2 Ağustos 2020 Pazar

Geçmişten Günümüze Geleneksel Anadolu Mutfak Kültürünün Gelişimi

Geçmişten Günümüze Geleneksel Anadolu Mutfak Kültürünün Gelişimi  
Galip AKIN
Vahdet ÖZKOÇAK
Timur GÜLTEKİN  

Özet 
İnsan, geçmişten günümüze gelinceye kadar beslenme ihtiyacını çeşitli şekillerde karşılamıştır. Buna göre konumuzu oluşturan Geleneksel Anadolu Mutfak Kültürü’nün ortaya çıkışı ve gelişimini 5 ana grupta değerlendirebiliriz. 

1- Avcı Toplayıcı Beslenme Süreci:
İnsanın yeryüzünde görülmesinden yerleşik düzene (Neolitik Dönem) geçinceye kadarki süreçtir. Bu süreçte insanlar, doğadan topladıkları ve avlandıkları bitki ve hayvanları yiyerek beslenmelerini sağlamışlardır.
  
2- Anadolu’da İlk Yerleşik Düzene Geçilmesinden (MÖ 9-8 bin yıl önce), M.S. X. Yüzyıla Kadarki Süreç;
Bu süreçte Anadolu’da birçok yerleşim yerleri ve devletler kurulmuştur. Bunlardan önemlileri Hattiler, Hititler ve Urartulardır. Bunların beslenmelerinin ana ürününü tahıl ve tahıl ürünleri, baklagiller ile koyun, keçi, sığır ve kümes hayvanları oluşturmuştur. 

3- Anadolu Selçukluları ve Beylikler Dönemi: Anadolu’ya özellikle 1041 yılından itibaren büyük gruplar halinde gelip yerleşen Selçukluların mutfak kültürleriyle ilgili bilgileri Kaşgarlı Mahmud’un Divanu Lügati’t Türk (1072), Yusuf Has Hacip’in Kutatgu Bilig (XI. Yüzyıl), Mevlana’nın eserleri (Mesnevi, Divan-ı Kebir, Mektübat, Mecalis-i Seb’a XIII. Yüzyıl) ve 14. yüzyılda yazılı hale getirilmiş Dede Korkut hikâyelerinde bulabiliriz. Bu dönemde Orta Asya’dan getirilen mutfak kültürü, Anadolu’da yerleşik insanların kültürleriyle bütünleşmiştir. 

4- Osmanlı İmparatorluğu Dönemi:
Bu dönem Osmanlı İmparatorluğunun kuruluşundan (1299), Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna (1923) kadarki süreci kapsar. Osmanlı İmparatorluğunun gelişimine paralel olarak, mutfak kültürü de gelişmiştir. Mutfakta aşçılar, padişah ve saray ileri gelenlerin hoşuna gidecek yemekleri yapabilmek, ziyafetleri daha gösterişli hale getirmek için adeta birbirleriyle yarışarak, Osmanlı Mutfak Kültürü’nün zenginleşmesine katkıda bulunmuşlardır.  

5- Cumhuriyet Dönemi (1923-Günümüz):
Başlangıçta Anadolu mutfak kültürüyle ilgili kaynaklar daha çok İstanbul mutfağına ait olmasına karşın, bunun ekonomik ve teknolojik gelişmelere bağlı olarak iletişimin artmasıyla zamanla gelişerek daha da zenginleştiğini söyleyebiliriz. Gelişmeye bağlı olarak yörelere özgü yemekler diğer yörelerde de bilinir duruma gelmiştir. 

Günümüzde Geleneksel Anadolu Mutfak Kültürü’nü teknolojik gelişmeler daha fazla etkilemiştir. Yağların rafinasyonu, tereyağı ve iç yağlarının yerini margarinlerin alması, tatlandırıcı olarak bal ve pekmez yerine şekerin yoğun olarak kullanılması, buğdayın saflaştırılarak tam buğday unu yerine, beyaz unun kullanılması, konserve, hazır yemeklerin, gıda katkı maddelerinin ve tatlandırıcıların mutfağa girmesi, yemek pişirme araçlarının değişmesi, GDO’lu ürünlerin piyasaya girmesi gibi nedenler Geleneksel Mutfak Kültürü’nün değişmesinde rol alan başlıca etmenler olarak karşımıza çıkmaktadır. 

GİRİŞ 
İnsanın büyüyüp, gelişebilmesi, üremesi ve her türlü aktivitesini istenilen şekilde yapabilmesi ancak yeterli düzeyde enerji elde etmesiyle mümkündür. Her canlı gibi insan da ihtiyaç duyduğu enerjiyi, yaşadığı çevredeki besinlerden temin eder. Yaşam için gerekli olan ve yiyeceklerimizde bulunan besleyici maddeler besinlerimizi oluşturur. 

İnsanın ihtiyaç duyduğu besin öğelerini almasına beslenme denir. Beslenme insanın genetik ve vücut özelliğine, cinsiyetine, yaşına, çalışma biçimine ve iklim, topoğrafik yapı, rakım gibi çevresel koşullara göre ihtiyaç duyduğu besin öğelerini düzenli ve dengeli biçimde alabilmesidir. İnsanın ihtiyaç duyduğu 50’den fazla besin öğesi, doğada bulunmaktadır. 

İnsanın yaşamı için gerekli olan 50’den fazla besin öğesi, proteinler, yağlar, karbonhidratlar, vitaminler, mineraller ve su diye altı ana grupta toplanır. İnsan bu besin öğelerinden bazılarından günde 20-25 gram (örneğin protein), bazılarından miligram (kalsiyum), bazılarından mikrogram (bakır) cinsinden ihtiyaç duyarken, erişkin bir insanın günde ortalama 2-2,5 litre suya gereksinimi vardır. Bu besin öğelerine olan ihtiyaç miktarı, kişiden kişiye ve koşullara bağlı olarak değişir (Nussbaum, 2005; Applegate, 2010; Baysal, 2012).  

Vücudumuzun bu besinlerden yararlanabilmesi için öncelikle sindirilerek dokulara ve hücrelere alınması şarttır. Vücudumuza alınan bu besin öğelerinin bir kısmı yapıcı-onarıcı (örneğin proteinler, yağlar, karbonhidratlar, su), bir kısmı enerji verici (proteinler, yağlar, karbonhidratlar ), bir kısmı da düzenleyici (vitaminler, su ve mineraller) olarak görev yaparlar (Akın, 2010). Vücudumuzun besinlerden istenilen şekilde yararlanabilmesi için, bu besinleri yeterli ve dengeli biçimde alması gerekir. Besinlerden az veya fazla alındığında ya da bozulmuş ve hijyenik olmadığında her türlü hayatsal aktivitelerde aksaklıklar, büyüme ve gelişmede gerilemeler görülmeye başlar. 

Örneğin besin öğeleri az alındığında vücut zayıf düşer. Bağışıklık sistemi zayıfladığından, vücutta birçok aksaklık birbirini takip eder. Besin öğeleri fazla alındığında ise yine pek çok sıkıntılar ortaya çıkar. Başta enerji verici besinler vücutta yağa dönüşerek birikir ve şişmanlığa (obezite) neden olur. Şişmanlık vücudun iç dengesinin (homeostasiz) bozulmasını sağlayarak, yine birçok aksaklığın nedeni ve tetikleyicisi olur. Bu nedenle düzenli ve dengeli beslenme ile besinlerin istenilen özellikte vücuda alınması sağlıklı, kaliteli ve uzun ömürlü yaşam için vazgeçilmez niteliktedir (Yürükan, 2006; İkinci, 2010; Akın, 2011).  

Sağlıklı ve Kaliteli Yaşam İçin Besinlerin Elde Edilişi ve Hazırlanışının Önemi...
Sağlıklı ve kaliteli yaşam için besinlerin tarlada yetiştirilmesinden, soframıza gelinceye kadarki sürecin önemi büyüktür. Kaliteli bir besin elde edebilmek için yetiştirilecek bitkisel besinlerin kaliteli tohumlardan ve tarlaların iyi ve bakımlı olmasından, tarlanın bulunduğu yerin havası ve suyuna kadar temiz ve uygun olması gerekir. Yine yetişen ürünün hasat edilip toplanışına ve depolanmasına kadarki süreçler de ürünün dolayısıyla besinin temiz, kalitesi ve tazeliğine etkisi tartışılmaz niteliktedir. Öte yandan bu besinlerden yemeğin yapılış yöntemi, yemeğin içine konan besinlerin miktarı ve birbirlerine göre oranları da yemeğin lezzeti üzerine etkilidir.

Burada yemeğin pişirildiği kaplardan başlayarak, yemeğin ateşte pişirilme sıcaklık derecesi ve süresi de yemeğin görünümü ve tadı üzerine etkisi fazladır. Hatta sofranın hazırlanışı, görünümü, yemeğin yenildiği ortam bile yemeğin hoşluğu ve lezizliği üzerine etkisi tartışılamaz niteliktedir. Örneğin yemek yapılacak besinin hijyenik olmaması veya tazeliğini yitirmiş olması gibi sebeplerden dolayı, o yemek hangi koşullarda yapılırsa yapılsın gerçek tadını ve kokusunu vermeyecektir. 

Yemeğe konacak ana besin ile tuz, salça, yağ ve su oranını ayarlayamadığımızda yapılan yemek (aş) yine tadını yitirir, lezzetini alamayız. Yemeği fazla ateşte, ince kaplarda pişirdiğimizde de yemeğin gerçek tadını alamayız. Hele yemeği fazla pişirip yakarsak yemek yarar yerine zararlı bile olabilir. Yemeğe konulan besinler, haşereler tarafından bazı kısımları yenmiş veya tozlu, topraklı ise yemeğin lezzetli ve sağlıklı olmasını bekleyemeyiz (Akın, 2010; Alparslan, 2010). 

Hayvansal besinler için de durum farklı değildir. Kasaplık hayvanların yediği yemler, beslendiği yerlerin havası, suyu, toprağı ve kaldığı ahırlara kadar tüm koşullar, hayvanların etlerinin kalitesi üzerine doğrudan etkilidir. Hayvanların yediği otların, yetiştiği toprağın yapısı, hayvanın yetiştiği yerin suyu, havası temiz değilse etlerinin sağlıklı ve taze olduğunu söyleyemeyiz (Altuğ, 2009; Applegate, 2010). 

Günümüzde bitkilere verilen aşırı suni gübre, büyüme hormonu ve antibiyotikler nedeniyle sağlıklı ve taze bitkisel besin bulmak neredeyse imkânsız hale gelmiştir. Aynı durum bazı hayvanlar için de söylenebilir. Daha ilginci giderek artan düzeyde yaygınlaşan Genetiği Değiştirilmiş Organizmaların (GDO) yetiştirilmesi, bu bitki ve hayvanlardan sağlıklı ve doğal besin elde etmenin neredeyse mümkün olmadığı izlenimi vermektedir. Kısaca yaptığımız bu açıklamalardan, sağlıklı, kaliteli ve uzun ömürlü yaşamın temel koşullarından biri, düzenli ve dengeli beslenmedir diyebiliriz (Adızel ve ark., 2010).
  
Yemeğin Yapılış Yönteminin Beslenmede Önemi...
Yemeğin yapılış yönteminin, yemeğin görünümü, tadı ve kokusu üzerine doğrudan etkili olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Ayrıca yemeğin besleyici değeri üzerine etkisi göz ardı edilemez. Yemeğin içine konacak besinlerin seçiminde, besinlerin uygunluğu, çeşidi ve miktarı öyle ayarlanmalı ki, yemeğin görünümü, tadı ve kokusu, o yemeğe özgü olmalıdır. Deyim yerinde ise besin maddeleri birbirini etkileyerek kendine has bir yemek olabilmelidir. 

Böyle bir yemeğin kendine has görünümü, tadı ve kokusunun yanında sindirimi de kolay olur (Baysal, 2002). Yemeğin pişirildiği tencerenin bakır, tunç, alüminyum, çelik, emaye, seramik ve kilden yapılmış olması, bunların kalınlıkları ve yapılışında içerisine konan maddeler de yemeğin kaliteli olup olmamasında etkilidir. Tenceredeki yemeğin odun, odun kömürü, linyit kömürü, tüp gaz ya da doğalgazda pişirilmesi de yemeğin görünümü, lezzeti ve kokusuna etkisi gözardı edilemez. Ayrıca ateşin harlı veya kısık olmasının ve ateşte pişiriliş süresinin bile yemeğin kalitesine etkisi büyüktür (Akın, 2012; Baysal, 2012). 

Geleneksel Anadolu Mutfak Kültürünün Gelişim Süreci
İnsanın yaşamını devam ettirebilmesi için beslenmesi gerekir. Genel anlamıyla mutfak, insanın beslenme gereksiniminin karşılandığı yer, hatta beslenme gereksinimini ifade eden terimdir. İnsanın ilk yeryüzünde görüldüğü andan günümüze gelinceye kadar beslenme ihtiyacını karşılama şekli, birçok evreden geçerek ve giderek her toplumun yaşadığı yere ve yaşam biçimine uygun olarak gelişerek günümüze kadar gelmiştir. 

Başlangıçta çok uzun süre sadece avcıtoplayıcı bir kültürle yaşam biçimini şekillendirmişken, yerleşik düzene geçtikten sonra toplumların çevresel koşullarına ve gelişmişlik düzeylerine bağlı olarak mutfak kültürleri ortaya çıkmıştır. Özellikle son 100-150 yıllık süreçte ise dünyada sanayileşmenin yaygınlaşması ve iletişimin kolaylaşması beslenmede küreselleşmeye doğru gidişi artırmıştır (Uhri, 2011; Özbek, 2013). 

İnsanın beslenme ihtiyacı başlangıçtan günümüze gelinceye kadar çeşitli şekillerde karşılanmıştır. Bu çalışmamızın konusunu oluşturan Geleneksel Anadolu Mutfak Kültürünün ortaya çıkışı ve gelişimini temelde 5 gruba ayrılarak incelenebilir.  

1.  Avcı - Toplayıcı Beslenme Süreci 
İnsanın yeryüzünde görülmesinden yerleşik düzene (Neolitik Dönem) geçinceye kadarki süreci kapsar. Çok uzun süren bu süreç dünyadaki tüm insanlar yaşamlarını devam ettirebilmek için, doğada bulunan bitki ve hayvanları toplayarak veya avlanarak besinlerini temin etmişlerdir. Zamanla deneyim kazanarak kendilerine yararlı olan besinleri öğrenerek, yemek menülerini çeşitlendirmişlerdir. 

