Mevlit Kandili ve Kadir Gecesi Merasimleri
Ahmet ÖNAL*
Ramazan Tebrikleri, Resmî Iftarlar ve Muayede Merasimleri İstanbul’un u¨ç ayların girişi ile teneffu¨s edilen, Ramazan ve Kurban bayramlarında zirveye ulaşan manevi iklimine Osmanlı yönetiminin bir dizi merasim silsilesi eşlik ederdi.
Receb ayının ilk Cuma gu¨nu¨ Bâbıâli ricali, sadrazamı Arzodası’nda ziyaret eder, u¨ç ayların girişi kutlanırdı. Şaban’ın 27. gu¨nu¨ sadrazamın şeyhu¨lislamı, 28. gu¨nu¨ vezirlerin sadrazamı, 29. gu¨nu¨ de şeyhu¨lislamın sadrazamı ziyaretiyle ramazanın gelişini tebrik etmeleri kanundu.
Ramazan, Osmanlı ricali için oruç ayı olduğu kadar resmî iftar davetlerinin yoğunlaştığı bir dönemdi. Ramazanın 5. veya 7. gecesinden 25. gecesine kadar her iftar öncesi İstanbul sokakları sadrazam ya da onun yokluğunda kaymakamın ve şeyhülislamın iftar sofrasında hazır bulunacak zevatın resmî kıyafetleriyle koşuşturmalarına sahne olurdu. Davetler, bazen 3. geceden itibaren başlayabilirdi.
Sadaret ve meşihat tarafından
Kadir Gecesi Merasimlerinde iftara katılacak zevatın listesi hazırlanır, kimin hangi gün geleceği belirlenip kendilerine davetiye gönderilirdi. Tayin edilen günde Bâbıâli’ye gelen ulema, vüzera ve diğer ricalin ertesi gün şeyhülislamın konağına davetli olarak gitmeleri âdetti. Bu iftar davetleri, 1826’daki Hocapaşa yangınında Bâbıâli’nin kullanılamaz hâle gelmesiyle kesintiye uğradı, ilerleyen yıllarda da yavaş yavaş terk edildi.
Ramazan ve Kurban bayramları, Osmanlı toplumunda coşkulu bir şekilde karşılanmaktaydı. Saray da her iki bayramı resmî ve hayli şatafatlı bir şekilde kutlardı. Bir nevi “tecdid-i biat” olan ve “muayede merasimi” olarak anılan bu kutlamalarda büyük bir ciddiyet ve itina söz konusuydu. Merasimlerin düzenlenmesine, katılımın geniş tutulmasına, merasime rütbeleri icabı dâhil olanların hazır bulunmalarına
16- III. Mustafa’nın bayram alayı (1762) (TSM, nr. 17/679)
ihtimam gösterilirdi. Devlet ricali, ancak mühim bir hastalık veya devlet işi gibi mazeretlerle merasimden muaf tutulur, taşrada bulunanların önceleri posta, sonraları telgraf aracılığıyla padişahın bayramını tebrik etmeleri gerekirdi.16
Fatih Sultan Mehmed’in teşkilata dair kanunnamesinde saraydaki bayramlaşmaların nasıl yapılacağı, kimin padişahı nasıl tebrik edeceği, padişahın da bunlara ne şekilde mukabelede bulunacağı belli kaidelere bağlanmıştır.17 Özellikle de XIX. yüzyılda bu merasimler çok daha teferruatlı bir şekilde tespit ve icra edilmiştir.
Devlet adamları arasında ramazanda muayede merasimleri resmî olarak, XVII. yüzyılda, bayrama beş gün kala şeyhülislamın sadrazamı tebrike gitmesiyle başlamakta, arife günü de maiyetiyle birlikte sadrazamın iade-i ziyaretiyle son bulmaktaydı. Yüzyılın sonlarında ziyaret tarihleri aynı kalmakla birlikte evvela sadrazamın şeyhülislamı tebrike gitmesi âdeti benimsendi. XVIII. yüzyılın başlarından itibaren resmî tebrikler bayramdan dört gün öncesine alındı. Sadrazam, akşama birkaç saat kala maiyetiyle birlikte alay tertibiyle şeyhülislamın konağına gider, iftar burada açılır, dönüşte alay tertiplenmezdi.
Kurban Bayramı tebriki 5 Zilhicce’de yapılır, bu defa iftarın yerini ikram alırdı. Her iki ziyaretin ertesi günü şeyhülislam, maiyetiyle ve alay tertibiyle gelip sadrazamı tebrik ederdi. Şeyhülislam, sadrazamın yanından ayrılınca birinci vezirden başlamak üzere devlet ricali, ulema ve ocak ağaları önce sadrazamı sonra da şeyhülislamı ziyaret edip kendi konak ve evlerine çekilirlerdi. Memurlardan mevki itibariyle bir derece aşağı olanın kendisinden yukarıdakileri ziyarete gitmesi kanundu. Bâbıâli’de Ramazan’ın 29. günü, Zilhicce’nin ise 8. günü rical arasındaki bayramlaşma biter, arife günü tebrik ziyareti yapılmazdı.
Günler öncesinden bayrama hazırlanan sarayda ise resmî bayramlaşma arife günü başlardı. Bu gün teşrifatçı tarafından saraya davet edilen çavuşbaşı ve Divan-ı hümayun çavuşları öğle namazından sonra resmî kıyafetleriyle Kubbealtı’nın karşısında, yüzleri Adalet Kulesi’ne dönük bir hâlde saf tutarlar, mehterler ve has ahırdan çıkartılan atlar meydandaki yerlerini alırlardı. İkindi namazından sonra Fatiha okunmasıyla merasim başlar, mehter çalar, ara sıra çavuşlar alkış yaparlar, nihayet duacı çavuşun duasıyla merasim sona ererdi. Dışarıda bu cümbüş sürerken, padişah Hasoda veya Arzodası kapısında kurulan tahtta Birûn halkıyla bayramlaşırdı.
16 Karateke, Padişahım Çok Yaşa, s. 76.
17 Fâtih, Kânunnâme, s. 16-17.
Bunların tebriki bitince Ağalar Camii’nde Kur’an dinleyip yine Arzodası’na gelir ve bu defa ocak ağaları ile tersane ricalinin tebriklerini kabul ederdi. Şayet padişah herhangi bir sebeple arife divanına çıkamamışsa, tahtın üzerine padişahın sarığı konulur ve merasim bu şekilde icra edilirdi.
Akşam, hilalin görülmesiyle Sarayburnu’ndan Marmara Denizi ve Galata taraflarına doğru iki noktadan üçer defa top atılmak suretiyle bayramın başladığı ilan edilirdi. Ayrıca bayram günü, sabah namazından sonra sarayın kapılarından, İstanbul’un çeşitli mevkilerinden toplar atılır, diğer şehirlerde de top atışları yapılırdı.
