkların tedavisi için yeni denenmekte olan ilaç tariflerine yer verilmiştir. 

On beşinci bab: Šalaka müte allik olan mu alece beyanında.  

Dalak sertliğine, dalakta olan tıkanmalara, sağ yanında şiş ve sancı olanlara yönelik sebeplere, tespitlere, geleneksel tedavilere, bu hastalıkların tedavisi için yeni denenmekte olan ilaç tariflerine yer verilmiştir. On altıncı bab: Yarakan ya nì Türkice sarılık emrazın beyan eder.  

Safradan kaynaklanan sarılığa, sevdadan kaynaklanan sarılığa, hem safradan hem sevdadan olan sarılığa, ciğer hararetinden olan sarılık hastalığına, zehirli hayvanın ısırması sebebiyle oluşan sarılığa, gözde olan sarılığa yönelik sebeplere, tespitlere, geleneksel tedavilere, bu hastalıkların tedavisi için yeni denenmekte olan ilaç tariflerine yer verilmiştir. 

On yedinci bab: Böbreklere olan  illetleri ve mu alece beyanındadır.  

Böbreklerdeki yaralara, böbreklerden kaynaklanan irinli idrara, bel ağrılarına, böbrek taşlarına yönelik sebeplere, tespitlere, geleneksel tedavilere, bu hastalıkların tedavisi için yeni denenmekte olan ilaç tariflerine yer verilmiştir. 

On sekizinci bab: Mesanede olan emrazıñ  ilacı beyanındadır. 

Mesanedeki şişlikten kaynaklanan kasık ağrısına, mesanede oluşan taş ve kuma, idrar yolundaki taşlara, idrarı durmayana, mesanede olan irinlere, bel soğukluğuna, kesik kesik idrar yapmaya yönelik sebeplere, tespitlere, geleneksel tedavilere, bu hastalıkların tedavisi için yeni denenmekte olan ilaç tariflerine yer verilmiştir. 

On dokuzuncu bab: Selesü’l-bevl ve döşege işemek  ilacı bildürir.  

Kendi kendine akan idrara, yatağını ıslatanlara, idrarı kesilmeyenlere, bel soğukluğu olanlara yönelik sebeplere, tespitlere, geleneksel tedavilere, bu hastalıkların tedavisi için yeni denenmekte olan ilaç tariflerine yer verilmiştir. 

Yirminci bab: Kabzu’l-bevl  ilacın bildürir. 

Sevdadan olan idrar yolu tutulmasına yönelik sebeplere, tespitlere, geleneksel tedavilere, bu hastalıkların tedavisi için yeni denenmekte olan ilaç tariflerine yer verilmiştir. 

Yirmi birinci bab: Zekeriñ ve hayalarıñ şişleriñ ve ceragatiñ  ilaçlarıñ beyanındadır.  

Kan ile karışık irinlerden kaynaklanan hâya şişlerine, ata binmekten veya düşmekten meydana gelen şişlere, balgamdan olan şişlere, sevdadan kaynaklanan şişlere, hâyada olan şişlere, kasıkta olan yellere yönelik sebeplere, tespitlere, geleneksel tedavilere, bu hastalıkların tedavisi için yeni denenmekte olan ilaç tariflerine yer verilmiştir. 

Yirmi ikinci bab: Fıtık ya nì kasuk yarugınuñ  ilacı beyanındadır.  

Kasığın yarılmasından kaynaklanan ağrılara, çocuklarda oluşan fıtıklara, yeni doğanlarda olan fıtıklara, büyük oğlanlarda olan fıtıklara yönelik sebeplere, tespitlere, geleneksel tedavilere, bu hastalıkların tedavisi için yeni denenmekte olan ilaç tariflerine yer verilmiştir. 

Yirmi üçüncü bab: Zeker-i za ìf beyanındadır.  

Kalbin ve ciğerin yağlanmasından kaynaklı zayıflığa, böbreklerin zayıflığından kaynaklı güçsüzlüğe, beden zayıflığından kaynaklanan isteksizliğe, erlikten kalanlara, hamile kalamayan hanımların sıkıntılarına yönelik sebeplere, tespitlere, geleneksel tedavilere, bu hastalıkların tedavisi için yeni denenmekte olan ilaç tariflerine yer verilmiştir. 

Yirmi dördüncü bab: Gayız kanı çok akıp kesilmediginiñ  ilacı beyanındadır.  

Sürekli adet görenlere, rahminden akıntı gelenlere, adet kanı koyu olanlara, adet göremeyenlere yönelik sebeplere, tespitlere, geleneksel tedavilere, bu hastalıkların tedavisi için yeni denenmekte olan ilaç tariflerine yer verilmiştir. 

Yirmi beşinci bab: Gayız görmeyen  avratıñ  ilacı beyanındadır.  

Hamile bayanlar dışındaki adet görmeyen kadınlara yönelik sebeplere, tespitlere, geleneksel tedavilere, bu hastalıkların tedavisi için yeni denenmekte olan ilaç tariflerine yer verilmiştir. 

Yirmi altıncı bab: El-kısır.  

Meni yetersizliğinden dolayı hamile kalamayan kadınlara, rahimlerindeki ödem dolayısıyla hamile kalamayan kadınlara, şişmanlıktan kaynaklanan, depresyon gibi ruhî rahatsızlıklardan kaynaklanan kısırlıklara yönelik sebeplere, tespitlere, geleneksel tedavilere, bu hastalıkların tedavisi için yeni denenmekte olan ilaç tariflerine yer verilmiştir. 

Yirmi yedinci bab: Gamile hatunlar ve doğuran lavza hatunlara müte allik olan  illetleriñ beyanındadır.  

Hamile olup olmadığını öğrenmek isteyen kadınlara, hamileliğin yirminci haftasında bebeğin kımıldamaya başlamasına, hamileliği boyunca zayıflayan kadınlara, doğum vaktindeki sarılık hastalığına, hamileliği boyunca ağrı çeken kadınlara, doğum esnasında bebeğin ters geldiği durumlara, doğum esnasında kasılma sebebiyle bebeğin çıkmaması durumuna, doğum ağrısı gelmeyen kadınlara, doğurduktan sonra ağrısı kesilmeyen kadınlara, doğum akıntısının kesilmemesi durumuna, doğumdan sonra kanamanın dur mamasına, doğumdan sonra kesilmeyen göğüs akıntılarına, doğumdan sonraki şişkinliğe, hamilenin göğüslerindeki şişkinliklere, sütü yeterli gelmeyen loğusa kadınlara, uyku bozukluğu olan bebeklere, ishal olan bebeklere, idrar yolundan kan gelen bebeklere, bebeklerde oluşan kurtlanmalara, bebeklerin karın şişlerine ve ağrılarına, bebeklerde oluşan basura yönelik sebeplere, tespitlere, geleneksel tedavilere, bu hastalıkların tedavisi için yeni denenmekte olan ilaç tariflerine yer verilmiştir. 

Yirmi sekizinci bab: Sancu  illetlerin ve mu alecelerin beyan eder.  

Durduk yerde sancısı olanlara, karın ağrılarına, basur ağrılarına, yürekde olan kurtlanmaya, kasık yellerinden kaynaklı sancılara, sol göğüs altında oluşan sancılara, vücudun sağ tarafında olan sancılara yönelik sebeplere, tespitlere, geleneksel tedavilere, bu hastalıkların tedavisi için yeni denenmekte olan ilaç tariflerine yer verilmiştir. 

Yirmi dokuzuncu bab: Sara  zagmetine müte allik olan agvali beyan eder.  

