Osmanlı Mutfağı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Osmanlı Mutfağı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Aralık 2021 Perşembe

Türk Kültür Hayatında Çiçekli Şerbetler Nelerdir?

 Türk Kültür Hayatında Çiçekli Şerbetler Nelerdir?


Türk Kültür Hayatında Çiçekli Şerbetler Nelerdir?
Seher ÇELİK

Giriş
Dünya üzerinde yaşamış olan tüm toplulukların ortaya çıktıkları günden itibaren yeme içme alışkanlıkları değişik özellikleri barındırmıştır. Bu özellikler yerleştikleri bölgeye göre farklılık göstermiş, bunun yanında yerleşilen bölgenin yemek kültürü de benimsenmiştir. Modern Türk mutfağının oluşmasında da yerleşilen bölgenin iklimi, coğrafyası, kültürü ve yaşam tarzı etkili olmuştur. Türklerin göçebe yaşam kültürünü yerleşik yaşam ile harmanlaması da mutfak kültürüne olan katkılar arasındadır.

Modern Türk mutfağının oluşmasında ve gelişmesinde 11.yüzyıla kadar Türk toplumunun geçirmiş olduğu Orta Asya kültürü, devamında İslamiyet’in kabulü ile birlikte Arap toplumlarıyla yaşanan kültürel etkileşim ve gelişmeler, Anadolu’da hüküm sürmüş olan İran, Hitit, Yunan gibi toplumların kültürleri ve hanedanlar arası evliliklerin etkisi olmuştur. Türkler göç ettikleri toplumlardan hem etkilenmiş hem de kendi kültürlerini taşıyarak diğer kültürleri etkilemiştir. Türklerin Anadolu’ya yerleşmesiyle birlikte Anadolu mutfağının şekillenmesi de başlamıştır. İlk olarak Selçuklu Hanedanlığının daha sonra Osmanlı Devleti’nin farklı etnik ve dini kültürleri bir arada barındırması Türk mutfağının gelişmesinde ve zenginleşmesinde önemli faktörlerdir (Şahin, 2008).

Türklerin ilk ana yurdu olan Orta Asya geniş bozkırları, büyük gölleri, nehirleri ve dağları kapsayan çok geniş bir coğrafyadır. Bu coğrafya içerisinde yer alan bazı etkileşimler ise günümüz Türk mutfağının temellenmesindeki faktörleri oluşturmaktadır. Orta Asya mutfağının devamı niteliğinde sayılan Selçuklu ve Osmanlı mutfağı ise yemek kültürünün gelişmesinde büyük bir paya sahiptir.

Bu çalışma içerisinde yer alan Orta Asya, Selçuklu ve Osmanlı dönemi Türk mutfakları araştırmanın asıl konusu olan çiçekli şerbetler bölümünden önce ele alınarak, Türk mutfağının geçirmiş olduğu yemek ve kültür anlayışının aktarılması adına bir girizgâh yapılmış, akabinde Türk kültür hayatındaki şerbet ve şurup ile de bu anlatım zenginleştirilmiştir. Köklü bir kültür geçmişine sahip olan şerbetlerin toplum içerisinde tekrardan yer bulmasını sağlamak adına ise 13 adet çiçekli şerbet tarifi de eklenerek çalışmanın amacına riayet edilmiştir. 

Nihayetinde hazırlanan bu çalışmanın; saha çalışmalarının eklenmesiyle daha geniş bir kazanımın sağlanacağı Bilimsel Projelerle Tarih alanlarına, Belediye destekli eğitimler, Workshoplar, Broşürler, Karekodlar ve Pop-uplar yardımıyla tanıtımlarının yapılıp içecek ağının genişletilmesiyle Gastronomi ve Turizm alanlarına kazandırılması önerilmektedir.

Orta Asya’dan Osmanlı’ya Yemek ve Kültür

Dünya üzerinde var olan tüm topluluklar için bulundukları coğrafi konum her alanda belirleyici bir faktör olmuş ve bu faktör yemek kültürünü de etkilemiştir. Türklerin ilk ana yurdu olan Orta Asya günümüzde Çin, Rusya, Moğolistan, Kazakistan, Özbekistan, Türkmenistan, Tacikistan, Kırgızistan ve Afganistan’ı içeren, geniş bozkırları, büyük gölleri, nehirleri ve dağları kapsayan çok geniş bir coğrafyadır. 

Orta Asya iklimi sert karasal bir iklime sahiptir ve bu bölgede yaşayanların çoğu atlı göçebe topluluklardır. Buradaki toplulukların ekonomileri at yetiştiriciliğine, hayvancılığa ve ticarete dayanmaktadır. Göçebeliğin bir sonucu olarak da zor yaşam koşullarına dayanıklı, hayvanları idare edebilen sade ve pratik bir yaşam geliştirmişlerdir. Böylesi bir yaşam tarzı Anadolu, İran, Hindistan ve Çin’in fetihlerini kolaylaştıran etmenler olmuştur (Işın, 2019).

Türklerin hüküm sürdüğü Orta Asya’da bilinen ilk Türk devleti Büyük Hun İmparatorluğu’dur. Daha sonraki devletler ise; Göktürk, Kutluk ve Uygur gibi farklı Türk devletleridir. Nüfus artışı, hayvanlar için otlak arazilerinin azalması, kıtlık, hastalık, savaşlar ve yeni yerler bulma umudu gibi nedenler Türklerin bu bölgelerden ayrılmasına ve farklı noktalara yerleşmesine imkân vermiş, böylece kültürlerarası etkileşimi de beraberinde getirerek geniş çaplı bir mutfak kültürü ortaya çıkarmıştır. Günümüzde Türk mutfağının ünlenmesinde ve çeşitlilik göstermesinde de bu faktörler kayda değer niteliktedir (Işın, 2019).

Orta Asya Türk mutfağına dair ilk bilgiler M.Ö. 220 yılında ortaya çıkmış olan Büyük Hun İmparatorluğundan öğrenilmektedir. Hun Devleti’nin av etleri, nadiren at eti, koyun eti, pirinç, darı, arpa, süt, yoğurt ile beslendikleri, kımız ve bira içtikleri bilinmektedir (Mahmud, 2018). Mevsimsel yapılan tarım ise, daha sonraki yüzyıllarda diğer Türk devletleri tarafından artırılmış, bunun yanında çeşitli sebze ve meyveler de tüketilmiştir. Dönem itibariyle İpek Yolu ticareti ve yapılan savaşlar diğer alanlarda etkileşim yarattığı gibi mutfak alanında da karşılıklı bir etkileşim oluşturmuştur. Bunun yanında dini inanışlar ve devletlerarası evlilikler de mutfak kültüründe ayrı bir etken olmuştur (Işın, 2019).

Oğuzların Kınık boyuna mensup, Türk Oğuz kumandanı olan Selçuk Bey tarafından kurulan Büyük Selçuklu Devleti (1040-1157) ise, Orta Asya, Afganistan, Arabistan, Suriye, Irak, İran ve Anadolu’yu kapsayan geniş bir coğrafyaya hâkimdir. Yapılan fetihlerle büyümeye başlayan Selçuklu Devleti, 1071 yılında Doğu Anadolu’da Bizanslılara karşı yaptığı Malazgirt Savaşı’nı kazanmasıyla, Batıya olan akınlarını artırmaya başlamıştır. 1075 yılında bağımsızlığını ilan eden Süleyman Şah, İznik’i başkent yaparak Anadolu Selçuklu Devleti’ni kurmuştur. Yaşanan gelişmeler yanında Moğolların Anadolu’ya olan hareketleri Selçuklu yönetimini zayıflatmaya başlamıştır. Anadolu’nun birçok yerinde bağımsız Türkmen Beylikleri’nin kurulmasıyla da Anadolu Selçukluları küçülmeye başlamış ve 1308 yılında tarih sahnesinden silinmiştir (Sümer, 2009: 365-385).

Büyük Selçuklu Devletinin 11.yüzyılda bir devlet olarak yerini alması aynı zamanda mutfak kültürünün de başladığının göstergesidir. Selçuklu mutfağı, Orta Asya Türk mutfağının devamı niteliğinde olup, İran, Arap ve Bizans mutfaklarının da izlerini taşımaktadır. Orta Asya Türk mutfağı göçebeliğin bir sonucu olarak çeşitlilik göstermiş ve nihayetinde Selçukluların Anadolu’ya gelmesiyle birlikte de bu çeşitlilik artmıştır. Var olan bölgenin coğrafi koşulları da düşünüldüğünde mutfağa olan katkı zenginleşmektedir. Dönem itibariyle Anadolu Selçuklularının, buğday, arpa, pirinç kurum üzüm, bakliyat, safran, susam yağı yetiştirip bunların ihracatını yaptığı, şeker ve bazı baharatları da ithal ettiği bilinmektedir (Işın, 2019).

Büyük Selçuklularda, beslenmeye yönelik faaliyette bulunan dört kurum görülmektedir: Çaşnigirlik, şarabdârlık, vekîl-i haslık ve hansâlârlık. Çaşnigirler, Selçuklu sarayında sofra hizmetini yürütmektedirler. Bunların başı olan emir çaşnigir, bizzat hükümdârın yemeğinden sorumludur. Hükümdarın bir suikasta uğramasını engellemek amacıyla sofraya konulan yemeği ilk önce kendisi tatmaktadır. Bu yüzden emir çaşnigirler güvenilir kimselerden seçilmektedir. 

Şarabdârlar, emrinde bir grup hizmetiyle birlikte sultanın içeceklerini hazırlamakla mükelleftirler. Bunların hizmetlerini yürüttükleri birime ise şarabhâne denilmektedir. Vekîl-i has, içinde mutfak ve şarabhânenin de bulunduğu birçok birimin üst seviyeli idârecisidir. Hansâlâr ise aşçıbaşılık görevini yürütmektedir (Bilgin, 2004: 21).

Selçuklu mutfağı; göçebeliğin bir sonucu olarak et ve süt ürünleri olan “hayvansal gıdalar” ile yerleşik yaşam kültürünün bir sonucu olan “tarımsal gıdalar” olarak iki ana ögeye temellenmiştir. Orta Asya’da temel tüketim olarak kullanılan at, Selçuklu döneminde binek hayvan olarak kullanılmıştır. Koyun, keçi ve sığırdan elde edilen et ve süt ürünleri sofraların ve mutfağının vazgeçilmezi olmuştur (Şahin, 2008). 

Hayvancılığın Orta Asya’da en önemli gelir ve yaşam kaynağı olmasıyla ve Anadolu’ya göçlerin de artmasıyla birlikte büyük önem kazanmıştır. Haşim Şahin’in şu saptaması ise Türklerin hayvancılığa verdiği önemi açıkça göstermektedir: “Hayvancılık, bu dönemde sadece Selçuklu Türkleri için değil, hemen her Türk devleti için en temel geçim kaynağıydı. Öyle ki bazı Türkmenler, kurdukları devletlere yahut mensubu oldukları boylara, hayatlarının ayrılmaz parçası olan bu hayvanların adlarını vermişlerdir. 

Türkiye Selçuklu Devleti’nin son dönemlerinde Doğu ve Güney-Doğu Anadolu’da kurulan iki Türk devleti Ak-Koyunlu ve Kara-Koyunlu isimlerini taşıyordu. Aynı şekilde bazı Türkmen boyları da Alaca-Koyunlu, Kara-Keçili, Sarı-Keçili, Kara-Tekeli, Kızıl-Keçili isimlerine sahiptir” (Şahin, 2008: 40).

Selçuklu döneminde tüketilen gıdalar ise kuşluk ve akşam vakti olmak üzere iki öğün olarak hazırlanmıştır. Sabah vakti tüketilen gıdalar tok tutan hamur ürünleri ile ilk sırada yer almaktadır. Diğer yandan tüketilen gıdalarda ise var olan ekonomik durum ve statü büyük rol oynamaktadır. 

Saray çevresi daha geniş ve gösterişli bir tüketim sergilerken daha alt kesim olan halk sade bir tüketim sergilemektedir. Selçuklu devletinin hükümdarlarından olan Alâeddin Keykubat, hükümdar olarak Konya’ya geldiğinde, adına verilen ziyafetlerden birisi yemeğin rütbeye göre nasıl şekillendiğini şöyle örneklemektedir:

“Çini ve altun sahanlar, tepsiler içinde elvan niam dane ve müza’fer ve kalliyat ve boraniler ve me’muniye ve halavat-i mümessek ve muaffar ve yahniler ve söğülmeler ve biryanlar ve tavuk ve güvercin ve keklik ve bıldırcın söğülmeleri sedire ve iki kola oğuz resmine göre döeşenip(döşenip) müzeyüzyılen oldu ve kâsat, kımız ve kımeran ve mümessek ve muattar şerbetler oğuz resim ve erkânı üzere yenildi ve içildi” (Oral, 2002: 24).

Orta Asya ve Selçuklu dönemi Türk mutfak kültürü, yemek için kayda değer nitelikte yer almasına rağmen, Osmanlı İmparatorluğu’nun tarih sahnesinde yer almasıyla birlikte mutfağa olan katkı genişlemektedir. Osmanlı İmparatorluğu’nun, genel itibariyle 1299 yılında Osman Bey tarafından hutbe okutulup bağımsızlığını ilan ettiği bilgisi verilse de Öz Türk geleneklerine bakıldığında bir devletin kuruluşu, egemenliğini Tanrı’dan aldığına inanılan karizmatik bir liderin ortaya çıkışına bağlı olarak kabul edilmiştir. 

Tabii, bu liderin ülkesi vergi ödeyen geniş bir halk kitlesi, yani reayasının mevcudiyetini gerekli kılmaktadır (İnalcık, 2019: 13). Böylesi bir olgu da Osman Bey’in İznik’i kuşatmak için vermiş olduğu Koyunhisar Savaşı’ndaki mücadelesi sonrası gerçekleşmiştir. İnalcık’a göre, Bizans’ın iki büyük üssü olan Bursa ve İznik için yapılan bu mücadele, Osman’ı bölgede karizmatik bir Bey durumuna getirmiş, bu zafer sonrası şöhreti duyulan Osmanlı Devleti’nin kuruluş tarihi ise 27 Temmuz 1302 olarak aktarılmıştır (İnalcık, 2019: 17). 1302 yılında bir Beylik olarak Anadolu’nun kuzeybatısında ortaya çıkan ve daha sonra fetihleri ile imparatorluk haline gelen Osmanlı Devleti, 1923 yılına kadar hüküm sürmüştür.

Osmanlı Sarayında da yemek çok mühim bir konu idi. Haliyle Osmanlı Saray Mutfağı için Matbah-ı Âmire ve Kiler-i Âmire isimli iki teşkilat çok zaruridir. Malzemenin toplandığı kuruma Kiler-i Âmire, malzemeyi toplayan kişiye de Matbah Emini denilmiştir. Matbah Emini; et, ekmek, baharat ve saray mutfağına gereken her şeyi piyasadan toplar, Kiler-i Âmireye getirir ve bu malzeme Kiler-i Âmire’den Matbah’a ve aşçılara nakledilir. Mutfakta çalışanlar saray için şiir yazan yahut minyatür yapan teşkilatlar gibi yaratıcı bir gruptur (İnalcık, 2014: 15).

Matbah-ı Âmire, esasen bir mutfak değil, bünyesinde çeşitli mutfaklar, helvahâne, kiler, fırınlar, çeşitli kârhâneler, mirî mandıra ve simidhâneyi barındıran idarî kurumun adıdır (Bilgin, 2004: 55-56). Matbah-ı Âmire Emâneti’nin kesin kuruluş tarihi bilinmemektedir. Bu yüzden, Fatih dönemi sonlarında var olduğunu gördüğümüz Matbah-ı Âmire Emâneti’nin, Yeni Saray’ın (Topkapı Sarayı) inşasından sonra, muhtemelen de aynı padişahın saray teşkilâtında yaptığı düzenlemeler çerçevesinde tesis edildiğini söylemek yanlış olmayacaktır. 

Matbah-ı Âmire içinde yer alan Helvahâne’ye dair ilk kayıtlara Kanunî dönemi defterlerinde rastlanmakta; 1527-28 tarihli defterde Kilâr-ı Âmire ile birlikte Helvahâne de geçmektedir. Bu durumda, mutfağa bağlı müstakil bir birim olarak Helvahâne’nin 1491-1527 arasında, muhtemelen de 1509 depremi sonrası veya Kanunî saltanatının ilk senelerinde tesis edilmiş olması gerekir (Bilgin, 2004: 24-27). Burada yer alan helvacılar, helvacıbaşı ve bir kalfanın nezâretinde çalışmaktaydılar. Aynı bölümde şerbet, hoşaf ve turşu yüksek miktarda üretildiğinden, helvacılardan bu hizmetleri görenler ayrı grupları oluşturmuşlardır. Şerbetçiler şerbetçibaşı, hoşafçılar hoşafçıbaşı ve turşular da turşucubaşının idaresinde çalışmaktadırlar (Bilgin, 2004: 64-65).