Bayram gecesi saray meşalelerle aydınlatılır, gece yarısına doğru kapılar açılır, arife günü kendilerine tezkire gönderilen davetliler sırayla gelmeye başlardı. Nihayet imsaktan kısa bir süre önce şeyhülislam, saraya gelir ve Eski Divanhane’ye geçerdi. Hemen onun ardından sadrazam da gelip Kubbealtı’na geçer ve sabah namazına kadar Divit Odası’nda dinlenirdi. Bu arada, sabah erkenden hazinedarbaşı, iç hazinede bulunan ve cülus merasimlerinde de kullanılan altın işlemeli tahtı parçalar hâlinde dışarı çıkartıp Bâbüssaâde önünde kurdururdu.
Sarayda bayramlaşmalar iki ayrı mekânda birden başlardı. Kubbealtı ve civarında bulunanlar sabah namazını müteakiben sadrazamın bayramını tebrik ederlerdi. Padişah ise sabah namazını Hırka-i Saadet Dairesi’nde veya saraydaki bir mescitte kılardı. Namazın ardından Hasoda veya Sarık Odası’nda vazifeliler padişaha merasim kıyafetlerini giydirirlerdi. Burada “muayede-i havass” denilen bayramlaşma gerçekleştirilir, Dârüssaâde ağası, silahdar ağa ve belli başlı saray ağaları padişahı tebrik ederlerdi.
Her iki mekânda bayramlaşma devam ederken, “muayede-i umum” denilen asıl merasimde hazır bulunacaklar ikinci avluda, tahtın karşısında hilal şeklinde dizilirlerdi. Zülüflü baltacılar, İstanbul’da bulunan Kırım hanzadeleri, saray görevlileri merasim kıyafetleriyle avluyu renk cümbüşüne boğarlardı. Bayramlaşma merasiminin seferlerde dahi ayrılmaz parçası olan mehteran, meydana yerleşirdi. Koşum takımları göz kamaştıran padişah atları ve yedekleri avluda hazır tutulurdu. Padişah, hazırlıkların tamamlandığı haber verilince gelip Bâbüssaâde önündeki tahta otururdu. Bu sırada mehter çalmaya başlar ve merasim boyunca da devam ederdi. Nakibüleşraftan başlamak üzere herkes teşrifattaki sırasına göre gelip padişahın bayramını tebrik ederdi. Teşrifatçının de tebrikiyle merasim sona ererdi.
Merasim bitince padişah, bayram alayına hazırlanmak üzere Hasoda’ya giderdi. Padişahın at üzerinde Ortakapı’dan çıkmasıyla birlikte alay kurulur ve bayram namazı kılınacak camiye doğru yola çıkılırdı. Padişah, camiyi genelde kendisi seçer ve daha ziyade Ayasofya ve Sultanahmet camilerinden birisini tercih ederdi. İstanbullular da buna göre, alayın geçişini izlemek üzere civarda yerlerini alırlardı. Namaz bitince yeniçeri ağası, yeniçerileri Bâb-ı Hümayun’la Ortakapı arasında dizer ve alayın dönmesini beklerdi. Padişah camiden çıkınca tekrar alay kurulur ve bu şekilde saraya dönülürdü. Saraya gelen padişah Hasoda önünde kurulmuş tahta oturur ve Enderun halkının tebriklerini kabul ederdi. Harem’de de Harem halkı ve şehzadeler padişahla bayramlaşırlardı. Bu arada Matbah-ı Âmire’den altın ve gümüş tabaklar içinde gönderilen bayram helvaları devlet erkânına ikram edilirdi.
Yemekten sonra padişah Hasbahçe’ye, sahildeki köşklerden birine inerdi. Hüner sahipleri padişahın önünde marifetlerini sergiler, cirit oyunları, güreşler, ok ve tüfek atışları, esnaf alayları yapılırdı. Bazı bayramlarda padişahlar, büyük şenlikler tertiplemişlerdir. Bu şenliklerde, şehrin belli bir yerine hükümdar ve devlet erkânı için otağ ve çadırlar kurulur, saray kadınlarının gösterileri izleyebilmeleri için kafesli köşkler inşa edilirdi. Eğlencelerin en ilgi çekici yanı, esnaf gruplarının kendi meslekleriyle ilgili gösteriler yaparak padişahın önünden alay düzeniyle geçmeleriydi. Fırıncılar seyyar fırınlarda ekmek pişirir, cambazlar bin bir çeşit oyunlar sergiler, ciltçiler kitap cildi yapar ve alay sonrası bunları “ıydıyye” adıyla padişaha takdim ederlerdi.
Tantanalı alay geçişleri ve sarayca organize edilen şenliklerin yanı sıra İstanbul halkı için bayramlarda bir diğer eğlence kaynağı salıncaklardı. Bunlar, İstanbul’a gelen yabancıların ilgisini çekmiştir. Mesela 1578-1581 arasında İstanbul’da bulunan Salomon Schweigger’e göre, cadde kenarlarına iskeleler kurulur, bunlara salıncak işlevini görecek ipler bağlanırdı. İskelenin üzerine tente biçiminde halı örtülür, çevresine narenciye meyveleri, mendiller, şeker külahları, yapraklı ağaç dalları gibi süsler asılırdı. Halk buralara gelir, dileyen iplerde keyfince sallanır, yükseklere uçardı.
Salıncakların başındaki görevliler, ellerindeki kuşak biçimindeki bir bezle, sallananlara hız kazandırır, beş defa sallamanın karşılığında bir akçe alırlardı. Yazara anlatılanlara göre, bazı itibarlı kimseler de kendi evlerinde böyle eğlenceler düzenlemekte, hatta padişah bile zaman zaman bu tarz oyunlarla vakit geçirmekteydi. Bütün bu eğlenceler esnasında bir taraftan da sazlar çalınırdı. Bayramlarda gencinden yaşlısına herkes yeni elbiseler giyer, hiç değilse yeni bir ayakkabı edinirdi.18
Venedik Balyosu Ottoviano Bon, I. Ahmed devrine ait raporunda, Ramazan Bayramı’nda sabahın erken saatlerinde sarayda yapılan muayede-i umum, Ayasofya Camii’ne alayla gidilip gelinmesi, Divan’da ve İkinci Avlu’da verilen ziyafet, padişah ile diğer zevat arasındaki hediye teatisi ve bilhassa da bayram eğlencelerini anlatır. Buna göre, bayramın üç gününde sabahlara kadar deniz kıyısında donanmalar ve benzeri eğlenceler yapılır; padişah, Harem kadınlarının bunları görmesi için yanlarına gelir; onlarla neşelenir, diğer zamanlara nazaran daha “rahat ve içtenlikli” olurdu. Aynı şekilde şehirde de üç gün boyunca geceli gündüzlü eğlencelere, oyunlara müsaade ederdi.