Saradan kaynaklanan ağrı ve kasılmalara yönelik sebeplere, tespitlere, geleneksel tedavilere, bu hastalıkların tedavisi için yeni denenmekte olan ilaç tariflerine yer verilmiştir. 

Otuzuncu bab: Šamla müte allik olan agvalleri beyan eder.  

Damla hastalığı sebebiyle oluşan dil tutulmasına yönelik sebeplere, tespitlere, geleneksel tedavilere, bu hastalıkların tedavisi için yeni denenmekte olan ilaç tariflerine yer verilmiştir. 

Otuz birinci bab: Ta un agvallerini beyan eder.  

Taundan kaynaklı deri döküntülerine, taun kaynaklı yüksek ateşe ve taun kaynaklı ağrılara yönelik sebeplere, tespitlere geleneksel tedavilere, bu hastalıkların tedavisi için yeni denenmekte olan ilaç tariflerine yer verilmiştir. 

Otuz ikinci bab: Baras ve ak ve kara bahakıñ mu alecesi beyanındadır.  

Gövdede ortaya çıkan lekelere, derinin yüzeyinde olan olan abraşlık rahatsızlıklarına, derinin iç kesiminde olan baras rahatsızlıklarına, cüzzam rahatsızlıklarına, abraşlık nedeniyle psikolojik sorunlar yaşayanlara, saçı sakalı dökülen adamlara, verem ve geçmeyen öksürük için, zekâyı kuvvetlendirmek için, frengi için, basur ve yan ağrısı için, dalak ve kemikte olan safra için, saç sakal gürleşmesi için, el ayak dolaması için, kulunç ve tırnak batması için, göz nurunu arttırmak için, bel sızısı için sarılık ve bel soğukluğu için, solucan ve basur için, ağız kokusu ve kulunç için, göz kararması ve baş dönmesi için, kulakta olan ödemler için, zehirli hayvan sokmaları için, akla zeyreklik vermek için, unutkanlık için, benzi kızıl ve güzel etmek için, ağız kokusunu gidermek ve eklemlerdeki sızıları kesmek için, ağızdan gelen kara suyu kesmek için, bedende olan yelleri kesmek için, yarım baş ağrısı için ve idrar yolunu açmak için, göz dönmesi gidermek için, iştahı açmak için, balgam ve sevdadan kaynaklanan melankolik rahatsızlıklar için, baş dönmesini gidermek için, kan kusmayı durdurmak için, ishali kesmek için, mide soğukluğuna, hazımsızlık yaşayıp kusana, acı sidik rahatsızlığını kesmek için, zatürre ve frengi hastalığı için, basur ve yabis rahatsızlığı için, nikris ve yan başında olan rahatsızlıklar için, göze parlaklık vermek için, ses kısıklığını gidermek için, nefes darlığı ve diş çürüğü için, göğüs daralması ve kalp çarpıntısı için, eli ayağı ve makatı yarılanlar için geleneksel tedavilere, bu hastalıkların tedavisi için yeni denenmekte olan ilaç tariflerine yer verilmiştir. Ayrıca hastalıkların teşhisleri ve nedenlerine değinilir. 

Otuz üçüncü bab: İsti mal olunan ma cun beyanındadur.  

Cüzzam hastalığı, bağırsak solucanı ve safra çıkarmak için, zehirli hayvan sokmasına, sancı için kuduz hastalığı için, tatar kurdu rahatsızlığı için, idrarı durmayanlar için, bel ağrısı ve iktidarsızlık için, kadın kısırlığı için, yediğini hazm edemeyenler için, safrayı ve balgamı yok etmek için, yel için, verem ve hafakan için, bedende olan sızı ve kulunç için tedavilere, tedavilerde kullanılan ilaçlara ve bu ilaçların tariflerine yer verilir. Ayrıca hastalıkların teşhisleri ve nedenlerine değinilir. 

Otuz dördüncü bab: Ba zı münasib olan beyanında acalinus balgamı.  

Balgamdan olan eski hastalıkları gidermek için, eski göz ağrılarını gidermek için, safradan kaynaklı ishali kesmek için, unutkanlığı gidermek için, baş dönmesini kesmek için, ödem ve kulunç gibi haller için, göz kuruluğunu tırnak körlüğünü ve balgamdan olan baş ağrılarını gidermek için, mafsal ağrılarını kesmek için tedavilere, tedavilerde kullanılan ilaçların yapımlarına yer verilir. Ayrıca hastalıkların teşhisleri ve nedenlerine değinilir. 

Otuz beşinci bab: Ba zı lazım olunan kursları beyan eder. 

Nefes darlığı rahatsızlığı için, mide rahatsızlıkları için, kalp ağrıları ve akciğer hastalıkları için, hararetin kesilmesi için tedavilere, tedavilerde kullanılan ilaçların yapımlarına yer verilir. Ayrıca hastalıkların teşhisleri ve nedenlerine değinilir. 

Otuz altıncı bab: Sefìfler beyan olunur.  

Hafakan rahatsızlığı için, ayaklarında derman olmayanlar için, yürek çarpıntıları için, sevdadan kaynaklanan rahatsızlıklar için, hazımsızlık için, cinsel gücü arttırmak için tedavilere, tedavilerde kullanılan ilaçların yapımlarına yer verilir. Ayrıca hastalıkların teşhisleri ve nedenlerine değinilir. 

Otuz yedinci bab: Şarablar beyanındadır.  

Basur hastalığı için, idrar yolları enfeksiyonu için, baş dönmesi için, kusmayı kesmek için, harareti kesip mideye kuvvet vermek için, baş ağrısını gidermek için, iştah açmak için, safradan kaynaklanan hastalıkları hafifletmek için, susuzluğu dindirmek için, nikris ve öksürük rahatsızlığı için, safra ve balgamdan kaynaklanan rahatsızlıklar için tedavilere, tedavilerde kullanılan ilaçların yapımlarına yer verilir. Ayrıca hastalıkların teşhisleri ve nedenlerine değinilir. 

Otuz sekizinci bab: İgtikan agvali beyan eder.  

Kabız hastalığı için, vücutta oluşan bazı ödem ve siğillerin giderilmesi için tedavilere, tedavilerde kullanılan ilaçların yapımlarına yer verilir. Ayrıca hastalıkların teşhisleri ve nedenlerine değinilir. 
Otuz dokuzuncu bab: Şaflar beyanındadur.  

Belde oluşan ağrılar için, midede oluşan safra ve balgamı kesmek için tedavilere, tedavilerde kullanılan ilaçların yapımlarına yer verilir. Ayrıca hastalıkların teşhisleri ve nedenlerine değinilir. 
Kırkıncı bab: Ba zı lazım olan merhem beyanındadır.  

Kapanmayan yaraların tedavisi için, irinli yaralar için, kılıç yaraları ve diğer alet yaralarının kapanması için, havalanmış yaralar ve çıbanlar için, yüksek sıcaklık nedeniyle kapanmayan yaralar için tedavilere, tedavilerde kullanılan ilaçların yapımlarına yer verilir. Ayrıca hastalıkların teşhisleri ve nedenlerine değinilir. 

Kırk birinci bab: Šuzlar beyan olunur.  

Akan kanı kesmek için, açık yarayı kurutmak için, geçmeyen yaralar için, bedenin güzel kokması için tedavilere, tedavilerde kullanılan ilaçların yapımlarına yer verilir. Ayrıca hastalıkların teşhisleri ve nedenlerine değinilir. 

Kırk ikinci bab: Yakular beyanındadur.  

Aranus yakısı, kırılmış kemiklerin kaynaması için, bel ağrısını kesmek içi, zift yakısı bel ağrıları için, düşmelerden ve vuruklardan kaynaklanan yaralar için tedavilere, tedavilerde kullanılan ilaçların yapımlarına yer verilir. Ayrıca hastalıkların teşhisleri ve nedenlerine değinilir. 