Ateşi bilinçli olarak kullanmaya başlamalarıyla hem dünyanın serin ve soğuk olan yerlerinde yaşamayı başarmışlar, hem de topladıkları ve avladıkları bitki ve hayvanları pişirerek yaşamlarını kolaylaştırmışlardır. Bu süreçte, sadece yaşadıkları çevrede bulunan kendilerine besin olabilecek bitki ve hayvanları toplayıp veya avlayarak besinlerini temin etmişler ve yaşamlarını güç doğa koşullarında sürdürmüşlerdir (Sahlins, 2010; Merdol Kutluay, 2012). 

2.  Anadolu’da İlk Yerleşik Düzene Geçilmesinden (M.Ö. 9 - 8 bin yıl) M.S. X. Yüzyıla Kadar Olan Süreç 
Neolitik Dönemin başlangıcında insanın yerleşik düzene geçmesiyle birlikte bitkilerden buğday, arpa, mercimek gibi tahılları, hayvanlardan domuz, keçi ve koyunu ehlileştirmeyi başarmışlardır. Geçen zaman içinde nohut, mısır, fasulye hayvanlardan geyik, sığır, tavuğu ve diğerlerini evcilleştirerek besin menüsünü her geçen sürede genişletmiştir. Bu sürede besinlerin bulunmadığı zamanlar için de saklamayı öğrenmiştir (Bellwood, 2008). Besin menüsü genişledikçe toplumların yaşadığı yerlere özgü bitki ve hayvanları ehlileştirip yetiştirmeye başlamasıyla yöreye özgü mutfak kültürü de oluşmaya ve çeşitlenmeye devam etmiştir. 

Özellikle de kilden çanak-çömlek yapımının başarılması ve besinleri özel besin saklama kuyularında saklamaya başlamalarıyla, yöresel mutfak kültürü yüzyıllar içerisinde zenginleşmiştir. Daha sonraları bakır, tunç ve demirin kullanıma sokulmasıyla, ağaç kaplarının dahil olmasıyla yörelere özgü mutfak kültürleri de çeşitlenerek zenginleşmiştir (Özer ve ark., 2010; Sürücüoğlu ve Özçelik, 2011). 
  
Anadolu farklı topoğrafik yapısıyla farklı mikroklima özelliklerine sahiptir. Ayrıca uzun süreçte birçok farklı yerli ve dışarıdan göçle gelen toplulukların birbirleriyle etkileşimiyle Anadolu Mutfak Kültürü çeşitlenmeye ve zenginleşmeye devam etmiştir (Arıhan, 2010).  

Anadolu’da bu süreçte küçük veya büyük, bölgesel ya da geniş alana yayılmış çok sayıda topluluk ve devlet yaşamıştır. Bu süreçte sırasıyla yaşamış toplumlar şu şekildedir: Hattiler (M.Ö. 2500-630), Hititler (M.Ö. 2000-1200), Persler (M.Ö. 2000- M.S. 651), Firigyalar (M.Ö. 1200- M.Ö. 7.yüzyıl), Urartular (M.Ö. 900-600), Lidyalılar (M.Ö. 700-547), Romalılar (M.Ö. I. yüzyıl - M.S. 476), Bizanslılar (M.S. 395-1453). 

Anadolu’da yaşamış bu devletlerin mutfak kültürleriyle ilgili olarak her biri hakkında bilgi vermek, hem teknik hem de zaman açısından mümkün değildir. Ancak Anadolu’da uzun bir dönem yaşamış ve daha geniş bir yayılma göstermiş, ayrıca beslenme kültürleri hakkında daha fazla bilgi sahibi olduğumuz Hititlerin mutfak kültürünü örnek olarak verelim (Belli, 2011; Arıhan, 2012). 

Hititlilerde Beslenme 
Başkentleri Boğazköy’de saray ve tapınaklarda mutfak ve yemekhaneler tespit edilmiştir. Evlerinde yemek ve ekmek pişirme gereksinimleri için ocaklar ve fırınlar bulunmuştur. Hititlerin zengin bir besin ve gıda çeşitleri vardı. Özellikle ekmek, börek, çörek gibi un mamulleri çoktur. Hititçe metinlerde 180’e yakın un mamullerinin adı geçmektedir. Yine evlerinde çeşitlilik gösteren keramik kaplar bulunmuştur. 

Evcil hayvanlardan yine sırasıyla sığır, koyun, keçi ve domuz besleniyordu. Yabanıl hayvanlardan geyik, karaca, yaban koyunu, yaban keçisi, yaban domuzu ve tavşan avlanırdı. Kuşlardan en çok ördek ve keklik avlanmıştır. Hititlerin kendilerinden daha önceki toplumlardan daha az et yedikleri anlaşılmıştır. Hititlerde balıkçılık önemli bir yer işgal etmemektedir. Besledikleri hayvan sütlerinden peynir, çökelek, tereyağı yapıyorlardı. Bir tablette sulu sütten yapılmış halantiye bulamacı kraliyet yemeği olarak tanıtılmıştır. 

Ayrıca ritüel bir metinde “5 adet peynirli ekmek” ifadesi ekmeğin peynir katkılı olarak yapıldığını da akla getiriyor.  
Hititler döneminde tarla ve bahçe bitkilerinden, buğday, arpa, fasulye, bezelye çeşitleri, mercimek, nohut, burçak, soğan, salatalık, pırasa, lahana, sarımsak, kimyon, susam, üzüm, elma, kayısı, alıç, antepfıstığı, hurma, kiraz, nar, zeytin yetiştirilmiştir. 

Hititler’de yağın ve balın çok özel bir yeri vardı. Anadolu tıpkı şarapçılıkta olduğu gibi arıcılık ve bal üretiminde de Mezopotamya’ya öncülük etmiştir. 

Hititlerin mutfakları ve mutfak kültürleri, dönemine göre zengin bir çeşitliliğe sahipti (Arıhan, 2012; Şensoy, 2012).

3.  Anadolu Selçukluları (1077 - 1308) ve Beylikler (1227 - 1521) Dönemi 
Asya’da kurulan Büyük Selçuklu İmparatorluğu topluluklarından bazıları, aralıklarla Anadolu’ya gruplar halinde gelip yerleşmişlerdir. Özellikle 1041 yılında büyük bir grup gelerek yerleşmiştir. 1071, Malazgirt Savaşı’ndan sonra Anadolu’nun büyük bir kısmı Selçukluların eline geçmiş ve 1077 yılında da Anadolu Selçuklu Devleti kurulmuştur. 

Selçukluların Anadolu’ya yerleşmesiyle mutfak kültürleriyle ilgili bilgiler de yazılı kaynaklarda yer almaya başlamıştır. Bunlardan en önemli kaynak, Kaşgarlı Mahmud’un Divan-u Lügati-t Türk eseridir. Bu eserde Selçukluların temel besinleri, yemek pişirme şekilleri ve bazı yemeklerin tarifleri verilmiştir. Aynı tarihlerde (XI. Yüzyıl) Yusuf Has Hacip’in Kutadgu Bilig eserinde yemekle ilgili tören, şölen ve sofra düzenine ilişkin bilgiler yer almaktadır. 

Ayrıca XIII. Yüzyılda yaşayan Mevlana’nın eserleri de önemli kaynak oluşturur. Selçuklulara ait kaynaklardan biri de XIV. Yüzyıl sonlarında yazılı duruma getirilen Dede Korkut Hikâyeleridir. Bu kaynaklara göre Selçuklular döneminde Orta Asya’dan getirilen mutfak kültürü Anadolu’da daha önce yerleşik toplumların kültürleriyle bütünleşmeye başlamıştır. 

Selçuklularda eti yenen hayvanların başında koyun gelir. Bunu keçi ve sığır izler. Kesilen hayvanların karaciğeri, kalbi, böbrekleri, başı, işkembe ve bağırsakları da tandır denilen (taş veya kilden yapılmış) kuyuda ve ateş üzerinde pişirilirdi. Hayvanın geri kalan eti ileride yenilmek üzere ateşte kavrulup, küplere doldurulup üzeri hayvanın eritilen yağı ile kapatılarak saklanırdı. Başka bir saklama yöntemi de hayvanın parçalanan kemikli etleri, ağaç dallarına asılarak kurutulup, kışın yahni (nohut, fasulye yahnisi gibi) yemeği yapımında kullanılırdı (Baysal, 2012). 

Süt hayvanı olarak koyun, inek, keçi ve kısrak beslenirdi. Sütten yoğurt, ayran, kefir, kurut, kımız ve peynir yapılırdı. Kısrak sütünden yapılmış kımız Selçuklular ve Asya toplumlarında çok iyi bilinirdi. Fazla yoğurt hayvan derisinden ya da ağaçtan yapılan yayıklarda çalkalanarak, tereyağı elde edilirdi. Kalan ayran toyga aşı ve çorba yapılırdı. Kalan ayranın içine biraz tuz katıp kaynatılarak çökelek (keş) elde edilir. Yoğurdun da fazlası açık havada yumurta büyüklüğünde topak haline getirilip kurutularak kurut yapılarak, kışın suda ıslatılıp yumuşatılarak çorba ve yemek yapımında kullanılırdı (Arıhan, 2012). 

Selçuklu ve sonrasında kurulan Anadolu Beyliklerinin bitkisel besinleri arasında tahıllardan buğday ve arpa gelir. Tam olarak olgunlaşmamış buğday başakları ateş üzerinde ütülür ve sonra dövülerek yenirdi. Olgunlaşmış buğdaylar toplanarak harman yerinde at ve öküzlerin çektiği düven ile dövülür. Savrularak, samanından ayrılan buğdayın bir kısmı taş dibeklerde hafif nemlendirilip ağaç tokmaklarla dövülerek, buğday kepeğinden ayrılarak yarma (dövme) elde edilir. Bu yarma toyga aşı, yoğurtlu çorba, keşkek ve aşure yapımında kullanılırdı. 

Buğday temizlenip kaynatılıp kurutulduktan sonra da, el ya da su gücüyle döndürülen iki taş arasında kırılarak bulgur elde edilirdi. Buğday bu değirmenlerde daha ince öğütülerek un haline getirilirdi. Buğday unu su ile karıştırılıp hamur haline getirildikten sonra oklava ile farklı kalınlıklarda açılıp, sacda pişirilerek yufka, şebit, katmer ve bazlama yapılırdı. Divan-u Lügati-t Türk’te ekmek, yufka, katmer ayrıca güveç, şiş, sac sözcükleri yer almaktadır. Buğday ve arpa ezildikten sonra beklemiş hamurda mayalandırılarak boza yapılırdı (Kaşgarlı Mahmut, 1989). 

Selçuklu ve Anadolu Beylikleri zamanında yazılan Selçuknameler de düzenlenen törenlerde pilavlar, boraniler, yahniler, kebaplar, helise bunların yanında şerbetler, çorbalar, tutmaç, tirit, bulamaç, ekmek ve sebze yemekleri tatlılardan helva ve kadayıfın verildiği yazılmaktadır. 

Meyvelerden elma, erik, üzüm, ayva gibi meyvelerin yetiştirildiği, bunların hem taze olarak yendiği hem de kurutularak kak adıyla kışın sulu pekmezle hoşaflarının yapıldığı bilinmektedir. Pekmezden un helvası, badem helvası, zerde ve paluze gibi hafif tatlılar yapılıyordu. Tatlandırıcı olarak bal ve pekmez kullanılmıştır. Üzümden sirke ve şarap da yapılıyordu.  

Sebzelerden patlıcan, ıspanak, turp, şalgam, havuç eskiden beri bilinmekte ve mutfakta kullanılmıştır. İlkbahar aylarında tarla ve bahçelerden madımak, yemlik, yarpuz, töhmeken toplanarak yenilmiştir. 

Baklagillerden bakla ve mercimek Orta Asya’dan beri bilinmekteyken nohut ve fasulye Anadolu’ya yerleştikten sonra Selçuklu mutfağında yer almıştır. Selçuklulara baharatın Arap Mutfak Kültüründen geldiği sanılmaktadır Erdoğan, 2010); (Arıhan, 2012, Baysal, 2012. 

4. Osmanlı İmparatorluğu Dönemi (1299 - 1922) 
Yaklaşık 623 yıllık bu süreçte Osmanlı Mutfağının gelişmesi ve çeşitlenmesinde Osmanlı Sarayı ve dönemin zengin konakları önemli rol oynamışlardır. Bilhassa Fatih Sultan Mehmet döneminde sarayda mutfak ve eklentileri büyütülmüş, aşçılar padişah ve saraydakilerin hoşuna gidecek yemekleri üretebilmek, sarayda verilen ziyafetleri daha gösterişli duruma getirmek için birbirleriyle yarış ederek, Osmanlı Mutfağı’nın zenginleşmesine katkıda bulunmuşlardır. 

Yabancı gözlemcilerin yazdıklarına göre Fatih döneminde sarayda elçiler için verilen ziyafette, et ve etli yemekler başta olmak üzere pilav, değişik sebze yemekleri, tatlılar ve içecek olarak tatlı şerbetler ikram edilmiştir. Konaklarda sunulan yemekler içinde terbiyeli çorba, kuzu kebabı, tandır kebabı, kızartılmış tavuk, enginar yahnisi, yaprak sarması, patlıcan dolması, etli elma dolması, yumurta dolması, pirinç pilavı, erişte, peynirli börek, baklava, kayısı hoşafı, sütlaç, aşure ve çeşitli şerbetler yer almaktadır.  

Osmanlı’da en çok kullanılan baharatlar arasında kimyon, safran, hardal, kişniş ve tarçındır. Saray, konak ve halk mutfağında tatlandırıcılardan nane, maydanoz, fesleğen, reyhan, sarımsak, soğan ve Amerika’nın keşfinden sonraki (1492) yıllarda salça ve biber kullanılmıştır. Açları doyurmak için yapılan vakıf imarethanelerinde ekmeğin yanında genellikle çorba,  et ve sebze yemekleri ve pilav verilirdi. Ramazan ve Cuma günlerinde bunlara ballı tatlı, helva ve zerde gibi tatlılar ilave edilerek fakirlere sunulurdu.
  