Bayram bütün ülkede, İstanbul’da, hatta bütün “Türk” evlerinde yapılırdı. Sokaklar süslenir; yaşlısından gencine herkesin sallandığı çeşitli salıncaklar kurulur; salıncakçıya iki üç akçe verilmesi hâlinde yeterince eğlenilirdi. Fakat balyosa göre, bu günlerde Hristiyan ve Yahudiler, sokaklarda dolaşırken bazı sıkıntılar yaşabilirlerdi. Kurban Bayramı’nda da Türkler gece gündüz çok mutlu olurlardı.19
Padişahın arzusuyla, bayramın ikinci veya sonraki bir gününde, Gülhane, Davut Paşa, Üsküdar’daki Mehmet Paşa, Beşiktaş’ta Dolmabahçe, Arnavutköy’de Mehmet Paşa, Bebek, Göksu, Florya kasırları gibi kasırlardan birinde “bayram rikâbı resmi” gerçekleştirilirdi. Bu merasim, XVIII. asrın sonlarına doğru daha ziyade bayramın ikinci gününde Topkapı Sarayı’ndaki veya Dolmabahçe civarındaki Gülhanelerin birinde yapılmaya başlanmıştır. Dolmabahçe’deki eğlenceleri halk da izleyebilmekteydi. Daha önceki tarihlerde, bayramın ikinci günü Tophane’deki Çubuklu Bahçe’de çadırlar kurulup şeyhülislam, nişancı, defterdar gibi ricalin de katılımıyla sadrazama ziyafet verilir, tören akşama kadar devam ederdi.
Bayramın üçüncü günü İstanbul sokakları tekrar hareketlenirdi. Bu gün padişahlar, bayramlaşmak üzere Eski Saray’a gelirlerdi. Buradan pehlivanların, ciritçilerin müsabakalarını, silahşor ağaların atlarla yaptıkları gösterileri, mehterlerin yaptıkları eğlenceleri seyrederdi. Ancak bu gelenek XIX. yüzyılda terk edilmiş, bunun yerine şehrin çeşitli mesire yerleri tercih edilmiştir.
Şehre hareketlilik kazandıran bir başka merasim, Ramazan Bayramı’nın üçüncü günü sadrazamın Eyüp’e gelerek, yeniçeri ağasının verdiği ziyafete katılmasıydı. Mevsim kışsa bu ziyafet, Ağakapısı’nda ya da suriçindeki yakın bir konakta verilir, eğlenceler tertiplenirdi.
18 Salomon Schweigger, Sultanlar Kentine Yolculuk (1578-1581), haz. Heide Stein, çev. S. Türkis Noyan, İstanbul 2004, s. 192-194.
19 Robert Withers, Büyük Efendi’nin Sarayı, çev. Cahit Kayra, İstanbul 2010, s. 114-116.
Sadrazam, Eyüp’teki ziyafetten sonra, ikindiyi müteakiben “büyük kol” denilen alayla Edirnekapı’dan şehre girerek Bâbıâli’ye gelirdi. Sadrazamın İstanbul’da olmaması hâlinde alaya kaymakam çıkar, fakat o zaman yeniçeri ağasına sekbanbaşı vekâlet ederdi. XVII. yüzyılın ikinci yarısında yapılmaya başlanan bu merasim, yeniçeri ocağının kaldırılmasıyla son bulmuştur.
II. Mahmud zamanında, 1826’dan itibaren devlet ve toplum hayatında başlatılan Batılılaşmadan muayede merasimleri de nasibini aldı. Padişah öncelikle, muayedelerden yeniçerileri hatırlatan uygulamaları iptal etti. Daha 1826’da bayramın ilk günü öğleden sonra Yalı Köşkü vesair yerlere yapılan rikâb resmi kaldırıldı. 1829’da padişahın Osmanlı-Rus Harbi’nden ötürü uzun süredir ikamet ettiği Rami Çiftliği’nde yeni usulde icra edilen ilk bayramlaşma yapıldı. Bu merasimin iki büyük yeniliği, hem padişahın hem devlet ricalinin törene yeni kıyafet içinde, fes ve üniformalarıyla katılmaları ve mehteranın yerini Muzıka-i Hümayun’un almasıydı.
Rami’den Eyüp Sultan Camii’ne yapılan bayram alayında da İstanbul halkının karşısına bu şekilde çıkıldı. 1830’daki Kurban Bayramı muayedesi bir istisna olmak üzere Göksu Kasrı’nda yapıldı. 1834’te devlet ricali arasındaki bayramlaşma, saraydaki tören sonrasına alındı ve merasimin icrasında birtakım yeni kurallar belirlendi. 1839’da da muayede merasimleri, bayram namazı öncesinden sonrasına kaydırıldı.
Yapılan değişikliklere ve Sultan Abdülmecid’in Dolmabahçe Sarayı’na taşınmasına rağmen 1867’ye kadar bayramlarda taht, Topkapı Sarayı’nda Bâbüssaâde önüne kurulmaya, merasim burada yapılmaya devam etti. Sultan Abdülaziz zamanında, 1867’den itibaren resmî bayramlaşma Dolmabahçe Sarayı’ndaki muayede salonunda yapılmaya başlandı. Böylece sadrazamın, Topkapı Sarayı’ndaki bayramlaşma sonrası Bâbıâli’ye geçip buradakilerin tebriklerini kabul etmesi usulünden de vazgeçildi ve ertesi yıl bu konuda başka bir düzenleme yapıldı. Muayedelerin mekânı değişse de padişahlar âdet olduğu üzere bayram namazı için Topkapı Sarayı’ndan alayla çıkıp Sultanahmet veya Ayasofya, nadiren de Fatih Camii’ne gidiyorlardı.
18- III. Selim’in bayram namazı için camiye gidişi (Melling)
II. Abdülhamid, bir süre sonra bayram alaylarının güzergâhını değiştirdi. Artık padişah, Yıldız Sarayı’nda genellikle alayla Beşiktaş’taki Sinan Paşa Camii’ne gelerek bayram namazını kılıyor, sonra muayede merasiminin yapılacağı Dolmabahçe’ye geçiyordu. Gece yarısından itibaren ellerinde fenerlerle ve bando eşliğinde Beşiktaş’a gelen askerler, Yıldız ve Dolmabahçe sarayları arasında uzanan yol boyunca dizilirlerdi. Caddeye bakan dükkânlar o gün kapattırılırdı.
II. Abdülhamid, güvenlik gerekçesiyle 1908’de II. Meşrutiyet’in ilanından sonraki iki muayede merasimini Yıldız Sarayı’nda yapmıştır.