Osmanlı İmparatorluğu 15. yüzyılın sonuna geldiğinde bugünkü Bulgaristan, Makedonya, Kuzey Yunanistan ve Kuzey Anadolu’nun çoğuna hüküm sürmektedir. Fetihlerle birlikte genişlemeye başlayan Osmanlı İmparatorluğu ülkeler ve şehirlerarası ticareti de yaygınlaştırmıştır. 15. yüzyılda Filibe ve Burgaz’dan gelen pirinç, saray için temel tüketim maddesi içinde yer almıştır. Bu dönemde meyve ve sebze yetiştiriciliğine de önem verilmiş, 1465 yılında Topkapı Sarayı’nda Fatih Sultan Mehmet saray bahçesine, meyve ağacı diktirmiş, saray ve padişahın bahçelerinde de hıyar, turp, havuç, şalgam, asma kabağı ve pazı gibi sebzeler yetiştirilmiştir (Işın, 2019).

Osmanlı Saray mutfağı, Orta Asya ve Selçuklu Türklerinin ana besin maddesi olan eti tüketmek ile birlikte, ete tek ana öğün olarak yer vermemiştir. Osmanlı mutfağı için büyük bir değişimin yaşandığını ve bu değişimin hem etçil hem de otçul olarak dengeli bir mutfak kültürü olduğunu söylemek mümkündür. Batıya bakıldığında et ana unsur, Doğuya bakıldığında, özellikle Hindistan, Çin, Uzakdoğu ve İran mutfağına bakıldığında pirinç ana besin maddesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Buna karşın 15. yüzyılda Osmanlı Saray mutfağının tek bir ana besin ögesi yerine, hemen hemen var olan tüm ürünlerden bir sentez oluşturmuş olduğu görülmektedir. Mutfaklarda özellikle saray erkânı arasında sevilerek tüketilen bir diğer besin grubu ise Boğaz’dan tutulan balıklardır. Alt kesim, özellikle Müslüman halk, çok sevmese de saray ve padişahlar sıklıkla sofralarında yer vermiştir (Bilgin, 2008: 82).

Osmanlı dönemi saray halkının yemek vakitleri sabah kahvaltısının olduğu kuşluk vakti ve akşam yemeğinin yendiği ikindi vakti olmak üzere 2 öğünden oluşmaktadır. Yemek düzeni rütbeye göre düzenlenmiş, oturulan sofra bulgari denilen bir örtü üzerinde gerçekleştirilmiştir. Lüks ve gösterişli sofralar genellikle ziyafetlerde görülmüş, günlük vakitlerde daha sade bir öğün hazırlanmıştır. Sağlık ile olan ilişki de göz önüne alındığında sofranın sadeliği ile örtüşmektedir (Bilgin, 2008). 

Sofrada yenilen yemekler tek kapta yer almakta, herkese ayrı tabaklar verilmemektedir.

Osmanlı İmparatorluğunun klasik olarak adlandırılan dönemi ise (1450-1550) Osmanlı Devleti’nin en geniş sınırlarına ulaştığı dönemlerdir. Bu yüzyıllarda devlet, gerek yapılan siyasi antlaşmalarla gerekse kazanılan topraklarla ciddi kazanımlar elde etmiştir. Bu kazanımlar Osmanlı Devleti’nin en ihtişamlı dönemi yaşamasını da beraberinde getirmiştir. Pek tabii bu kazanımlar mutfakta da kendini göstermiş hem mutfağa alınan ürünler hem de mutfakta hazırlanan yemeklerle de geniş kapsamlı bir mutfak imparatorluğu ortaya çıkmıştır (Bilgin, 2004).

Geç dönem olarak adlandırılan ve tarihi olarak 1700-1923 yıllarına arasına denk düşen dönem ise, Osmanlı İmparatorluğu’nun askeri ve siyasi açıdan çöküşe sürüklendiği bir dönem olarak bilinmekte fakat mutfak için aynı şeyi söylemek mümkün görünmemektedir. Batı’nın da etkisi ile birlikte mutfak imparatorluğu gelişmeye ve yenileşmeye başlamış, mutfağa yeni kültürler eklenmiştir. Bunlara örnek olarak İngiliz usulü çay ve İtalyan usulü makarnanın 18. yüzyılda Osmanlı mutfağında yerini almış olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır (Işın, 2019: 294). 

Tabii ki Fransız mutfağının da etkisi kendisini göstermiş ve çeşitli yemek kitaplarında yerini almıştır. Aynı zamanda Batı’nın bu etkisi ziyafet sofralarına da yansımış, önemli elçi ve düğün ziyafetleri gibi alanlarda kendini göstermiştir. 31 Aralık 1908 tarihinde, II. Meşrutiyet’in ilanını kutlamak amacıyla Osmanlı mebuslarına Yıldız Sarayı’nda verilen ziyafet menüsü, doğu-batı sentezinin bir yansımasıdır: Yumurtalı bulyon (bouillon), peynirli börek, mayonezli levrek balığı, sebzeli sığır filetosu, soğuk dana ciğer ezmesi, hindi ve keklik kebabı, beyaz salçalı tavuklu pilav, dört kardeş tatlısı, krema ve dondurma (Işın, 2019: 295).

15 ve 16. yüzyıllarda gerçekleşen coğrafi keşiflerle Batı mutfağına giren yeni ürünler, 200 yıllık bir aradan sonra Osmanlı mutfağında da yerini almıştır. Mutfağa giren bu ürünlerde Batının etkisi yadırganamaz niteliktedir. Domates, patates1, biber, kavata2,çikolata, çay, yenibahar, brüksellahanası, brokoli, Frenk maydanozu ve turpu, yerelması, bezelye, ananas, greyfurt, mandalina, Frenk üzümü ve kültür çilek mutfakta yerini alan Batı etkili ürünlerdir. Yavaş yavaş saray mutfağına giren bu ürünler başlangıçta yadırganan türlerdir. 

Fakat daha sonraki süreçlerde halkın mutfağına da girerek sık tüketilen gıdalar arasında yer almıştır. Önceki dönemlerde devam eden et tercihi geç Osmanlı döneminde de yerini korumuştur. Koyun eti hemen hemen tüm etli yemeklerde yer alırken, dana eti Batı etkisi olan yemeklerde tercih edilmiştir. Yemeklere eklenen baharat kültürü ise, değişmeksizin devam etmiş ancak, tarçın (Kâmil, 2016: 119) ve sakıza (Bilgin, 2004: 68) daha fazla ağırlık verildiği görülmüştür.

Türk Kültür Hayatında Şerbet ve Şurup

Şerbet ve şurup tanım olarak farklı şekillerde ifade edilse de en sade şekli ile şekerin suda çözülmesiyle ortaya çıkan mayanın koyusuna şurup, sulusuna da şerbet denilmiştir (Akçiçek, 2002: 745). Çeşitli bitki, çiçek, kök meyve, kabuk veya tohum özlerinin su, şeker, bal veya pekmez ile karıştırılıp sulandırılmasına da şerbet denir. Genel olarak şerbet, içerisine eklenen şeker, bal ve pekmez gibi tatlandırıcılar ile birlikte, farklı bitki ve meyve özlerinin karışımıdır. Şerbetler sade veya karışık olabilir. Basit olanı şekerli sudan başka bir şey değildir. 

Buna şeker şurubu veya şeker şerbeti de denilir (Akçiçek, 2014).

Şurup ise en basit ifade ile şeker ve suyun kaynatılarak koyu hale dönüşmesidir. Şerbetten farkı, kaynatılarak koyu hale getirilmesidir. Şuruplar, içerisindeki meyve ve bitkilere göre isim alırlar. Örneğin; vişne şurubu, kızılcık şurubu, portakal şurubu, menekşe şurubu, erik şurubu gibi. 

Şuruplar uzun süre saklanabildiği için hemen bozulma özelliğine sahip değildir. Şerbetler ise yapıldığı gün içilmesi daha makbul içeceklerdir. Şuruplar istenildiği zaman su ile açılarak şerbet haline getirilebilir. Örneğin menekşe şurubu su ile karıştırılınca menekşe şerbeti olur (Dağdeviren, 2009: 122-131).

Türk toplumu var olduğu günden bugüne büyük bir yeme içme kültürüne sahiptir. İçecek kültürü içerisinde önemli bir yere sahip olan şerbetler ise, Orta Asya Türk toplumlarından Cumhuriyet dönemi Türk toplumuna kadar büyük bir gelişme kaydederek günümüze ulaşmayı başarmıştır. Orta Asya dönemindeki şerbet kültürü, göçebe yaşamın etkisiyle çok fazla çeşitlilik göstermese de Selçuklu dönemi şerbet kültüründe bir ilerleme kaydedilmiş, Osmanlı döneminde de zirve noktasına ulaşılmıştır. 

Bu üç dönem boyunca en sık karşımıza çıkan şerbetler; bal şerbeti, gül şerbeti ve sirkencubindir.3 Özellikle yaz günlerinde serinlemek amacıyla ve genellikle evin hanımı tarafından hazırlanan şerbetler, yemeklerin yanında servis edilmiş, aynı zamanda ramazan, düğün, sünnet, ölüm gibi toplanmaların da geleneksel içeceği haline gelmiştir (Akçiçek, 2014: 90-100).

Kökeninin Doğu Akdeniz’e dayandığı düşünülen şerbet kültürünün, Arap havzasından doğuya yayıldığı anlaşılmaktadır. Muhtemelen Arap seferleri ve ticaret vasıtasıyla İran, Hindistan, Pakistan ve Moğol coğrafyalarında hızlı bir biçimde kabul gören şerbet, Çin’e kadar uzanmıştır (Bilgin, 2012: 49). 

Şerbetin Batıya yayılışı, büyük oranda Osmanlı İmparatorluğu zamanında gerçekleşmiştir. Bu nedenle Batı dünyasında, Osmanlıların kullandığı şerbet kelimesinden türeyen isimlerle anılmıştır. 16. yüzyılda İtalyancaya, Osmanlı topraklarında içilen bir içecek olarak geçen şerbet kelimesi, daha sonra sorbetto adını alarak İtalyan mutfağına bir içecek olarak girmiştir. İtalyanların sorbettosu, Fransızca sorbet ve İspanyolca sorbete kelimelerini türetmiştir. Almanlar tıpkı Fransızlar gibi sorbet, Sırp ve Hırvatlar šérbe, Portekizliler de sorvete demişlerdir. 

Diğer Avrupa ülkelerinde de benzer isimlerle anılan şerbetin Avrupa’da yayılışının oldukça hızlı olduğu anlaşılmaktadır. Bu meyanda 17. yüzyılda Paris ve Londra sokaklarında şerbet satıcılarına rastlamanın olağanüstü bir durum olmadığı belirtilmelidir (Bilgin, 2012: 49). Şerbetlik şekerin 18. yüzyılda Türkiye’den Fransa’ya ihraç edildiği bilgisi, şerbetin yayılımını doğrular niteliktedir (Işın, 2008: 114).

Orta Asya Türklerinin içecek hayatına bakıldığında, içtikleri şarap, meyve suyu ve şıra gibi içeceklere genel olarak çakır veya süçik adını, soğuk olarak içilen içeceklere de soğukluk adını vermiş olduğu görülmektedir. Farsça olarak isimlendirilen fuka4, mîzab5, cüleybin6, gülâp/ cülab7 diğer yandan kımız, ayran, bira, boza, süçik/çakır/şarap/meyve suyu, kızıl süçik8, ugut9, agartgu10, begni11, buhsum12, kumlak13, uhak14, çifşeng çakır15, sirke ve şıra tüketilen içeceklerdir (Genç, 2002).

Türkler 10. yüzyıldan itibaren en sade şekli ile bal ve suyun karışımı olan bal şerbetini tüketmişlerdir. Bunlardan başka çeşitli meyvelerin özleriyle de içeceklerini çeşitlendirilmişlerdir. Türklerin 11. yüzyılda bol olarak yetiştirdikleri üzüm ile elma, armut, şeftali, kayısı, erik, ayva, dut, fıstık ve ceviz gibi meyveleri her zaman bol olarak yedikleri gibi Yusuf Has Hacib’in tarifine uygun olarak, yemeklerden sonra yaş veya kuru yemiş şeklinde yedikleri de anlaşılmaktadır (Genç, 2002: 15-16).

“Yiyecek ve içeceklerden sonra çerez ve yemiş Ver biraz da kuruyemişle simiş16” (Hacib, 2019: 348).

Onlar tatlı meyvelerin sularından elde ettikleri şurup ve şerbetleri, genellikle evlerinin buzluk kısımlarında sakladıkları buzlar ile soğutuyorlar ve bu soğutma işine de süçik üşitmek diyorlardı. Ayrıca, yine şerbet veya şurup yapımında çok kullandıkları ve uhak dedikleri bir meyve suyu daha görüyoruz ki bunun, kayısı sıkılarak elde edildiği kaydedilmektedir. Yine, soğukluk olarak kullanılan bir çeşit ekşi meyve suyuna çifşeng çakır denildiğini de öğreniyoruz (Genç, 2002: 16).

Şerbet kültürünün varlığı Orta Asya Türklerinden Selçuklulara, oradan da daha geniş bir yelpaze ile Osmanlı İmparatorluğu’na aktarılmıştır. Selçuklu döneminde şerbet veya cülab olarak adlandırılan içecekler (şerbetler) hazmı kolay olması sebebiyle öncelikle zengin kesim tarafından yemeklerden sonra tüketilmiştir. Çeşitli meyvelerin sularından tüketildiği bilinen bu içecekler genellikle yemeklerle birlikte tercih edilmemiştir. Sebebi ise sağlık ile ilgili olarak hazmı zorlaştırmasıdır (Trepanier, 2008).

Selçuklu dönemi içecekleri arasında içmek17, çagır 18, su, boza, şüşüş19, bor20, çakır21, komlak22 ve kurut23 yer almaktadır (Çetin, 2008: 35). Bunlar içerisinde en çok dikkatimizi çeken ise şeker şerbeti anlamına gelen “içmek” tir. Diğer taraftan, bu dönemde de tüketilen bal şerbeti, yemeklerin yanında ikram edilse de şifa olarak da kullanılmıştır. Bunun yanında gül suyu, nar, incir ve üzüm şerbetleri de yer almaktadır. Yemek dışında tarçın şerbeti kışın verilmiş, yazın koruk ve bal şerbetleri sunulmuştur. Nar şerbeti verilmesi ise pek kibarlık sayılmıştır (Akçiçek, 2014: 92). Bu şerbetler evde tüketilmesinin yanında şerbetçi dükkânlarında ve sokak satıcılarında da mevcuttur (Şahin, 2008).

Gazoz, kola gibi alkolsüz içkilerin henüz ortaya çıkmadığı, alkollü içkilerin marjinal bulunduğu Osmanlı toplumunda da, şerbetin önemi çok büyüktür. Osmanlı Sarayında şerbet her zaman taze yapılamadığından, uzun süre saklanabilen hazır karışımlar bulundurulmuştur. Bunlar üç türlüdür: Sıvı şuruplar24, macun kıvamındaki çevirmeler ve sert şerbetlik şekerler (Işın, 2008: 111).

“Şeker şurubuna bin bir meyve, çiçek veya baharattan herhangi birinin suyunu veya yağını ilâve ettikten sonra hiç durmadan bir tarafa doğru çevirmeye başlarsanız bir saat sonra “çevirme” denilen macunumsu şekerlemeden elde etmiş olursunuz (Işın, 2008: 121). Rumların kaşık tatlısı ve Türklerin çevirmesi, “lohuk” olarak da biliniyordu. Lohuk, köken itibariyle tıbbî bir ilâçtı. Bol şeker veya balla yapıldığından, zamanla hoş, lezzetli bir şekerleme olarak kılık değiştirmiştir (Işın, 2008: 122). Elde edilen şerbet türü çok yumuşaktır. Şişelerde muhafaza edilir ve kadehlerde içilir. 

Lohuk şerbetler ya kaşıkla yenilir ya da üzerine su dökülerek içilir. Merheme lohuk denildiği için bu şerbete de lohuk şerbet adı verilmiştir. Yerinde bir tabirdir bu, çünkü tamamen merheme benziyor, limon suyu, meyve suları ve bazı sıvı maddelerden elde edilir. Lohuk şerbet, kışın daha yumuşak tutulur, yazın ise ekşime ihtimali fazladır. Çoğunlukla bardaklarda, bazen de porselen kaplarda muhafaza edilen bu şerbet, bütün şark tatlıcılarında bol bulunur” (Unger, 1987: 22).