Saray mutfağı, Osmanlıların Avrupa ile iletişimlerinin artması sonucu, Osmanlıların yaptığı erişte, dolma, sarma, yoğurt, ayran ve baklava gibi yemekler Avrupa’da görülmeye başlamıştır. Öte yandan Osmanlıya, pasta Fransa’dan, makarna İtalya’dan girmiştir. Amerika’nın keşfinden sonra domates, biber, hindi, patates, mısır gibi besinler Osmanlının besin diyetine girmiştir. 

Amerika’nın keşfinden sonra anavatanı Amerika olan domates, biber, patates, mısır ve hindi gibi besinlerin Osmanlı mutfağına girmesiyle yemeklerde çeşitlilik de artmıştır Öztürk, 1999; Sürücüoğlu, 1999) (Baysal, 2012). 

5. Cumhuriyet Dönemi (1923 - Günümüz)  
Cumhuriyetin ilk yıllarında iletişim ve teknolojik gelişmelerin yetersizliğine bağlı olarak belirli yörelere özgü yemekler korunurken, iletişim ve teknolojik gelişmelerin giderek yaygınlaşmaya başlamasıyla yörelere özgü yemekler diğer yörelerde de bilinmeye, yapılmaya başlanmıştır. Ayrıca Cumhuriyetin ilk yıllarında Türkiye mutfağı ile ilgili yazılı kaynaklar daha çok İstanbul mutfağından oluşmuştur. Türkiye Cumhuriyeti Dönemi’nde yemekler, Anadolu’da daha önce yaşamış tüm topluluk ve devletlerin mutfak kültürlerinin harmanlanması ve etkileşimi ile oluşan yemeklerdir. 

Önceki toplumların ve devletlerin bir sonraki mutfak kültürünü etkilememesi düşünülemez. Çünkü uzun zaman aynı yerde iç içe yaşayan toplumların birbirinden etkilenmesi kaçınılmazdır. Domates, biber, patates, mısır, hindide olduğu gibi Ege ve Akdeniz Bölgesinde yetişen zeytinlerden elde edilen zeytinyağı, önceleri saray ve konak mutfaklarında yapılan yemeklerde kullanılırken daha sonra lokanta ve halk mutfağında yer alarak yaygınlaşmış ve hemen her yörede zeytinyağı yemeklerde kullanılmaya başlanmıştır. İletişim ve teknolojik gelişmeler arttıkça bir yöreye özgü olan yemek, bir miktar yapılış şekli ya da farklı tatlandırıcılar kullanılarak yapılabilmiş, hatta farklı olarak bile adlandırılabilmiştir (Baysal, 2002; Merdol Kutluay, 2012). 

Öte yandan, eğitim ve teknolojideki gelişmeler Geleneksel Anadolu Mutfak Kültürünü çeşitli şekillerde etkilemiştir. Şöyle ki yağların rafinasyon tekniklerinin gelişmesine bağlı olarak tereyağı ve iç yağının yerine margarin ve çiçek yağları, bal ve pekmezin yerine şeker, tam buğday unu yerine beyaz un almaya başlamıştır. Konserve, hazır gıdaların ve gıda katkı maddelerinin piyasaya sürülmesi, mutfak kültürünü etkilemiştir. Seksenli yıllardan sonra bitki ve hayvan yetiştiriciliğinde büyüme hormonları, antibiyotikler ve aşırı suni gübre kullanımı yaygınlaşarak devam etmiştir. 

Bilhassa 1996 yılından itibaren tüm dünyada Genetiği Değiştirilmiş Organizmaların (GDO) üretilmeye başlanması ve giderek artması hem beslenme hem de Geleneksel Anadolu Mutfak Kültürü’nün korunması ve devamı açısından olumsuz rol oynamıştır. Ayrıca yemeklerde aşırı sos, ketçap hazır gıdalar, gıda katkı maddeleri ve tatlandırıcıların kullanımı, yemekleri saklama ve pişirilen kapların doğalgaz, tüp gaz, elektrikli fırın gibi pişirme araçlarının kullanıma sokulması Geleneksel Anadolu Mutfak Kültürü’nün değişmesinde etkili olmuş ve korunmasında önemli güçlükler yaratmıştır (Baysal, 2002; Adızel ve ark., 2010; Kiple, 2010). 

Geleneksel Anadolu Mutfak Kültürü’nün Zenginliğinin Nedenleri 
Geleneksel Anadolu Mutfak Kültürü yüzlerce hatta binlerce yıllık çabaların sonucu ortaya çıkmıştır. Bu da başlangıçtan itibaren farklı dönemlerde ve zamanlarda gelen birçok topluluğun payı yadsınamaz niteliktedir. Çünkü farklı yerlerden ve farklı zamanlardan gelen toplulukların her birinin mutfak kültürü, Anadolu Mutfak Kültürünün gelişimini etkilemiş ve çeşitlenmesinde önemli rol oynamıştır.  
Türkiye, coğrafik olarak farklı bir topoğrafik yapıya sahiptir. 

Kısa mesafelerde bile rakım değişmekte, toprağın yapısı jeolojik yapıya bağlı olarak farklı yörelerde yapıları farklı olabilmektedir. Kısa mesafelerde topoğrafik yapının değişmesi nedeniyle farklı iklimler meydana gelebilmektedir. Bunların sonucu olarak topoğrafik yapısı, rakımı ve iklimi farklı olan her yerde çok farklı bitki ve hayvanlar yetişebilmektedir. Bu durum Geleneksel Anadolu Mutfak Kültürünün özgünlüğü ve zenginliğinin nedenini açıklar niteliktedir. Anadolu’da mevcut 12 bin çiçekli bitki türünden 3 bin kadarının endemik (Anadolu’ya özgü) olması bunun en çarpıcı kanıtıdır (Baysal, 2002; Akın, 2010).

Geleneksel Anadolu Mutfak Kültürü’nün Beslenme Açısından Önemi 
Geleneksel Mutfak Kültürü’nün yaygın olduğu eski dönemlerde ekilen ya da yetiştirilen bitkiler o yörede yüzlerce hatta binlerce yıldan beri üretildiği için o yöreye adapte olmuş, doğal bitkilerdi. Eti, sütü, yumurtası, derisi için beslenen hayvanlar da yöreye adapte olmuş doğal bitkileri yediklerinden ve temiz kırlarda dolaştıklarından etleri, sütleri ve yumurtaları sağlıklı, doğal ve besleyici oluyordu. Elde edilen besinlerin toplanması, depolanması için yapılan işlemler elde ve doğal işlemlerden geçirilip, küplerde, tahta ambarlarda ve besin saklama kuyularında muhafaza edilip depolandıklarından görünüm, yapı ve içeriklerini koruyorlardı. 

Yemeklerin kilden, porselenden, kalın, kalaylanmış bakırdan yapılmış kaplarda odun veya odun kömüründe yavaş yavaş pişirilmesi hem besinlerin doğal yapısı korunduğu için yemeklerin görünümü, lezzeti ve kokusu hoş ve güzel oluyordu. Yemeklere konan, soğan, sarımsak, limon, domates, biber, yağ, tuz, nane, maydanoz, kekik, yaprak ve kırmızı biber gibi tatlandırıcı ve aromatik bitkiler de o yörede doğal ortamlarda yetiştirildiğinden hijyenik ve taze idiler. Gübre olarak da doğal gübre olarak bilinen evcil hayvanların bekletilmiş gübreleri kullanılıyordu. Yetiştiricilerin, bitki ve hayvanları yetiştirildiği ortamın toprağı, havası, suyunun da temiz olması, besinlerin, hoş görünümlü, kokulu ve tatlı olmasında temel rol oynuyordu (Özer ve ark., 2010; Akın, 2011).  

Günümüzde ise bitki ve hayvanların yetiştirildiği ortamdaki toprağın, suyun, havanın istenilen şekilde temiz olmaması besinlerin başlangıçta sağlıklı ve lezzetli, hoş kokulu olmasını önlüyor. Beslenmek için yetiştirdiğimiz bitki ve hayvanların yetiştirildiği ortam kirli olduğu için ortamda bulunan kirli hava, su ve topraktaki zararlı ve toksin maddeleri, bitki ve hayvanların zaman içerisinde vücutlarında biriktirdiğinden, bunları besin olarak kullandığımızda, bu kirli ve zararlı maddeleri vücudumuza alıyoruz. Zamanla da biriken bu zararlı ve toksik  maddelerden dolayı yarar yerine zarar görüyoruz (Çepel, 2008; Akın, 2009). 

Özellikle 20. yüzyılın ikinci yarısından sonra fazla kullanmaya başladığımız suni gübreler, bitki ve hayvan yetiştiriciliğinde parazitlere karşı kullanılan zirai mücadele ilaçlarının yaygınlaşması bunlardan elde edilen besinlerin besin kalitesini düşürdü. Daha sonraları daha fazla miktarda besin elde etmek uğruna, büyüme hormonları ve antibiyotiklerin, gıda katkı maddelerinin kullanılması, besinlerin kalitesi, lezzeti ve kokusuna daha fazla olumsuz etki yaptı. 1996 yılından itibaren giderek artan miktarlarda besin olarak kullanılmaya başlanan Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar (GDO) sağlıklı ve lezzetli besin bulmayı güçleştirdi. 

Öte yandan giderek artan hava, su, toprak kirlenmesi, sağlıksız pişirme kaplarının kullanılması ve yemeklerin pişirildiği tüpgaz, doğalgazın devreye girmesi, sağlıklı besin yetiştirmeyi, sağlıklı yemek yapmayı, doğal beslenmeyi neredeyse imkânsız hale getirdi. Sağlıklı beslenemediğimizin gözle görünür en büyük kanıtı, tüm toplumlarda giderek yaygınlaşan ve tedirgin edici boyutlara ulaşan kalp-damar hastalıkları, şeker hastalığı, kanser, alhzeimer gibi hastalıkların akut ve kronik etkilerini gösterebiliriz. Hastanelerin sayılarının her geçen gün nüfus artışından daha fazla yenilerinin açılmasına rağmen, tüm hastanelerin daima dolu olduğunu hepimiz gözlemleyebiliriz.  

SONUÇ 
İnsanın yeryüzünde görülmesinden, günümüze gelinceye kadar geçen yaklaşık 2.5 milyon yıllık süreçte doğada gösterdiği yaşam mücadelesi, her türlü takdirin üzerindedir. Özellikle başlangıçtan, yerleşik düzene geçtiği Neolitik Dönem’in (M.Ö. 9-8 bin yıl önce) başlangıcına kadar tamamen doğa koşullarında avcı-toplayıcı olarak yaşamını sürdürmüştür. Yerleşik düzene geçmesinden itibaren yaşam koşullarında meydana gelen iyileşmelerin ve teknolojik düzeyin gelişmişliğine bağlı olarak da yaşam kalitesinde giderek artan bir şekilde düzelme ve gelişmeler meydana gelmiştir. 

Yaşam kalitesini belirleyen ve yaşamın devamını sağlayan temel öğelerden en önemlisi beslenmedir. Başarılı bir beslenme yapamayan canlı yaşamını devam ettiremez. İnsanlık tarihinde beslenme de toplumların bilgi, teknolojik düzeyine ve yaşanılan yerin koşullarına bağlı olarak farklı evrelere ayrılarak değerlendirilebilir. 

Geleneksel Anadolu Mutfak Kültürü başlangıçtan günümüze gelinceye kadar 5 ana evreye ayrılarak incelenebilir. Geleneksel Anadolu Mutfak Kültürünün de Anadolu’da yaşayan toplumların gelişmişlik düzeylerine ve çevresel koşullara bağlı olarak, her dönemin kendine has özelliklerinin şekillendiği görülmüştür. İlk dönem olan avcılık- toplayıcılık dönemi, hemen hemen tüm dünyada benzerdir. Sonraki dönemler toplumların yaşadığı çevresel koşullara ve ulaşılan bilgi ve teknolojik düzeye bağlı değişme ve gelişme göstermiştir.

Geleneksel Anadolu Mutfak Kültürü, bu koşullara göre gelişmiş ve şekillenmiştir. Bu dönemlerde en çarpıcı özellik, saray ve konaklarda yaşayan yüksek gelir düzeyine sahip olanların daha kaliteli ve besin değeri yüksek besinlerle beslendiklerini rahatlıkla söyleyebiliriz. Halkın büyük çoğunluğu çevrede bulabildikleri besinlerle, beslenmiş ve besin diyetlerinin önemli bir kısmına un ve unlu mamuller oluşturmuştur. Aşağı yukarı her dönem de halkın çoğunluğunun düzenli ve yeterli beslenememiş olduklarını görüyoruz (Sürücüoğlu, 1999; Yılmaz, 2004). 

İletişimin ve teknolojinin gelişmesiyle, ülkemizde ve tüm dünyada aşırı nüfus artışı, plansız sanayileşme, fazla suni gübre ve zirai mücadele ilaçlarının kullanılması, global düzeyde çevre kirlenmesini gündeme getirmiştir. Son yıllarda artan nüfusu beslemek için fazla ürün elde etme amaçlandığından bitki ve hayvanlara büyüme hormonu ve antibiyotiklerin verilmesi, gıdalara gıda katkı maddelerinin konulması, sağlıklı beslenmeyi güçleştirmiştir. Son 18 yıldan beri Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar’ın (GDO) kullanılmasının giderek artması, sağlıklı ve kaliteli beslenmeyi imkânsız hale getirmiştir. Bunun en belirgin kanıtı, toplumda herhangi bir sağlık problemi olmayan yetişkin bir bireye neredeyse rastlanmamasıdır. 

Geçmişten Günümüze Geleneksel Anadolu Mutfak Kültürünün Gelişimi Hakkında...   