Kırk üçüncü bab: Dehneler çıkarmak beyanındadur. 

Ağrıların ve sızıların kesilmesi için, mafsal ağrıları için; kulunç, baş, omuz ve bilek ağrıları için, yan baş ağrısı için, sızı ve bel ağrısı için, sinirleri yumuşatmak için, cüzzam ve frengi için, kararmış ve sararmış dişler için tedavilere, tedavilerde kullanılan ilaçların yapımlarına yer verilir. Ayrıca hastalıkların teşhisleri ve nedenlerine değinilir. 
Kırk dördüncü bab: Ba zı  acaìb  amel beyan olunur.  

Bedene kuvvet vermek için, beyin faaliyetlerini hızlandırmak için, doğurganlığı artırmak için tedavilere, tedavilerde kullanılan ilaçların yapımlarına yer verilir. Ayrıca hastalıkların teşhisleri ve nedenlerine değinilir. 

Kırk beşinci bab: Kan alması agvalin beyan eder. 

Kan almanın koşulları, kimlerden kan alınabileceği, kan alma zamanları konuları işlenir. Bu konular hususunda bilinmesi gereken kurallar açıklanır. 

Metin Yayıma Hazırlanırken İzlenen Yol 

Metnin transkribe edilmesinde umumileşmiş transkripsiyon işaretleri kullanılmıştır.  Metin kurulurken her sayfa başındaki varak numarası kalın yazılarak 1b, 2a, 2b şeklinde gösterilmiştir. Sayfaların satır numaraları yay işareti içinde içinde (1), (2), (3) şeklinde satırın başına yazılmıştır ve metin tamiri ‘[]’ köşeli parantez ile yapılmıştır: 

74b (1)  ve besbase, ve kakule, ve sopalak, ve dar-ı fülfül, (2)  ve zencebìl, ve šavugın katısı içinde olan (3)  zardan kurumuş ola her birinden bir dirhem. Bunları (4)  sagk eyleyüp ayva şerbeti ile veyahud mersìn şerbeti[i] (5)  ile ma cun eyleyeler. 

Metin oluşturulurken her babda metin paragraflara ayrılmış, metnin içerisinde noktalama işaretleri kullanılmıştır. 

Bab-ı evvel: Başa  arız olan (4)  illetlerin  ilacları beyanındadur. Malhülya ve sevda (5) def ine karanfìli yumşak dögüp suda ıslada ta kim (6) kuvveti suya çıka sıkup suyına şeker katup (7) içeler nafi dür. Ve dahı baş agrısına bir mikdar afyunı (8) filori gibi idüp derisine yapışdırup ol sa at (9) agrısı šurunca kala. 

Okunamayan kelime olduğu zaman yay içinde üç nokta işareti (…) kullanılmıştır. 

41b (12)  Bunları sagk idüp (...) ile kurslar düzeler. 

Sonuç 
Cerrâhî bir metin olmasının yanında bazı hastalıkların teşhisi ve tedavisi hakkında da bilgiler veren, çeşitli ilaç terkiplerini anlatan Haza Kitabu  İlmi Gikmet  Ani’ş-Şifa, Hasan bin Abdullah tarafından Türkçeyle yazılmış, Osmanlı Türkçesi dil özelliklerini gösteren önemli bir eserdir. 19. yüzyıla ait cerrahî yazmaların sayısı çok fazla değildir. Sayısı az olan bu eserler üzerinde çalışmanın çeşitli zorlukları vardır. 

Arap alfabesiyle yazılmış metinleri doğru okumanın yanında tıp sahasıyla ilgili çeşitli terim ve kavramlara da vâkıf olmak gerekir. Bu tür metinlerin söz varlığının anlamını tespit etmede karşılaşılan en büyük güçlük, bu alanın terimlerinin bulunabileceği yayınların azlığından kaynaklanmaktadır. Biz de makalemizde bu eseri tanıtarak bu sorunun çözülmesine bir katkı sağlamayı amaçladık.  

Dünyadaki diller konuşuldukları ülkelerin kültürlerini, sanatlarını ifade edebilmeleri, ve üretilen bilgileri değerleri sonraki nesillere başarıyla aktarabilmeleri ölçüsüyle değerlendirilir. Ancak bunun yanında dillerin ilmî gelişmelere ayak uydurabilmesi, zaman içerisinde ortaya çıkan yeniliklere kendi içerisinde karşılıklar bulabilmesi de dillerin değer ölçütlerinden biridir. 

Bu doğrultuda yazma eserler dillerin değişme ve gelişmesinin tespit edilebileceği en önemli kaynaklardır. Doğrudan insanlara faydalı olmak amacıyla kaleme alınmış olan tıp yazmalarının da hem dil açısından hem de hastalıklar ve tedavi yöntemleri ile ilgili bilgileri yansıtması bakımından ayrı bir öneminin olduğu muhakkaktır. Bu bağlamda biz de Klâsik Osmanlı Türkçesi dönemine ait, Hasan bin Abdullah’ın Haza Kitabu  İlmi Gikmet  Ani’şŞifa adlı tıbbî içerikli eserini tanıtmaya çalıştık.  

Kaynakça 
Bayat, A. H.; Okumuş, N. (2004). Mahmûd-ı Şirvânî, Mürsîd (Göz Hastalıkları). Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı.  
Bayat, A. H. (2016). Tıp Tarihi. İstanbul: Zeytinburnu Belediyesi Kültür Yayınları. 
Doğan, Ş. (2014). "Bir Eski Oğuz Türkçesi Metni: Risâle-i Bevâsîr". Türük Uluslararası Dil, Edebiyat ve Halkbilimi Araştırmaları Dergisi, 53-117. 
Kültüral, Z., & Koç, A. (2012). Derviş Muhammed bin eş-Şeyh el-Ankaravi, Durrü’l-Meknûn (saklı İnciler), Giriş-Metin-Dizin-Tıpkıbasım. Konya: Palet. 
Zülfikar-Aydın, M. B. (1998). 18. yüzyıla Ait Türkçe ''Müfredat'' Kitapları ve Türk Tarihindeki Yeri. Tıp Tarihi Araştırmaları, Sayı: 7, s. 55-168. 

Hacı Paşa’nın Şifâü’l Eskâm ve Devâü’l-Âlâm Adlı Eserindeki Şurup Formülleri

 Hacı Paşa’nın Şifâu¨’l Eskâm ve Devâu¨’l-Âlâm Adlı Eserindeki Şurup Formu¨lleri


Hacı Paşa’nın Şifâü’l Eskâm ve Devâü’l-Âlâm Adlı Eserindeki Şurup Formülleri 

Sevgi Şar* 
Bilge Sözen Şahne** 
Miray Arslan***

Özet
Bilinen en eski meslekler arasında yer alan eczacılık mesleğine ait bilgilere pek çok tıp tarihi eserinde rastlamak mümkündür. Önemli bir tarihi geçmişe sahip olan Anadolu’da da tıp ve eczacılık konusunda değerli eserler yazılmıştır. Eski Anadolu Türkçesi döneminde, çeşitli bilim dallarında yazılmış tıp yazmaları arasında Şifâü’l Eskâm ve Devâü’l-Âlâm önemli bir yer tutmaktadır. 

Eser, 14. yüzyılın ikinci yarısında ve 15.yüzyılın başlarında yaşamış, çağının ünlü hekimlerinde Hacı Paşa adıyla bilinen Celâlüddin Hızır tarafından yazılmıştır. Adının anlamı “hastalıkların şifası ve ağrıların tedavisi hakkında kitap” olan eserin ilk iki bölümü teorik ve pratik bilgilerden oluşmaktadır. Üçüncü ve dördüncü bölümlerde ise hastalıklardan ve tedavilerinden bahsedilmektedir.