“Sert şerbet, şerbet şekeri de denilen şerbetlik şeker ise, şekerci işiydi, evde yapılmazdı. Kaynatılan koyu şeker şurubuna meyve suyu, çiçek yağı, baharat yağı gibi tatlandırıcılar ilâve edilir, kristalizasyonu sağlamak için karıştırılır, sonra tabaka halinde mermere dökülürdü. Sertleşince de baklava şeklinde kesilirdi. Bu şekerden koparılan parçalar sulandırılarak şerbet yapıldığı gibi, şekerleme niyetine de yeniliyordu (Işın, 2008: 111). Konserveleri tam Avrupaî tarzdadır. Adını, hazırlanış tarzından ziyade, biçimdeki farklılıktan alır. Türk, bunu çoğunlukla sandviç şeklinde keser. 

Avrupalı ise, ya uzunlamasına ya da dört köşeli parçalar halinde keser. Onu lohuk şerbetlerden ayıran özellik, sert olmasıdır (Unger, 1987: 25). Bu sertlik nasıl elde edilir? Her şeyden önce limon suyu da dâhil, sıvı unsurlardan oluşan karışımları karıştırmamak suretiyle. Şerbetin sert olmasını engelleyecek ölçüde sıvı karıştırmaktan kaçınılmalıdır. Türk, bu şerbetleri elini dokundurmadan kalaylanmış kazanlarda hazırlar. Bu işi dükkânının önünde yapar” (Unger, 1987: 25).

Hastalıkların beslenme ile olan ilişkisi fark edildikten sonra, antik dönemden günümüze, kimi hastalara, ilaçlar yanında özel yiyecek ve içeceklerin de önerildiği bilinen bir gerçektir (Yıldırım, 2008: 153). Bu doğrultuda şerbet de müshil ilacı yerine kullanılan bir tabir olmuştur. 

Yusuf Has Hacib’in de belirttiği gibi şerbetler içerisindeki bal, yörenin kaynak suyu ve çeşitli bitki, çiçek ve meyvelerin karışımı ile ortaya çıkan bir içecek olmasının yanında, ilaç görevini de üstlenmektedir. Sadece bal bile içerdiği vitamin, kalsiyum, demir, potasyum, fosfor ve magnezyum gibi enzimler sayesinde derde deva olarak bilinmektedir (Hacib, 2019). Örneğin bal ve sirke ile yapılan sirkencübin hem susuzluğu gidermekte hem de hastalıklarda ilaç yerine kullanılmaktadır (Akçiçek, 2014: 92).

“Ağır hastalık geldi yere çaldı
Bu şeye girip yaptı, bunaldı Otacılar gelip nabzına baktılar Hastalığı neymiş deyiverdiler

Biri dedi: Kan tutmuş bunu
Açıp damarını akıtmalı kanı

Biri dedi: Müshil içirmek gerek Kabız olmuş şimdi boşaltmak gerek

Biri gül suyuyla şerbet hazırladı
Biri hazırladığı içkiyi verdi” (Hacib, 2019: 98).

Şerbet serinlemek ya da keyiflenmek amacıyla tüketildiği gibi yorgunluk, baş ağrısı, halsizlik gibi günlük yaşamda sık karşılaşılan rahatsızlıklarda da içilen bir drogdur (Kuzucu, 2008: 243). Özellikle yemeklerin yanında tüketilen şerbetlerin daha çok sağlık yönü ağır basmış ve her bir yemeğin yanında hangi içkinin sağlık için uygun olduğu da belirtilmiştir. İstanbul’da narçiçeği şerbetinin diş etleri ve diş iltihaplarını tedavi ettiği düşünülmüştür. 

Gülhatmi şerbeti ise öksürüğe iyi gelmesi ve göğsü yumuşatması sebebiyle İstanbullular tarafından kullanılmıştır (Tatlı, 2012: 232-240). Demirhindi şerbeti de genellikle susuzluğu giderici özelliğiyle bilinse de kanı temizlediğine de inanılmakta, bunun yanında sindirim sistemini düzenlemede ve bağırsakların düzenlenmesinde yardımcı olmaktadır (Sarıoğlan ve Cevizkaya, 2016: 237-250).

Tablo.1.2. Türk Kültüründeki Şerbet İsimleri

Kız Görme Şerbeti

Lohusa Şerbeti

Nazar Şerbeti

Hamam Şerbeti

Dedeler Şerbeti

Gebe Şerbeti

Büyü Şerbeti

Göz Şerbeti

Yılan Şerbeti

Akrep Şerbeti

Sıçan Şerbeti

Barıştık Şerbeti

Zıkkım Kökü Şerbeti

Düğün Şerbeti

Maya Şerbeti

Ölü Şerbeti

Meryem Ana Şerbeti

Kızamık Şerbeti

Takım Şerbeti

Sünnet Şerbeti

Ecel Şerbeti

Sebil Şerbeti

Fatma Ana Şerbeti

Şer Şerbeti

Söz Şerbeti

Kesmik Şerbeti

Efsunlu Şerbeti


Yat da Geber Şerbeti


Kaynak: (Akçiçek, 2014).
Yukarıda yer alan isimler şerbetin şifa kaynağı olmasının yanında, geçmişte şerbet kültürünün ne kadar yoğun yaşandığının bir göstergesidir. Dahası hemen hemen her olay için şerbet dağıtmak gelenek haline gelmiş, hatta sıradanlaşmıştır (Akçiçek, 2002). Düğün, nişan ve söz kesme merasimlerinde geleneksel hale gelen şerbet ikramı; ağız tatlılığı, evliliğin güzel ve hayırlı olması için hazırlanan geleneksel bir kültürdür. 

Bu süreçte şerbetin konulduğu kap ve bardaklar özenle hazırlanır, gelen konuklara ikram edilir. Şerbeti içen misafirler de evlenecek olan çiftlere güzel dileklerde bulunur (Akçiçek, 2002). Bu geleneklerden pek çoğu günümüze de aktarılmıştır. Örneğin Ermenek Karaman yöresinde gelinin, damat evine girmeden önce kayınvalidesi tarafından hazırlanan şerbet kâsesini ayağıyla kapının önünde dökmesi ve gelinin başına şeker ve para atılması geleneği halen devam etmektedir.

Günümüzden bir asır geri dönsek sokakta bardakları şangırdatan “buz gibi bu....z, otuz iki dişe birden hemen çaldırıyor” diye bağıran, sırtında sebili ile dolaşıp çocuklarla hoş sohbet eden şerbetçilerle karşılaşmak mümkündür (Akçiçek, 2014). Sadece sokaklarda değil, düğünlerde, nişanlarda, bayramlarda, hastalık durumlarında, yemeklerde ve daha birçok durumda içilen şerbet yaşamın her alanına girmiştir. Mevsiminde toplanan taze meyve, çiçek ve bitkiler ile hazırlanan, içerisine bal, pekmez veya şeker eklenerek tatlandırılan bu içecek, döneminde hem şifa kaynağı hem de bir kültürdür.

Ayşe Fahriye’nin Ev Kadını eserinde yer alan gazlı şerbetler (Fahriye, 2018: 164), 19.yüzyıl için yavaş yavaş şerbet içeriğinin, değişim ve dönüşümüne bir örnek olarak verilse de tam manasıyla şerbet kültürünün zedelendiğini ve yok olduğunu söylemek mümkün değildir. Fakat 1960’lı yıllarda meşrubat sanayinin kurulması ve gelişmesi ile yerini sağlık açısından tehlike arz eden gazlı içeceklere bırakması değişim ve dönüşümün en belirgin örneğidir (Akçiçek, 2014: 91). Sokaklarda satılan şerbetler ise, günümüzde yok denecek kadar azdır.

Şerbet Tarifleri

Çalışma konusunun belirlenmesi aşamasında birebir uzman görüşlerinin alınmasıyla Türk kültüründeki var olan şerbetlerin toplum içerisine yeniden kazandırılmasına karar verilerek hazırlanan bu çalışma da yaklaşık olarak kırk adet tarih ve yemek kitabından yararlanılarak birincil ve ikincil kaynak tarama yöntemine, Türk mutfağında yer alan çiçekli şerbetlerin neler olduğunun tespiti için tarihsel yönteme ve son olarak da neden sonuç ilişkisinin kurulması için bulguların yorumlanması yöntemlerine başvurulmuştur. Elde edilen kaynakların mevcudiyeti doğrultusunda 13 adet çiçekli şerbet tarifi de eklenerek çalışmanın tamamlanması sağlanmıştır.

Akasya Şerbeti Malzemeler:

• 10 kilogram salkım olarak akasya çiçeği
• 2,5 kilogram yerli süzme akasya balı
• 15 litre su
• 6 adet limon

Yapılışı: Akasyaları salkım olarak genişçe bir küpün içine koyup bal ve limonu ilave edip tahta kaşık ile iyice yediriniz. Küpün üzerine suyunuzu döküp iyice birbirleri ile özleştirip, küpün ağzını dallı akasya çiçekleri ve yaprakları ile güzelce kapatınız. Yaklaşık iki gün serin bir yerde bekletiniz. Şerbetinizi bir güzel karıştırdıktan sonra hem suyunu hem de çiçeklerinin keyfini çıkartabilirsiniz (Dağdeviren, 2015: 45).

Amber Çiçeği Şerbeti Malzemeler:
• 500 gram amber çiçeği
• 2,5 kilogram toz şeker

Yapılışı: Amber çiçeklerinin yaprakları çıkarıldıktan sonra dövülmüş ve ince elekten birkaç defa geçirilmiş tozşekerle amber çiçekleri yoğrula yoğrula şeker rengini alınca, elekten geçirip çiçekler ayrılacağından şekeri kapaklı kâselere sıkı sıkı bastırıp ağızlarını kapatınız. Gerektiği zaman şerbet yapıp içebilirsiniz. Ekşi olması isteniyorsa limon suyu ilavesi güzel bir tat verecektir25 (Fahriye, 2018: 163).

Fil (Bahar) Çiçeği Şerbeti Malzemeler:
• 500 gram Fil (bahar) çiçeği
• 2,5 kilogram toz şeker

Yapılışı: Fil çiçeğinin yapraklarını çıkardıktan sonra dövülmüş ve ince elekten birkaç defa geçirilmiş tozşekerle fil çiçeklerini yoğrula yoğrula şeker rengini alınca, elekten geçirip çiçekler ayrılacağından şekeri kapaklı kâselere sıkı sıkı basılıp ağızlarını kapatınız. Gerektiği zaman şerbet yapıp içebilirsiniz. Ekşi olması isteniyorsa limon suyu ilavesiyle güzel bir tat verilecektir26 (Fahriye, 2018: 163).

Fulya Şerbeti Malzemeler:
• 500 gram fulya
• 2,5 kilogram toz şeker

Yapılışı: Fulya çiçeğinin yapraklarını çıkardıktan sonra dövülmüş ve ince elekten birkaç defa geçirilmiş tozşekerle fulya çiçeklerini yoğrula yoğrula şeker rengini alınca, elekten geçirilip çiçekler ayrılacağından şekeri kapaklı kâselere sıkı sıkı basılıp ağızlarını kapatınız. Gerektiği zaman şerbet yapıp içebilirsiniz. Ekşi olması isteniyorsa limon suyu ilavesiyle güzel bir tat verilecektir27 (Fahriye, 2018: 163).

Gül Şerbeti Malzemeler
• 1 kilogram pembe gül (güneş yüzü değmeden toplanmış)
• 2 kilogram toz şeker
• 3 adet limon
• 5 litre su

Yapılışı: Güllerin sap kısımlarını kopartınız, uçlarındaki beyazlıklarını el yordamı ile ayıklayınız ve bol soğuk suda iyice yıkayınız. Yıkarken gülleri kesinlikle örselemeyiniz. Bu işlemden sonra çekirdekleri alınmış limonları kabukları ile birlikte gül yapraklarıyla yoğurunuz. Karışımın üzerini kapatıp, bir gün bekletiniz. Ardından şekeri güllere ilave edip tekrar yoğurunuz. 

Bir gün de bu şekilde gül, şeker ve limonlar birbirine karışsınlar. Ertesi gün yaklaşık beş litre su ile karıştırınız ve malzemeleri birbirine iyice yedirip tülbentten geçiriniz. Yaklaşık üç defa süzme işlemini yapıp soğutunuz ve hemen o gün içiniz28 (Dağdeviren, 2009: 46), (Samancı, 2008: 391), (Halıcı, 2007: 194), (Halıcı, Türk Mutfağı, 2009: 291), (Halıcı, 2014: 327), (Halıcı, 2016: 51), (Fahriye, 2018: 163), (Tosun, 2016: 165).

Güllü Elma Şerbeti Malzemeler
• 4 tane elma
• 200 gram gül yaprağı
• 2 tane limon
• 2 litre su
• 250 gram bal

Yapılışı: Bir gün önceden gül yapraklarıyla ince halka şeklinde doğranmış limonları bir kabın içerisinde balı da ekleyerek on dakika güzelce karıştırarak köfte yoğurur gibi yoğurunuz. Yine bir gece önceden elmaları dörde bölüp çekirdek kısımlarını çıkartarak suyla beraber tencereye ekleyiniz ve ağzı kapalı olarak yarım saat pişiriniz. Ertesi gün elmaları sudan çıkartıp gül karışımının içerisine ekleyiniz ve beş dakika ezerek yoğurunuz Elmalardan çıkarttığınız suyu kaynar hale getirip yapmış olduğunuz karışımın üzerine dökünüz ve hepsini güzelce karıştırınız. Su soğuduktan sonra bir şişeye süzünüz. Bir gün güneş gören yerde ağzı kapalı olarak bekletiniz ve sonra soğutup içiniz (Dağdeviren, 2017: 57).

İğde Çiçeği Şerbeti Malzemeler:
• 500 gram iğde çiçeği
• 2,5 kilogram toz şeker

Yapılışı: İğde çiçeğinin yapraklarını çıkardıktan sonra dövülmüş ve ince elekten birkaç defa geçirilmiş tozşekerle iğde çiçeklerini yoğrula yoğrula şeker rengini alınca, yani sarılaşmaya başlayınca elekten geçirilip çiçekler ayrılacağından şekeri kapaklı kâselere sıkı sıkı basılıp ağızlarını kapatınız. Gerektiği zaman şerbet yapıp içiniz. Ekşi olması isteniyorsa limon suyu ilavesiyle güzel bir tat verilecektir29 (Fahriye, 2018: 163).

Menekşe Şerbeti Malzemeler:
• 500 gram menekşe
• 2,5 kilogram toz şeker

Yapılışı: Menekşeleri mevsiminde, sabahleyin güneş görmeden toplayıp çiçeğinin yapraklarını koparınız, mümkünse yapraklarının beyaz kısmını kesip ayrınız. Menekşe yapraklarını şekerle birlikte bir kaba koyup, şeker menekşe yapraklarıyla aynı rengi alana kadar iyice yoğurup kavanozlara doldurunuz. Kavanozların ağızlarını hava geçirmeyecek şekilde kapatıp kaldırınız. İstediğiniz zaman, özellikle yaz günlerinde bir bardak soğuk suda 2-3 çay kaşığı koyusunu eriterek kullanılabilirsiniz. Çok hoş ve serinletici bir içecektir. Arzu edilirse menekşe şerbetine, süzülmüş limon suyu karıştırılınca daha hoş ve ekşi olacaktır30 (Efendi, 2005: 203), (Fahriye, 2018: 162), (Kâmil, 2016: 146), (Tosun, 2016: 165).

Nergis Şerbeti Malzemeler:
• 2 demet yabani nergis çiçeği
• 1 kahve fincanı elma sirkesi
• 1 su bardağı süzme yerli bal
• 2 litre kaynamış su
• 2 gram tuz
• 10 gram kabuğu soyulmuş badem

Yapılışı: Nergis çiçeklerini, bademi ve tuzu bir havana koyunuz ve havaneliyle 5 dakika dövünüz. Sıcak suyun içerisine sirke ve balı ilave edip iyice eritiniz. Üzerine havanda dövdüğünüz malzemeleri de ekleyerek karıştırınız. Ağzı kapalı olarak üç gece üç gün bekletip sonra suyu tekrar karıştırınız. Tülbentten şerbeti süzüp şifa niyetine içebilirsiniz (Dağdeviren, 2017: 63).

Şıkık (Gelincik Çiçeği) Şerbeti Malzemeler:
• 100 adet gelincik çiçeği
• 1 adet limon
• 2 litre su
• 250 gram zahter (kekik) balı

Yapılışı: Gelincik çiçeğinin yapraklarını cam bir kavanoza koyunuz. Üzerine limonun kabuğunu ve limon suyunu ilave ediniz. Suyunu da ekleyip ağzını iyice kapatınız. Güneş gören bir yerde yaklaşık bir hafta bekletiniz. Son olarak balı da ilave edip üç gün daha güneş gören yerde bekletiniz. Soğutarak servis edebilirsiniz (Dağdeviren, 2013: 56).