KAYNAKÇA 
Adızel, Ö; Özdemir, K.; Durmuş, A.; Akın, G. (2010). Genetiği Değiştirilmiş Organizmaların (GDO) Doğa ve İnsana Etkileri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Dergisi, Cilt: 15, Sayı: 2, Sayfa: 148-153. 
Akın, Galip. (2009) Ekoloji-Çevrebilim ve Çevre Sorunları, Tiydem Yayıncılık, Ankara. 
Akın, Gali. (2010) Geleneksel Mutfak Kültürü ve Yemeklerinin Ortaya Çıkışı ve Özellikleri, II. Uluslararası Doğu Anadolu Bölgesi Geleneksel Mutfak Kültürü ve Van Yemekleri Sempozyumu, 24-26 Kasım 2010, s. 324-329, Van. 
Akın, Galip. (2011) Geleneksel Gıda Hazırlama ve Saklama Yöntemlerinin İnsan Sağlığına Etkisi, III. Uluslararası Doğu Anadolu Bölgesi Mutfak Kültürü ve Erzurum Yemekleri Sempozyumu, 19-21 Ekim 2011, s. 167-173, Erzurum. 
Alparslan, İsmet. (2010) Et ve Süt Ürünlerini Saklama Yöntemleri, II. Uluslararası Doğu Anadolu Bölgesi Geleneksel Mutfak Kültürü ve Van Yemekleri Sempozyumu, 24-26 Kasım 2010, s. 330-337, Van. 
Altuğ, Tomris. (2009) Gıda Katkı Maddeleri, Sidas Medya, Ltd. Şti., İzmir. 
Applegate, L. (2010) Beslenme ve Diyet, Temel İlkeleri, Çeviri Editörü; Haydar Özpınar, İstanbul Medikal Yayıncılık, Ltd. Şti., İstanbul. 
Arıhan, Seda. (2012) Antik Çağda Beslenme, Beslenme Antropolojisi-I, Hatipoğlu Yayınları: 160, Beslenme ve Diyetetik Dizisi: 03, s. 45-78, Ankara. 
Baysal, Ayşe. (2002) Beslenme Kültürümüz, Kültür Bakanlığı Yayınları: 1230, Yayınlar Dairesi Başkanlığı, Ankara. 
Baysal, Ayşe. (2012) Türk Mutfağı, Özellikleri, Etkileşimleri, Beslenme Antropolojisi-I, Hatipoğlu Yayınları:160, Beslenme ve Diyetetik Dizisi:03, s. 123-150, Ankara. 
Belli, Oktay. (2011) Eski Çağda Doğu Anadolu Bölgesi’nde Urartu Mutfak Kültürü, III. Uluslararası Doğu Anadolu Bölgesi, Geleneksel Mutfak Kültürü ve Erzurum Yemekleri Sempozyumu, 17-21 Ekim 2011, s. 27-65, Erzurum. 
Bellwood, Peter, 2008, First Farmers (The Origins of Agricultural Societies), Blackwell Publishing, USA. 
Çepel, N. (2008) Ekolojik Sorunlar ve Çözümleri, TÜBİTAK, Popüler Bilim Kitapları: 180, Ankara. 
Dawkins, Richard. (2008) Ataların Hikâyesi, Yaşamın Kökenine Yolculuk. Çeviren: Ahmet Fethi Yıldırım, Hil Yayın, İstanbul. 
Erdoğan, Eralp. (2010) Türkiye Selçukluları Mutfağı, Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Tarih, ABD, Yüksek Lisans Tezi, Ankara. 
İkinci, Ö. (2010) Sağlıklı Beslenme Saplantı Olursa, Bilim ve Teknik Dergisi, TÜBİTAK, 516: 38-41. 
Kaşgarlı Mahmut. (1989) Divan-u Lügati-t Türk, Çeviren: Besim Atalay, Türk Tarih Kurumu Yayını, Ankara. 
Kiple, K. F. (2010) Gezgin Şölen Gıda Küreselleşmenin On Bin Yılı, Çeviren: Nurettin Elhüseyni, Yapı ve Kredi Yayınları: 3175, İstanbul. 
Merdol Kutluay, Türkan. (2012) Tarih Öncesi ve Sonrası Dönemlerde Beslenme 
Uygulamalarında Oluşan Değişimlere Genel Bir Bakış, Beslenme AntropolojiI, Hatipoğlu Yayınları:160, Beslenme ve Diyetetik Dizisi:03, Ankara. 
Nussbaum, R., McInness, R. R., Willard., H., Boekoel, C., (2005) Tıbbi Genetik, Güneş Kitabevi, Ankara. 
Özbek, M. (2013) Beslenme Kültürü Ve İnsan, Alter Yay. Rek. Org. Tic. LTD. ŞTİ., Ankara. 
Özer, İ.; Gültekin T.; Koca Özer, B., Sağır, M.; Güleç, E., 2010, Nutrition and Food Consumption in. Anatolia, Biannual Boks of EAA., 6: 39-56. 
Öztürk, Nazif. (1999) Osmanlı Yemek ve İkram Kültürü, Türk Mutfak Kültürü Üzerine Araştırmalar, Türk Halk Kültürünü Araştırma ve Tanıtma Vakfı, Yayın No: 23, s. 27-47, Ankara. 
Sahlins, M. (2010) Taş Devri Ekonomisi, Çevirenler, Taylan Doğan, Şirin Özgün, Bgst Yayınları, İstanbul. 
Sürücüoğlu, Metin Saip (1999) Osmanlı İmparatorluğu’nda Mutfak Teşkilatı, Protokol, Tören ve Şenlik Yemekleri, Türk Halk Kültürünü Araştırma ve Tanıtım Vakfı, Yayın No:23, s, 49-81, Ankara. 
Sürücüoğlu Metin Saip, Özçelik, Ayşe Özfer. (2011) Paleolitik Çağlardan Günümüze Beslenme Alışkanlıkları, VI. Yaşlılık Kongresi, 12-14 Mayıs 2011, s. 131-143, Yozgat. 
Şensoy, Funda. (2012) Hititlerde Beslenme ve Mutfak Kültürü, Beslenme Antropolojisi-I, Hatipoğlu Yayınları: 160, Beslenme ve Diyetetik Dizisi: 03, s.79-92, Ankara. 
Uhri, A. (2011) Boğaz Derdi, Arkeolojik, Arkeobotanik, Tarihsel ve Etimolojik Veriler Işığında Tarım ve Beslenmenin Kültür Tarihi, Ege Yayınları, Kitap Matbaacılık San. Tic. LTD. ŞTİ., İstanbul. 
Yılmaz, E. (2004) Paleobeslenme, TÜBİTAK, Bilim ve Teknik Dergisi, BTD Araştırma Grubu, Kasım 2004, s.5. 
Yörükan, Ayda. (2006) Şehir Sosyolojisinin ve İnsan Ekolojisinin Teorik Temelleri (Derleyen ve Yayıma Hazırlayan: Turhan Yürükan) Nobel Yayın No:792, Ankara. 

Yurt içinde ve yurt dışında ihtiyac duyan kişi ve kurumlara;
Yiyecek ve içecek alanlarında  restoran ve konaklama ve  işletmelerine belirtilen konularda osmanlı ve türk mutfağı, osmanlı saray mutfağı, anadolu mutfağı konseptlerinde uluslararası konumda has aşçıbaşı Ahmet Özdemir olarak yiyecek ve içecek danışmanlığımutfak danışmanlığı konularında mesleki eğitim ve danışmanlık hizmetleri vermekteyim. İlgili projeler için mesleki bilgilerime ihtiyac duyan kişi ve kurumlar Türkiye saati ile sabah 10:00 ila aksam 22:00 saatleri arasında tarafım ile bağlantıya geçebilirler..

Eski Anadolu Türkçesi İle Yazılmış Tıp Eserleri

Eski Anadolu Türkçesi İle Yazılmış Tıp Eserleri Ve Bu Eserler Üzerine Yapılan Çalışmalar
Arş. Gör. Semra Canan YILDIZ

Özet
Tıp metinleri; insan sağlığını koruma, hastalıklara çare bulma yanında modern ve geleneksel uygulamalar hakkında birçok bilgi ve yöntem barındırır. Tıbbi yeterliliğin bilgi birikimi gerektirmesi ve uygulama ile tecrübe edilmesi metinleri oluşturan kişilerin ya da derleyicilerin büyük çoğunluğunun hekimlerden oluşmasını sağlamıştır. Bu durum metinlerin birçoğunun hekimlere yönelik olmasına neden olmuştur. Fakat metinlerin konusu tüm insanlığın ortak paydası olan “sağlık” ile ilgili olduğu için tıp metinleri her dönemde ilgi görmüştür. Tıp metinleri yazıldığı dönemin dil unsurlarını barındırması yönüyle metin incelemelerinde önemli bir yere sahiptir. 

Metnin müellifinin ve müstensihinin ağız özeliklerinden, yazıldığı yerin dil özelliklerine kadar birçok açıdan bize ipucu veren metinler; arkaik ve ilericil ögeleri tespit etme açısından da önem taşımaktadır. Tıp metinlerinin konusu itibarıyla tıp tarihine, onomostik (adbilim), farmakoloji (ilaç-ecza bilimi), zooloji (hayvan bilimi), botanik (bitki bilimi) araştırmalarına malzeme sunması da doğal bir sonuçtur. Bu yönüyle tıp metinleri incelemelerinde disiplinlerarası bir çalışma alanı mevcuttur.

Türklerin tıp metinlerine olan ilgisinin en yoğun görüldüğü dönem 15. yüzyıldır. Eski Anadolu Türkçesinin temelinde oluşturulan tıp metinleri telif, tercüme ve aktarma olmak üzere çeşitli türlerde görülmektedir. Bu noktada inceleme konumuz 15. yüzyılda yer alan tıp konulu metinler üzerine yapılmış çalışmalardır. Dilin bütünlüklü bir çalışma alanı olması, her metne aynı özeni göstermeyi gerektirmektedir. Her metnin konusu çerçevesinde bir diğer metni okuma ve anlamlandırmada yardımcı unsurlar barındırması ile yazıldığı dönemin sosyo-kültürel yapısını ortaya koyması açısından önem taşımaktadır. Bu noktada yaptığımız çalışmanın mevcut çalışmalara katkı sağlamasını hedeflemekteyiz.

GiRİŞ
Türklere ait tespit edilen ilk tıp metinlerinin takibi Eski Uygur Türkçesi döneminden itibaren yapılabilmektedir (Yaylagül, 2010a: 3). “Anadolu tıp metni” terimiyle 13-19. yüzyıllar arasında yazılmış olan Oğuz ağız özelliklerine dayalı metinler kastedilir. İncelenen metinlerden yola çıkılarak ilk dönemlerden itibaren oluşmaya Başlamış olan (Göktürk, Uygur) tıbbi kültürel birikimin, bilgi aktarımı ve uygulamalarının sonraki dönemlerde (Harezm) yazıya geçirilmiş olduğunu söylemek mümkündür (Doğan, 2013: 126). Bu çalışmada Eski Anadolu Türkçesi döneminde yazılmış olan tıp metinlerini ile ilgili yayınlar ele alınmıştır.

insanın var olduğu andan itibaren karşılaştığı kötü durumlar için kendi imkânları ile çareler araması ve üretmesi kaçınılmaz bir durumdur. Hayatın içinde ve belki de en önemli noktasında yer alan sağlık olgusu için de söz konusu davranışın belirgin bir şekilde yansıması beklenir. Bu çareler içerisinde modern tıp yöntemleri olduğu gibi, geleneksel tıbbi yöntemler de mevcuttur. Bu noktada modern tıp gerçekçiliğinin; 

geleneksel tıp romantikliğine yenilgisini görmek de mümkündür. şüphesiz, her iki unsurun da birbirine kaynaklık ettiği ve birbirini beslendiği görülür. Tıp metinleri bir yandan dil ve yazım özellikleriyle gramer, dilbilim ve terminoloji bakımından veri sağlarken; bir yandan da içerik bakımından eczacılık, botanik, kozmetik, tıp tarihi gibi alanlara zengin malzeme sunmaktadır (Bayat, 2005: 51).

Modern tıp metinlerinden elde edilen hastalık belirtilerini tanıma, hastalığı iyileştirme, hastalığı yok etme, sağlığı koruma bilgileri; tecrübe edilebildiğinden genel- geçer olmanın haklı değerini taşırlar. Metinlerin geleneksel tıbbi yöntemleri içermesi halk hekimliği konusunu da incelemeye değer kılmaktadır. Halk hekimliği toplumun bilgi, kültür, gelenek ve göreneklerinden beslenir. 

Halk hekimliğinin içerdiği yöntemlerle, Eski Anadolu ve Orta Türkçe tıp metinlerindeki yazılı metinlerdeki yöntemlerin benzerlik gösterdiği ifade edilir (Yaylagül, 2014a: 49). Bu durum biz halk hekimliğinin varlığının oldukça eski olduğunu kanıtlar niteliktedir. 

Nesilden nesle aktarılan bilgiler, tarifler, uygulamalar koca karı işi/otu, koca avrat işi/otu gibi kavramları doğurmuştur. Türk toplumunda bu tarz uygulamaların genellikle erkek değil de kadın cinsiyetiyle özdeşleştirildiği de bilinmektedir. Bu yönüyle tıp metinleri, halk hekimliğinin etkisi ve izleri üzerine çeşitli çalışmalar Başta olmak üzere birçok açıdan ele alınmıştır. 

Özellikle halkbilimi araştırmacılarının çalışmalarına kaynaklık eden bu durum için bir belirsizlik de söz konusudur. Metinlerde yer alan halk hekimliği bilgisinin oluşum kaynağı net değildir. Tıbbi bilgilerin; halk hekimlerinin okuduğu kitaplar sonucunda mı ortaya çıktığı, yoksa halk hekimlerinin uygulamalarının metin yazarlarınca kaydetmeleriyle mi oluştuğu henüz belirsizliğini korumaktadır.

Metinlerin inceleme alanına önemli bir katkısı ise ağızlardaki söz varlığı üzerinedir. İster modern ister geleneksel tıbba hizmet etmiş olsun hekimin kullandığı dilsel özellikleri; yaşadığı yerin ve toplumun hastalıkları adlandırma ve kavramlaştırmasının tespitini sağlarken toplumun dil kullanımı hakkında da ipucu vermektedir. Metinlerde ağız özellikleri kayda değer bulunmuş ve bu minvalde çalışmalar yapılmıştır. 

Bu durum bize metinlerin ağız özelliklerinden yola çıkarak yazıldığı yer ve dönem hakkında bilgiye yaklaşma imkânı sağlamaktadır. Bursa?da yazılan tıp metinlerinde, söz konusu bölgenin ağız özelliklerinin Eski Anadolu Türkçesini beslemiş olabileceğini tespit eden s¸ahin?in (2016: 297) çalışması bu noktada yol göstericidir. Metin yazarının modern tıp anlayışından uzak olması ve bu anlayışa paralel bir dil kullanmasının da ağız özelliklerinin metne daha fazla yansımasını ve eserin değerini artırmaya kaynaklık eden bir durum olduğunu söylemek mümkündür.