Eserde süzülmüş gül şurubu, nilüfer şurubu, menekşe şurubu, turunç şurubu, limon şurubu, sandal şurubu, ipek şurubu, elma şurubu, ayva şurubu, dut şurubu, tatlı nar şurubu, ekşi nar şurubu ve üzüm şurubu gibi çeşitli şurupların hazırlanışı ile hangi hastalıklarda kullanıldıklarına ve etkilerine yer verilmiştir.

Bu çalışmada, eserde yer alan şuruplar incelenmiş ve eserde belirtilen etkileri ile günümüzdeki etkileri karşılaştırılarak konu etraflı olarak tartışılmıştır.

Anahtar Kelimeler: Hacı Paşa, Celâlüddin Celâlüddin Hızır – Hacı Paşa

Bilinen en eski meslekler arasında yer alan eczacılık mesleğine ait bilgilere pek çok tıp tarihi eserlerinde rastlamak mümkündür. Önemli bir tarihi geçmişe sahip olan Anadolu’da da tıp ve eczacılık konusunda değerli eserler yazılmıştır.

Eski Anadolu Türkçesi döneminde, çeşitli bilim dallarında yazılmış tıp yazmaları arasında Şifâü’l Eskâm ve Devâü’l-Âlâm önemli bir yer tutmaktadır. Eser, Hacı Paşa adıyla bilinen Celâlüddin Hızır tarafından yazılmıştır.

Asıl adı Hızır bin Ali bin Hattab olan Hacı Paşa’nın hangi tarihte dünyaya geldiği kesin olarak bilinmemekle birlikte, XIV. yüzyılda Karamanoğulları’nın idaresinde bulunan Konya’da doğduğu tahmin edilmektedir. Ancak bazı rivayetlere göre Hacı Paşa’nın Aydınlı olduğu belirtilmektedir.1

Anadolu Beylikleri Devri’nin sonlarında ve Osmanlı Dönemi’nin başlarında yaşamış olan Hacı Paşa, ilk ve medrese tahsilini Konya’da tamamladıktan sonra, ilim tahsili için Mısır’a gönderilmiştir. Mısır’da iken Hızır bin Ali adıyla anılan, Medrese-i Şeyhun’da eğitim alan Hacı Paşa, dini ilimler üzerine öğrenimini tamamlamasına rağmen geçirdiği bir hastalık sonrasında ilgi alanını değiştirmiştir. Bu olay onu Tıp Fakültesine sürüklemiş ve bu alanda çok da başarılı bir hekim olmuştur. Kahire’de Mansuriye Kalavun Hastanesi’ne hekim, hatta rivayete göre başhekim tayin edilmiştir.2

Türk-İslam dünyasının en büyük hekimlerinden biri olarak değerlendirilen Hacı Paşa, Konya’ya dönerek, Aydınoğlu Fahreddin İsa Bey’in daveti ile Selçuk’a giderek, Şifâü’l Eskâm ve Devâü’l-Âlâm isimli Arapça tıp kitabını 1381 de tamamlayarak İsa Bey’e ithaf etmiştir.3

Sabuncuoğlu’nun “bir ehl-i hüner” diye bahsettiği Hacı Paşa, Selçuk ve Birgi’de bilimsel ve tıbbi çalışmalarını başarı ile devam ettirmiştir.

Ölüm tarihi ve yeri hakkında kesin bir bilgi olmamakla birlikte, onun 1423 veya 1424’te tahminen 90 yaşlarında öldüğü ve Birgi’de Hızırlık/Hıdırlık denilen yere defnedildiği söylenmektedir.4

Hacı Paşa’nın Molla Fenari ve Seyyid Şerif Cürcani gibi isimlerle de yakın arkadaş olduğunun bilinmesi, onun hekimlik kimliğinin yanı sıra önemli bir düşünür olduğunu da ortaya koymaktadır.5

Anadolu’nun İbni Sina’sı olarak bilinen Hacı Paşa’nın eserlerinde kendinden önce gelen pek çok ünlü hekimin aktardığı bilgiden de yararlandığı bilinmektedir.6 Edindiği tecrübeler doğrultusunda kazandığı bilgileri oldukça sade bir biçimde eserlerine aktaran Hacı Paşa sayesinde Osmanlı Tıbbının en yüksek devirlerinden birinin yaşandığı belirtilmektedir.7 Eserleri ise şu şekilde sınıflandırılabilmektedir:8

Şer’i Olanlar
Mecma‘ü’-envâr fi cem‘i’l-esrâr
Mesâlikü’l-kelâm fi Mesâil’i’l-kelâm
Metâli’ü’l-envâr şerhine haşiye
Tıpla İlgili Olanlar
Arapça
Şifâü’l Eskâm ve Devâü’l Âlâm
Kitâbü’t-te’â’lim
Kitâbü’l-ferîde
• Elkümmiyyü’l-Celâlî
Türkçe
Müntehâb-ı Şifâ
Teshilü’şŞifâ
İsimsiz Olan ve Ona Atfedilen Risaleler
Arapça
• Usûlü Hamse
Türkçe
Bevâsır
İhtilaç-nâme
Şifâü’l Eskâm ve Devâü’l-Âlâm

Halk tıbbı ve tarihsel tıbbın birbirleri ile ilişkisi göz ardı edilemez. Bu nedenle tarihsel tıp uygulamalarına yönelik araştırmalar, halk tıbbındaki uygulamaların da anlaşılabilmesi için büyük önem taşımaktadır.9

Osmanlı Dönemi’ndeki ilk tıp kitapları arasında yer alan ve Hacı Paşa tarafından yazılan Şifâü’l Eskâm ve Devâü’l-Âlâm adlı kitap 14. ve 15. yüzyıl Osmanlı tıp ve eczacılık uygulamaları hakkında detaylı bilgi içeren bir eserdir.10 Eser ülkemizde aşağıdaki kütüphanelerde bulunmaktadır:11

Topkapı Sarayı III. Ahmet Kütüphanesi (Orijinal nüsha) (Kayıt No: 2070),
Süleymaniye Kütüphanesi İbrahim Paşa (Kayıt No: 933),
Konya Müzesi Kütüphanesi (Kayıt No: 6358),
Edirne Selimiye Kütüphanesi (Kayıt No: A.Y. 894),
• Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıp Tarihi ve Etik Anabilim Dalı Kütüphanesi (Eski Kayıt No: 366-3)
Nuruosmaniye Yazma Eser Kütüphanesi (Arşiv No: 34 Nk 3543)
Atıf Efendi Yazma Eser Kütüphanesi (Arşiv No: 34 Atf 1963)
Köprülü Yazma Eser Kütüphanesi (Arşiv No: 34 Fa 974)

• Konya Karatay Yusufağa Kütühanesi (Arşiv No: 4 Yu 4982)

Bu çalışmada Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıp Tarihi ve Etik Anabilim Dalı Kütüphanesi’ndeki (Eski Kayıt No: 366-3) nüsha kullanılmıştır.12 Avrupa filigranlı kâğıda yazılmış olan bu el yazması nüsha 18x27x3.5 santimetre boyutlarında 260 yapraktan oluşmaktadır. Süslemeleri kırmızı yaldızlı güneş motifli olan eserin cildi deri kaplıdır. Ancak söz konusu eserin kütüphanenin taşınması ve yeniden düzenlenmesi sırasında kayıtlardan çıktığı tespit edilmiştir. Bu nedenle yeni kayıt numarasına ulaşılamamıştır.