Tiyatro gösterileri, II. Abdülhamid devrinde Yıldız Sarayı’ndaki bayram eğlencelerinin bir parçası idi. Elçilerin, vekillerin ve devlet ricalinin hanımları arabalarla saraya getirilir, ziyafetten sonra Harem hanımları ile birlikte tiyatro temsillerini izlerler, ardından yine arabalarla evlerine gönderilirlerdi. İstanbul’da arife gününden itibaren Ramazan ve Kurban bayramlarında her namaz vaktinde 21 pare top atılırdı. Şehir, kandillerle süslenir, sultanların yalıları geceleri aydınlatılırdı.
İstanbullular için büyük bir eğlence vesilesi olan gece donanmaları için zaman zaman Avrupa’da yeni icat aydınlatma araçları getirtilirdi. Gündüzleri de halk, suriçi, Üsküdar, Galata, Kadıköy, Beyoğlu, Kasımpaşa, Beşiktaş vesair semtlerdeki muayyen bayram yerlerinde toplanırdı. Buralarda yine salıncaklar kurulur, spor eğlenceleri yapılır, büyükçe bir çadırda hokkabazlar, ip cambazları ve çeşitli sirk gösterileri izlenirdi.
Sultan V. Mehmed Reşad ve Sultan VI. Mehmed Vahideddin zamanlarında, muayede merasimleri yine Dolmabahçe Sarayı’na alındıysa da bayram namazları için Beşiktaş’takilerden başka camilere de gidildi. Fakat bayram merasimleri ve alayları eski haşmetini artık kaybetmiştir.
Valide Alayı
III. Murad döneminde Harem, Eski Saray’dan Topkapı Sarayı’na nakledildi. Böylece saltanat değişikliklerinde, ölen ya da hal‘ edilen hükümdarın annesi, kadınları ve evlenmemiş kızlarının Topkapı Sarayı’ndan Eski Saray’a gönderilmesi âdet oldu. Yeni padişahın annesi de “valide alayı” denilen özel bir merasimle Eski Saray’dan Topkapı Sarayı’na getirilirdi. Taht değişikliğinin aynı anneden doğan şehzadeler arasında gerçekleşmesi, yeni padişahın annesinin oğlunun cülusunu göremeden vefat etmesi veya saraydaki haseki sultanlardan birisinin şehzadesinin tahta geçmesi hâlinde bu alaya gerek kalmazdı. Şayet valide sultan, oğlunun tahta çıkışını görmeden vefat etmişse bu unvan, yeni padişahın sütannesine, üvey annelerinden birine veya hazinedar ustaya verilir, ancak onlar için valide alayı tertiplenmezdi.
İstanbul, ilk valide alayına, I. Ahmed’in annesi Handan Sultan’ı Eski Saray’dan Topkapı Sarayı’na getirtmesiyle şahit oldu. Müteakip yıllarda sırasıyla IV. Murad, Kösem Mahpeyker Sultan; II. Süleyman, Saliha Dilâşûb Sultan; II. Mustafa, Eski Saray’dan Edirne’ye olmak üzere, Gülnuş Emetullah Sultan; I. Mahmud, Saliha Sultan; III. Osman, Şehsuvar Sultan; III. Selim, Mihrişah Sultan; IV. Mustafa, Ayşe Sîneperver Sultan; II. Mahmud da Nakşıdil Sultan için valide alayı tertiplediler. Bu merasim II. Mahmud döneminde Eski Saray’ın terk edilmesiyle sona erdi.
Valide alayı, padişahın cülusundan birkaç gün sonra, annesinin Topkapı Sarayı’na nakledilmesini emretmesi üzerine yapılırdı. Alay tertibinden bir gün önce ilgili kimselere tezkireler gönderilirdi. Davetliler ertesi gün merasim kıyafetleriyle Eski Saray’ın önüne gelirler, yeniçeriler de bugünkü Beyazıt’tan Topkapı Sarayı’na kadar uzanan yolun iki tarafına dizilirlerdi. Hazırlıklar bitince valide sultan, bir araba veya tahtırevana, diğer sultanlar ve cariyeler başka arabalara bindirilir, böylece alay yola çıkardı. III. Selim’in annesi Mihrişah Valide Sultan, 11 Nisan 1789’da Topkapı Sarayı’na getirilirken perdelerle örtülü ve altı at tarafından çekilen bir arabaya binmişti ve alayda toplam 80-100 araba vardı.
Alay, Simkeşhane’deki Beyazıt Kolluğu’na gelince yeniçeri ağası veya ağa seferdeyse vekili olan sekbanbaşı, yeri öperek valide sultanı selamlar, kendisine bir hilat giydirilir ve atiyyeler verilirdi. Valide sultan, yine buradaki ağalara ve neferata da ihsanlarda bulunurdu. Yol üzerinde sırasıyla Parmakkapı’da, Destereciler başında ve Valide Hamamı yakınındaki yeniçeri kollukları; Acıhamam yakınında, Atmeydanı’nda ve Ayasofya’daki cebeci kollukları; Ayasofya’nın diğer köşesindeki acemioğlanı kolluğu; Haseki Hamamı önündeki cebeci kolluğu ağa ve neferatı, alayı selamlar, bahşişlerini alırlardı. Nihayet Cebehane önünde alayı karşılayan cebecibaşı veya vekili ile maiyetine atiyye verilirdi.
Alayın geçişini izlemek için yol üzerinde toplanmış İstanbul halkı da avuç avuç serpilen altınlardan kısmetlerine düşeni toplardı.
Bâb-ı Hümayun’dan saraya giren alay, Hastalar Kapısı köşesinde durur, buradan ileriye kimse geçemez, herkes iki sıra hâlinde yola dizilirdi. Validenin arabası Has Fırın önünde padişah tarafından karşılanır, padişah annesini temenna ederek selamlardı. Bu sırada çavuşlar alkış yaparlar, valide sultan Ortakapı’dan içeri girince alay dağılırdı. Valide sultanın Harem’e gelişinin ikinci günü, sadrazama veya sadaret kaymakamına, padişah ve annesi tarafından birer hüküm ile bir kürk ve hançer gönderilir, Bâbıâli’de bunun için bir merasim tertiplenirdi.
Sadrazam seferde ise kaymakama gönderilenin yanı sıra ona da bir kürk yollanırdı. XVIII. asrın ikinci yarısında valide sultanın, şeyhülislama da kürk gönderdiği görülür.