Yasemin Şerbeti. Malzemeler:
• 500 gram yasemin çiçeği
• 2,5 kilogram toz şeker

Yapılışı: Yasemin çiçeğinin yapraklarını çıkardıktan sonra dövülmüş ve ince elekten birkaç defa geçirilmiş tozşekerle yasemin çiçeklerini yoğrula yoğrula şeker rengini alınca, elekten geçirip çiçekler ayrılacağından şekeri kapaklı kâselere sıkı sıkı basıp ağızlarını kapatınız. Gerektiği zaman su ile açarak şerbet yapıp içiniz. Ekşi olması isteniyorsa limon suyu ilavesiyle güzel bir tat verilecektir31 (Fahriye, 2018: 163).

Yediveren Şerbeti Malzemeler:
• 300 gram yediveren gül çiçeğinin yaprakları (uç kısımlarındaki beyaz kısım kesilmiş olarak)
• 500 gram toz şeker
• 3 litre su
• 2 adet limon suyu

Yapılışı: Haziran ayında dağlarda çıkarılan bu gülün yapraklarını şeker ile karıştırınız, bir saat birbirleri ile özleşmesini bekleyiniz. Bu sırada limon sularını katıp, yirmi dakika daha bekleyip sonra elinizle köfte yoğurur gibi yoğurunuz. Bu işlemden sonra bir saat daha bekletip, ardından su ilave ediniz, hepsini iyice karıştırıp, üç defa süzünüz, soğuk olarak bekletmeden içebilirsiniz (Dağdeviren, 2009: 129-130).

Zambak Şerbeti Malzemeler:
• 500 gram zambak
• 2,5 kilogram toz şeker

Yapılışı: Zambak çiçeğinin yapraklarını çıkardıktan sonra dövülmüş ve ince elekten birkaç defa geçirilmiş toz şekerle zambak çiçeklerini yoğrula yoğrula şeker rengini alınca, elekten geçirip çiçekler ayrılacağından şekeri kapaklı kâselere sıkı sıkı basıp ağızlarını kapatınız. Gerektiği zaman şerbet yapılıp içebilirsiniz. Ekşi olması isteniyorsa limon suyu ilavesiyle güzel bir tat verilecektir32 (Fahriye, 2018: 163).

Türk Kültür Hayatında Çiçekli Şerbetler Nelerdir?

Sonuç
Türk toplumu var olduğu günden bugüne büyük bir yeme içme kültürüne sahiptir. İçecek kültürü içerisinde önemli bir yere sahip olan şerbet ise Orta Asya Türk toplumlarından Cumhuriyet dönemi Türk toplumuna kadar büyük bir gelişme kaydederek günümüze ulaşmayı başarmıştır. Orta Asya dönemindeki şerbet kültürü, göçebe yaşamın etkisiyle çok fazla çeşitlilik göstermese de Selçuklu dönemi şerbet kültüründe bir ilerleme kaydedilmiş, Osmanlı döneminde de zirve noktasına ulaşılmıştır. Çiçekli şerbetler olarak konu kısıtlamasına gidildiğinde ise, bu şerbetlerin ne kadar az olduğu görülmektedir. Diğer yandan yararlanılan kaynaklarda tam tariflerin yer almaması araştırmayı zorlaştıran etmenler içerisindedir.

Araştırması yapılarak incelenen bu çalışma, kültür içerisindeki bazı olay ve olguların aynı zamanda yemek ile de bütünleşmiş olduğunu yukarıda yer alan tablodan bize göstermektedir. Bu tabloda yer alan şerbet isimleri o günkü yaşanılan olaya göre isimlendirilmiştir. Örneğin lohusa, düğün, nazar, sünnet şerbetleri gibi. Toplumun bel kemiği olan kültür hem kendi içerisinde hem de çevresiyle birlikte bir etkileşim içerisindedir. Bu kültür içerisine yerleşen şerbet ise, Orta Asya’dan bugüne gelen bir mirasın tam manasıyla ne yazık ki korunamadığını şu anki dönemdeki eksikliğiyle göstermektedir. 

Bu alanda yapılan akademik çalışmaların eksikliği de bunu doğrular niteliktedir. Asıl gaye ise; böylesi köklü bir kültür geçmişinin tekrardan hatırlanıp toplum içerisinde yer bulmasını sağlamaktır. Nihayetinde hazırlanan bu çalışmanın; saha çalışmalarının eklenmesiyle daha geniş bir kazanımın sağlanacağı Bilimsel Projelerle Tarih alanlarına, Belediye destekli eğitimler, Workshoplar, Broşürler, Karekodlar ve Pop-uplar yardımıyla tanıtımlarının yapılıp içecek ağının genişletilmesiyle Gastronomi ve Turizm alanlarına kazandırılması önerilmektedir.

KAYNAKÇA
Akçiçek, E. (2002). Dünden Bugüne Şerbetçiliğimiz. M. Koz içinde, Yemek Kitabı Tarih-Halkbilim-Edebiyat. İstanbul: Kitabevi Yayınları.
Akçiçek, E. (2014). Türk Kültüründe Şerbet. Yemek ve Kültür Dergisi(37).
Bilgin, A. (2004). Osmanlı Saray Mutfağı. İstanbul: Kitabevi Yayınları.
Bilgin, A. (2008). Klasik Dönem Osmanlı Saray Mutfağı. A. Bilgin, & Ö. Samancı içinde, Türk Mutfağı. Ankara: T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı.
Bilgin, A. (2012). Osmanlılarda Şerbet Kültürü ve Tatlıhane-i Amire’de Üretilen Şerbetler. Yemek ve Kültür Dergisi(29).
Çetin, A. (2008). Karahanlı-Şeçuklu-Memlûk Çizgisinde Türk Mutfağı. A. Bilgin,
& Ö. Samancı içinde, Türk Mutfağı. Ankara: T.C. Kültür ve Turizim Bakanlığı Yayınları. Dağdeviren, M. (2009). Şerbet, Şurup ve Hısım, Akrabaları. Yemek ve Kültür Dergisi(15).
Dağdeviren, M. (2009). Unutulmuş Halk Yemeklerinden Yedi Tarif. Yemek ve Kültür Dergisi(17).
Dağdeviren, M. (2009). Unutulmuş Halk Yemeklerinden Yedi Tarif. Yemek ve Kültür Dergisi(15).
Dağdeviren, M. (2013). Unutulmuş Halk Yemeklerinden Yedi Tarif. Yemek ve Kültür Dergisi(32).
Dağdeviren, M. (2015). Unutulmuş Halk Yemeklerinden Yedi Tarif. Yemek ve Kültür Dergisi(40).
Dağdeviren, M. (2017). Unutulmuş Halk Yemeklerinden Yedi Tarif. Yemek ve Kültür Dergisi(48).
Dağdeviren, M. (2017). Unutulmuş Halk Yemeklerinden Yedi Tarif. Yemek ve Kültür Dergisi(47).
Efendi, T. (2005). Osmanlı Mutfağı. (A. İ. Aktürk, Çev.) İstanbul: Dönence Basım ve Yayın Hizmetleri.
Fahriye, A. (2018). Ev Kadını 1883. (T. Kut, Çev.) İstanbul : Çiya Yayınları.
Genç, R. (2002). XI. Yüzyılda Türk Mutfağı. M. Koz içinde, Yemek Kitabı Tarih-Halk bilim-Edebiyat. İstanbul: Kitabevi Yayınları.
Hacib, Y. H. (2019). Kutadgu Bilig. (A. Çakan, Çev.) İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.
Halıcı, N. (2007). Mevlevi Mutfağı. İstanbul : Metro Kültür Yayınları.
Halıcı, N. (2009). Türk Mutfağı. İstanbul: Oğlak Yayınları.
Halıcı, N. (2014). Geçmişin İzleriyle Sille Mutfağı. Konya: Selçuklu Belediyesi KültürYayınları.
Halıcı, N. (2016). Zaman İçinde 4. Ankara: Gürler Matbaacılık.
İnalcık, H. (2014). Sempozyum Açılış Konuşması. A. Avcı, S. Erkoç, & E. Otman içinde, Yemekte Tarih Var Yemek Kültürü ve Tarihçiliği. İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları.
İnalcık, H. (2019). Devlet-i Aliyye Osmanlı İmparatorluğu Üzerine Araştırmalar I. İstanbul: İş Bankası Kültür Yayınları.
Işın, P. M. (2008). Gülbeşeker Türk Tatlıları Tarihi. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
Işın, P. M. (2019). Avcılıktan Gurmeliğe Yemeğin Kültürel Tarihi. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
Kâmil, M. (2016). Melceü’t-Tabbahin (Aşçıların Sığınağı) 1844. (G. Taşkın, Çev.) İstanbul: Çiya Yayınları.
Kuzucu, K. (2008). Osmanlı İçecek Kültüründe Yeni Bir Tat Olarak Çay. A. Bilgin, & Ö. Samancı içinde, Türk Mutfağı. Ankara: T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları. Mahmud, K. (2018). Divanü Lügat-it Türk (Cilt 1). (B. Atalay, Çev.) Ankara: Türk
Dil Kurumu Yayınları.
Oral, M. Z. (2002). Selçuklu Devri Yemekleri ve Ekmekleri. M. S. Koz içinde, Yemek Kitabı Tarih-Halkbilim-Edebiyat. İstanbul: Kİtabevi Yayınları.
Samancı, Ö. (2008). Günümüze Uyarlanmış Osmanlı Yemek Tarifleri. A. Bilgin, & Ö. Samancı içinde, Türk Mutfağı. Ankara: T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları. Sarıoğlan, M., & Cevizkaya, G. (2016). Türk Mutfak Kültürü: Şerbetler. Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi.
Sümer, F. (2009). Türklerin İslami Devirde Kurdukları En Büyük Hanedanlardan Biri (1040-1308), Selçuklular. TDV İslam Ansiklopedisi (Cilt 36). içinde İstanbul: TDV İslam Araştırmaları Merkezi.
Şahin, H. (2008). Türkiye Selçukluları ve Beylikler Dönemi Mutfağı. A. Bilgin, & Ö. Samancı içinde, Türk Mutfağı. Ankara: T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı.
Talas, M. (2005). Tarihi Süreçte Türk Beslenme Kültürü ve Mehmet Eröz’e Göre Türk Yemekleri. Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi.
Tatlı, N. (2012). İstanbul’un Yüzleri Serisi 53: İstanbul’un Yüz Lezzeti. İstanbul: İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür A.Ş.
Tosun, M. N. (2016). Aşçıbaşı Bir Osmanlı Subayının Yemek Kitabı. (P. M. Işın, Çev.) İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.
Trepanier, N. (2008). 14. Yüzyıl Anadolusunda Yemek Kültürü. A. Bilgin, & Ö. Samancı içinde, Türk Mutfağı. Ankara: T.C. Kültür ve Turizm Bakalığı Yayınları.
Unger, F. (1987). Doğu’da Tatlıcılık. Konya: Konya Kültür ve Turizm Derneği.
Yıldırım, N. (2008). 14. ve 15. Yüzyıl Tıp Yazmalarında Hastalıklara Tavsiye Edilen Çorbalar, Aşlar ve Tatlılar. A. Bilgin, & Ö. Samancı . içinde Ankara: T.C. Kültür ve Turizm Bakalığı Yayınları.

1 Mehmet Kamil yer elmasına benzetir.
2 Dışı domates, içi biber benzeri bir sebze.
3 Sirke ve balın karışımı ile elde edilen aynı zamanda; sirkencübin, sirkencebin, sirkengübin gibi farklı isimler alan bir şerbet türüdür.
4 Arpa suyu.
5 Sofra suyu.
6 Bal şerbeti.
7 Farsça Gülâp Arap şivesinde Cülab olmuştur. Türkçe gülsuyu demektir. Gül suyu ile yapılan şeker şerbetine gülâp yahut cülap derler.
8 Kırmızı şarap.
9 Hamurdan elde edilen şarap.
10 Buğdaydan elde edilen şarap.
11 Bir tür bozaya benzeyen ve buğday, darı ve arpadan elde edilen içecek.
12 Darıdan elde edilen ve bir tür biraya benzeyen içecek.
13 Kumlak bitkisinin bal ile karıştırılmasıyla elde edilen şarap.
14 Kayısı suyundan elde edilen meyve suyu/içecek. Kaşgarlı Mahmud bu içeceği “Uxak” olarak yazmaktadır.
15 Ekşi meyve suyu.
16 Simiş: Semirten, yiyecek, tatlı.
17 Eritilmiş şeker şerbeti. 18 Şarap.
19 Kuru üzüm şarabı.
20 Şarap.
21 Şarap.
22 Balın içine muhtelif maddeler konularak yapılan içecek.
23 Kurut, süzme yoğurt veya yayıkta çalkalanan yoğurttan, tereyağı çıkarıldıktan sonra kalan yayık ayranının kaynatılarak oluşturulan çökeltiden yani çökelekten yapılır.
24 En sade şekli ile; şeker ve suyun kaynatılmasıyla elde edilen koyu kıvamlı sıvı. Bu sıvılar içerisine eklenen meyve, bitki ve çiçek özleri ile genişletilebilir.
25 Ayşe Fahriye, Amber Çiçeği Şerbeti için kesin bir gramaj kullanmamıştır. Hazırlanan bu tarifin gramajı yararlanılan kaynaklardan derlenerek oluşturulmuştur.
26 Ayşe Fahriye, Fil Çiçeği Şerbeti için kesin bir gramaj kullanmamıştır. Hazırlanan bu tarifin gramajı yararlanılan kaynaklardan derlenerek oluşturulmuştur.
27 Ayşe Fahriye, Fulya Şerbeti için kesin bir gramaj kullanmamıştır. Hazırlanan bu tarifin gramajı yararlanılan kaynaklardan derlenerek oluşturulmuştur.
29 Ayşe Fahriye, İğde Çiçeği Şerbeti için kesin bir gramaj kullanmamıştır. Hazırlanan bu tarifin gramajı yararlanılan kaynaklardan derlenerek oluşturulmuştur.
30 Menekşe Şerbeti dört farklı kaynaktan derlenerek hazırlanmıştır.
32 Ayşe Fahriye, Zambak Şerbeti için kesin bir gramaj kullanmamıştır. Hazırlanan bu tarifin gramajı yararlanılan kaynaklardan derlenerek oluşturulmuştur.

Has aşçıbaşı Ahmet ÖZDEMİR olarak kaynak gördüğüm:
Sn. Seher ÇELİK 'e ilgili "Türk Kültür Hayatında Çiçekli Şerbetler Nelerdir" isimli akademik çalışmaları için yürekten teşekkür eder mesleki yaşamlarında başarılar dilerim. Profesyonel mutfaklarda ve gastronomi ve aşçılık camiasında ihtiyacı olanlar tarafından mutlaka örnek olarak dikkate alınacaktır.

Konya Gastronomisinde Ateşbaz-ı Veli

 Konya Gastronomisinde Ateşbaz-ı Veli


Konya İlinin Bir Destinasyon Olarak Pazarlanmasında Ateşbaz-I Veli Hazretleri’nin Rolü
Onur TUGAY "Yüksek Lisans Öğrencisi"
Ayça TUNCA "Yüksek Lisans Öğrencisi" 
Yeliz PEKERŞEN "Dr. Öğr. Üyesi" 

Giriş

Destinasyonların turistik açıdan rekabet güçlerini arttırmaları, kültür gezilerini önemli bir konu hâline getirmektedir. Şehirlerin turizmden gelir elde etmeleri için mevcut turistik değerlerinin pazarlanması önem taşımaktadır (Arat ve Gürhan, 2016: 185). Bu noktada Konya’nın değerli şehir varlıklarından olan Hz. Mevlâna ve Ateşbaz-ı Veli gibi İslami şahsiyetler ve onların türbeleri Konya’ya kutsal şehir statüsü kazandırmanın yanında önemli birer turistik imaj oluşturmaktadır (Kars Bilgili, 2018: 309). 

Günümüzde, Ateşbaz-ı Veli hakkında elde edilen bilgilerin birçoğu Mevlâna ile arasında geçen menkıbe ve türbesinde bulunan kitabeden elde edilen bilgilerdir. Mevcut bilgilerin menkıbevi olması Ateşbaz-ı Veli ile ilgili bilgilerin kesinliği hakkında bir bilinmezlik oluşturmaktadır (Özönder, 1991: 57). Ateşbaz-ı Veli bütün bu bilinmezliğe rağmen Mevlevilikte önemli bir kişiliği temsil etmektedir (Hacıgökmen, 2017: 161). 