Şifâü’l Eskâm ve Devâü’l-Âlâm, “hastalıkların şifası ve ağrıların tedavisi hakkında kitap” anlamında olan eserin ilk iki bölümü teorik ve pratik bilgilerden oluşmaktadır. Üçüncü ve dördüncü bölümlerde ise hastalıklardan ve tedavilerinden bahsedilmektedir.

Hacı Paşa’nın, bu eserinin ilk bölümünde anatomi bilgilerine ağırlık verdiği görülmektedir. Dişler, kemikler, gözler, kulak, ağız, solunum yolları, diyafram, kalp, mide, karaciğer, dalak ve mesane gibi çeşitli organlara ait bilgiler de bu bölümde yer almaktadır. Nabız, idrar ve gaitadan da birinci bölümde ayrıntılı olarak bahsedilmektedir.

Şifâü’l Eskâm ve Devâü’l-Âlâm adlı bu eserde ayrıca, sağlık açısından iyi veya kötü olarak değerlendirilebilecek bilgilere de yer verilmektedir. Nabız, iştah ve uyku düzeni ile ilgili bu bilgiler değerlendirilerek hastanın sağlam bir yapıya sahip olup olmadığının belirlenebileceği vurgulanmaktadır.

Kitapta bütün bu bilgilerin yanı sıra, doğum, beslenme gibi sağlığı ilgilendiren çeşitli konularda da ayrıntılı bilgi ve değerlendirmelerin bulunduğu dikkati çekmektedir. Ayrıca eserin sonundaki deontolojik bilgiler de büyük önem taşımaktadır.13

Hacı Paşa, bu eserinde ilaçların saklanması ve hastalıkların tedavisinde ilaçla tedavi, keserek tedavi, yakma tedavisi, alçılamakla tedavi ve çıkık tedavisi gibi çeşitli yöntemlerin uygulanabileceğini belirtmiştir.

Eserde bazı hastalıklarda ilaç olarak kullanılabilecek yiyeceklerle ilgili bilgilerin yanı sıra yine bazı hastalıkların tedavisine yönelik olarak hazırlanabilecek çeşitli şurup formüllerine de yer verilmiştir.14,15 

Bu bölümde:
• Süzülmüş Gül Şurubu,
Nilüfer Şurubu,
Menekşe Şurubu,
Turunç Şurubu,
Limon Şurubu,
Sandal Şurubu,
Elma Şurubu,
Ayva Şurubu,
Dut Şurubu,
Tatlı Nar Şurubu,
Ekşi Nar Şurubu
Üzüm Şurubu

gibi çeşitli şurupların hazırlanışı ile hangi hastalıklarda kullanıldıklarına ve etkilerine ait bilgiler bulunmaktadır.16

Hacı Paşa’nın şuruplarının terkibinde yer alan bitkiler hakkında günümüzde bilinenler Tablo 1’de sunulmaktadır.

Bu formülasyonlarda yer alan bitkilerin Latince karşılıkları, içerdikleri etkin maddeler ve literatüre kayıtlı olan kullanımları; pek çok Farmasötik Botanik, Farmakognozi ve tıbbi bitkilerle ilgili bilgileri içeren yerli ve yabancı kitaplardan karşılaştırmalı taranarak belirlenmiştir.17 O dönemde tedavide kullanımları incelenerek, etkileri ve taşıdıkları etkin maddelere göre bugünkü kullanımlarıyla karşılaştırılmıştır.

Tablo 1: Eserdeki şurupların terkibinde yer alan bitkilerin günümüzde bilinen bazı özellikleri

Hacı Paşa’nın Şifâu¨’l Eskâm ve Devâu¨’l-Âlâm Adlı Eserindeki Şurup Formu¨lleri
Hacı Paşa’nın Şifâu¨’l Eskâm ve Devâu¨’l-Âlâm Adlı Eserindeki Şurup Formu¨lleri

Eserde Yer Alan Bazı Şurup Formülleri ve Günümüzde Bilinen Kullanımları

1. Süzülmüş Gül Şurubu

“Gül petalleri suda beyazlaşıncaya kadar kaynatılır, süzülür, yeniden kaynatılır, tekrar süzülür. Bu işlem yedi sekiz kere tekrarlanır, süzülür. Süzüntünün iki katı ağırlığında şeker ilave edilir, kaynatılır, oluşan köpük alınır, soğutulduktan sonra bu şurup safra söktürücü, göğüs yumuşatıcı ve mide asitlerine karşı kullanılır.”
Günümüzde gülün tıbbi alanda kullanımı incelendiğinde boğaz ağrıları ve spazmlara karşı kullanımının eserde belirtilen kullanımlarla ilgili olabileceği değerlendirilmektedir.
2. Nilüfer Şurubu
“Taze nilüfer çiçeklerinin yeşil yaprakları atılır, sapları kesilir, üzerine ağırlığının dört katı su ve bir buçuk katı şeker ilave edilir, şurup kıvamına gelinceyekadar kaynatılır. Taze nilüfer çiçeği bulunmazsa kurutulmuş çiçekler kullanılabilir. Bu şurup öksürük kesici, baş ağrılarına karşı ve serinletici olarak kullanılır. Ayrıca barsakları yumuşatıcı etkisi de vardır.”

Günümüzde nilüferin tıbbi kullanıma ilişkin bilgilerle karşılaştırıldığında şurubun öksürük ve baş ağrısı kesici etkisinin, günümüzde bilinen yatıştırıcı ve uyuşturucu etkisinden kaynaklanabileceği düşünülmektedir.

3. Menekşe Şurubu

“Nilüfer şurubu gibi hazırlanır, öksürük kesici, idrar yolları antiseptiği, idrar ve safra söktürücü, barsakları yumuşatıcı etkileri vardır.”
Menekşenin günümüzdeki kullanımları incelendiğinde görülen yumuşatıcı etkisinin, şurup formülünde belirtilen barsak yumuşatıcı etkisi ile ayrıca idrar söktürücü etkisinin paralel olduğu değerlendirilmektedir.

4. Turunç Şurubu

“Bir miktar suya şeker ilave edilip turunçla beraber kaynatılır oluşan köpükalınıp atılır, kabuğu soyulmuş arpa ilave edilir, uygun bir kıvama geldikten sonra ateşten indirilir, süzülür, safran ve gül suyu eklenir, mide ve kalbi kuvvetlendirici etkisi vardır.”

Turuncun midevi ve kuvvet verici özellikleri ile birlikte, bu şurubun formülünde yer alan safranın da midevi etkisinin yanı sıra teskin edici ve çarpıntı giderici etkileri, şurup için belirtilen etkileri destekler niteliktedir.

5. Sandal Şurubu
“On dirhem beyaz sarımsı soğutulmuş sandal alınır, yarım ratl (ratıl: 1litreye kadar olan bir sıvı ölçeği18) gül suyunda iki gün iki gece bekletilir, süzülür, gül suyu ayrılır, sandal suyla kaynatılır, süzülür, süzüntüye şeker ilave edilir, belli bir kıvam alıncaya kadar kaynatılır. Bu şurubun kanlı ishal kesici etkisi bulunmaktadır.”

Sandal ağacının bileşimindeki tanenden dolayı günümüzde bilinen kabız etkisi, şurup formülünde belirtilen ishal kesici etki ile örtüşmektedir.

6. Tedbirli Sandal Şurubu

“Otuz dirhem sandal iyice ufalanır, yarım ratl sirke ilave edilir, bir gün bir gece bekletilir, üzerine üç ratl su ilave edilip bir ratla düşünceye kadar kaynatılır, süzülür, süzüntü üzerine yarım ratl acı nar suyu, yarım ratl Hindistan hurması suyu, üç ratl şeker eklenerek hafif ateşte kaynatılır. Bu şurup kalp, mide, karaciğer hastalıklarına karşı kullanılır, Hindistan hurması suyu ve acı nar suyu ilave edilmeden hazırlanan şekli ishal kesici etkilidir.”