Amaç ve Yöntem
Türk dilinin ve Türkçe söz varlığının tam ve doğru bir şekilde anlaşılması için, yazılmış her metnin aynı dikkatle incelenmesi gerekmektedir. Tıp metinleri birçok bilim dalıyla ilgilidir. çalışma bu açıdan, Eski Anadolu Türkçesine ait tıp metinleri üzerine yapılmış çalışmaları tespit ederek alana katkı sağlama amacı taşır. Çalışılan eserlerin dil bilgisel özelliklerine ve söz varlığına öncelikli olarak yer verilmiştir.

çalışmamızda Eski Anadolu Türkçesi Dönemine ait tıp metinleri taranmıştır. Eserler üzerine yapılmış olan yüksek lisans ve doktora tezlerine, makale ve tanıtma yazılarına Başvurulmuştur. çalışmaların dipnotları ve kaynakçaları da değerlendirilerek söz konusu dönemde kaleme alınmış hiçbir eserin dışarıda bırakılmamış olmasına özen gösterilmiştir.

İNCELEME
Eserlerin ithaf edildiği kişileri göz önünde bulundurarak tahmini bir sıralama Erdağı- Doğuer tarafından yapılmıştır (2001a:47). Biz ise bazı eser tarihlerinin veya yazarlarının belirsiz olmasından dolayı alfabetik sıralamayı uygun gördük. Bu noktada eser - (belirliyse) yazar şeklinde verilmiş olan maddeBaşları şu şekildedir:

1.Alâ’im-i Cerrâhîn/Cerrâh-nâme - ibrahim bin Abdullah: 15. yüzyılda ele alınmış cerrahi bir tıp metnidir. Gürlek tarafından doktora tezi olarak çalışılan metnin (2011c) söz varlığı eczacılık, botanik, farmakolojik alanlarıyla ilgilidir. Eserin içerdiği bitki adları üzerine yapılmış bir çalışma da mevcuttur (Gürlek 2011a).Cerrâh-nâme, Eski Anadolu Türkçesinin imla ve gramer özelliklerini yansıtır. Akıcı bir dili olan metin; barındırdığı Türkçe ifadeler açısından önemlidir (Gürlek 2011c:10). İçerik açısından en önemli özelliği ise frengi hastalığına dikkat çekmiş olmasıdır (Gürlek 2011b:1427).

2.Bahname Tercümesi - Musa Bin Mesud: 15. yüzyıla ait olan eser Türkçeye Farsçadan çevrilmiştir. Doğan, İslam?da cinselliğin göz ardı edilmesinin bahnamelerin az işlenmesine neden olduğunu belirtir (2013: 123-126). Metin, Eski Oğuz Türkçesi dil özelliklerini gösterir. Bu dönem metinlerinde, hekimler temel organ adlarında ağırlıklı olarak Türkçe kelimeler kullanmaktadır. Fakat kadın ve erkeklere ait cinsel organların ifadesinde Türkçe tercih edilmemiştir. Yazar, eserini değersizleştirmeme düşüncesiyle sohbet et-, mübâşeret kıl-, işe meşgul ol- gibi örtmecelere sıkça Başvurmuştur (Doğan 2013: 131-135).

3.Cerrâhiyetü’l-Haniyye - s¸erafettin Sabuncuoğlu: 1465 yılında yazılan eser resimli ilk Türkçe tıp kitabıdır. Yazar, metne yaşadığı dönemin dil özelliklerini yansıtmıştır. Eserin üç nüshası mevcuttur. Eserde cerrahi alet ve cihazların çizimi ile jinekolojik görseller bulunmaktadır (Acar 2015: 38). Yazar eserini yalın bir Türkçe ile yazmıştır. Eser üzerine bir doktora çalışması (Kurt 2012) yapılmıştır. Dilbilgisel özellikleri Hatiboğlu tarafından çalışılmış olup (1956) üzerine yapılmış olan bir bibliyografya çalışması da mevcuttur. Söz konusu metinde yer alan tıp terimleri hakkında inceleme yapan Önler, eserin tedavi işlemlerinde kullanılan araç gereçler hakkında bilgi vermesi sebebiyle söz varlığı açısından diğer tıp metinlerinden farklılık gösterdiğini ifade etmiştir (2017:1320).

4.Cerrahnâme-i Esbâbü’l Alâmât: Yazarı bilinmeyen eserin 15. yüzyılda İslami çevrede yazıldığı düşünülmektedir. 1504 yılında istinsah edilen eser, Eski Anadolu Türkçesi döneminin dil özelliklerini gösterir. Tıpla ilgili eserlerin ortak adının „cerrahname? olması sebebiyle birçok eserle karıştırılmıştır (Bulut 2014:1672). Eser, insanlara faydalı olmak amacıyla ele alınmıştır. Bu sebeple dili sadedir. Eser müstehcen bulunmaktadır. Fakat içerdiği tedavi yöntemleriyle önem arz ettiği ifade edilir (Doğan 2011:124). Eser üzerine yapılmış en yeni ve kapsamlı çalışma Serdar Yavuz?a aittir (2013). Yavuz?un çalışması üzerine Bulut tanıtma yazısı yazmıştır (2014).

5.Ebvab-ı Şifa: İslami çevrede yazılan eser Yaylagül tarafından çalışılmıştır. İmla özellikleri göz önünde bulundurulduğunda Batı Türkçesi veya Geç Dönem Eski Anadolu Türkçesi ile yazılmış olabileceği belirtiliren metinde Doğu Türkçesi ve Eski Anadolu Türkçesi ile benzerlik gösteren kararsız bir imla kullanıldığı ifade edilir (Yaylagül 2010: 1, 10). Eseri metin-dilbilimsel açıdan inceleyen Yaylagül bu çalışmasıyla, diğer tıp metni çalışmalarından farklı bir çizgi oluşturmuştur.

6.Edviye’i Müfrede - İshak bin Murad: 1390 yılında Geredede yazılmıştır. Tarihi kesin olarak bilinen ilk telif eserdir. Eserde hastalıklara hangi bitkilerin iyi geldiği anlatılır. Argunşah, söz konusu eser üzerine bir tanıtma yazısı yazmıştır. Eserin okuma ve sözlük kısmında hata ve eksikliklerin olduğunu belirten Argunşah, İshak bin Murad?ın bilimsel bir tarz benimseyerek hiçbir hurafeye yer vermediğini ifade etmiştir (2009:191-192). Önler, metnin özgün bir yönünün olmadığını belirterek genel bir tıp bilgisi içerdiğini ifade eder (2015: 2). Eser, ilaç olarak kullanılan yiyecek-içecek adları (I. bölüm), hastalıkların sebebi, teşhisi ve tedavisi (II. bölüm), insanın yaşlanma sebepleri (III. bölüm) ve Arapça-Farsça- Türkçe terimler sözlüğünden (IV. bölüm) oluşmaktadır. 

Ergin, eserin imla ve dil özelliklerinin 14. yüzyıldan önceyle tarihlendirilmesi gerektiğini belirtir (Canpolat 1973: 22- 30).

7.Haza’inu’s-Sa’adat - Eşref bin Muhammed: 1460 yılında yazılmıştır. Tek nüshası vardır. Nadir İlhan tarafından doktora tezi olarak çalışılmıştır (1998). İlhan, eserde Arap/Fars ve Uygur imlasının karışık kullanıldığını ve metnin Eski Anadolu Türkçesi döneminin dil özelliklerini yansıttığını belirtir (1998: 20-31). Eserde organlar hakkında doğrudan bir bölüm mevcuttur (Acıduman 2012: 104). Eserin koruyucu hekimlikle ilgili verdiği bilgiler de önemlidir (Kaya-Gözlü 2008: 7).

8.Hulâsatu’t-Tıbb - Hekim Bereket: 14. yüzyılın Başlarında yazıldığı düşünülen eserde şematik düzen söz konusudur. Paris ve Konya olmak üzere iki nüshası mevcuttur. Mensur olan eser 27 bölümden oluşmaktadır (Doğru 2015: 9-10). Hastalıkla ilgili birinci şema hastalığın sebebini ve belirtilerini, ikinci-üçüncü ve dördüncü şemalar ise hastalığın türünü ve tedavisini içerir (Doğru 2015: 10). Hastalık ve organ adlarının Türkçe; tedavilerde kullanılan ilaç, macun ve bitki adlarının Arapça ve Farsça olduğu ifade edilmiştir. Yabancı sözcüklerin fazla olduğu eserde, Eski Anadolu Türkçesi dil ve imla özellikleri görülür (Doğru 2015: 369-370). Kitâb-ı der Hulâ?a İlm-i Tıbb adlı eser üzerine iki yüksek lisans çalışması mecuttur (Demir 2010, Doğru 2015). Eser üzerine çalışması bulunan Erdağı-Doğuer, Tu?fe-i Mübarizî?nin Hulasa?dan önce yazıldığını ifade eder (Erdağı-Doğuer 2016: 13).

9.İlyasiyye - sirvanlı Mehmed bin Mahmud: 14. yüzyıl sonlarına ait olduğu belirtilir. Yazarın, eserini Osmanlı sarayına girdiği zaman yazdığı ifade edilmiştir. Anadolu beyliklerinden Menteşoğulları İlyas Bey?in isteği üzerine kaleme alınan eser (Gümüşatam, 2009: 23) Türkçe?ye Arapça?dan çevrilmiştir.

10.Kâmilü’s-Sınâ’a-Ali bin Abbas: Mecusînin Kâmilü’s-Sınâat-üt-Tıbbiye diğer adıyla da Kitab-ül Melikî adlı eserinin, sağlık ve hastalıkla ilgili kısımlarından oluşan tercüme bir eserdir. Dil ve imla özellikleri dolayısıyla 14. yüzyılda oluşturulduğu düşünülen eser Umur Bey?e sunulmuştur. 

Bursa nüshası hakkında detaylı bir inceleme yapan Koç, bu nüshada yer alan birtakım belirsizlikleri açıklamıştır (2017). Eser Anadolu sahasındaki Türkçe ilk tercüme olması sebebiyle önemlidir. Önler, eserin Edviye-i Müfrede?den daha eski olabileceğini ifade eder. Ergin ise eserin “dil, yazım, kağıt” gibi özelliklerini değerlendirerek XIV. yüzyıldan daha önce yapılmış bir çeviri olduğu fikrindedir (Önler 1990a: 3). Eserin söz varlığı, sağlığın korunması ve yaşlılıkta alınacak tedbirlerle ilgilidir (Acıduman vd. 2018: 261).

11.Kemâliyye - sirvanlı Mahmud: Eski Anadolu Türkçesi dil özellikleri gösteren eseri, Yelten ve s¸ahin (2005: 151) s¸irvânlı Mahmûd?a mal etmektedirler. Bayat, eserin İbn- i Kemal?e ait olamayacağını belirtir. Yazarın, tıp uzmanı olduğu ve Arapça bildiği ifade edilir (2007:3). Eserin; Yelten üç, s¸ahin iki nüshası olduğunu belirtirken; Bayat on beş nüshasını tespit ettiğini ifade etmiştir. On bir bölümden oluşan eser, tercümeden ziyade yarı telif niteliğindedir. Hastalık adlarıyla ilgili zengin bir söz varlığı olduğu ifade edilir (s¸ahin 2005: 153). Türkçe terim ve kavramların yer alması da esere önem kazandırmaktadır.

12.Kitâb-ı Akrabâdîn - Sabuncuoğlu serefeddin: Akrabadin Tercümesi olarak da bilinen eser 15. yüzyıla aittir (Köksal 2014: 227). Eski Anadolu Türkçesi dil özelliklerini gösteren eser, “Zahire-i Harzemşahi”nin tercümesine Sabuncuoğlu tarafından iki bölüm eklenmesiyle oluşturulmuştur. Akrabadin, ilaç formülü demektir. Doğan tarafından doktora tezi olarak çalışılmış olan eserde, ilaçların hazırlama aşamaları ve süreleri ele alınmıştır (2009a). Doğan, metinde dinsel/büyüsel uygulamalar olmadığını tespit etmiştir (2011: 124). Söz konusu eserin terim sözlüğü olarak hazırlanmış olan Istılah Lügati adlı bölümü Doğan tarafından incelenmiştir (1990b). Doğan, Kitâb-ı Akrabâdîn ile Edviye-i Müfrede?nin, tıp alanındaki ilk terim sözlüklerinden olduklarını ifade etmiştir (2009b: 252).

13.Kitâb-ı Güzîde - sirvanlı Mahmud: Zafer Önler tarafından duyurulan metnin tek nüshası İngiltere?de bulunmaktadır. Teshil ile birlikte ciltlenen esere bu isim müstensih tarafından sonradan verilmiştir. Kırk bir varak olan eser, fasıllara ayrılmış on dört babdan oluşmuştur. Herkesin anlayacağı bir dille kaleme alınan eserin, tek nüsha olması da eseri değerli kılmaktadır (Küçüker 2010: 174-175).

14.Kitâb-ı Kânûn-ı Türkî - Ahmed Bin Mustafa Bin Abdulganî: Bilinen tek nüshası olduğu belirtilir. Eserin farklı kaynaklardan yararlanılarak oluşturulduğu ifade edilmiştir (Güneş 2015: IV). Eser, Eski Anadolu Türkçesi dönemi dil özelliklerini gösterir (Güneş 2015: 399).

15.Kitab-ı Keal-name-i Nurü’l-Uyun: Yazarı ve istinsah tarihi belli değildir. Eski Anadolu Türkçesi dönemi dil özellikleri gösteren metin, farklı eserlerin taranmasıyla oluşmuştur. Söz varlığı; gebelik, doğum süreci, göz hastalıkları ve ilaçların yapımıyla ilgili bilgiler içerir. Eserin anatomi, botanik ve eczacılık terimleri açısından zengin olduğu ifade edilmiştir. Eserde yer alan Türkçe terimlerin varlığı; Türkçenin hem terim karşılama gücünü hem de bilim dili olma sürecini göstermektedir (Parlar 2015: 15).