19- Valide alayı (d’Ohsson)
ihsanlarda bulunup imparatorluktaki bütün şehirlerin süslenmesini emretti.20 Bu, aynı zamanda sarayın İstanbul’da yaptığı ilk doğum şenliğidir. II. Selim döneminden itibaren sadece büyük şehzadenin sancağa gönderilmesiyle hanedan haremi ikiye düştü. Bu değişimin hemen sonrasında III. Murad, Mısır’ın ıslahıyla görevli İbrahim Paşa’ya ve Yemen Muhafızı Hasan Paşa’ya gönderilen 24 Muharrem 993/19 Eylül 1585 tarihli fermanında, iki şehzadesinin doğumu münasebetiyle “olageldiği üzere” şenlikler yaptırılmasını emretmiştir.21
Ancak mahiyeti tespit edilemeyen bu Viladet-i Hümayunlar Padişah çocuklarının doğumuna “viladet-i hümayun” ismi verilirdi. Hanedanın yeni bir ferdinin dünyaya gelişi, gerek sarayda gerekse halk tarafından birtakım merasim ve şenliklerle kutlanırdı. Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk üç asrında gerek ilk payitahtlarında gerekse İstanbul’da padişahların, baba olmanın sevincini topluma daha ziyade sadaka ve ihsanlarda bulunarak, müjdeyi getiren şahsa hediyeler vererek yansıttıkları görülür. Dönemin yerli ve yabancı müellifleri, bu vesileyle yapılmış bir kutlama veya şenlikten bahsetmezler.
Saltanatın babadan oğula geçtiği veraset hukukunun cari olduğu bir iktidarda bilhassa bir erkek evladının doğması, padişah için hanedanının devamı, sancaktaki şehzade için de tahta giden yolun açılması bakımından beşerî olduğu kadar siyasi bir hadiseydi. Ancak dönem itibariyle meselenin siyasi boyutunun, en azından padişahlar için, ön plana çıkartılmasını sağlayacak ve\veya gerektirecek bir durum yaşanmadı. Zira şehzadelerin idari teşkilatta sancakbeyi olarak görevlendirilmeleriyle bağlantılı olarak birkaç farklı merkezdeki hanedan hareminden çocuk sesi eksilmedi. II. Bayezid zamanında yaşanan bir hadise ise gerektiğinde, Osmanlı hanedanına değil sadece ailesine mensup sayılan bir sultanzade doğumuna dahi siyasi anlam kazandırılması açısından dikkat çekicidir.
Akkoyunlular arasındaki taht mücadelesinden ötürü Osmanlılara sığınan ve sonra yine ülkesine dönen II. Bayezid’in damadı Mirza Ahmed’in Tebriz’de tahta çıktığına dair mektubunun İstanbul’a ulaştığı günün gecesinde, yeni hükümdarın hâlâ burada bulunan eşi Aynışah Sultan, bir erkek çocuk dünyaya getirdi. Bu haber karşısında sevincini, “Şimdiden sonra Acem vilayeti de bizim oldu.” diyerek gösteren II. Bayezid, inamlarda, şenliğin İstanbul’da da yapıldığına dair kaynaklarda herhangi bir bilgi bulunmaz.
20 Oruç Beğ Tarihi: Giriş, Metin, Kronoloji, Dizin, Tıpkıbasım, haz. Necdet Öztürk, İstanbul 2007, s. 173. 21 Musa Günay, “55 Numaralı Mühimme Defteri”, yüksek lisans tezi, Ondokuz Mayıs Üniversitesi, 1996, s. 154.
III. Mehmed dönenimde büyük şehzadenin de sancağa çıkarılmasından vazgeçilmesiyle hanedan haremi padişahınkiyle sınırlı kaldı. Artık Osmanlı şehzadeleri, Sultan Abdülaziz devrine kadar, birkaç istisna dışında, ancak tahta cülus ettikten sonra kendi haremlerini kurup çocuk sahibi olabileceklerdi. Yeni dönemin ilk hükümdarı I. Ahmed, 4 Kasım 1604’te Rumeli Bahçesi’nde avlanırken bir oğlunun doğduğu müjdesini aldı. I. Ahmed, hanedanının kurucusuna atfen Osman adını verdiği şehzadesinin doğumunun İstanbul’da yedi gün yedi gece donanma yapılarak kutlanmasını emretti. Bu, şehzade doğumlarının mutantan bir şekilde halka yansıtılmasının ve halkta karşılık bulmasının ilk emsalidir. Zira bir şehzadenin dünyaya gelmesi artık beşerî manasının çok ötesinde, hanedanın ve devletin mukadderatını etkileyecek siyasi bir olguya dönüşmüştür.
I. Ahmed’den sonra İstanbul’da ikinci doğum şenliğini IV. Murad yaptırdı. Padişah, 1633’de Kandilli Bahçesi’nde bir şehzadesi dünyaya gelince denizde ve sahilde mum donanması ve fişek şenliği düzenletti. Ertesi yıl bir başka şehzade doğunca bu defa İstanbul, Galata ve Üsküdar’da daha büyük kutlamalar yapıldı. Müteakiben başka bir şehzade doğumu şenliğine sahne olmayan İstanbul, cülusunda hanedanın hayattaki tek erkek ferdi olan Sultan İbrahim’in bir çocuğunun dünyaya gelmesini de yaklaşık iki yıl büyük endişeyle bekledi. 30 Ramazan 1051/2 Ocak 1642’de Şehzade Mehmed doğunca şimdiye kadar düzenlenenlerden çok daha büyük bir kutlama emri verildi. Sadece İstanbul’da değil, imparatorluğun tamamında bir hafta boyunca donanmalar yapıldı.
Sultan İbrahim, Mehmed’den sonra peş peşe erkek ve kız çocukları doğduysa da payitahtta ikinci kutlamayı Ocak 1645’te yeni bir şehzadesi hayata gözlerini açınca yaptı. İstanbul’u esir alan soğuğa rağmen gündüz şehrayin, gece büyük bir donanma tertiplendi. IV. Mehmed, Mustafa adını vereceği ilk şehzadesinin 8 Zilkade 1074/2 Haziran 1664’te Edirne Sarayı’ndaki doğumunu imparatorluğun bütün şehirlerinde yedi gün yedi gece donanma yaptırtarak kutladı. İkinci oğlu Ahmed’in 22 Ramazan 1084/31 Aralık 1673’teki doğumu içinse, İstanbul, Galata ve Eyüp’te üç gün üç gece şehir donanması yaptırdı.
IV. Mehmed’in halefi II. Süleyman’ın çocuğu olmadı. Onun yerine geçen II. Ahmed, 24 Muharrem 1104/5 Ekim 1692’de dünyaya gelen ikiz şehzadeleri İbrahim ve Selim için dört gün dört gece donanma yaptırdı. II. Ahmed’in ardından tahta çıkan II. Mustafa, ilk oğlu Mahmud’un doğumunu Avusturya cephesindeyken haber aldı ve düşman henüz mağlup edilemediğinden büyük bir doğum şenliği yapılmasına izin vermedi. İkinci oğlu da ölü doğan
II. Mustafa, nihayet Şehzade Mehmed 18 Cemaziyülevvel 1110/22 Kasım 1698’de dünyaya gelince imparatorluğun tamamında üç gün üç gece donanma yaptırdı. Müteakiben birkaç ay arayla doğan üç şehzadesi adına herhangi bir eğlence tertiplemedi.