Mide ve karaciğer hastalıklarına karşı kullanılabileceği belirtilen tedbirli sandal şurubunun bu midevi etkisinin, içeriğindeki Hindistan hurmasından kaynaklanabileceği düşünülmektedir. Ancak şurup için belirtilen diğer kullanımların, içeriğindekilerin günümüzdeki kullanımları ile örtüşmediği görülmektedir.

7. Elma Şurubu

“Elmanın kabuğu soyulup çekirdekleri alındıktan sonra bir havanda dövülür, sıkılır, süzülür, kaynatılarak üzerinde oluşan köpük alınır, kaynatmaişlemi hacmin yarıya inmesine kadar devam edilir, iyi bir elma şurubu elde etmek için her yarım ratl elma suyu için bir ratl şeker ilave edilir. Bu şurup sakinleştirici olarak kullanılır.”

Elmanın günümüzde sıklıkla bağırsak hareketlerini düzenlemek amacı ile kullanıldığı bilinmektedir. Bu nedenle söz konusu şurup için belirtilen sakinleştirici etkinin günümüzdeki bilgilere uygun olmadığı ortaya çıkmaktadır.

8. Ayva Şurubu

“Ayva sapı ve tohumları alındıktan sonra taş bir havanda dövülür, sıkılır, süzülür, kaynatılır her dört okka süzüntü için yarım ratl şeker ilave edilir, kıvamlı bir hal alınca ateş üzerinden indirilir, iştah açıcı ve güç verici etkileri vardır, ancak kabızlığa neden olur.”

Günümüzde ayvanın bilinen kuvvet verici ve kabız etkisinin şurubun belirtilen etkilerinde rol oynadığı düşünülmektedir.

9. Dut Şurubu

“Birkaç ratl dut iki buçuk ratl şeker ilavesi ile ateş üzerinde kaynatılıp bellibir kıvama getirilir, bu şurup ağrılara karşı kullanılır.”

Şurup formülünde belirtilen etkinin, dutun günümüzdeki kullanımları ile uyuşmadığı düşünülmektedir.

10.Tatlı ve Ekşi Nar Şurupları

“Olgun ince kabuklu kırmızı nar alınıp tahta bıçakla kabuğu sıyrılır, taneleri iç kabuğundan ayrılır, sıkılır, süzülür, her dört okka nar suyu için bir ratl şeker ilave edilip belli bir kıvam alıncaya kadar kaynatılır, öksürük kesici ve göğüs ağrılarına karşı kullanılır.”

Narın tıbbi amaçlı kullanımının tenya giderici etkisinden kaynaklandığı, bunun yanı sıra büzücü etkisinden de faydalanıldığı bilinmektedir. Bu nedenle şuruplarda belirtilen kullanımların narın bilinen etkileri ile örtüşmediği ortaya çıkmaktadır.

11.Naneli Nar Şurubu

“Her yarım ratl ekşi ve tatlı nar suyu için bir ratl şeker eklenip bir demet nane ile karıştırılır, uygun bir kıvam alıncaya kaynatılır, bu şurup midebulantılarına karşı kullanılır.”
Şurupta belirtilen etkinin, nardan ziyade nanenin mide bulantısını kesici etkisinden kaynaklandığı değerlendirilmektedir.

12.Terbiye Edilmiş Naneli Nar Şurubu

“Acı nar suyu alınır, acılığı kayıp olana kadar şeker ilave edilir, ateş üzerinde iken üzerine bir miktar elma suyu ve ağaçkavunu yaprakları veya kabuğu ilave edilir, uygun kıvama gelinceye kadar kaynatılır, mide ağrılarına karşı kullanılır, baş ağrılarını kesici ve barsakları büzücü bir etkisi bulunmaktadır.”

Narın bilinen büzücü etkisinin, elmanın bağırsak hareketlerini düzenleyici etkisi ile birlikte, yine ağaçkavununun midevi etkisinin şurubun kullanımında belirtilen etki ile paralel olduğu, ancak belirtilen baş ağrılarına karşı kullanımının bu meyvelerin etkileri ile örtüşmediği görülmektedir.

13.Üzüm Şurubu

“Tatlı ve olgun üzümler alınır, sıkılır ve süzülür, üçte biri kalıncaya kadar kaynatılır, sonra ağırlığı kadar şeker ilave edilip belli kıvama kadar kaynatılır, öksürük kesici olan şurup ayrıca yılan ve akrep zehirlerine karşı da kullanılır.”

Üzümün, şurup formülünde belirtildiği gibi zehirlenmelere karşı bir etkisi bulunmamaktadır. Ayrıca üzümün bilinen kullanımları arasında öksürük kesici etkisine de rastlanmamaktadır.

14.İncir Şurubu
“Sarı olgun incir alınır, suda ezilir, üçte biri kalıncaya kadar kaynatılır, sonra üzerine şeker, Çin tarçını, Darıfülfül, zencefil ilave edilir, bu karışım tamamen pişinceye kadar kaynatılır, bu şurup mide barsak gazları ve nefes darlığına karşı kullanılır.”

İncir, biber ve zencefilin öksürük kesici etkilerinin, şurup formülünde belirtilen nefes darlığı giderici etki ile bağlantısının olabileceği, Çin tarçını ve zencefilin gaz söktürücü etkilerinin de şurubun mide-bağırsak gazlarının giderilmesi için kullanılabileceği düşünülmektedir.

15.Naneli Ekşi Üzüm Şurubu

“Ekşi üzüm taneleri su ile kaynatılır, oluşan köpükler alınır, suyun yarısı kalıncaya kadar bir gece bekletilip süzülür, sonra her ratl için yarım ratl şeker ve bir demet nane karıştırılır, uygun kıvama kadar yeniden kaynatılır, bu şurup mideyikuvvetlendirir, ishal ve kusmayı önleyici etkisi vardır. Ani ateş yükselmelerine karşı etkilidir.”

Üzümün bilinen kullanımları arasında bulunan ishal yapıcı etkisinin, şurup formülünde belirtilen ishal önleyici etki ile çeliştiği ortaya çıkmaktadır. Ancak şurup formülünde belirtilen diğer etkilerden kusmayı önleme ve midevi etkisinin naneden kaynaklanabileceği değerlendirilmektedir.

16.Meyve Şurubu

“Bu şurup, ayva, armut, nar gibi meyvelerden yapılır, bunların hepsi birtencereye konup su ilave edilir, ısıtılır, oluşan köpük alınır, ağırlığı yarıya ininceşeker ilave edilir, bu şurup mide ve barsakları kuvvetlendirir, kusmayı keser, hamile kadınlarda olabilecek kanamaları önler.”

Hacı Paşa’nın meyve şurubu için belirttiği bağırsakları kuvvetlendirici etkinin, içerdiği ayvanın bilinen bağırsak kuvvetlendirici etkisinden kaynaklanabileceği düşünülmektedir.

17.Taze HaşhaşŞurubu
“Elli dirhem beyaz taze haşhaş alınır, tohumları ile birlikte ezildikten sonra su ilave edilip hafif ateş üzerinde kaynatılır, sonra bir ratl şeker ve yarım okka bal eklenip belli bir kıvama kadar hafif ateşte kaynatılır, öksürük kesici, ateş düşürücü ve göğüs yumuşatıcı etkileri vardır, bir buçuk okka haşhaş kabuğu iyice ezilir, sıcak suda bir gün bir gece bekletilir, sıkılıp süzülür, iki okka haşhaş tohumu yarım ratl şeker ve yarım okka bal ilave edilir. Baş ağrıları ve nezleye karşı kullanılır.”