16.Kitâbü’l Mühimmât: 15. yüzyıla ait olan eserin yazarı belli değildir. Eserde Hızır Paşa?nın anılması dolayısıyla ondan daha geç bir tarihte oluşturulduğu söylenebilir. Altı nüshası bulunan eserin korunmuş olması bakımından en iyi durumda olanı Diyarbakır nüshasıdır (Özçelik 2001: IX). Eser on farklı tıp kitabının tercümesidir. Saadettin Özçelik (2001) tarafından da çalışılmıştır. Birçok tıp kitabı ve hekim adını içeren eserin Tire nüshası üzerine Ali Haydar Bayat?ın bir çalışması mevcuttur. Eser, sözcüklerin ve terimlerin Türkçelerine ve yazıldığı dönemde rağbet gören yabancı dillerdeki karşılıklarına yer vermesi sebebiyle önemlidir. 

Bu yönüyle metin, Türkçenin tıp dilini karşılayacak güçte olduğunu göstermektedir (Özçelik 2001: 13).

17. Kitâbü’l Tıbbü’l-Hikmet: 15. yüzyılın son döneminde yazılmış olan eserin tek nüshası Almanya Gotha Araştırma Kütüphanesi?ndedir. 128 baptan oluşan eserin müstensihi ya da müellifi bilinmemektedir. Eser, insan vücudunda görülebilecek olan hastalıkları Baş bölgesinden ayağa doğru sıralamıştır. Söz varlığı, ilaç adlarını ve tedavi yöntemlerini içerir. Eski Anadolu Türkçesi dil özelliklerini taşıyan eserde, diğer tıp metinlerine göre daha sade bir dil kullanılmıştır (Doğan A.T, 2014: 312-315). Eser Doğan, A.T. tarafından doktora tezi olarak çalışmıştır (2015).

18.Mâ’ddetü’l-Hayât - Akşemseddin: Dört nüshası olduğu belirtilen eser üzerine bir yüksek lisans çalışması mevcuttur (Aktürk 2012). 15. yüzyıla ait olan eser tıp terimleri, botanik, farmakoloji ve eczacılık bakımından oldukça zengin malzeme sunmaktadır (Aktürk 2012:I). Akşemseddin, tıp tarihinde mikroptan bahseden ilk bilim adamı olması dolayısıyla da önemlidir (Süslü 2015:14).

19.Mecmu’atü’l-Fevâ’id: Hekim Beşir Çelebi tarafından Karamanoğlu ibrahim Bey için 15. yüzyılda yazılmıştır. Kaya-Gözlü tarafından doktora tezi olarak çalışılmıştır (2008). İç hastalıklardan bahseden bir eserdir (Kaya-Gözlü 2008: 7). Eski Anadolu Türkçesi dil özellikleri gösteren eserin son bölümünde ise ilaç adları alfabetik olarak verilmiştir. Doğan; eserin bilinen tek nüshasının Paris?te olduğunu belirtir (Doğan 2009:13). Böler; üç nüshası olduğunu belirterek Konya ve Paris nüshasının birbirinden farklı iki eser gibi değerlendirilmesi gerektiğini ifade etmektedir. Faydalı bilgiler içeren metinlerden seçkiyle oluşturulmuş olması da eseri önemli kılan bir husustur (Böler 2013: 16-17).

20.Menâfiü’n-Nâs - Ankaralı Hekim Nidâî: 15.yüzyılda kaleme alınan eserin konusu salgın hastalıklar ile ilgilidir. Eserin, Dürr-i Manzum,Risâle-i Tıb ve Manzûme-i Tıbb adıyla da bilindiği belirtilmiştir (Kartal 2016:4). Nüsha sayısı oldukça fazla olan eserin büyük bir ilgi gördüğünü söylemek mümkündür. Eski Anadolu Türkçesi dil özelliklerini taşıyan eser, akılda kolay kalınması için manzum olarak ele alınmıştır. Eserde yer alan Arapça ve Farsça sözcüklerin zaman zaman Türkçelerinin de verilmesi, eserin önemini artıran bir husustur. Eser bu yönüyle tıp dilinin Türkçeleşmesi hakkında bilgi verirken, metin; Başlı Başına bir sözlük görevi görmektedir (Ölker ve Direkçi 2009: 303-305). Eserde yer alan çocuk hastalıkları üzerine Acıduman?ın bir çalışması mevcuttur (2013).

21.Miftahü’n Nur Hazâ’inü’s-Sürur - Sinoplu Mümin bin Mukbil: 15. yüzyıl eseridir. Baş kemiklerinin ve beynin yapısıyla ilgili bölümlerin bulunması sebebiyle kısmî bir anatomi eseri olduğunu söylemek mümkündür (Acıduman 2012:104). Eser sade bir dille yazılmıştır. Anatomi, hijyen ve göz hastalıklarından bahseden telif niteliğindeki eser, M. Ünal s¸ahin tarafından doktora tezi olarak çalışmıştır (1994).

22.Mücerreb-nâme - s¸erafettin Sabuncuoğlu: 15. yüzyılda yazılan eser üzerine İlter Uzel ve Kenan Süveren çalışmıştır (1999). Eski Anadolu Türkçesi dil özellikleri gösteren eser; yazarın kendi gözlem ve deneylerinden faydalanarak yazması yönüyle diğer tıp metinlerinden ayrılmaktadır. Önler; s¸lter ve Süveren?in çalışmasını değerlendirerek; eserin tam ve doğru bir şekilde incelenmesi gerektiğini ifade eder (2001: 347, 353). Eserde, insanlar ve hayvanlar üzerindeki ilaç denemeleri de ele alınmıştır (Acar 2015: 38). Eserin söz varlığı; ilaç adları, ilaçların yapımı ve hangi ilacın hangi hastalığa karşı kullanabileceği ile ilgilidir (Önler 1990b: 359). Sabuncuoğlu, eserinde göz hastalıklarına iyi gelen ilaçları; sürme, toz ve basit ilaçlar olarak ayrıntılı bir şekilde incelemiştir (Keskinbora 2013: 17).

23.Müfredât-ı İbn-i Baytar: Büyük bir botanikçi olan İbn-i Baytar?ın Arapça eserinin Aydınoğlu Umur Bey adına yapılmış çevirisidir (Kaya-Gözlü 2008: 6). Kitâbü’l-Câm`i fi- Edviyetü’l-Müfrede adlı eserin kısaltılmışıdır. Eserin, Selçuklu Döneminde yazılmış en önemli tıp eserlerinden biri olduğu ifade edilir (Murad 2011:81). Eserin 17. yüzyılda yapılmış bir tercümesi üzerine yüksek lisans çalışması mevcuttur (s¸arkışla 2013).

24.Müntahab-ı Şifâ - Hacı Paşa (Celâleddin Hızır): Eserin yazılış yılı ve yeri hakkında herhangi bir kayıt yoktur. Hacı Paşa?nın 14. yüzyılın sonu ile 15. yüzyılın Başında yaşaması sebebiyle bu aralıkta yazıldığı tahmin edilir. Önler, eseri Giriş-Metin (I-1990) ve Sözlük (II-1999) olmak üzere iki cilt halinde yayımlamıştır. Üç ana bölümden oluşan eser kendi içinde “bab”lara ayrılmıştır (1990a, 5). Birçok nüshası bulunan eserin en iyi durumda olan nüshası, Malatya nüshasıdır. Eser, Anadolu?da yazılmış ilk Türkçe tıp kitabı olması bakımından oldukça önemlidir. Yazıldığı dönemdeki tıp bilimi karşısındaki Türkçenin durumunu gözler önüne seren eser bu yönüyle oldukça önemlidir (Önler 1990a: 7).

25.Müntahab-ı Fi’t-Tıbb / Kitabu’l Müntehab Fi’t-Tıbb - Abdülvehhâb bin Yûsuf ibn-i Ahmed el-Mardânî: 15. yüzyıl eseridir. Sözlükçülük açısından zengin olduğu belirtilen eser üzerine dil çalışması yapılmadığı belirtilmiştir (Argunşah 2009:186). Osmanlı sultanı adına yazılan ilk tıp kitabı olması dolayısıyla önemlidir. Eser filogenetik yöntemiyle ele alınmıştır. Birtakım organ adlarının ilk kez bu eserde yer aldığı tespit edilmiştir (Güven 2008:113). Eserde yer alan çocuk hekimliği bilgileri üzerine de bir inceleme mevcuttur (Yurdakök 2003). Ali Haydar Bayat?ın eser üzerine yaptığı inceleme 1420 tarihinde istinsah edilmiş nüsha üzerinedir (2005). Bu eser üzerine Sadettin Özçelik?in de tanıtma ve düzeltme yazısı vardır (2007).

26.Mürşid - Mahmûd-ı s¸irvânî: 1438 yılında yazıldığı tahmin edilen eser, Türk tıp tarihine dair en hacimli göz anatomisi kitabıdır (Argunşah 1999: 22, Acıduman 2012:104). 120?ye yakın göz hastalığının teşhis ve tedavilerini anlatan eser son derece önemlidir. Eser üzerine en kapsamlı çalışma Bayat ve Okumuş tarafından yapılmıştır (2004). Bayat, s¸irvânî?nin Mürşid?i kaleme alırken yararlandığı kaynaklar sebebiyle, bu döneme kadar yazılmış göz hekimliğinin vardığı son noktayı temsil ettiğini belirtmektedir (2004:23). Sistematik bir şekilde yazılan metnin, Türkçe terimlerin yanında bazen Arapça, bazen Farsça ve bazen de Grekçe karşılıkları barındırması yönüyle önemli olduğu ifade edilir. Arkaik Türkçe sözcükleri bulundurması da eseri önemli kılan bir diğer husustur (Bayat ve Okumuş 2004: 48).

27.Sultâniyye - Mahmûd-ı s¸irvânî: Yazılış tarihi hakkında herhangi bir bilgi olmayan eserin, Çelebi Mehmed?e ithaf edildiği belirtilir (Argunşah 1999: 7). Koruyucu hekimlik bilgisi içeren eser; nasıl ve ne zaman yemek yenilmesi, göz ve kulak sağlığı gibi konuları ele almıştır (Gürlek 2011c: 7). Yüksek lisans tezi olarak çalışılan eser (Kurban 1990), sade bir Türkçe ile kaleme alınmıştır. Eski Anadolu Türkçesi dil ve imla özelliklerini taşıyan eserin söz varlığı da oldukça zengindir. Eserde, tıbbi deyimlere, ilaç adlarına ve ilaç yapımında kullanılan bitki adlarına, şarap ile şerbet tariflerine genişçe yer verilmiştir (Kurban 1990: I).

28.Tabiatnâme - Tutmacı: Farsçadan Türkçeye çevrilen manzum eser, 14. yüzyılda kaleme alınmıştır. Eser, tıp dili üzerindeki Farsça ve Arapça etkisinin azalmasını sağlayan metinlerden biridir. Tutmacı, her bir yiyecek için ayrı bir Başlık açmış; söz konusu yiyeceğin özelliğini, yararını, zararını belirterek; dönemin, vücuda giren her yiyeceğin bir etkisi olduğu anlayışını yansıtmıştır. 

Eserin, İsmail Hikmet Ertaylan?ın çalıştığı İstanbul nüshası ile birlikte Konya ve Paris olmak üzere üç nüshası bulunmaktadır (Karasoy 2009: 17-22). Tabiatnâme?nin çevirisinin tıp literatürüne hakim olmayan kişiler tarafından anlaşılmasının önemli olduğunu ifade eden Yaylagül?ün, söz konusu eser üzerine tanıtma yazısı bulunmaktadır (2010: 244).

29.Tercüme-i Hülâsâ / Hâzâ Kitâb-ı Hulâsa-i Tıbb - Cerrah Mesud: Eserin yazılış tarihi tam bilinmemekle birlikte 15. yüzyılın Başlarında yazıldığı tahmin edilmektedir. En eski nüshası Konya Koyunoğlu Kütüphanesi 12030 numarada kayıtlı olan eserin Cerrah Mes?ud tarafından hekimlere bilgi vermek amacıyla çevrildiği belirtilir (s¸ahin 2009: 111). Türkiye kütüphanelerinde çeşitli nüshaları olan eser Tercüme-i Hülâsa fî Fenni’l-Cirâhe ve Tercüme-i Hülâsâ olarak da bilinir. Fatih nüshası üzerine İlhan Uçar tarafından doktora tezi yapılmıştır (2009). Emel Kaya-Gözlü (2004) ve Berna Arda?nın (1999) eser üzerine çalışmaları mevcuttur. 

Eski Anadolu Türkçesi ürünü olan eserde o dönemin şartlarıyla açık beyin ameliyatı yapılmasının ve bunun ayrıntılı bir şekilde anlatılmasının dikkat çekici bir husus olduğu ifade edilmiştir (Uçar 2009: 3). Eserin Bursa Haraççı 1149/1 numarada kayıtlı 43 varaklık nüshası üzerine Hatice s¸ahin inceleme yapmıştır. Eser üzerine Acıduman ve Er?in bir çalışması da mevcuttur (2008). Kütahya Vahit Paşa Kütüphanesinde bulunan nüsha üzerine Külcü tarafından yapılan bir yüksek lisans çalışması mevcuttur (2009). Eserin 25b-56a varakları üzerine yüksek lisans tezi yapılmıştır (Doğru 2015).

30.Tercüme’l-Mûcez Fi’tıbb - Ahî Çelebi: 15. yüzyıla ait olan eser Türkçeye Arapçadan tercüme edilmiştir. 1b-70a varakları Aydın (2016) tarafından çalışılmış olup; 70b-141a arası varakları Yıldız (2016) tarafından çalışılmıştır. Eserin Eski Anadolu Türkçesi dönemi ses özellikleri gösterdiği tespit edilmiştir. Hastalık ve organ adları ile bitki adları açısından zengin malzeme sunan eserin bilinen beş nüshası vardır (Yıldız 2016: V).

31.Tertib-i Mu’âlece:15. yüzyıla ait olan eserin kim tarafından yazıldığı belli değildir. Eseri doktora tezi olarak çalışan Gümüşatam (2009a), metnin farklı devirlerdeki tıp kitaplarından yararlanılarak oluşturulduğunu ifade eder. Sade nesir diliyle yazılmış olan eserin Eski Anadolu Türkçesi tıp kitaplarıyla benzer özellikler gösterdiği belirtilir. Eser Türkçe terimler barındırması sebebiyle önemlidir (2009b:1375-1404).