Bu doğrultuda çalışmada, Ateşbaz-ı Veli’nin önemi, yapılan tanıtım çalışmalarının yeterliliği ve tanıtım faaliyetlerinin daha iyi yürütülmesi için nasıl bir yol izlenmesi gerektiği gibi konularda uzman görüşleri alınmıştır. Konya’nın pazarlanmasında Ateşbaz-ı Veli’nin hangi açıdan etkin bir rol oynayacağı, Konya’nın dinsel imajına kattığı değer, uluslararası tanınırlığına etkisi ve turist çekme potansiyeli incelenerek çıkarımlarda bulunulması amaçlanmıştır. 

Bu çalışma Konya Gastronomisinde Ateşbaz-ı Velinin Konya ilinin inanç değerleri, tarihi, kültürel ve doğal mirasların turizm ile ilişkisinin belirlenmesi, Ateşbaz-ı Veli’nin taşıdığı potansiyel göz önünde bulundurulduğunda bir turizm unsuru olarak imaj değerinin yaratılması ve bilinirliğinin sağlanması aynı zamanda Konya ilinin mevcut turizm durumunun değerlendirilmesi ve ileride yapılması gerekenleri ortaya çıkarması açısından önem teşkil etmektedir.

Literatür Konya’nın Tarihi

Konya günümüze kadar birçok medeniyete ev sahipliği yapmış ve Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı Devleti’nin himayesi altına girerek birçok kültür ile etkileşim kurmuş bir şehirdir (Konyalı, 1997: 4). Konya ismi, birçok kültürü etkilemiş olan ‘İkonion’ dan gelmektedir. Rivayete göre şehri rahatsız eden bir canavarı öldüren kişiye minnettarlık ifadesi olarak bu olayı anlatan bir anıt yapılmıştır. Bu anıta ‘İkonion’ adı verilmiştir (Karabulut ve Kaynak, 2016: 189). Konya iline ilk yerleşim Neolitik Çağ’da M.Ö. 7000-8000 yıllarında Çumra, Karaman, Seydişehir ve Beyşehir dolaylarında gerçekleşmiştir. Bu yerleşim yerlerinden UNESCO tarafından Dünya Miras Listesi’nde yer alan Çatalhöyük başta olmak üzere Sille, Kilistra, Alaaddin Tepesi, Eflatunpınar gibi anıtlar günümüze miras kalmıştır (Tapur, 2009: 477).

1071 Malazgirt Savaşı’ndan sonra Anadolu’ya hâkim olan Oğuz boyu komutanlarından Kutalmışoğlu Süleyman Şah Konya ve yöresini fethettikten sonra batıya yönelmiştir. Anadolu Selçuklu Devleti’nin başkenti İznik olarak belirlenmiş ve I. Haçlı Seferi sonrasında İznik kaybedilince başkent Konya’ya taşınmıştır. Konya o tarihten itibaren kısa sürede Anadolu’nun en gelişmiş şehirlerinden biri haline gelerek kültür ve sanatta altın çağını yaşamıştır (Konuk, 2002: 183-184). Bahaeddin Veled, Mevlâna Celaleddin başta olmak üzere birçok mutasavvıf Konya’ya yerleşmiş ve ortaya çıkarttıkları eserler ile şehrin kültür merkezi haline getirilmesine katkı sağlamıştır (Kültür ve Turizm Bakanlığı Konya İl Halk Kütüphanesi, 2019). Konya, Anadolu Selçukluları’na başkentlik yaptığı yıllarda en parlak dönemini yaşamıştır. Günümüze kadar ayakta kalan saray, cami ve medrese gibi yapılarda Selçuklu kültürünü görmek mümkündür (Bahar, 1994: 316).

15. yüzyılın ortalarına doğru başlayan Osmanlı ve Karaman arasındaki güç mücadelesi şiddetlenmiş bunun sonucunda da şehir tahribata uğramış, nüfusu azalmış ve pek çok vakıf ile eser harap hale gelmiştir. Bölgenin hâkimiyetinin Osmanlı Devleti’ne geçmesi ile Konya ili Karaman eyaletinin merkezi olarak kabul edilmiştir (Yörük, 2017: 353).

Cumhuriyetin ilanı ile 1923 yılında bölgedeki eğitim kurumlarına ek olarak yeni okullar açılmış, gazete ve dergiler yayınlanmıştır. Yurt genelinde olduğu gibi Konya’da da ilk, orta, lise ve yükseköğretim devlet yönetimine geçerek okul yapma ve okuma seferberliğine başlanmış, öğretmen yetiştiren okullar ile teknik ve sanat okulları, yüksekokullar memleketin ihtiyacına göre yenilenerek çoğaltılmıştır. Cumhuriyet Devri’nde hızla büyüyen ve gelişen Konya, Selçuklular, Karamanoğulları ve Osmanlılar döneminden kalan eserler ile bugün açık hava müzesi konumunda bir şehirdir (Kültür ve Turizm Bakanlığı Konya İl Halk Kütüphanesi, 2019).

Mevlâna ve Mevlevilik İnanışı

Mevlâna Celaleddin Rumi, günümüzde sadece Türk ve İslam medeniyetlerini değil Batı medeniyetlerini de etkilemiş büyük bir âlimdir (Aksoy, Akbulut ve İflazoğlu, 2016: 97). Mevlâna Celaleddin, 13. yüzyılda Afganistan’ın Belh şehrinde dünyaya gelmiştir. Aslen Türk soyundandır (Çubukçu, 1993: 97). Gerçek ismi Muhammed Celaleddin’dir. Annesi Harzemşahlılar hanedanından Alaeddin Muhammed’in kızı Mü’mine Hatundur. Mevlâna’nın anne tarafından kökeni Hz. Ebubekir’e kadar uzanmaktadır. 

Mevlâna’nın babası ise Hüseyin Hatibi’nin oğlu Muhammed Bahaeddin Veled’dir. Sultanü’l Ulema olarak anılan Bahaeddin Veled yaşamış olduğu dönemin en büyük din ve tasavvuf âlimlerindendir (Top, 2012: 25). Mevlâna’nın yetişmesinde önemli bir unsur olan Belh şehri 13. yüzyılda Orta Asya’nın önemli bir kültür merkezidir. İslam ve tasavvuf kültürünün yerleştiği bir şehirdir (İspir, 2007: 179). Şehrin önde gelen âlimlerinden olan babası Bahaeddin Veled, Mevlâna’nın eğitiminde önemli bir rol oynamaktadır. Mevlâna’nın babası Bahaeddin Veled ve arkadaşları onun alimlikle birlikte sanatkâr ve şairane bir karaktere sahip olmasında bir diğer önemli unsurdur (Özbek, 2001: 43). 

Dönemin siyasi zorunlulukları ve Moğol istilası nedeniyle göç etmek zorunda kalan (Boyacıoğlu ve Erdağ, 2013: 328) Sultanü’l Ulema, şehirden ayrıldıktan sonra devrin önemli kültür merkezlerini dolaşmış ve birçok büyük âlim ile fikir alışverişinde bulunmuştur. Dönemin Anadolu Selçuklu sultanı Alâeddin Keykubad’ın Bahaeddin Veled’i davet etmesi üzerine ailesi ile Konya’ya yerleşmiştir. Güçlü bir ilmî çevrede yetişmiş olan Mevlâna, 1230 yılında babasının vefatı üzerine onun makamına geçmiştir (Türk, 2016: 516).

Mevlâna’nın hayatındaki bir diğer önemli değişimi yaratan, manevi bir kıvılcımı ateşleyen olay ise Şems-i Tebrizi ile buluşmasıdır (Güven ve Arpaguş, 2004: 135). Mevlâna, Şems ile tanıştıktan sonra vaktini onunla geçirerek, vaazlarına ara vermiş ve yakınındakilerle görüşmeyi seyrekleştirmiştir. Bu durum Mevlâna’nın çevresinde bulunanlar tarafından hoşnutsuzluk ile karşılanmıştır. 1247 yılında Şems’in huzursuzluk yaratmamak için ortadan kaybolması üzerine Mevlâna keder ile uzun yıllar boyunca vefat edene kadar inzivaya çekilmiştir (Küçükbezirci, 2013: 22).

Mevlâna’nın 1273 yılında vefat ettikten sonra yerini oğlu Sultan Veled almıştır. Mevleviliğin ekolünü belirleyen ve örgütlenmesini sağlayan kişi Sultan Veled’tir (Çubukçu, 1993: 98). Mevlâna’nın ölümünden sonra ortaya çıkan Mevlevilik, onun düşünceleri ve uygulamaları onu sevenler tarafından esas alınıp uygulanmıştır. Mevlevilik tam olarak 14. yüzyılda Anadolu topraklarında doğan, tanınan ve yayılan bir felsefedir (Kara, 2006: 9). Mevlevi dergâhları, İslam medeniyetlerini temsil ederek, dünya üzerinde silinmez izler bırakmıştır. Mensup oldukları ekolün en iyi musiki eserlerini vermiş, en ünlü şairlerini ve sanatçılarını yetiştirmiştir. İnsani duyguları besleyip geliştirmiş ve yaşama ilahi olduğu kadar beşeri bir zevk de katmıştır (Gölpınarlı, 1963: 3).

Mevlevilikte hiçbir zorlama olmamakla birlikte, Mevlevi olmaya karar veren kişi eğer genç ise ailesinden izin alınarak tarikata kabul edilmekteydi. Üye kişiye kabul edilmeden önce tarikatın güçlükleri anlatılır eğer kabul ederse eğitim bölümü olan mutfak biriminde üç gün oturtulurdu. Bu üç gün içinde yapılan işleri gözlemler ve gerekmedikçe konuşmaz ya da posttan kalkmazdı. Üç günün sonunda ise huzura çıkar ve kararını açıklardı. Eğer Mevlevi olmakta kararlı ise on sekiz gün getir-götür işlerine bakardı. 

On sekiz günün sonunda ona artık Mevlevilerin özel kıyafetleri giydirilir ve çilesi başlamış olurdu (Kılınçarslan, 2006: 14). Çileye soyunmak isteyen adayları gözden geçiren kişi Ateşbaz-ı Veli makamında bulunan aşçı dededir. Dervişlerin hakkındaki nihai kararlar verilmesinde de son söz sahibi Ateşbaz’dır. (Hacıgökmen, 2017: 164). Mevlâna zamanında temel eğitim görevini Ateşbaz-ı Veli yani Şemseddin Yusuf yerine getirmiştir. Ondan sonraki dönemlerde bu unvan onun görevi yerine tayin edilen kişiler için kullanılmıştır (Özönder, 1991: 58).

Ateşbaz-ı Veli ve Mevlevilikteki Yeri

Asıl adı Şemseddin Yusuf olan Ateşbaz-ı Veli, Mevlâna ile aynı devirde yaşamış bir zattır. Mevlânâ’nın babası Bahaeddin Veled ile Belh’ten gelmiştir. Dergâhta yetişmiş ve aşçılık yapmıştır (Aksoy, Akbulut ve İflazoğlu, 2016: 98). Şemsettin Yusuf’un hayatı hakkında yeterli bilgi bulunmamaktadır. Hayatını sürdürdüğü yıllar ve Mevlevi kültüründeki yeri hakkında elde edilen bilgiler menkıbevidir. Ateşbaz-ı Veli kelime kökeni olarak Farsçada ‘ateş ile oynayan’ ‘ateş ile meşgul olan’ anlamına gelmektedir. 

Yusuf’a Ateşbaz unvanının verilmesi şu menkıbeye dayanmaktadır: Bir gün, mutfakta odun kalmadığını arz etmek üzere Mevlânâ’nın huzuruna girer. Mevlânâ’nın latife olarak, “Kazanın altına ayaklarını sokarak kazanı kaynat!” demesi üzerine öyle yapar; ayak parmaklarından çıkan alevlerle aşı pişirir. Kerametin açıklanmasını istemeyen Mevlânâ, “Hay ateşbaz, hay!” der. Böylece Yusuf bu olaydan sonra “Ateşbaz” unvanıyla anılmaya başlar (Özönder, 1988: 98).

Ateşbaz-ı Veli matbah sorumlusu olmasının yanında Mevlevi dergâhındaki müritlerin eğitiminden ve dergâh giderlerinin muhasebesinden de sorumludur. Dergâh mutfağında, aşçı dede olarak bilinse de nefsini terbiye etmek isteyen dervişlerin kılavuzu ve eğitimcisidir (Bekleyiciler, 2007: 16-23). Mevlevilikte mutfak sadece yemeklerin hazırlanıp sunulduğu bir yer değildir. Dervişlerin çileye soyunup, pişme ve olgunlaşma sürecini tamamladıkları yerdir. Mutfak, onlar için dünyevi işlerin sembolüdür (Demirci, 2008: 124). 

Mevlevilik adayı, adap ve terbiyeyi, pazarcılık, bulaşıkçılık gibi on sekiz hizmetten oluşan bir çile ile eğitimini tamamlamaktadır (Azsöz, 2016: 43). Ateşbaz-ı Veli, terbiyeci ve eğitimcidir. Aşçı Dede acemi Mevleviler’in öğretmenidir (Aksoy, Akbulut ve İflazoğlu, 2016: 98). Mevlevî dergâhlarında, Meydan-ı Şerif’te serili beyaz renkteki postun adı Ateşbaz Postu’dur. Bunun anlamı; makama teslimiyet, ‘Mevlevili’ğe söz vermek’ ve ‘çileye soyunmak’ demektir. Dergâhtaki öğrencilerin öğretmeni olan Ateşbaz-ı Veli, semahanedeki ayin sırasında postnişin ve Tarikatçı Dede ile aynı hizada yer almaktadır (Özönder, 1991: 58). Ateşbaz-ı Veli, Mevlevi dergâhındaki en yüksek ikinci makamın sahibidir (Özönder, 1988: 97).

Ateşbaz-ı Veli, Mevlana’nın ölümünden yaklaşık 12 yıl sonra, 1285 yılında vefat etmiştir. Adına anıt mezar yaptırılan ilk aşçı olan Ateşbaz-ı Veli’nin türbesinin taşlarının rengi de ateş rengidir. Türbenin ön cephesinde bulunan kitabede ‘‘Bu kabir, kutlu şehid İzzeddin oğlu, milletin şemsi Yusuf Ateşbaz’ın kabridir. Altı yüz seksen dört yılı Receb’inin yarısında Tanrı rahmetine ulaştı. Tanrı yarılasın’’ yazısı bulunmaktadır (Azsöz, 2016: 39). 

Mevlâna dergâhındaki dervişler ve dergâh üyeleri, Ateşbaz-ı Veli’nin vefatından yıllar sonra bile onun telkin ve nasihatlerine sadık kalmış, onun anısına oluşturduğu adap reformunu yaşatmaya çalışmıştır. Toplum arasında ermiş kişi olduğuna inanılan Ateşbaz-ı Veli’nin türbesini ziyaret etmenin ve orada dağıtılan tuzdan bir tutam alıp mutfaklarına götürmenin, ziyaret eden kişilerin mutfaklarına bereket getireceği, yaptıkları yemeklerin güzel olacağı veya hastalıklara iyi geleceği gibi inançlar yaygındır. Mevlâna sağlığında, Ateşbaz-ı Veli’ye hitaben; ‘’Tuzunu alan şifa bulsun, hacetleri kabul olsun, aşları artsın eksilmesin, taşsın dökülmesin...’’ diyerek tuzun kerameti olduğunu belirtmiştir (Bekleyiciler, 2007: 97-99).

Günümüzde de Ateşbaz-ı Veli’nin önemi Konya’da gerçekleştirilen çeşitli etkinlikler ile korunmaya devam etmektedir. Vefatının 700. yıl dönümü anısına düzenlenen etkinliklerde ünlü aşçılar türbeyi ziyaret etmiş ve anıt mezarı olan bir aşçı ile karşılaşmanın büyüsünü yaşamışlardır (Halıcı, 2007: 36). Dünya üzerinde türbesi olan ilk ve tek aşçıbaşı olarak bilinmekte olan Ateşbaz-ı Veli adına 2014 yılından bu yana Konya’da ‘’Ateşbaz-ı Veli Mutfak ve Mutfak Kültürü Ödülleri’’ adında ödüllü yemek yarışması düzenlenmektedir (Aksoy, Akbulut ve İflazoğlu, 2016: 99).

Araştırmanın Yöntemi Araştırmanın Amacı ve Önemi

Çalışmada, Ateşbaz-ı Veli’nin önemi, yapılan tanıtım çalışmalarının yeterliliği, tanıtım faaliyetlerinin daha iyi yürütülmesi için nasıl bir yol izlenmesi gerektiği gibi konularda uzman görüşleri alınmıştır. Konya’nın pazarlanmasında Ateşbaz-ı Veli’nin hangi açıdan etkin bir rol oynayacağı, Konya’nın dinsel imajına kattığı değer, uluslararası tanınırlığına etkisi ve turist çekme potansiyeli incelenerek hakkında yapılan tanıtım çalışmalarının yeterli olup olmadığı, daha iyi tanıtılması için nasıl bir yol izlenmesi gerektiği konusunda çıkarımlarda bulunulması amaçlanmıştır.