27 Zilkade 1111/16 Mayıs 1700’de Şehzade Selim doğunca payitahtta şehir donanması yaptırmak istedi. Ancak devlet adamlarının Karlofça Anlaşması’nın (1699) tasdiki için bu sırada İstanbul’da bulunan Hristiyan elçilerin adamlarının kargaşaya sebep olabilecekleri yönündeki itirazları üzerine sadece üç gün gündüzleri top, geceleri fişek şenliği yaptırdı. II. Mustafa, son şehzadesi Ahmed’in doğumunu ise Edirne’de saray meydanında top ve tüfek attırarak kutladı. III. Ahmed, yalnızca 1722’ye kadar, şehzadelerinden altısının doğumu münasebetiyle şenlik yaptırarak bu konuda kendisinden önceki padişahları geride bıraktı ve İstanbul tarihine geçti.
20- Şehzade beşiği (TSM, nr. 8/912)
I. Mahmud ve III. Osman’ın haremlerinden çocuk sesi duyulmaması halk tarafından endişeyle izlendi. Beklenen haber, saltanatının ikinci yılında III. Mustafa’nın hareminden geldi. Dönemin kaynaklarında, İstanbulluların daha padişahın çocuğu olacağını öğrendiklerinde duydukları heyecan ve mutluluk canlı bir şekilde tasvir edilir. Yapılacak şenlik için doğumdan günler öncesinden hazırlıklara başlanmış, çarşı pazar hareketlenmiş, padişahın da maddi katkılarıyla şehirdeki evlerin dış cepheleri badana edilmişti.
III. Mustafa, 15 Receb 1172/14 Mart 1759’da dünyaya gelen kızı Hibetullah Sultan için Osmanlı tarihinde bir ilki gerçekleştirdi. Bu zamana kadar yalnızca şehzadelerin doğumu saray ve halk tarafından kutlanıyordu. Ancak padişah, kızının doğumu için yedi gün yedi gece şenlikler düzenlenmesini emretti, sonradan halkın arzusuyla bu süreyi on güne çıkarttı. Son günün akşamı yapılacak olan fakat havanın soğuması yüzünden ertelen fişek şenliği, dört gün sonra Yalı Köşkü karşısında, denizde üç geceyi daha gündüze çevirdi.
Hem şehzade hem de sultanların doğumu için şenlikler yapılması bundan sonra da devam etti.
III. Mustafa, 1761’de ilk şehzadesi Selim’in doğumu münasebetiyle İstanbul’da bir hafta geceli gündüzlü eğlenceler düzenletti. Aynı yıl dünyaya gelen Şah Sultan için beş gün beş gece yapılacak donanma ve şehrayini önce Ramazan Bayramı’nın ikinci gününe erteledi, sonra şenliğe beş gece daha ilave etmeyi düşündüyse de tersanedeki bir başka merasim sebebiyle bu süreyi kısa tuttu. Beyhan Sultan’ın 1765’teki ve Hadice Sultan’ın 1768’deki doğumları da şenliklerle kutlandı.
I. Abdülhamid, başlangıçta selefinin izinden gitti. Üçü de aynı yıl dünyaya gelen çocukları için İstanbul’da görkemli şenlikler düzenletti. Hadice Sultan’ın Ocak 1776’daki doğum şenliği on gün on gece devam etti, bu sürenin sonunda üç gece de fişek şenliği düzenlendi. Şehzade Mehmed’in ağustostaki ve Şehzade Ahmed’in aralıktaki doğumları için de yedi gün yedi gece donanma ve şehrayinler yapıldı. Müteakip yıllarda padişahın, Mustafa (d. 1779) ve Mahmud (d. 1785) ismi verilen yeni çocukları dünyaya geldiyse de olumsuz siyasi şartlar ve padişahın kutlama masraflarını israf olarak değerlendirmesi sebebiyle şenlikler sönükleşti. Bu son ikisi III. Selim’den sonra tahta çıktılar. Öte yandan I. Abdülhamid’in emriyle viladet-i hümayunlarda, sadrazam sarayında, vükela ve rical konaklarında fakirlere, düşkünlere ve sıbyan mekteplerinin talebelerine yemek verilmeye başlandı.
III. Selim’in çocuğu olmaması ve IV. Mustafa’nın ise kısa saltanatı sebebiyle kesintiye uğrayan doğum şenlikleri, II. Mahmud devrinde tekrar başladı. İstanbul halkı ilerleyen yıllarda padişah çocuklarının dünyaya gelişlerini yine resmî olarak kutladıysa da zamanla bunlar şenlik hüviyetini kaybetti.
Viladet-i hümayunlar ve diğer vesilelerle yapılan geleneksel Osmanlı saray şenlikleri, İstanbul’un siyasi, iktisadi, içtimai tarihine ışık tutan hadiselerdir. Bu şenliklerde başta saray olmak üzere, devlet ricalinin konakları ve İstanbul’un çeşitli yerleri rengârenk fanuslar, kandiller, meşaleler, fenerlerle süslenir, bazı yerler kıymetli kumaşlarla bezenir, yer yer taklar kurulurdu. Bazı şenliklerde, büyükçe gemi maketleri yapılır, içine top ve tüfekler yerleştirilirdi. Bu tekerlekli maketler şehrin sokaklarında dolaştırılırken içlerinde bulunanlar top ve tüfekleri ateşlerler, seyircileri coştururlardı. Bazen denizde gemi, kale ya da ada maketleri yapılır bunların etrafında türlü gösteriler sergilenirdi.
Şehrin büyük meydanlarında rakkaslar, çengiler, köçekler, orta oyuncuları, karagözcüler, hanende ve sazendeler, cambazlar, ateşbazlar, şişebazlar, zorbazlar, çemberbazlar ve daha birçok hüner sahibi maharetleriyle izleyicilere hoş anlar yaşatırlardı. Matrak, cirit, kabak, azab oyunları; yaya, at, köpek, ok atma yarışları yapılırdı. Tekke ve tarikat mensupları ile esnafın alay geçişleri günlerce devam ederdi. Bilhassa saray düğünlerinde, şekerden mamul çiçek, ağaç, hayvan, ağaç vs. tasvirlerinin, bolluk ve bereketin sembolü devasa nahılların zaman zaman bazı evleri yıkmak pahasına sokaklardan geçirilmesi, şenliklerin vazgeçilmezlerindendi.
Şenliklerde halkın huzurunu bozacak davranışlarda bulunulmaması için ilave güvenlik tedbirleri alınırdı. İmparatorluğun çeşitli bölgelerinden bu eğlenceleri fırsat bilip İstanbul’a gelen ve daha sonra şehirden ayrılmayarak hanlarda, bekâr odalarında, dükkân altlarında yatıp kalkan işsiz güçsüz kimselerin vatanlarına iade edilmesi, yetkililer için ayrı bir sıkıntıydı.