32.Tervi-ü’l-Erva - Ahmedi: Eserin 1403-1410 yılları arasında yazıldığı bilinmektedir. Manzum olarak kaleme alınan ilk tıp kitabı olması sebebiyle önemlidir (Özer 1995:1). İlk cildinde tıp teorileri ve eczacılık; ikinci cildinde Baş bölgesinden ayağa doğru bütün hastalıklar ve tedavileri anlatılmaktadır. Osman Özer, eser hakkında doktora çalışması yapmıştır (1995). Dört nüshası bulunan eser, Eski Anadolu Türkçesi dil ve imla özelliklerini taşımaktadır (Özer 1995:13).

33.Teshîl: Teshilin Sabuncuoğlu s¸erafettinin öğrencisi Muhyiddin Mehî tarafından 1467 yılında manzum hale getirilen Müfîd (Nazmü’t-Teshil) üzerine Emel Kaya-Gözlü doktora çalışması yapmıştır (2008). Tek nüshası Ankara Milli Kütüphane?de Türkçe Yazmalar Bölümü?nde kayıtlıdır. Eserin söz varlığını; teorik ve pratik tıp (I. bölüm) uygulamaları ve yiyecek, içecek ve ilaç adları (II. bölüm) ile hastalıkların sebepleri, belirtileri ve tedavileri (III. bölüm) oluşturmaktadır. Metin, Eski Anadolu Türkçesi dönemi dil özelliklerini barındırır. Tıp dilini Türkçeleştirme çabasının olgun bir ürünü olan eser, standartlaşmamış bir imla ile yazılmıştır (Kaya-Gözlü: 126-134).

34.Tıbb-ı Nebevî tercümesi veya Kitâbü’ş-şifâ fi e?âdîsî’l-Muafâ - Ahmed-i Dâî: Gazi Umur Bey adına yazılmıştır. Türkçeye tercüme yoluyla kazandırılmıştır. Önder Çağıran?ın metin üzerine doktora çalışması mevcuttur (1992). Standart bir imlası bulunmayan eserin, 15. yüzyılda yazıldığı ve 16. yüzyılda istinsah edildiği ifade edilmiştir (Çağıran 1992: 116). Eserin Eski Anadolu Türkçesi dil özelliklerini tüm yönleriyle yansıtması sebebiyle dilbilgisi ve sözlük çalışmalarında önemli bir yer edindiği belirtilmiştir (Çağıran 1992: 394).

35.Tufe-i Mübarizi - Hekim Bereket: Eski Anadolu Türkçesi döneminde yazılmış ilk Türkçe tıp kitabı olduğu tahmin edilir (Erdağı-Doğuer 2001a:46). Eser, ilk olarak Lübabü?n- Nühab adıyla Arapça yazılmıştır. Türkçe?ye Farsça?dan çevrilen eserin Konya ve Paris olmak üzere iki nüshası vardır. Konya nüshası üzerine Adnan Derin yüksek lisans tezi yazmıştır (1987). Eserin Paris nüshasında Tuhfe-i Mubârizî (1b-61a), Hulâsatu’t-Tıbb (61b- 185b), Tabiatnâme (186a-193b) aynı cilt içinde bulunmaktadır. 

Bu sebeple Tabiatnâme?nin de Hekim Bereket?e ait olabileceği düşünülür. Aynı dönem eserlerinde nadir olarak görülen türetilmiş sözcüklerin varlığı eserin önemini artırmıştır (Erdağı-Doğuer 2001a:52). Metin; hastalık adları, bitki adları ve organ adları açısından zengin bir söz varlığına sahiptir. Ölçünlü dilde yer almayan ve ağızlarda varlığını sürdüren Eski Türkçeye ait sözcüklerin kullanımı da dikkat çekicidir (Erdağı-Doğuer 2016:

17). Eser, Zehra Uslucan Tekdemir (2000) ve Nurhan Kafadenk (1996) tarafından yüksek lisans tezi olarak çalışılmıştır. Eser hakkında en kapsamlı çalışma Binnur Erdağı-Doğuer?e aittir (2001b).

36.Tuhfe-i Muradi fi’ilm’i cevahir - şirvanlı Mehmed bin Mahmud: 15. yüzyıla ait olan esertıptan ziyade değerli taşlarla ilgilidir. Bu sebeple bazı araştırmacılar tarafından tıp eseri olarak kabul edilmez. Eser Argunşah tarafından doktora tezi olarak çalışılmıştır (1989). Eserin, tıp tarihçilerinin büyük çoğunluğu tarafından Anadolu?da yazılan ilk tıp kitapları arasında sayıldığı ifade edilir (Argunşah 1999: 39). Cevhernâme?nin genişletilmesiyle oluşan eser üzerine Balcı?nın yüksek lisans çalışması bulunmaktadır (1995). Üç nüshası bulunan eserde, yazar Arap terminolojisi kullanmıştır. Zaman zaman terimlerin Farsça, Türkçe ve Yunanca karşılıklarının verilmesi eseri önemli kılmaktadır (Argunşah 1999: 25).

37.Yadigar - Ali Çelebi bin serif: Bursa?da yazıldığı düşünülen eser Umur Bey?e sunulmuştur (Erdağı-Doğuer: 47). Eserin tam olarak hangi yüzyılda yazıldığı net olarak bilinmemekle birlikte, Önler?in yazım tarihini 16. yüzyıla kadar götürdüğü ifade edilir (Gümüşatam 2009:27). Kaya-Gözlü, eserin s¸bn-i s¸erif?in yaşadığı dönemde pek çok yerde hekim bulunmadığından, herkesin anlayacağı ve faydalanacağı tıp kitaplarına ihtiyaç duyulması sebebiyle ele alındığını belirtir (2008:7). Hazainu?s-Saadet adlı eserde de Yadigar?dan bahsedilmesi (Özer 1995: 3) eserin yaygın bir şekilde bilindiğinin kanıtıdır. 

Paki Küçüker tarafından doktora tezi olarak çalışılan eserin (1994); istanbul, Paris ve British Museum?da olmak üzere üç nüshası mevcuttur. Birinci ciltte sağlıkla ilgili temel bilgiler ile ilaç özelliklerine yer verilirken, ilaçların nasıl hazırlanacağı ve nerede bulunduğuna dair bilgiler ikinci ciltte yer almıştır. Eser, bitki adlarıyla ilgili zengin bir malzeme sunmaktadır (Önler 1990b: 59).

Sonuç
Eski Anadolu Türkçesi İle Yazılmış Tıp Eserleri Eski Anadolu Türkçesi dönemine ait tıp metinleri üzerine yapılmış çalışmalarla ilgili şu sonuçlara ulaşılmıştır:
Eserlerin yazım yılının; yazarının veya eserin sunulduğu kişinin yaşadığı tarih aralığıyla yola çıkılarak tahmini olarak verilmesi çalışmaların tespitinde karışıklığa yol açmaktadır.

Tıp tarihi açısından önemli olan birçok eserin detaylı bir şekilde incelenmediği tespit edilmiştir. Hastalık sıralamasının Baştan ayağa doğru yapılması yöntem benzerliğine; metinlerin içeriğinin çoğu eserde aynı olması söz varlığı benzerliğine neden olmuştur.

Taranılan çalışmalarda, metinlerin çoğunlukla ses ve şekil bilgisi üzerine yöneldiği görülmüştür. Tıp dilinin sentaktik açıdan ele alındığı herhangi bir çalışma tespit edilmemiştir. Ebvab-ı Şifa adlı eseri metin dilbilimsel açıdan inceleyen Yaylagül, bu noktada çalışmalara farklı bir bakış açısı kazandırmıştır.

çalışmamız sonucunda, metnin konusunun işlenme oranına etki ettiği görülmüştür. Tıp metinlerinde yer alan cinsellikle ilgili bölümlerden bahsedilmemesi bu etkinin bir yansımasıdır. Bu durum metinlerin yazıldığı dönemin düşünce dünyası hakkında bilgiler içermesi sebebiyle oldukça önemlidir.

Tıp terimlerinin birkaç dildeki karşılığını veren metinler, sözlükçülük açısından daönemli veri sağlamaktadır. Bu sebeple metinlerin bütün yönleriyle çalışılması gerekmektedir.

Tablodan da görebileceğimiz üzere Eski Anadolu Türkçesi ile yazılmış olan Cerrahnâme-i Esbâbü’l Alâmât, Ebvab-ı Şifa, Kitab-ı Ke??al-name-i Nurü’l-Uyun, Kitâbü?l Mühimmât, Kitâbü’l Tıbbü’l-Hikmet, Tertib-i Mu’âlece adlı eserlerin yazarları hakkında bilgi bulunmamaktadır.

Eserlerin içeriği ve söz varlığı açısından temel konuların bitkiler, cerrahi bilgiler, hastalıklar, ilaçlar, koruyucu hekimlik ve vücut organları olduğu görülmüştür:

Eserlerin bir kısmının ise birden fazla konuyu ele aldığı görülmüştür: Alâ’im-i Cerrâhîn/Cerrâh-nâme (eczacılık, botanik, farmakolojik), Kitab-ı Ke??al-name-i Nurü’l- Uyun (anatomi, botanik, eczacılık), Tercüme-i Hülâsâ- Hâzâ Kitâb-ı Hulâsa-i Tıbb (hekimlere bilgilendirme) , Tervi?ü’l-Erva? (tıp teorileri, eczacılık), Tu?fe-i Mübarizi (hastalıklar, bitkiler ve organlar), Yadigar (İlaçlar ve bitkiler) gibi. Eserlerle ilgili yapılan çalışmaların çoğunlukla makale düzeyinde kaldığı tespit edilmiştir. Bunun yanı sıra 13 eser üzerine Doktora Tezi, 12 eser üzerine ise Yüksek Lisans Tezi yazıldığı görülmüştür.

yazinin tamami ; Eski Anadolu Türkçesi İle Yazılmış Tıp Eserleri Ve Bu Eserler Üzerine Yapılan Çalışmalar