Haşhaşşurupları için belirtilen ağrı kesici ve öksürük giderici etkilere benzer olarak, haşhaşın günümüzde de ağrı kesici ve öksürük giderici olarak kullanıldığı bilinmektedir.

18.Terbiye Edilmiş Haşhaş Şurubu

“Kabuğu ile beraber elli tane haşhaş alınır, içindeki tohumları alınıptohumları örtecek şekilde sıcak suda bekletilir. Başka bir kapta haşhaş kabuklarına da aynı işlem uygulanır, bunlar bir gün bir gece bekletildikten sonra kıvamlı bir sıvı oluncaya kadar dövülür, kabukların bulunduğu kap ateşte kaynatılır, üçte biri kalıncaya kadar kaynatıldıktan sonra iki kap birleştirilir. Kaynatılır, süzülür, bu şurup öksürük kesicidir, iç ve dış kanamaları durdurucu etkilere sahiptir.”

Taze haşhaşşurubunda olduğu gibi, terbiye edilmiş haşhaşşurubunda da öksürük kesici etki, haşhaşın günümüzde bilinen öksürük kesici etkisi ile paraleldir.

19.Helyun Şurubu

“Helyun (kuşkonmaz) sıcak suda yumuşayıncaya kadar kaynatılır, ezilir, süzülür, süzüntüye şeker ilave edilir, belli bir kıvam geldikten sonra yarım ratl bal eklenir, bu şurup helyun çekirdeğinden yapılırsa her iki okka çekirdek için bir ratl şeker ilave edilmelidir. Bu şurup idrar söktürücü ve mesane taşlarına karşı kullanılır.”

Hacı Paşa’nın helyun şurubunda yer verdiği kuşkonmazın günümüzde de idrar sökücü ve kum düşürücü etkilerinin olduğu bilinmektedir. Bu nedenle söz konusu şurubun kullanımının, kuşkonmazın günümüzdeki kullanımı ile paralel olduğu ortaya çıkmaktadır.

20.Nergis Şurubu

“Bir miktar nergis alınır, sıcak su ilave edilir, bir gün bir gece bekletilir, hafif ateşte kaynatılıp soğutulur, bu arada bir ratl bal ve şeker karışımı ilave edilir, bu şurup nefes darlığına karşı kullanılır.”

Günümüzde tıbbi kullanımı pek yaygın olmayan nergisin, Hacı Paşa’nın şurubunda yer verildiği şekilde bilinen bir etkisi bulunmamaktadır.

21.Şeker Şurubu

“Zencefil ve Çin tarçınından beşer dirhem alınır, iki dirhem karanfil ile karıştırılır, bu karışım yedi ratl su ile suyun üçte biri buharlaşıncaya kadar kaynatılır, geniş gözenekli bir bezden süzülür, üzerine bir miktar şeker ilave edilir, koyu bir kıvam alıncaya kadar yeniden kaynatılır, bu şurup vücudu kuvvetlendirmek amacıyla kullanılır.”

Hacı Paşa’nın şeker şurubunda belirttiği etkilerin zencefilin ve karanfilin günümüzde bilinen kullanımları ile örtüştüğü görülmektedir.

Sonuç
Osmanlı Dönemi’ndeki uygulamalar hakkında verdiği bilgiler açısından büyük önem taşıyan, Hacı Paşa’nın Şifâü’l Eskâm ve Devâü’l-Âlâm adlı bu eserinde, basit ilaç kullanımının kombine ilaç kullanımından daha yararlı olacağını öne sürmektedir. Ancak çeşitli rahatsızlıkların tedavisine yönelik hazırladığı bazı şurup formüllerinde kombine tedaviye yöneldiği görülmektedir. Bu durumun 16. yüzyılda sıkça rastlanan çoklu ilaç kullanımı ile de paralel olduğu görülmektedir. Aynı zamanda Hacı Paşa’nın şuruplarında genellikle bitkisel drogları kullandığı dikkati çekmektedir.

Hacı Paşa’nın şuruplarda kullandığı drogların bir kısmının günümüzde de kullanılmaya devam edildiği bilinmektedir. O dönemde kullanıp günümüz modern tedavisinde artık yeri olmayan bazı droglar ise bugün de halk arasında kullanılmaktadır. Bazı drogların kullanım amaçları günümüzde de aynen devam etmektedir.
Sonuç olarak Hacı Paşa’nın bu eserinin eczacılık uygulamalarının tarihteki ve günümüzdeki uygulanışlarını kıyaslayabilmek açısından büyük önem taşıdığı düşünülmektedir. Bu gibi eserlerin incelenerek günümüzdeki kullanımlarla paralel formülasyonların tespit edilmesine ve halk tıbbındaki kullanımların daha iyi anlaşılmasına olanak sağlanmasının mümkün olacağı değerlendirilmektedir.

Kaynakça
ACIDUMAN, A., İLGİLİ, Ö., “Erken Dönem Türkçe Tıp Yazmalarından Hacı Paşa’nın (Celalüddin Hızır) Teshil Adlı Eserinde Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Üzerine Bir Ön Çalışma”, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Dergisi, 54 (2011), s. 231-243.
ADIVAR, A., Osmanlı Türklerinde İlim, Remzi Kitapevi, İstanbul 1991.
AŞÇIOĞLU, Ö., “Hacı Paşa ve Deontoloji”, Konyalı Hekim Hacı Paşa, Erciyes Üniversitesi Gevher Nesibe Tıp Tarihi Enstitüsü Yayın No: 3, Kayseri 1986, s. 39-44.
BAYLAV, N., Eczacılık Tarihi, Yörük Matbaası, İstanbul 1968.
BAYTOP, Turhan, Türkiye’de Bitkiler ile Tedavi, İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Yayınları No:79, İstanbul 1984.
ÇUBUKÇU, B., SARIYAR, G., MERİÇLİ, A. H., SÜTLÜPINAR, N., MAT, A., MERİÇLİ, F., Fitoterapi Yardımcı Ders Kitabı, İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Yayınları No: 79, İstanbul 2002.
DEMİREZER, Ö., ERSÖZ, T., SARAÇOĞLU, İ., ŞENER, B., Tedavide Kullanılan Bitkiler-FFD Monografları, Akademisyen Kitapevi, Ankara 2011.
DEVELİOĞLU, F., Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lügat, doğuş Ltd. Şti. Matbaası, Ankara 1970.
GÖDE, K., “Hacı Paşa’nın Yaşadığı Devir (1335-1423)”, Konyalı Hekim Hacı Paşa,Erciyes Üniversitesi Gevher Nesibe Tıp Tarihi Enstitüsü Yayın No: 3, Kayseri 1986, s. 13-16.
GRUENWALD, J., PDR for Herbal Medicine, Medical Economics Company, New Jersey 2000.
GÜRKAN, E., ÖNDERSEV, D. V., ULUSOYLU, M., GÖZTAŞ, Z., DİNÇŞAHİN, Neşe, Bitkisel Tedavi, Marmara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Yayınları No: 19, İstanbul 2007.
Hacı Paşa, Şifâü’l Eskâm ve Devâü’l-Âlâm.
KÂHYA, E., Türk Bilim İnsanları, Nobel Yayınları, Ankara 2013.
KARAMANOĞLU, K., Farmasötik Botanik Ders Kitabı, Ankara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Yayınları No: 24, Ankara 1973.
KÖKER, A. H., “Konyalı Hekim Hacı Paşa’nın Hayatı”, Konyalı Hekim Hacı Paşa,Erciyes Üniversitesi Gevher Nesibe Tıp Tarihi Enstitüsü Yayın No: 3, Kayseri 1986, s. 17-20.
ÖNLER, Z., Celalüddin Hızır (Hacı Paşa) – Müntahab-ı Şifa, Türk Dil Kurumu Yayınları No.559, Ankara 1990.
ÖZATA, N., Fitoterapi ve Aromaterapi, Doğan Kitap, İstanbul 2009.
ŞEHSUVAROĞLU, B., Eczacılık Tarihi Dersleri, Hüsnütabiat Matbaası, İstanbul 1970.
ŞENGÜL, E., AĞIRSEVEN, N., “Sultan II. Bayezid Külliyesi Tıp Medresesi ve Burada Okutulan Hekimliğe Ait Kitaplar”, Lokman Hekim Journal, 2(1) (2012), s.15-20.
ŞEVKİ, O., Beşbuçuk Asırlık Türk Tababeti Tarihi, Kültür Bakanlığı Yayınları No:1296, Ankara 1991.
TANKER, M., TANKER, N., Farmakognozi, Ankara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Yayınları No:65, Ankara 1998.
TANKER, N., KOYUNCU, M., COŞKUN, M., Farmasötik Botanik, Ankara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Yayınları No: 88, Ankara 2004.
YEŞİLADA, E., Doğadan Gelen Sağlık: Bitki Çayları, Era Yayıncılık, İstanbul 2011.
ZEYBEK, U., HAKSEL, M., Türkiye’de ve Dünya’da Önemli Tıbbi Bitkiler ve Kullanımları, Zade Sağlık Yayınları, Konya 2010.
Türkiye Kültür ve Turizm Bakanlığı, Türkiye Yazmaları https://www.yazmalar.gov.tr/kutuphane.php Erişim Tarihi:26.06.2014