Araştırmanın Evreni ve Örneklemi

Araştırmanın evrenini; Konya ili, ilin kültürel, tarihi değerleri, turizm potansiyeli ve bu konuyla alakalı bilgi birikimine sahip akademisyenler, mutfak kültürü yazarı, Konya İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü ve Konya Türk Tasavvuf Müziği Topluluğu’nda çalışan müdürler oluşturmaktadır.

Araştırmanın örnekleminin belirlenmesi sürecinde konunun amacına uygun kişilerle görüşülmesine özen gösterilmiştir. Çalışmada amaçlı örneklem yöntemlerinden kartopu örneklem yöntemine göre katılımcılar belirlenmiştir. Kartopu yöntemi, istenilen özellikleri taşıyan kişilerin örneklemi belirlemede bilgi kaynağı olarak yararlanıldığı örnekleme türüdür (Balcı, 2009: 98). Bu kapsamda Anadolu Üniversitesinden 3, Kırıkkale Üniversitesinden 1, Selçuk Üniversitesinden 3 akademisyene, Konya İl Kültür ve Turizm Müdürlüğünden 1 müdür yardımcısına, Konya Türk Tasavvuf Müziği Topluluğu’ndan 1 müdüre, mutfak ve kültür yemek yazarı olan 1 kişiye ulaşılarak görüşmeler gerçekleştirilmiştir. 

Görüşme yapılan 10 katılımcı; K1 (Katılımcı 1), K2, K3, K4, K5, K6, K7, K8, K9, K10 şeklinde kodlanmıştır

Katılımcıların mesleği ve bilgi alınan temel konular ise Tablo 1’de yer almaktadır:

Tablo 1. Katılımcılara İlişkin Bilgiler


Meslek

Bilgi Alınan Temel Konular

K1

Akademisyen

Ateşbaz-ı Veli ve Konya tarihi

K2

Akademisyen

Ateşbaz-ı Veli

K3

Akademisyen

Ateşbaz-ı Veli

K4

Yemek Yazarı

Ateşbaz-ı Veli ve Konya’nın turizm potansiyeli

K5

Akademisyen

Ateşbaz-ı Veli ve pazarlama faaliyetleri

K6

Akademisyen

Ateşbaz-ı Veli ve Konya kültürel değerleri

K7

Akademisyen

Ateşbaz-ı Veli ve Konya’nın turist profili

K8

Akademisyen

Ateşbaz-ı Veli ve Konya imajı

K9

Kurum Müdürü

Ateşbaz-ı Veli ve Konya turizm sorunları

K10

Kurum Müdür Yardımcısı

Ateşbaz-ı Veli ve Konya’nın altyapısı

Veri Toplama Tekniği ve Aracı

Araştırmada veri toplama aracı olarak yarı yapılandırılmış görüşme tekniğinden yararlanılmıştır. Verilerin analizinde ise içerik analizi tekniği kullanılmıştır. İçerik analizi uygulanırken göz önünde bulundurulması gereken prensiplerden biri analiz kategorilerinin açık ve kesin bir şekilde belirtilmesidir (Arık, 1998: 119). Görüşme soruları Çakmak’ın (2014) yüksek lisans tez çalışmasından alınmış ve çalışmanın amacına uygun bir biçimde uyarlanmıştır. 

Soru formunda araştırmanın amacına uygun 18 açık uçlu soru yer almaktadır. Sorular genel olarak Konya’nın genel turizm durumu, Ateşbaz-ı Veli’nin önemi, turizm hareketliliğine etkisi, dinsel imaja katkısı, uluslararası tanınırlığa etkisi, pazarlama politikalarının yeterliliği ve tanıtım faaliyetleri ile ilgilidir. Görüşme, katılımcılardan randevu alınmak suretiyle 9-13 Mart 2020 tarihlerinde yüz yüze ve uzman kişilerden üçünün farklı şehirlerde bulunması nedeniyle telefonda iletişim kurularak ve e-posta aracılığıyla gerçekleştirilmiştir. Görüşmeler ses kayıt cihazı ile kayıt altına alınmıştır. 

Araştırma yapılırken katılımcılardan gönüllülük esasına uygun olarak bilgi istenVeri Analiz Yöntemi

Elde edilen verilerin analiz edilmesinde içerik analizi kullanılmıştır. Yarı yapılandırılmış görüşmeler sonrası, katılımcıların konuşmaları, transkript hâline dönüştürülmüştür. Ardından bu transkriptlere betimsel analiz uygulanarak kategoriler belirlenmiştir. İçerik analizleri yapılarak kodlar oluşturulmuş, ortaya çıkan kodların benzerlikleri, farklılıkları saptanarak ve birbiriyle ilişkili olanlar bir araya getirilerek temalar ortaya çıkarılmıştır.

Tematik kodlama yapmak için de ortaya çıkan kodların benzerlik ve farklılıkları saptanarak ve buna göre birbiriyle ilişkili olan kodlar bir araya getirilerek temaların altında yer alan veriler anlamlı bir bütün hâline getirilmiştir. Çok sayıda verinin ortak yönü ortaya konularak, ne sıklıkta oldukları belirlenmiştir. Çalışmada doğrudan alıntılara yer verilmiş ve elde edilen veriler yorumlanarak sonuçlar ortaya konulmuştur (Üzümcü, 2015: 133).

Bulgular

Araştırmanın bu kısmında belirlenen temalar ve kategorilere ilişkin bulgulara yer verilecektir. Tablo 2’de tema ve kategoriler yer almaktadır:

Tablo 2: Verilerin Analizi Sonucu Ortaya Çıkan Tema ve Kategoriler

4.1. Konya İlinin Mevcut Turizm Durumunun Değerlendirilmesi Teması İnanç değerleri ile öne çıkması
UNESCO 2007 Dünya Mevlâna Yılı
Selçuklu Devleti’nin başkenti olması

4.2. Konya’nın Doğal, Kültürel ve İnanç Değerlerinin Yeterliliği Teması
Mevlâna Selçuklu Tarihi Müzeler Türbeler Anıtlar Külliyeler Camiler Kiliseler Mağaralar Şelaleler Göller
Saraylar
Konya mutfağı
Mevlevi mutfağı Arkeolojik kalıntılar Tarihi Yerleşkeler
El Yazması Koleksiyonlar Tasavvuf Düşünürleri

4.3. Konya’nın Turistik Açıdan Sorunları Teması
Konaklama sayısının az olması
Gastronomi turizmine yönelik çalışmaların az olması
Alternatif turizm kaynaklarının olmasına rağmen kullanılamaması İyi yetişmiş rehberlerin az sayıda olması
Kültür ve tabiat varlıklarını koruyucu önlemlerin yeteri kadar alınmaması
Müzelerde çalışan personellerin yabancı dil bilgisinin olmaması

4.4. Konya’nın Destinasyon İmajına İlişkin Görüşler Teması
Kültürel, tarihi ve inanç değerleri açısından zengin bir şehir olması
Doğal güzellikleri ile alternatif turizm potansiyelinin yüksek olması

4.5. Konya’nın Ulaşılabilirlik Açısından Değerlendirilmesi Teması
Havaalanının uluslararası uçuşlara kapalı olması Havaalanına sefer yapan toplu taşıma araçlarının az olması Hızlı tren ile ulaşımın kolaylık sağlaması
Tren garının şehrin merkezine yürüme mesafesinde olması Birçok şehire kara yolculuğu bakımından yakın olması

4.6. Ateşbaz-ı Veli’nin Turizm Hareketliliklerine Etkisi Teması

4.7. Ateşbaz-ı Veli’nin Turist Çekme Niteliği Teması

4.8. Bölge Halkının Ateşbaz-ı Veli Hakkında Davranış ve Farkındalığı Teması İsmen bilinmesi fakat detaylı bilgi birikiminin olmaması
Mevlâna’nın aşçısı olması
Mevlevilik anlayışının kurucularından olması Türbesinin bulunması
Mevlâna’nın eserlerinde Ateşbaz-ı Veli’den bahsetmesi

4.10. Ateşbaz-ı Veli’nin, Konya’nın Uluslararası Tanınırlığında Etkisi Teması Doğrudan değil dolaylı bir imaj değeri sağlaması

4.11. Ateşbaz-ı Veli’nin Mevcut Pazarlama Politikalarının Yeterliliği Teması Yapılan tanıtım faaliyetlerinin yetersiz olması

4.12.  Ateşbaz-ı Veli Hakkında Anlatım Yapan Rehberlerin Değerlendirilmesi Te- ması
Rehberlerin Ateşbaz-ı Veli hakkında detaylı bir bilgiye sahip olmaması Rehberlerin Ateşbaz-ı Veli’den yüzeysel bahsetmesi

4.13 Ateşbaz-ı Veli’nin, Konya’nın Pazarlanmasında Rolünün Değerlendirilmesi Teması
Aşçı kimliğinin vurgulanması
Mevlevi mutfak kültürüyle anılması Gastronomi faaliyetleriyle ilişkilendirilmesi

4.14. Ateşbaz-ı Veli’nin Hakkında Tanıtım Faaliyetlerine İlişkin Görüşler Teması
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın tanıtımlar yapması
Mevlâna ile ilgili yapılan yayınlarda Ateşbaz-ı Veli’den detaylandırılarak bahsedilmesi
Kongre, konferans, panellerin düzenlenmesi
Konya Belediyesi tarafından tanıtım filmlerinin oluşturulması
Mutfak kültürü ve yeme içme faaliyetlerinde yer verilmesi
Resmî kurum ve kuruluşlar, sivil toplum örgütleri, acente ve tur rehberlerinin iş birliğinde bulunması
     
Selçuklu tarihinden kalan kültürel mirasın Konya turizminde ön plana çıkartılmaması
Turizme kazandırılacak değerler hakkında bölge halkının bilinçlendirilememesi
                      
Potansiyelinin olması ancak bu potansiyelin etkin bir şekilde değerlendirilememesi
Konya’nın tarihi ve kültürel mirasına katkı sağlaması ancak tek başına turist çekecek düzeyde olmaması
  
4.9. Ateşbaz-ı Veli’nin Konya’daki İnanç Turizmi İmajına Kattığı Değerler Teması

Konya İlinin Mevcut Turizm Durumunun Değerlendirilmesi Teması

Yapılan görüşmelerde, katılımcılara ilk olarak Konya ilinin turizm durumuna ilişkin sorular yöneltilmiştir. Bu sorular ile katılımcıların; Konya’nın ulaşılabilirliği, mevcut turizm sorunları, sahip olduğu doğal, kültürel ve inanç değerlerinin yeterliliği, destinasyon bazındaki imajı gibi konularda görüşleri alınmıştır.

Katılımcılar, Konya’nın inanç değerleri ile ön plâna çıkan bir şehir olduğunu, özellikle Mevlâna Müzesi’nden dolayı ciddi miktarda turist çektiğini, Mevlâna Müzesi’nde bulunan yazma eserlerin tarihi ve kültürel bir zenginlik olduğunu, Mevlevi sembolizminin şehre önem kattığını, UNESCO’nun 2007 yılını Dünya Mevlâna Yılı olarak ilan etmesinin şehri değerli kıldığını ifade etmişlerdir. Görüşmeciler, başta Mevlâna olmak üzere Konya’nın ilim insanlarının yuvasına dönüşmüş bir şehir olduğunu, İbnü’l-Arabî ve Sadrettin Konevî gibi tasavvuf felsefesinde zirve yapmış şahsiyetlerin Konya’da yaşamış olmalarının Konya’nın inanç turizmine değer kattığını belirtmişlerdir. 

Katılımcılar; geçmişten miras kalan cami, mescit, türbe ve kiliselerin yanı sıra mağaraların çok fazla olduğuna değinmişlerdir. Bu hususta Konya’nın; Nasrettin Hoca Türbesi, Sille Köyü, Beyşehir Gölü, Aziziye Kilisesi, Şerafettin Camii gibi önemli kültürel ve tarihi birçok zenginliklerle dolu olduğunu aktarmışlardır. Konya’nın Selçuklu Devleti’nin merkezi olmasından dolayı özel bir konuma sahip olduğunu, doğal kaynakları, kültürel, dini ve tarihi değerleri açısından turizm potansiyeli yüksek bir şehir olduğunu ancak en yoğun turizm döneminin Şeb-i Arûs zamanında yaşandığını belirtmişlerdir.

“Konya, Türkiye’deki kadim şehirler arasında yer almaktadır. Selçuklu gibi büyük bir imparatorluğa başkentlik yapmış aynı zamanda ilim insanlarının yuvasına dönüşmüş bir şehir olması nedeniyle önem arz etmekte. İnanç değerleri açısından büyük bir birikime sahip bir şehir nitekim eski kiliseler ve Aziziye, Şerafettin camileri gibi çok eski zamanlarda inşa edilen camiler bulunmakta. Zengin bir yemek kültürüne sahip olması nedeniyle de gerek turistler gerek saha çalışmaları yapan araştırmalar açısından turizmde önemli potansiyele sahip bir şehir (K1)”.

“Konya, kültürel ve tarihi değerlere sahip bir şehir. Geçmişten miras kalan camiler, mescitler, türbeler, kiliseler, mağaralar fazlasıyla var. Akşehir’de Nasrettin Hoca Türbesi, Sille yerleşkesi, Beyşehir Gölü gibi önemli yapılara sahip. En önemlisi, Mevlâna Hazretleri’nin Konya’da yaşamış olması, düşünce ve yaşam tarzının ilk olarak Konya’da yayılması, müzenin içindeki kütüphanede yazma eserlerin sergilenmesi kültürel açıdan büyük bir zenginlik. Tüm bunlara baktığımızda Konya için kültürel, dini ve tarihi değerlere sahip turizm potansiyeli yüksek bir şehir diyebiliriz (K2)”.

“Konya Selçuklu başkenti olarak özel bir konuma sahiptir. Mevlâna Hazretleri’nin de Konya’da yaşamış olması Konya’yı değerli kılmaktadır. Nitekim UNESCO, 2007 yılını Dünya Mevlâna Yılı olarak ilân etmiştir. Aynı zamanda Konya’nın doğal kaynak ve tarihi birikimler bakımından zengin olması da turizm potansiyeli yüksek olan bir şehir olduğunu göstermektedir fakat en büyük ziyaret sebebi Mevlâna Hazretleri’dir (K4)”.

Konya’nın Doğal, Kültürel ve İnanç Değerlerinin Yeterliliği Teması

Görüşmeciler; Konya’nın doğal, kültürel ve inanç değerleri açısından zengin bir şehir olduğunu belirtmişlerdir. Konya’da çok sayıda kilise, cami, medrese, türbe, han, hamam bulunması, tarihi yerleşkelerin olması ve Selçuklu Devleti’ne başkentlik yapması nedeniyle tarihi birikimine dikkat çekmişlerdir. Konya’nın; mağara, şelale, göl, yayla ve milli parkları ile çok fazla doğal güzelliğe sahip olduğunu ifade etmişlerdir. Başta Mevlâna olmak üzere İbnü’l-Arabî ve Sadrettin Konevî gibi tasavvuf düşünürlerinin yaşadığı şehir olarak her şeyden önce bir inanç şehri olarak görüldüğünü belirtmişlerdir. Katılımcılar; Konya’nın doğal, kültürel ve inanç değerleri açısından büyük birikim taşıyan bir şehir olduğu görüşündedir.

“Kesinlikle yeterli. Antik dönem medeniyetlerine ev sahipliği yapmış olduğu birçok rölyef, kabartma tablolar var. Her ne kadar bazıları Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi’ne, İstanbul Arkeoloji Müzesi’ne nakledilmiş olsa da sonuçta asıl bulundukları yer, coğrafi işaretleri Konya. Eflatun Pınarı gibi ilginç efsaneleri barındıran çeşmeler, Türkiye’de nadir bulunan Selçuklular Dönemi’nden kalma ahşap camiler gibi kültürel ve doğal zenginlikler barındıran bir şehir olması; tur paketi oluşturan acentalar, şehri gezmek isteyen turistler açısından tercih sebebi oluşturmakta (K1)”.