21- Sultan II. Abdu¨lhamid’in kızı Zekiye Sultan’ın kızı Ulviye Sultan’ın doğumuna du¨şu¨ru¨len tarih (1892) (TSM, nr. 31/1466)
Viladet-i hümayunlarda resmî şenliklerin yanı sıra birtakım âdetler ve teşrifat kaideleri uygulanmaktaydı. Doğum yaklaşınca valide sultan, çocuk ve anne için gerekli eşyayı tedarik ettirir, Harem’deki büyük odalardan birisi mücevherat ve ağır kumaşlarla süslenirdi. Annenin yatak takımı ve yorganlar, hanedana mahsus olan kırmızı renkteydi. Bilhassa beşiğin süslenmesine çok dikkat edilir, başucuna müzeyyen bir mushaf kesesi ve nazarlık takımı asılırdı.
Şehzade veya sultanın doğumu sağ salim gerçekleşince Dârüssaâde ağası, bu haberi silahdar ağaya, o da bütün saray halkına duyururdu. Bunun üzerine Enderun’daki her oda, bebek erkekse beş, kızsa üç kurban keserdi. Harem koridorları ve sarayın dışı fenerlerle, kandillerle süslenirdi. Müjdeyi vermek için bir saray görevlisi sadrazama gelir, burada merasimle karşılanır ve yanında getirdiği doğumu bildiren hatt-ı hümayunu yüksek sesle okurdu. Bu sırada hanedan azasının doğumu, Topkapı Sarayı, Yedikule, Kız Kulesi, Hisarlar vesair yerlerden, cinsiyetine veya padişahın kaçıncı çocuğu olduğuna göre değişen miktarlarda, belirli saatlerde top atılmak suretiyle halka duyurulur; mehteran çalmaya başlar; bir taraftan da şehirde tellallar dolaştırılırdı.
Doğumdan haberdar olan ve saraya davet edilen devlet erkânı ertesi gün gidip padişahı tebrik eder, burada kendilerine kürk ve hilat giydirilirdi. Ayrıca Dârüssaâde ağası veya kâhya kadın, saray dışındaki evli sultanlara, belli başlı rical ve şeyhülislam ailelerine birer tezkereyle doğumu bildirir ve onları saraya davet ederdi. Devlet ricalinin eşleri sadrazamın konağında toplanır, hep birlikte arabalarla saraya, yeni annenin yanına geçerlerdi. Davetliler üç gün sarayda misafir edilirler ve yapılan eğlencelere katılırlardı.
Viladet-i hümayunlarda riayet edilen geleneklerden birisi de beşik alaylarıdır. Valide sultan ile sadrazam, çocuk doğduğunda müzeyyen beşik, yorgan ve sırmalı örtüden oluşan hediyelerini ayrı birer alayla saraya gönderirlerdi. Şayet valide sultan hayatta değilse harem ya da hanedan kadınlarından birisi bu işi üstlenirdi. Valide sultanın beşik alayı doğumdan hemen sonra Eski Saray’dan yola çıkıp Divanyolu üzerinden Topkapı Sarayı’na ulaşırdı. Doğumdan altı gün sonra tertiplenen ve valide sultanınkinden daha kalabalık olan sadrazamın beşik alayı ise mehteran eşliğinde Paşakapısı’ndan çıkıp Divanyolu’ndan saraya gelirdi. İstanbul halkı, meydan ve yollara dökülür, alkışlar ve dualarla alayın geçişini izlerdi.
Sünnet Düğünleri
Şehzadelerin sünnet düğünlerinin Osmanlı şenlik ve merasimleri arasında ayrı bir yeri ve önemi vardır. Zira “sûr-ı hıtân” da denilen sünnet düğünleri, sarayın bütün haşmetinin katılımcılara yansıtıldığı, halka açık en büyük şenliklerdendi.
İstanbul’da ilk sünnet düğününü Fatih Sultan Mehmed, 1471’de oğlu Şehzade Cem ile Şehzade Bayezid’den torunları Abdullah ve Şehinşah için yaptı. Şehzade Cem, sancakbeyi olduğu Manisa’dan, Şehzade Abdullah da Trabzon’dan İstanbul’a getirildi. Kaynaklarda, Eski Saray’da yapılan düğünde eğlencelerin günlerce sürdüğü nakledilir. Fatih, 1480’de yine Eski Saray’da bu defa Şehzade Cem’in oğlu Oğuz Han ile Şehzade Bayezid’in
22- Kanunî Sultan Süleyman’ın, şehzadeleri Mustafa, Mehmed ve Selim’in sünnet düğünü için Atmeydanı’ndaki saraya gelmesi (Hernâme)
23- III. Ahmed’in şehzadelerinin sünnet için haremden çıkışları (Vehbî) oğulları Ahmed, Korkud, Mahmud, Âlemşah ve Selim’in sünneti için bir şenlik düzenletti. Şehzadelerden bazıları kendi sancaklarından, bazıları da babalarının yanından İstanbul’a getirildi. Eğlenceler bir ay kadar devam etti.
Çocuklarının birçoğu babası tarafından sünnet ettirilen II. Bayezid, tahta çıktıktan sonra doğan oğlu Şehzade Mehmed ve Şehzade Şehinşah’tan torunu Mehmed için 1490 baharında bir sünnet şenliği düzenletti. Eski Saray’da şenliği izlemesi için padişaha bir çadır kuruldu. Sünnet düğünü, çeşitli eğlenceler ve ziyafetlerle İstanbul halkı ve davetlilerin bir ayını renklendirdi.
Kanunî Sultan Süleyman, Atmeydanı’nda iki defa sünnet düğünü yaptı. Bunlardan ilki, 1530’da gerçekleştirilen, Şehzade Selim, Şehzade Mehmed ve Şehzade Mustafa’nın sünnet şenlikleriydi. Atmeydanı’ndaki Mehterhane’de padişah için hususi bir köşk yapıldı, devlet erkânı için de otağlar ve gölgelikler kuruldu. Padişahın Kubbealtı’nda kendisini bekleyen Divan üyeleriyle Atmeydanı’na gelmesiyle Haziran sonlarında başlayan şenlikte İstanbullular, temmuz ortalarına kadar üç hafta gönüllerince eğlendiler.
24- III. Ahmed’in şehzadeleri Süleyman, Mustafa, Mehmed ve Bayezid’in cerrahbaşı tarafından sünnet edilmeleri (Vehbî)
Kanunî’nin düzenlediği ikinci şenlik ise Şehzade Bayezid ile Şehzade Cihangir’in 1539’daki 15 gün süren sünnet düğünüdür. Bu şenliğin, oyun ve oyuncular bakımından birincisi kadar parlak olmadığı fakat para, yiyecek ve içecek bakımından ondan hiç de aşağı kalmadığı söylenir.22
III. Murad’ın 1582 yazında Şehzade Mehmed için yaptığı sünnet düğünü, Osmanlı İstanbul’unun şahit olduğu en büyük şenliklerdendi. Hazırlıklara bir yıl öncesinden başlandı. İbrahim Paşa Sarayı’nın Atmeydanı’na bakan cephesine padişah, şehzade ve harem halkının eğlenceleri izleyebilmeleri için kasırlar inşa edildi, sarayın girişindeki basamaklar yenilendi.