1 Esin Kahya, Türk Bilim İnsanları, Nobel Yayınları, Ankara 2013, s. 147; Adnan Adıvar, Osmanlı Türklerinde İlim, Remzi Kitapevi, İstanbul 1991, s. 21-25.
2 Kemal Göde, “Hacı Paşa’nın Yaşadığı Devir (1335-1423)”, Konyalı Hekim Hacı Paşa,Erciyes Üniversitesi Gevher Nesibe Tıp Tarihi Enstitüsü Yayın No: 3, Kayseri 1986, s. 13-16; Ahmet H. Köker, “Konyalı Hekim Hacı Paşa’nın Hayatı”, Konyalı Hekim Hacı Paşa, Erciyes Üniversitesi Gevher Nesibe Tıp Tarihi Enstitüsü Yayın No: 3, Kayseri 1986, s. 17-20; 
A. Adıvar, Osmanlı Türklerinde İlim, s. 21-25.
3 K. Göde, “Hacı Paşa’nın Yaşadığı Devir (1335-1423)”, Konyalı Hekim Hacı Paşa, s.13-16. 4 A.g.e., s.13-16. 5 E. Kahya, Türk Bilim İnsanları, s.147; A.Adıvar, Osmanlı Türklerinde İlim, s. 21-25. 6 A.g.e., s. 21-25; Özcan Aşçıoğlu, “Hacı Paşa ve Deontoloji”, Konyalı Hekim Hacı Paşa, Erciyes Üniversitesi Gevher Nesibe Tıp Tarihi Enstitüsü Yayın No: 3, Kayseri 1986, s. 39-44.
7 Osman Şevki, Beşbuçuk Asırlık Türk Tababeti Tarihi, Kültür Bakanlığı Yayınları No:1296, Ankara 1991, s. 50-51. 8 A.H. Köker, “Konyalı Hekim Hacı Paşa’nın Hayatı”, Konyalı Hekim Hacı Paşa, s.17-20.

9 Zafer Önler, Celalüddin Hızır (Hacı Paşa) – Müntahab-ı Şifa, Türk Dil Kurumu Yayınları No.559, Ankara 1990, s. 5-8.
10 Naşid Baylav, Eczacılık Tarihi, Yörük Matbaası, İstanbul 1968, s. 110.
11 O. Şevki, Beşbuçuk Asırlık Türk Tababeti Tarihi, s. 180-181; Bedii Şehsuvaroğlu, Eczacılık Tarihi Dersleri, Hüsnütabiat Matbaası, İstanbul 1970, s. 285; Türkiye Kültür ve Turizm Bakanlığı, Türkiye Yazmaları https://www.yazmalar.gov.tr/kutuphane.php Erişim Tarihi:26.06.2014.
12 Hacı Paşa, Şifâü’l Eskâm ve Devâü’l Âlâm.
13 B. Şehsuvaroğlu, Eczacılık Tarihi Dersleri, s. 285.
14 Enver Şengül, Nehir Ağırseven, “Sultan II. Bayezid Külliyesi Tıp Medresesi ve Burada Okutulan Hekimliğe ait Kitaplar”, Lokman Hekim Journal, 2(1) (2012), s.15-20.

Ahmet Acıduman, Önder İlgili, “ Erken Dönem Türkçe Tıp Yazmalarından Hacı Paşa’nın (Celalüddin Hızır) Teshil Adlı Eserinde Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Üzerine Bir Ön Çalışma”, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Dergisi, 54 (2011), s. 231-243. 16
H. Paşa, Şifâü’l Eskâm ve Devâü’l-Âlâm.

Turhan Baytop, Türkiye’de Bitkiler ile Tedavi, İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Yayınları No:79, İstanbul 1984; Elçin Gürkan, Deniz V. Öndersev, Melek Ulusoylu, Zeynep Göztaş, Neşe Dinçşahin, Bitkisel Tedavi, Marmara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Yayınları No: 19,
İstanbul 2007; Bayhan Çubukçu, Günay Sarıyar, Ali Hikmet Meriçli, Nurhayat Sütlüpınar, Afife Mat, Filiz Meriçli, Fitoterapi Yardımcı Ders Kitabı, İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Yayınları No: 79, İstanbul 2002; Ulvi Zeybek, Muzaffer Haksel, Türkiye’de ve Dünya’da Önemli Tıbbi Bitkiler ve Kullanımları, Zade Sağlık Yayınları, Konya 2010; 

Ömür Demirezer, Tayfun Ersöz, İclal Saraçoğlu, Bilge Şener, Tedavide Kullanılan Bitkiler-FFD Monografları, Akademisyen Kitapevi, Ankara 2011; Nimet Özata, Fitoterapi ve Aromaterapi, Doğan Kitap, İstanbul 2009; Kamil Karamanoğlu, Farmasötik Botanik Ders Kitabı, Ankara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi yayınları No: 24, Ankara 1973; Nevin Tanker, Mehmet Koyuncu, Maksut Coşkun, Farmasötik Botanik, Ankara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Yayınları No: 88, Ankara 2004; Metin Tanker, Nevin Tanker, Farmakognozi, Ankara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Yayınları No:65, Ankara 1998; Joerg Gruenwald, PDR for Herbal Medicine, Medical Economics Company, New Jersey 2000; Erdem Yeşilada, Doğadan Gelen Sağlık: Bitki Çayları, Era Yayıncılık, İstanbul 2011. 18 Ferit Develioğlu, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lügat, Doğuş Ltd. Şti. Matbaası, Ankara 1970, s. 1054.


Türk Mutfağından Kaybolan Kerkük Yemekleri Nedir?

 Türk Mutfağından Kaybolan Kerkük Yemekleri Nedir? Ziyat AKKOYUNLU* Özet:  Bu makalede, Orta Asya’dan başlayarak Osmanlı’ya ve oradan da Ker...