“Konya ve çevresindeki doğal güzelliklere değinmek gerektiğini düşünüyorum. Bana göre Tınaztepe Mağarası, Meke Gölü, Beyşehir Gölü, Yerköprü Şelalesi görülmesi gereken doğal güzellikler. Doğal güzelliklerinin yanında Konya, geçmişte birçok medeniyete ev sahipliği yaptığı bilinen bir şehir. Bu medeniyetlerden kalan birçok tarihi yapı, sanat eserleri var. Kültürel açıdan da doğal güzellikleriyle de zengin bir şehir olduğunu düşünüyorum. Bana kalırsa dini açıdan önemi herkesçe biliniyor. 

Tarihi camiler, tasavvufun sembolü olan Mevlâna Hazretleri bu inanç değerlerinin en büyük unsurları (K2)”.

“Bence yeterlidir. Konya, birçok medeniyete ev sahipliği yapmış ve birçok doğal güzelliğe sahip bir şehirdir. Arkeolojik kalıntılar, anıt, külliye, cami, kilise, saray gibi tarihi varlıkları ile gelenek, görenek, yemek gibi kültür varlıkları turizm açısından önemli değerler sağlamaktadır. En önemlisi de Mevlâna’nın Konya ve Türk kültürüne olan etkisidir. Yaşam tarzı ve hayat felsefesi ile ışık tutmaktadır. Mevlâna; Konya için kültür ve inanç turizmi kapsamında uluslararası niteliktedir (K5).

Konya’nın Turistik Açıdan Sorunları Teması

Şehrin turizme yönelik sorunlarını değerlendiren katılımcılar özellikle şu konulardaki sıkıntıları ifade etmiştir:

“Konya’ya her yıl sayıca fazla turist geliyor ancak geceleme sayısı ortalaması iki gün. Harcadıkları paraya bakıldığında da kalkınmış ve turizmde öncü ülkelerle mukayese edildiğinde yetersiz olarak değerlendirilebilir. Güzel bir boyutunu da dile getirirsek Konya Büyükşehir Belediyesi güzel mutfaklar kurdu. Mevlâna Müzesi yakınında, Akyokuş’ta, Japon Bahçesi’nde Konya yemeklerini turistlerle buluşturuyorlar, çok da pahalı değil, ortamın mimarisi de bu ruha uygun. Bu açıdan yıldan yıla gastronomi turizmine de katkı sağlayacak çalışmalar yapılıyor ancak henüz emekleme aşamasında demek daha doğru olur. Daha da profesyonel olması her zaman yarar sağlayacaktır (K1)”.

“Yerli turistlerin hızlı trenin de olması nedeniyle günübirlik geldiğini, başta Mevlâna Müzesi’ni ziyaret ederek merkezde dolaşıp, Konya’nın yerel yemeklerinden tadarak ve yöresel ürünlerinden alarak döndüğünü düşünüyorum. Hızlı trenle çok kısa sürede Konya’ya ulaşmak mümkün, seferlerin çok sık olması da insanları günübirlik ziyaretlere yöneltiyor. 

Konya’nın Mersin, Antalya gibi pek çok şehre yakın olması da insanların yolculukları sırasında uğrak bir yer olmasını sağlıyor ancak konaklama bazında kısa süreli konaklamaların olması şehir içi turizm hareketliliğine zarar verebilir. Yabancı turistler de birkaç gün konaklayarak şehirden ayrılıyor. Konaklamanın uzun olması için turistlerde popüler yerlerin yanında çok bilinmeyen yerleri ziyaret etme isteği yaratılmalı (K2)”.

“İyi yetişmiş rehberlerin az olması tanıtımı ve aktarımı olumsuz etkilemektedir (K4)”.

“Öncelikle Konya halkının, kurumlarının, kuruluşlarının, vakıflarının, üniversitelerin, odalarının vs. her türlü resmi ve gayri resmi oluşumların, düşüncelerin birleşememesi sorunu vardır. Diğer yandan bu sorun tümden bir bakış açısıyla, Konya civarındaki illerle, Türkiye geneli ve diğer ülkelerle de olan bağlarının kopuk olması sorununu da ortaya çıkartmaktadır. Örneğin; Nevşehir/KapadokyaBalon turizmi sonrası Konya’nın turizm noktalarının azalması vs. Bana göre en öncelikli çözülmesi gereken sorun uyum ve birleşememe sorunudur. Bunu Aralık aylarındaki Şeb-i Arus programlarında da görmekteyiz (K7)”.
“Konya olarak sorun şu ki turistler sadece Konya’yı ziyaret edip diğer destinasyonlara geçmektedir. Gelen turistlerin ilde en az bir gece de olsa konaklamaları sağlanmalıdır (K9)”.

Yapılan görüş bildirimleri doğrultusunda; Konya ve Selçuklu tarihini içeren bir turizm faaliyetinin olmadığı, Konya’nın sadece Mevlâna ve Mevlevi kültürü olarak değil Selçuklu tarihi kültürü ve medeniyetiyle de ön plâna çıkması gerektiği belirtilmiştir. Konya’daki turizmin ağırlıklı olarak yalnızca Mevlâna üzerinden yürüdüğü ve farklı alanlarda da turizm faaliyetlerinin gerçekleştirilmesi vurgulanmıştır. Katılımcılar örnek olarak; Sadrettin Konevi ve İbnü’l-Arabi gibi Konya’nın önde gelen diğer âlimlerini belirtmişlerdir. Görüşmeciler; kültür ve tabiat varlıklarının yeterince korunamadığını, gerekli önemlerin alınarak uygun restorasyonların yapılmadığına değinmiştir. 

Aynı zamanda kültür ve turizme kazandırılacak olan yapı, yapıt, eser, örf, gelenek vs. gibi unsurların Konya halkına daha kapsamlı şekilde anlatılması gerektiğini vurgulamıştır. Görüşü alınan uzmanlar; Konya’nın coğrafi özellikleri ve doğal kaynakları ile alternatif turizme hitap edebilecek bir şehir olduğunu ancak bu durumun değerlendirilmediğini aktarmıştır. Turistlerin Konya’yı günübirlik ziyaret edip diğer destinasyonlara geçtiğini, ilde birkaç gün konaklamalarının sağlanması gerektiğine dikkat çekmiştir. Katılımcılar; müze, galeri ve sit alanlarında çalışan personellerin farklı dil bilgilerine sahip olmadığını belirterek bu durumun turizmde yüksek standartlara ulaşmayı güçleştirdiğini ifade etmiştir.

Konya’nın Destinasyon İmajına İlişkin Görüşler Teması

Verilen cevaplar incelendiğinde, Konya’nın doğal ve kültürel değerlerinin de çok fazla olduğu, Selçuklu tarihine başkentlik yapmasının tarihi ve kültürel miras açısından değer kattığı, sahip olduğu doğal zenginliklerin alternatif turizme olanak sağladığı yönündedir. Uzman kişilerin görüşlerinin ortak noktası, Konya’nın çeşitli turizm alternatiflerine sahip olduğu ancak bu potansiyelin değerlendirilemediği yönündedir.

“Kültürel açıdan da doğal güzellikleriyle de zengin bir şehir. Bu açıdan bakacak olursak kültürel, tarihi, inanç değerleri ve doğal güzellikleriyle bir bütün olarak öne çıkartılmalı. Ziyaretçilere, Mevlâna Müzesi’ni gezerek manevi huzur yaşayacakları, diğer müzedeki eserleri görerek kültür birikiminde bulunacakları, doğal güzellikleri görebilecekleri düşündürülmeli ve çok çeşitli bir turizm faaliyeti gerçekleştireceklerinin imajı çizilmelidir (K2)”.

“Konya, inanç değerleri yönünden kendisini kanıtlamış bir şehirdir. Şehrin tarihi, kültürel değerlerinin daha fazla tanıtımının yapılması gerekmektedir. Yine doğal zenginliklerinin turizme entegresinin sağlanması gerekmektedir (K4)”.

“Bunu bir tarihçi gözü ile açıklamak gerekirse Selçuklu açılımını yapmak gerekmektedir. Sadece Mevlâna ve Mevlevi kültürü olarak değil Selçuklu kültürü ve medeniyeti genişletilerek açıklanmalıdır (K6)”.
“Son dönemlerde özellikle belediye ve odalar ile üniversitelerin iş birlikçi çalışmaları görülmektedir. Özellikle Konya’nın üniversite şehri olma yolundaki gidişatına da bağlı olarak Türkiye genelinde ve uluslararası alanda hak ettiği yere erişme çabalarını sürdürmektedir. Sanayisi, altyapısı, ulaşımı, eğitim-öğretimi ve rahat yaşantısı ile mevcutta da zaten düzenli bir imajı vardır. Daha iyiye ulaşması ve çalışmalarını uzun yıllara yayılan ortak düşüncelere ayırması gerekmektedir K7)”.

“Maalesef Mevlâna, Konya’da turizme aracılık ederek turizme kurban edilmektedir. Konya’daki turizm sadece Mevlâna üzerinden yürümemeliydi daha değişik alanlara yönlenebilirdi. Örnek olarak Sadrettin Konevi, Konya’nın önde gelen diğer âlimleri, Selçuklu kültürü ve tarihi de ön plâna getirilebilirdi (K8)”.

Konya’nın Ulaşılabilirlik Açısından Değerlendirilmesi Teması

Görüşü alınan uzmanlar; Konya’nın ulaşılabilirlik açısından karayolu güzergahında birçok il ile bağlantılı olduğunu, tren ve otobüs garının şehrin merkezine yürüme mesafesinde olmasının avantaj sağladığını ve tren seferlerinin büyük illerden gelmeye elverişli olması nedeniyle ulaşımı kolaylaştırdığını ifade etmiştir. Konya’nın havayolu ulaşımında dış hat uçuşlarının olması gerektiğini belirtmiştir.

“Diğer Anadolu şehirleriyle kıyaslandığında yeterlidir ancak dünya standartlarında bakıldığında tabii ki kat etmesi gereken yol vardır. Örneğin; havaalanı bulunmaktadır ancak tramvaya, şehir merkezine veya diğer turistik noktalara bağlantısı zayıftır. Hızlı tren ve otobüs terminalinin şehir merkezine bağlantısı büyük bir avantajdır. Bir Anadolu şehri olarak ulaşım olanakları iyidir (K1)”.
“Konya’ya her şehirden ulaşım kolaydır. Şehir içi alt yapısı ulaşım ihtiyaçlarını karşılasa da ilerleyen zamanlarda iyileştirmeler muhakkak olmalıdır (K4)”.

“Konya ulaşım şartlarının elverişli olması nedeniyle yeterli şartlara sahiptir. Ancak Konya’daki havaalanının uluslararası ulaşıma kapalı olması olumsuz bir etkendir (K5)”.

“Konya’da şu anda hızlı trenin var oluşu çok büyük bir avantaj oluşturmaktadır. Zaten karayolu bakımından Türkiye’nin merkezinde ve ortasında bir şehirdir. Ama havayolu ile ilgili arzu edilen, Konya’nın potansiyeline eşit gelen bir alt yapısı henüz yok. Bu konuda da çalışmalar hala devam etmektedir. Ama Konya ana tur güzergâhları üzerinde bulunmakta Antalya, Kapadokya ve Denizli gibi. Bu bir avantaj oluşturmakta fakat havayolu ile ilgili daha fazla imkân olsun isterdik. Yurt dışı çıkışı ya da büyük uçakların inebileceği bir zemin gibi (K10)”.

Ateşbaz-ı Veli’nin Turizm Hareketliliğine Etkisi Teması

Görüşmelerde Ateşbaz-ı Veli’nin Konya’daki turizm hareketliliğine doğrudan bir etkisinin olmadığı, dolaylı olarak katkı sağladığı ifade edilmiştir. Katılımcılar, Mevlâna’nın eserlerinde Ateşbaz-ı Veli’den bahsetmesi, Mevlâna’dan sonra ortaya çıkan Mevlevilik anlayışı, Ateşbaz-ı Veli’nin Mevlevilikteki yeri ve önemi, adına anıt mezar yaptırılan ilk aşçı olarak tarihe geçmesinin büyük değerler taşıdığının ispatı niteliğinde olduğunu ancak Konya’ya gelen turistlerin ilk amacının Mevlâna’yı ziyaret etmek olması nedeniyle büyük bir etkisi bulunmadığı görüşündedir. 

Etkin bir turizm hareketi yaratılabilmesi için türbesinin turistler tarafından çok sık ziyaret ediliyor olması gerektiğini belirtmiştir. Bu ziyaretin gerçekleşebilmesi için Ateşbaz-ı Veli’nin bilinirliğinin arttırılması, türbesinin bulunduğu bölgenin çekici hâle getirilmesi, gastronomi kavramıyla ilişkilendirilmesi ve Konya mutfak kültürünün de dâhil edilmesinin yararlı olacağını ifade etmiştir. Katılımcılar, Ateşbaz-ı Veli’nin turizm hareketliliğini değiştirecek potansiyelinin olduğunu ancak şu an değiştirecek nitelikte olmadığını vurgulamıştır.

“Böyle bir etkisinin olduğunu düşünmüyorum. Bu biraz da ne ile ön plâna çıkmak istediğinizle alâkalı. Konya; şu an Mevlâna Müzesi ve yerel yemekleri ile uğrak nokta olan bir şehir. Söz konusu hareketliliği sağlamak için bunun ötesine gidebilmek, elde bulunan değerleri zenginleştirmek, çekici unsurları arttırmayı düşünmek gerekir (K2)”.

“Bunun için biliniyor olması gerekir. Turizm dediğimizde hemen hemen herkes bilinen, duyulan ya da bir şekilde haberdar olduğu yerlere gitmektedir.

Değişim yaratacak bir etkisinin olduğunu düşünmüyorum (K5)”.

“Turizm açısından birilerine göre bir şey ifade eden veya etmeyen bir değerimiz, maneviyat yönüyle birilerine göre çok şey ifade edebilir. Bu da turizm bölgelerinin ne açıdan ziyaret edildiğinin de araştırılması konusunu ortaya çıkarmaktadır. Konya’da Mevlâna’dan hareketle yapılacak her türlü turistik ve kültürel faaliyetler içinde Ateşbâz’ın isminin de geçmesiyle Konya turizminde etkin rol oynayacağı düşüncesindeyim (K7)”.

Ateşbaz-ı Veli’nin Turist Çekme Niteliği Teması

Görüşmeciler, Ateşbaz-ı Veli’nin Konya’nın barındırdığı tarihi ve kültürel miraslara katkı sağladığını ancak tek başına turist çekecek nitelikte olmadığını belirtmiştir. Ateşbaz-ı Veli’nin tek başına turist çekebilmesi için bilinirliğinin sağlanması ve şehre dokundurulması gerektiğini ve bu sayede turist çekecek bir potansiyel sağlayabileceği ifade edilmiştir. 

Doğru tanıtım stratejilerinin uygulanması ve yatırımların yapılmasıyla ileride daha etkili bir rol üstlenebileceği, şu an için türbesi ve Mevlâna Müzesi’nde sembolik heykelinin bulunduğu ve bunların yeterli olmadığı beyan edilmiştir.

“Doğru tanıtım stratejileri ve yatırımlarla ileride daha etkili bir rol üstlenebilir. Ateşbaz-ı Veli’nin sadece türbesi ve Mevlâna Müzesi’nde sembolik heykeli var. Bunların tek başına ne kadar yeterli olduğu tartışılır. Kişisel düşüncem tek başına yeterli olmadığı yönünde (K2)”.

Katılımcılar, festival, anma töreni, kongre, çalıştayların düzenli olarak yapılması, gastronomi ve Mevlevilik ile ilişkilendirilmesi, türbe etrafında sosyal faaliyet alanlarının yaratılması gibi önerilerde bulunmuştur.

“Düzenli olarak yapılan etkinlik, festival, anma törenleri, kongre ve çalıştaylar ile ileri zamanlarda tek başına turist çekebilir (K4)”.

“Tek başına çekebileceğini düşünmüyorum. Fakat diğer değerlerle ilişkilendirilirse evet çekebilir. Mevlevilikte mutfağa önem verilmesi, Konya mutfağının zengin bir birikime sahip olması ve Ateşbaz-ı Veli’nin Mevlevilikte ileri gelen bir aşçı olması tüm bunların birbirleri ile ilişkilendirildiğinde bu potansiyelin yaratılacağını düşünüyorum (K6)”.

Bölge Halkının Ateşbaz-ı Veli Hakkında Davranış ve Farkındalığı Teması

Yapılan görüşmelerde katılımcıların tamamı, bölge halkının Ateşbaz-ı Veli’nin öneminin farkında olmadıklarını dile getirmişlerdir. Ateşbaz-ı Veli’nin türbesinin bulunmasından dolayı halkın ismen bildiğini ancak Ateşbaz-ı Veli’nin kim olduğu, Mevlevilik kültüründeki yeri ve önemi hakkında detaylı bir bilgi birikimine sahip olmadığını belirtmişlerdir.