22 Günay Kut, “Şehzade Cihangir ve Beyazit’in Sünnet Düğünü Yemekleri Üzerine”, III. Milletlerarası Türk Folklor Kongresi Bildirileri, Ankara 1987, c. 5, s. 227-238.
Bütün hazırlıklar tamamlanınca nihayet kararlaştırılan günlerde Harem halkı, şehzade ve padişahın İbrahim Paşa Sarayı’nda, diğer davetlilerin de meydanda kendileri için hazırlanan yerlere oturmalarıyla şenlik başladı. Aslında sünnet düğününün toplam iki ay süreceği ilan edilmişken yeniçerilerle sipahiler arasında büyük bir kavganın yaşanmasına kızan III. Murad, düğünün 52. günü saraya döndü ve böylece şenlik de sona erdi.
Sancağa yalnız büyük şehzadelerin gönderilmesi ve bilhassa da tahta geçişte “ekber-erşed” sisteminin uygulanmaya başlanmasıyla birlikte sünnet şenlikleri miktarca bir hayli azaldı. Artık böyle bir şenliğin yapılabilmesi için asgari dört şartın bir araya gelmesi gerekiyordu: Padişahın bir erkek evladının doğması, bu şehzadenin sünnet çağına erişebilmesi, padişahın, bunu görebilecek kadar tahtta kalması ve uygun siyasi-içtimai şartların mevcudiyeti. Bütün bu şartlar istisnai olarak bir araya geldi ve buna bağlı olarak da şenlikler birer istisnaya dönüştü.
I. Ahmed’in tahta çıkmasıyla Osmanlı tarihinde bir ilk yaşandı; 14 yaşındaki yeni padişah, cülusundan bir ay sonra, 23 Ocak 1604 gecesi Topkapı Sarayı’nda büyük eğlenceler eşliğinde sünnet edildi.I. Ahmed’in oğlu IV. Murad ve torunu IV. Mehmed de tahta çıktıktan sonra Topkapı Sarayı’nda sünnet oldular. IV. Mehmed ile birlikte üç kardeşi de sünnet edildi ve sarayda bir hafta şenlik yapıldı. Ali Ufkî, padişahın huzurunda on iki gün ve gece boyunca neredeyse aralıksız bir şekilde musiki icra edildiğini, bir yandan da komedyenlerin çeşitli gösteriler yaptıklarını, o zamandan beri padişahın müzik dinlemekten hoşlanmadığını kaydeder.23 IV. Mehmed, 1675’te oğulları Mustafa ve Ahmed’in sünneti için büyük bir şenlik tertipledi, fakat bu şenliğin mekânı olarak Edirne’yi seçti.
III. Ahmed’in şehzadeleri Süleyman, Mustafa, Mehmed ve Bayezid’in sünnetleri için 1720’de İstanbul’da yaptığı sûr-ı hıtân, XVIII. yüzyılın en büyük şenliği oldu. Okmeydanı’nda 18 Eylül’de başlayan şenlik, 15 gün kesintisiz devam etti. Bu sürenin sonunda Topkapı Sarayı’na dönülerek burada da 6 gün daha geceli gündüzlü eğlenceler yapıldı. Eski Saray’da hazırlanan nahıllar ve şeker bahçeleri 9 Ekim’de mükemmel bir alayla Topkapı Sarayı’na getirildi. Düğünün 22. günü olan 10 Ekim’de sarayda devlet ricalinin katıldığı bir törenle şehzadeler sünnet edildi.
Kendi çocuklarının sünnetini debdebeli bir şekilde gerçekleştirmek isteyen padişahlar, seleflerinin şehzadeleri ya da kendi kardeşlerinin sünnetleri konusunda aynı arzuya sahip değillerdi.
23 Karşılaştırmalı olarak bk. Ali Ufkî, Saray-ı Enderun, s. 52; Ali Ufki Bey’in Anıları, s. 81.
Bu şehzadeler sarayda sessiz sedasız sünnet edilirlerdi. Nitekim III. Ahmed döneminde şimşirlikte nezaret altında tutulan II. Ahmed’in oğlu Şehzade İbrahim ile II. Mustafa’nın oğulları Mahmud, Osman ve Hasan 1704’te “mahfîce” sünnet oldular.24 Zira şimşirlikteki şehzadeler, hanedanın devamının garantisi oldukları kadar, baştaki padişahın da alternatifiydiler.
İstanbul halkı, III. Ahmed’den sonra yeni bir sünnet şenliği için II. Mahmud zamanına kadar bekledi. Şehzade Abdülmecid ile Abdülaziz, Sadabad’da 11-17 Mayıs 1836’da yapılan XIX. yüzyıldaki en şaşalı ve geleneksel düzendeki son şenlikte sünnet edildiler. Sultan Abdülmecid, 1847’de oğulları Mehmed Murad ile Abdülhamid’i; 1856’da Mehmed Reşad, Kemaleddin, Nureddin ve Burhaneddin’i 12’şer gün süren şenliklerle sünnet ettirdiyse de bu eğlencelerin eski görkem ve zenginliği kalmamıştır. Ayrıca artık düğün yerleri de değişmiş bulunuyordu.
Nitekim 1856 yılında yapılan sünnet düğünü Maçka Kışlası’nda ve Maçka-Pangaltı ve Şişli Karakolu’na kadarki arazi üzerinde icra edilmiştir. Sultan Abdülaziz’in, oğlu Yusuf İzzeddin Efendi için 1870’te; II. Abdülhamid de hanedan çocukları için üç defa yaptırdığı sünnet cemiyetleri, şenlik havasından tamamen uzaklaştı.
Sûr-ı hıtânlar, diğer Osmanlı şenliklerinde de karşımıza çıkan yarışlar, hüner gösterileri, esnaf alayları gibi eğlencelerin yanı sıra toplu sünnet törenleri olmalarıyla dikkat çekerler. Şenliklerde, içoğlanları, zadegân çocukları, başta yoksullar olmak üzere İstanbul ve civarında yaşayanların evlatları, bütün masrafları saray tarafından karşılanarak sünnet ettirilmekteydi. 1582’de, İntizâmî’ye göre 10.000’den fazla; 1720’de Mehmed Hafız’a göre 3.285, Vehbî’ye göre 5.000; 1836’da Hızır’a göre 10.000, Lebîb’e göre 5.046; 1847’de Tahsin’e göre 8.000; 1856’da 500-600 çocuk, şehzadelerle birlikte sünnet edilmişti. II. Abdülhamid de gerek şehzadeler için yapılan sünnet cemiyetlerinde gerekse başka vesilelerle toplu sünnetler yaptırmıştır.