KAYNAKLAR
ACAR, H. Volkan, (2015), “Yazılışının 550. Yılında Cerrahiyetü?l-Haniyye Hakkında SCI-E Kapsamındaki Dergilerde Yayınlanan Türkiye Kaynaklı Makaleler”, Lokman Hekim Dergisi, 5(2): 37-44.
ACIDUMAN, Ahmet, Uygur Er, (2008), “Cerrâh Mes?ûd ve Eseri Hulâsa-i Tıbb?da Nöroşirürji İle İlgili Bölümler”, Türk Nöroşirürji Dergisi, Cilt: 18, Sayı: 1, 26-33.
ACIDUMAN, Ahmet, (2012), “HekimBaşı Emîr Çelebi ve Ünlü Eseri Enmûzecü?t-Tıbb?da Kafatası ve Omurga Anatomisi Üzerine”, Türk Nöroşirürji Dergisi, Cilt: 22, sayı: 2 103- 110.
ACIDUMAN, Ahmet, (2013), “Ankaralı Hekim Nidâ?î ve Ünlü Eseri Menâfi?ü?-Nâs: XVI. Yüzyıldan Çocuk Hastalıkları ve Tıbbî Deontolojiye Bir Bakış”, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Dergisi, 56: 151-167.
ACIDUMAN, Ahmet, Çağatay Akşit, (2018), “Alî b. el-„Abbâs el-Mecûsî?nin Kâmilu?ş- s¸ınâ?ati?t-Tıbbiyye (Kitâbu?l-Melikî) Adlı Ünlü Eserinde Yaşlıların Tedbiri Üzerine”, Lokman Hekim Dergisi, 8/3, 261-273.
AKTÜRK, Engin, (2012), Maddetü’l-Hayât (İnceleme - Metin-Dizin), Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi.
ARDA, Berna, (1999), “Hekim Hayreddin?in Hulâsa Eseri?, Erdem Dergisi, Ankara: AKM Yayınları, Cilt: 12.
ARDA, Berna, Ahmet Acıduman, (2011), “Dede Korkut Öyküleri tıp tarihi bakış açısıyla ne söyler?”, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Dergisi, Sayı 54: 189-196.
ARGUNs¸AH, Mustafa, (1999), Muhammed b. Mahmûd-ı Şirvânî Tuhfe-i Murâdî, İnceleme-Metin-Dizin, Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.
ARGUNs¸AH, Mustafa, (2009), “Edviye-i Müfrede?nin Neşri Üzerine Düşünceler”, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, Ankara: 185-196.
AYDIN, Çiğdem, (2016), Ahî Çelebi Tercümetü’l-Mûcez Fi’?-?ıbb (Giriş-İnceleme [Söz Dizimi], Metin [1b-70a varakları arası]- Dizinler, Abant s¸zzet Baysal Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi.
AYNACI, Mihrican, (2012), “Divan s¸iirinde Geçen Göz Hastalıklarının Klâsik Dönem Tıp Metinleri Ekseninde Değerlendirmesi”, Divan Edebiyatı Araştırmaları Dergisi 9, İstanbul: 29-48.
BALCI, Orhan, (1995), Şirvanlı Mehmed bin Mahmud Tuhfe-i Muradi fi’il-mi’l-Cevahir (İnceleme-Metin-Sözlük), Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi.
BAYAT, A. Haydar, Necdet Okumuş, (2005), Muhammed bin Mahmûd-ı Şirvânî Mürşid (Göz Hastalıkları), Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Yayınları.
BÖLER, Tuncay, (2013), “Hekim Beşir Çelebi ve Mecmû„atü?l-Fevâyid Adlı Eseri”, Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Kongresi, UTEK’13 Bildiri Kitabı II, Saraybosna, 17-19 Mayıs, 493-501.
BULUT, Serdar, (2014), “Yavuz, Serdar (2013), Cerrah-nâme (s¸nceleme-Metin-Dizin- Tıpkıbasım)”. Kesit Yayınları, İstanbul, 687 s., ISBN: 978-605-4646-45-6”, Turkish Studies, Volume 9/3, 1671-1673.
CANPOLAT, Mustafa, (1973), “XIV. Yüzyılda yazılmış Değerli Bir Tıp Eseri”, Türkoloji Dergisi, 21-47.
CANPOLAT, Mustafa, Zafer Önler, (2007), Edviye-i Müfrede, Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.
DEMİR, Aydın, (2010), Hekim Bereket Hulasa (1-50. Sayfalar) (İnceleme-Metin- Sözlük), Hacettepe Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi.
DERiN, Adnan, (1987), Tuhfe-i Mübarizî (Metin-Gramer Notları- Sözlük), Gazi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Ankara.
DOĞAN, Ahmet Turan, (2014), “Eski Anadolu Türkçesiyle yazılmış Bir Tıp Metni: Kitâb-ı Tıbb-ı Hikmet”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, Cilt: 7 Sayı: 29, 312-318.
DOĞAN, Ahmet Turan, (2015), Kitâb-ı Tıbb-ı Hikmet (İnceleme-Metin-Dizin), Cumhuriyet Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi.
DOĞAN, s¸aban, (2009a),Terceme-i Akrabâdîn (Sabuncuoğlu Şerefeddin (Giriş - İnceleme - Metin - Dizinler) Birinci Cilt, Sakarya Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi.
DOĞAN, şaban, (2009b), “15. Yüzyıla Ait Bir Tıp Terimleri Sözlüğü: Terceme-i Akrabâdîn?in Istılah Lügati”, Turkish Studies, 4/4, Yaz, 250-322.
DOĞAN, şaban, (2011), “XIV-XV. Yüzyıl Türkçe Tıp Metinlerinde Halk Hekimliği İzleri”, Milli Folklor Dergisi, 120-132.
DOĞAN, şaban, (2013), “Anadolu Türk Tıbbında Bahnamaler ve Musa Bin Mesud?un Bahname Tercümesi”, AİBÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Semih TEZCAN?a Armağan, Cilt: 13, Yıl: 13, 123-138.
DOĞAN, şaban, (2016), “Tarihî Tıp Metni çalışmalarında Karşılaşılan Sorunlar Üzerine”, Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yıl: 20, Sayı: 31.
DOĞRU, Gizem, (2015), Hekim Bereket’in ?ula?atu’t-Tıbb (25b-56a) Eseri -İnceleme, Metin, Dizin-, Doğu Akdeniz Üniversitesi, Yüksek Lisans Tezi.
ERCiLASUN, Ahmet Bican (2013), “Türk Dili Araştırmalarının Bugünkü Durumu ve Sorunlar”, Gazi Türkiyat.
ERDAĞI-DOĞUER, Binnur, (2001a), “Anadolu?da yazılmış İlk Türkçe Tıp Kitabı”, Türkbilig, 2001/2, 46-54.
ERDAĞI-DOĞUER, Binnur, (2001b),Tuhfe-i Mübarizî (Metin - İnceleme-Sözlük), Hacettepe Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi.
ERDAĞI-DOĞUER, Binnur, (2016), Hekim Bereket - ?ulâ?a, Metin-Sözlük, Ankara: Ürün Yayınları.
ERDEM, Mevlüt, Mustafa Sarı, (2010), “Karışık Dilli Eserlere Farklı Bir Bakış”. Turkısh Studies, Cilt 5/1, 390-415.
GÜMÜs¸ATAM, Gürkam, (2009a), Ha?a Kitab u ?ükema-yı Tertib-i Mu’alece Adlı Eser Üzerine Bir Dil İncelemesi (İnceleme, Metin, Dizin-Terimler Sözlüğü), Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi.
GÜMÜs¸ATAM, Gürkam, (2009b), “15. Yüzyıl Kitaplarından Tertib-i Mu?âlece?nin Söz Varlığı, Dil ve Anlatım Özellikleri”, Turkısh Studies, Cilt 4/8, 1374-1406.
GÜMÜşATAM, Gürkam, (2010), “Eski Anadolu Türkçesinde Eczacılık Terimleri ve Bu Terimlerin Tıp, Botanik, Zooloji, Madencilik, Kimya Terimleriyle s¸lişkileri”, Turkish Studies, Cilt 5/2, 1033-1087.
GÜNEş, M. Sezen, (2015), Ahmed Bin Mustafa Bin Abdulganî Kitâb-ı Kânûn-ı Türkî (Giriş - İnceleme-Metin-Dizin-Sözlük). Abant İzzet Baysal Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi.
GÜVEN, Meriç, (2008), “Eski Anadolu Türkçesiyle yazılmış Tıp Yazmalarındaki Türkçe Organ Adları Üzerine Bir İnceleme”. Selçuk Türkiyat Araştırmaları Dergisi, Bahar, 111- 135.
GÜRLEK, Mehmet, (2011a), “„Alâ?im-i Cerrâhîn?de Geçen Bitki Adları Üzerine”, Adıyaman Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Yıl:4, Sayı:7, 123-145.
GÜRLEK, Mehmet, (2011b), “Anadolu?da yazılmış İlk Türkçe Cerrahî Yazmalara Bir Örnek: Alâ?im-i Cerrahîn”, Turkish Studies,Volume 6/3, Summer, 1423-1434.
GÜRLEK, Mehmet, (2011c), İbrahim Bin Abdullah’ın Cerrâh-nâme (Alâ’im-i Cerrâhîn) Adlı Eseri (Giriş-Metin-Sözlük), Marmara Üniversitesi, Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, Doktora Tezi.
HATİBOĞLU, Vecihe, (1956), Cerrahiye-i Haniyye, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları. İLHAN, Nadir, (1998), Eşref bin Muhammed ve Haza’inu’s-Sa’adat (İnceleme-Metin-
Dizin),Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi.
KAFADENK, Nurhan, (1996), Hekim Bereket’in Tuhfe-i Mübârizî Adlı Eserinin Tenkitli Metni ve Akrabadin Kısmının İncelenmesi, İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi.
KARASOY, Yakup, (2009), Tutmacı- Eski Oğuz Türkçesiyle Yazılmış Bir Tıp Kitabı Tabiatnâme,Konya: Palet Yayınları.
KAYA-GÖZLÜ, Emel, (2004), “Hekim Hayreddin?in Hulasatu?u-Tıbb Adlı Eseri Üzerine Bir Değerlendirme”, VIII. Türk Tıp Tarihi Kongresi, Ankara: 16-18 Haziran 2004 Bildirileri.
KAYA-GÖZLÜ, Emel, (2008), Muhyiddin Mehî’nin Müfîd (Nazmü’t-Teshil) Adlı Eseri (İnceleme - Metin- Dizin) ve Bu Eserin XV. yüzyıl Türk Tıp Dilinin Oluşmasındaki Yeri, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi.
KAYA-GÖZLÜ, Emel, (2012), “Betimleyici Tıp Terimi Kavramı ve Eski Anadolu Türkçesiyle yazılmış Tıp Metinlerindeki Betimleyici Terimler”, TÜBAR-XXXI, Bahar.
KESKİNBORA, H. Kadircan, (2013), “s¸erefeddin Sabuncuoğlu?nun Cerrahiyet?ül Haniye Kitabında Göz Hastalıkları Konuları”, Lokman Hekim Journal, 2, 16-27.
KOÇ, Mustafa, (2011), “Anadolu?da İlk Türkçe Telif Eser”, Bilig, Sayı: 52, 159-174.
KOÇ,Mustafa, (2017), “Eski Anadolu Türkçesi ile yazılmış Bir Tıp Metni: Kâmilü?s- Sınâ?ati?t-Tıbbiyye Üzerine”, Türkbilig, 34, 1-6.
KÖKSAL, Mehmet Fatih, (2014), “Ünlü Tabip Amasyalı Sabuncuoğlu s¸erefeddin?in Bilinmeyen Bir Eseri (mi?): Fütüvvet-nâme”, TÜBAR-XXXVI, Güz, 227-248.
KURBAN, Ferhat, (1990), Şirvani Mahmud Sul?aniye (Giriş - Metin-Sözlük), Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi.
KURT, Ümit Emrah, (2012), Hekim Şerafeddin Sabuncuoğlu'nun Cerrahiyetü'l Haniyye Adlı Eserinde Yer Alan Cerrahi Aletlerin Tanımlanması, Çizimi, Sınıflanması ve Karşılaştırılması, İstanbul Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Doktora Tezi.
KÜÇÜKER, Paki, (1994), Yadigar-ı İbn-i Şerif, Fırat Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi.
KÜÇÜKER, Paki, (2010), “Kitâb-ı Güzîde ya da Sultâniyye”, Uludağ Üniversitesi Fen- Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, Yıl: 11, Sayı: 18.
KÜLCÜ, Melek, (2009), Cerrah Mes’ud Hulasa (Dil Özellikleri - Metin- Dizin),Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi.
MURAD, Sibel, (2011), “Terceme-i Akrabâdîn?de Terkipler ve Adlandırılmaları”,Osmanlı Araştırmaları XII, 81-94.
PARLAR, Zahide, (2015), “Eski Anadolu Türkçesine Ait Bir Tıp Metni: Kitab-ı Ke??al- name-i Nurü’l-Uyun”, International Journal of Cultural and Social Studies, Cilt: 1, 15- 24.
SÜSLÜ, Ahmet, (2015), “Türklerin Bilim Tarihine Katkıları”, Akademia Disiplinlerarası Bilimsel Araştırmalar Dergisi 1(1), 6-16.
SÜVEREN, Kenan, (1991), İbn-i Sina (980-1037)’nın Akrabadin Eseri ile Şerefeddin Sabuncuoğlu (1385-1468)’nun Akrabadin Eserinin Tıp ve Bilim Tarihi Açısından Karşılaştırılması, GATA, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Doktora Tezi.
SAHİN, Hatice, (2005), “Anadolu?da yazılmış Bir Tıp Kitabı Kemâliyye”,Uludağ Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi,Yıl: 6, Sayı: 9.
SAHİN, Hatice, (2009), “Tercüme-i Hülâsâ?nın Bir Nüshası Üzerine”, Turkısh Studies, Cilt 4/8.
SAHİN, M. Ünal (1994), Mü’min bin Mukbil Miftâ?ü’n-Nûr ve ?azâinü’s-Sürûr (Dil Özellikleri-Metin-Söz Dizini), İnönü Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi.
s¸ARKIs¸LA, s¸eyda, (2013), Mu’alecât’ı İbn-i Baytar’ın XVII. Yüzyıl Tercümesi (İnceleme-Metin-Dizin), Cumhuriyet Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi.
ÖLKER, Perihan, Bekir Direkçi, (2009), “Hekim Mehmed Nidâî?nin Manzum Tıp Risâlesi Keyf-i Kitâb-ı Nidâî”, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 22, 295- 305.
ÖNLER, Zafer, (1990a), Celâlüddin Hızır (Hacı Paşa) Müntahab-ı Şifâ I Giriş-Metin, Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.
ÖNLER, Zafer, (1990b), “XIV. ve XV. Yüzyıl Anadolu Türkçesi Botanik Terimleri”, Turkısh Studies (Fahir İz Armağanı I), Cilt 14, Harvard, 357-392.
ÖNLER, Zafer, (1998), “XIV.-XV. Yüzyıl Türkçe Tıp Metinlerinin Dili ve Sözvarlığı”. Kebikeç / Sayı 6, 157-168.
ÖNLER, Zafer, (1999), Celâlüddin Hızır (Hacı Paşa) Müntahab-ı Şifâ II Sözlük, Simurg Yayınları, İstanbul: Türk Dilleri Araştırmaları Dizisi 24.
ÖNLER, Zafer, (2015), “İshak bin Murad ve „Edviye-i Müfrede? Adlı Eseri”, Türk Tarihinde İz Bırakan Bolulular Çalıştayı, Abant İzzet Baysal Üniversitesi, 21-22 Ağustos, 1-9.
ÖNLER, Zafer,(2017), “Cerrahiyetu?l-Haniyye?deki Tıp Terimleri Üzerine”, Uluslararası Amasya Sempozyumu, 4-7 Ekim 2017, 1317-1327.
ÖZÇELiK, Sadettin, (2001), Kitâbü’l-Mühimmât, Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Yayınları.
ÖZÇELiK, Sadettin, (2007), “Ali Haydar Bayat, Abdülvehhâb bin Yûsufibn-i Ahmed el- Mardânî Kitabu?l Müntehab Fi?t-Tıbb (İnceleme - Metin – Dizin – Sadeleştirme- Tıpkıbasım)”, Merkez Efendi Geleneksel Tıp Derneği Yayını, İstanbul, Turkısh Studies Volume 2/2.
ÖZER, Osman, (1995), Ahmedi Tervi?ü’l-Erva? (Giriş-İnceleme-Metin), Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi.
TEKDEMİR, Zehra, (2000), Hekim Bereket, Tuhfe-i Mübarizî (İnceleme- Metin), Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi.
UÇAR, ilhan, (2009), Hâzâ Kitâb-ı Hulâsa-i Tıbb Cerrâh Mes’ud (Giriş-İnceleme-Metin- Dizinler), Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi.
UZEL, İlter, (1992), Cerrâhiyetü’l-Haniyye, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları. YAYLAGÜL, Özen, (2010a), Ebvab-ı Şifa Metin Dilbilimsel Bir İnceleme,Ankara:
KÖKSAV Tengrim Türklük Bilgisi Araştırmaları Dizisi: 8.
YAYLAGÜL, Özen,(2010b), “Prof. Dr. Yakup Karasoy, Tutmacı, Eski Oğuz Türkçesiyle yazılmış Bir Tıp Kitabı: Tabiatnâme, Palet Yayınları: Konya 2009, 180+52, ISBN: 6058913738”. Modern Türklük Araştırmaları Dergisi, Cilt: 7, Sayı 2 (Haziran).
YAYLAGÜL, Özen, (2014), “Anadolu?da Yaşayan Halk Hekimliği Uygulamalarının Eski ve Orta Türkçe Tıp Metinlerindeki Temelleri”, Milli Folklor Dergisi, Yıl 26: Sayı 103, 48-58.
YILDIZ, Elifnur, (2016), Ahî Çelebi Tercümetü’l-Mûcez Fi’?-?ıbb (Giriş-İnceleme [Söz Dizimi], Metin [1b-70a varakları arası] - Dizinler], Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi.
YURDAKÖK, Murat, (2003), “Kitâbu?l - Müntehabfi?t-Tıb?da Çocuk Hekimliği”, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Dergisi, 2003: 46, 328-329.

Türk Mutfağından Kaybolan Kerkük Yemekleri Nedir?

 Türk Mutfağından Kaybolan Kerkük Yemekleri Nedir? Ziyat AKKOYUNLU* Özet:  Bu makalede, Orta Asya’dan başlayarak Osmanlı’ya ve oradan da Ker...