“Ateşbaz-ı Veli, Hz. Mevlâna’nın eserlerinde geçen ve ermiş olduğu söylenilen önemli bir zat. Mevlevi tekkesinin aşçıbaşısı. Ateşbaz-ı Veli adına türbe yaptırılan ilk aşçı. Biz mutfak kültürü çalışanları bu değeri biliyoruz. Bölge halkının genel bilgisi açısından değerlendirirsek daha fazla yol kat edilmesi gerekmekte, Ateşbaz-ı Veli hakkında kapsamlı bilgilere maalesef sahip değiller (K1)”.

“Bölge halkının genelinin Ateşbaz-ı Veli hakkında detaylı bilgilerinin olduğunu düşünmüyorum. Türbesinin olması ve adının Mevlâna Müzesi’nde geçmesi nedeniyle ismen biliyorlardır fakat yaşamı, Mevlevilikteki önemi, Mevlâna’nın Ateşbaz-ı Veli hakkında düşünceleri konusunda derin bir bilgi birikimine sahip değiller (K5)”.

“İsmi biliniyor ancak ne kadar önemli olduğu verilen değerle alakalı. Bu açıdan değerlendirirsek özel günlerin düzenlenmesi, Ateşbaz-ı Veli’yi ön plâna çıkacak faaliyetlerin gerçekleşmesiyle bölge halkının bilinçlenmesi sağlanabilir (K2)”.

Bir katılımcı, Ateşbaz-ı Veli adına Feyzi Halıcı’nın düzenlemiş olduğu yemek kongresinden bahsetmiştir. Bahsetmiş olduğu yemek kongresi; 1986-1994 yılları arasında düzenlenmiştir. Bir farkındalık başladığını belirmiş olsa da bölge halkının detaylı bir bilgi birikimine sahip olduğunu aktarmamıştır.

“Bölge halkının geneli tam anlamıyla bilgi sahibi olmasa da Feyzi Halıcı’nın 1986’da Ateşbaz-ı Veli adına başlattığı yemek kongreleri yurt içi ve dışında fark yaratmıştır. O günden bugüne bir uyanış görülmektedir (K4)”.

Ateşbaz-ı Veli’nin Konya’daki İnanç Turizmi İmajına Kattığı Değerler Teması

Konya’nın, Mevlâna gibi tanınırlığı coğrafyaları aşmış bir tasavvuf düşünürünün yaşadığı şehir olması inanç turizmi kapsamında önem taşımaktadır. Mevlâna’nın vefatından sonra düşüncelerini, yaşam tarzını, inanışını korumak ve Mevlâna anlayışını yaşatmak isteyenlerin kurmuş olduğu Mevlevilik kültüründe Ateşbaz-ı Veli’nin önemli bir rolü olması, aynı zamanda Mevlâna’nın aşçılığını yapması nedeniyle Konya’nın inanç turizmi imajına nasıl bir değer kattığı önemlidir. Görüşmeciler, konu ile ilgili yöneltilen bu soruya ağırlıklı olarak değer kattığı yönünde olumlu yorum yapmıştır. 

Sorunun devamında bu imajın uluslararası boyutta tanınırlığının etkisi tartışılmıştır. Bu kısımda ise Ateşbaz-ı Veli’nin Konya’nın inanç turizmi imajına değer kattığı vurgulansa da bu değerin Mevlâna ve Mevlevilik ile bütünleştirici etkisi ifade edilmiştir.

“Kesinlikle katmaktadır. Bu yalnızca İslamiyet’e özgü bir durum değil. Dünyanın her yerinde insanoğlu, kerametler ile inançlarını pekiştirmektedir. Ateşbaz-ı Veli ile ilgili aktarımlar da insanların inançlarını pekiştirmektedir. Ancak buradaki en büyük şahsiyet Hz. Mevlâna’dır, çünkü bütün dünyayı kendisine çekebilmektedir. Düşüncelerini öyle güçlü aktarmıştır ki herkesi hayran bırakmaktadır (K1)”.
“Mevlâna’nın aşçısı olması ve efsanevi hikayesinin olması nedeniyle kesinlikle değer kattığını düşünüyorum. Mevlâ’nın eserlerinde Ateşbaz-ı Veli’ye yer vermesi, ismiyle anılan türbesinin olması bunların hepsi bir değer taşıyor (K2)”.

“Ateşbaz-ı Veli, tanıtılmaya değer bir şahsiyettir. Bunun elbette Konya’nın dini imajına katkıları da olacaktır K3)”.

“Mevlâna’nın eserlerinde Ateşbaz-ı Veli’den bahsetmesi, efsaneleşmiş hikayelerinin olması, adına anıt mezar yapılan ilk aşçı olması, aynı zamanda Mevlevilikte Ateşbaz makamının bulunması ve bunun Mevlevilikle ilgili kayıtlarda geçmesi Konya’nın dinsel imajına fayda sağlamaktadır (K5)”.

“Ateşbaz-ı Veli, Mevleviliğin en önemli isimlerinden birisidir. Bu yüzden hem Konya için hem gastronomi bilimi için önem teşkil etmektedir. Ancak tek başına değil Mevlevilik ile bütünleştirici bir değer katmaktadır (K6)”.

“Tabii ki, Mevlevilik denilince tasavvuf akla gelmektedir. Bunun bize aktarılmasını sağlayan kişi Mevlâna Hazretleri’dir. Ateşbaz-ı Velide yine Mevlâna ile Horasan’dan kalkıp gelen önemli isimlerdendir. Aynı tasavvufi yaşantıda kavrulmuş, yoğrulmuş, adap ve erkân öğreten önemli bir insan olduğu için dini açıdan önemli olduğunu düşünmekteyim (K9)”.

Ateşbaz-ı Veli’nin, Konya’nın Uluslararası Tanınırlığında Etkisi Teması

Katılımcıların tamamı, Ateşbaz-ı Veli’nin Konya’nın uluslararası bilinirliğinde öneme sahip olabilmesi için hakkında daha fazla yabancı yazılı eser ve çalışmaların olması, Konya ve Mevlevi mutfak kültürüyle anılması, etkinliklerin düzenlenmesi, türbe ve çevresinin restore edilmesi konusunda önerilerini dile getirmiş ve söz konusu bu durumların gerçekleşmesiyle uluslararası alanda Konya ve mutfak kültürü imajıyla bütünleşerek değer katacağını vurgulamıştır. Konya’nın uluslararası tanınırlığının Mevlâna ile gerçekleştiğini, Ateşbaz-ı Veli’nin de Mevlâna ve Mevlevilik kültürü içinde yer alması nedeniyle doğrudan değil dolaylı bir imaj değeri sağladığını belirtmiştir. Görüşmeciler, inanç değeri bakımından Mevlâna’nın bu rolü üstlendiğini vurgulayarak Ateşbaz-ı Veli’nin farklı konular ile ilişkilendirilmesi gerektiğine dikkat çekmiştir.

“Konya’nın uluslararası tanınırlığında en büyük etki Mevlâna’dır. Ateşbaz-ı Veli’nin büyük bir etkisi bulunmamaktadır ancak hiç yoktur demem de yanlış olur. Mevlâna’nın düşüncelerinden etkilenen ve araştıran kişiler Mevlevilik ve dolayısıyla Ateşbaz-ı Veli hakkında da bilgi sahibi oluyorlar. Doğrudan olmasa da dolaylı bir etkisi var dememiz daha uygun olur (K1)”.
“Üstlendiğini düşünmüyorum, bunun birçok nedeni var aslında. Hakkında yazılan eserler az. 

Özellikle yabancı olarak yazılan ve hakkında detaylı bilgiler aktaran eserlerin olması gerekir. Uluslararası alanda tanınabilmesi için bu bir gerekliliktir. Aynı zamanda yabancı tanıtım faaliyetlerinin olması, bu faaliyetlerin dikkat çekmesi, düzenli olarak etkinliklerin gerçekleştirilmesi de gerekir. Türbe çevresinin gezilip görülme isteği uyandıracak şekilde genişletilmesi, restore edilmesi gerekir. Bu da mutfak kültürü ile bağdaştırılabilir. Bu ve bunun gibi uygulamalar gerçekleştirilirse ileride etkili olacağını düşünüyorum (K2)”.

“Henüz büyük bir etkisi bulunmamaktadır. Bu etkinin yaratılabilmesi yerel halktan, rehberlere, kurum ve kuruluşlardan sivil toplum örgütlerine ve Ateşbaz-ı Veli ile ilgili yapılacak mutfak kültürü çalışmalarına, etkinlik ve tanıtım faaliyetlerine bağlıdır (K4)”.

“Bilinen büyük bir etkisi olduğunu düşünmüyorum. Şunu sorgulamak gerekir, halihazırda inanç bakımından Mevlâna gibi uluslararası bilinen, dünyaya mâl olmuş büyük bir düşünürümüz var. Düşünceleri, sözleri, yaşam şekli bir tasavvuf çemberi oluşturmuş durumda. O hâlde biz, Ateşbaz-ı Veli’yi ne ile ilişkilendirebiliriz? Mevlâna’nın aşçısı, matbahın sorumlusu, Mevlevilikte önemli bir yerinin olduğunu göz önünde bulundurursak gastronomi ile ilişkilendirilmesi hem Konya’yı hem de Konya’da ortaya çıkmış Mevlevi mutfağının imajını uluslararası alanda etkileyecektir (K5)”.

Ateşbaz-ı Veli’nin Mevcut Pazarlama Politikalarının Yeterliliği Teması

Ateşbaz-ı Veli’nin turistik açıdan ilgi görmesi, ülkesel ve bölgesel katkı sağlayabilmesi için iyi plânlanmış tanıtım faaliyetlerinin gerçekleşmesi gerekmektedir. Görüşmecilere, mevcut tanıtım uygulamalarını yeterli bulup bulmadıkları sorulmuş, ardından etkili pazarlama faaliyetlerinin nasıl yürütülebileceğine ilişkin görüşler alınmıştır. Katılımcıların neredeyse tamamı, yapılan tanıtım faaliyetlerini yeterli bulmadıklarını belirterek düzenli olarak herhangi bir tanıtım faaliyetinin gerçekleşmediğini ifade etmiştir.

“Yeterli bulmuyorum. Yakın vakte kadar türbesi bile bakımlı değildi. Restorasyon sonrasında da kimliğine, İslamiyet’e ve Mevleviliğe uygun bir restorasyon yapıldığını düşünmüyorum (K1)”.
“Yeterli değildir. Aslında büyük bir potansiyel olmakla birlikte, tam olarak tanıtımının yapılmadığını düşünüyorum (K3)”.

“Yeterli bulmuyorum. Mevlâna gibi büyük bir ekolün doğal olarak gölgesinde kaldığını düşünüyorum ancak Ateşbaz-ı Veli’nin bilinirliğinin artmasının fikri, düşünceleriyle ve yaşamıyla örnek olan Mevlâna’ya daha da katkı sağlayacağını düşünüyorum. Daha fazla tanınabilmesi için resmi kurum ve kuruluşların, sivil toplum kuruluşlarının çalışmalar yapması faydalı olabilir. Daha detaylı tanıtıcı unsurlar içeren reklamlara yer verilebilir (K5)”.

“Ateşbaz-ı Veli ile ilgili çalışmalar yeni yeni gerçekleştirilmekte bu yüzden de daha yeterli değildir. Fakat bir başlangıç olarak yetersiz de değildir. Ateşbaz-ı Veli’nin Mevlevilikteki önemini aslında bütün İslam dünyasına tanıtımını yaparsak hem Türkiye hem de Mevleviliği tanıtmış oluruz bu yüzden tanıtım çalışmalarının arttırılması gerekmektedir (K6)”.

“Yeterli bulmuyorum. Çok daha iyi hizmetler yapılabileceğini düşünüyorum. Yaşantısı, yapmış olduğu hizmetler, insanları eğitme metodu ile tanınırlığı artırılabilir (K9)”.

“Hayır, yeterli bulmuyorum. Temel olarak sürekliliği olan ve tekrarlanan bir etkinlik oluşturulmalıdır. Örneğin yemek içerikli bir etkinlik oluşturulabilir (K10)”.

Ateşbaz-ı Veli Hakkında Anlatım Yapan Rehberlerin Değerlendirilmesi Teması

Yapılan görüşmeler kapsamında katılımcıların çoğu, rehberlerin Ateşbaz-ı Veli hakkında detaylı bir anlatım yapmadıklarını ifade etmiştir. Bazı katılımcılar, Ateşbaz-ı Veli hakkında bilgi ve belgelerde eksikler olması sebebiyle yeterli bir anlatımın gerçekleşmediğini belirtmektedir.

“Hayır düşünmüyorum. Çünkü rehberlerin Ateşbaz-ı Veli ile ilgili kapsamlı bilgiye sahip olduklarını düşünmüyorum (K6)”.

“Hayır, çünkü ortada dönemin tarihî, dinî ve kültürel durumları anlatan bazı bilgi ve belgelerde eksikler vardır (K7)”.

Görüşme yapılan uzmanlardan biri, Ateşbaz-ı Veli hakkında rehberlerin başarılı bir anlatım gerçekleştirilebilmesi için eğitim verilmesi ve bilinçlenmelerinin sağlanması gerektiğine dikkat çekmiştir.
“Özel eğitim verilmeli, farkındalık oluşturulmalı. Çok iyiler de var, olmayanlar da var (K4)”.

Bir katılımcı, rehberlerin anlatımına rastladığını ve Ateşbaz-ı Veli’ye çok kısa değinildiğini aktarmıştır.

“Düşünmüyorum, rehberlerin kısaca değindiklerine Mevlâna Müzesi’nde şahit oldum. Oysa kültürel çekiciliğin turistik ürün haline getirilmesi, imaj ve marka yaratılması plânlama ve tanıtım çalışmalarını da beraberinde gerektirir (K5)”.

Genel olarak katılımcılar, rehberlerin Ateşbaz-ı Veli’yi detaylı bir şekilde anlattıklarını düşünmemektedir. Bunun sebepleri arasında Mevlâna ve Mevlâna Müzesi’nin popüler olması, Konya’daki camii ve müzelerin ziyaret edilmesi gelmektedir. Bir diğer neden ise Ateşbaz-ı Veli hakkında detaylı bir bilgi birikimine sahip olunmamasıdır. Bu durum, rehberlerin Ateşbaz-ı Veli ile ilgili farkındalıklarının oluşturulması ve bilgi birikimlerinin arttırılması için belediye, acente ve rehberlerin iş birliği yapmalarını gerekli kılmaktadır. 

Aynı zamanda Ateşbaz-ı Veli ile ilgili yazılı kaynakların kullanılması, bilgilendirme ve tanıtım broşürlerinin hazırlanması imaj değeri yaratma konusunda önem teşkil etmektedir. Sonuç olarak bu sorumluluk yalnızca rehberlerin değil Konya’daki kamu kurum ve kuruluşları, sivil toplum örgütleri, acenteler gibi paydaşları da kapsamaktadır.

Ateşbaz-ı Veli’nin, Konya’nın Pazarlanmasında Rolünün Değerlendirilmesi Teması

Çalışma kapsamında görüşmeye katılan uzmanların, Ateşbaz-ı Veli’nin Konya’nın pazarlanması konusunda nasıl etkili olabileceğine dair fikirleri alınmıştır. Alınan görüşler, Ateşbaz-ı Veli’nin aşçı kimliğinin imaj değeri yaratacağı konusuna yoğunlaşmaktadır. 

Katılımcılar, Ateşbaz-ı Veli’nin Mevlâna gibi saygı ve sevgi duyulan bir tasavvuf düşünürünün aşçısı olması ve Mevlevi mutfağı gibi bir kavramın günümüze kadar gelmiş olmasının önemini belirterek Mevlevi mutfak kültürü ve Ateşbaz-ı Veli’nin ilişkilendirilmesinin ve bu ilişkinin daha çok vurgulanması gerektiğine dikkat çekmişlerdir. Sonuç olarak katılımcıların büyük çoğunluğu, Ateşbaz-ı Veli’nin mutfak kültürü ve gastronomi ile ilişkilendirilmesinin daha doğru olacağı düşüncesindedir.

“Biz yiyecek içecek araştırmacıları Türk mutfağına baktığımızda içinde birçok dönemi barındıran sentez bir mutfak olduğunu görüyoruz. Mevlevi mutfağı da bunun bir parçası. Ateşbaz-ı Veli, aşçıların piri olarak anılmakta. Mevlevi mutfağının yiyecek içecekleri, sofra adabı, ritüelleri bize miras kalan kültürel değerlerimiz arasında. Ateşbaz-ı Veli, Mevlevi mutfağının tanıtılmasında daha etkin bir hâle getirilebilir (K2)”.

“Festival, sergi ve sanat etkinliklerinde isminin geçmesi, sadece isminin geçmesiyle kalmayıp hakkında daha detaylı bilgilerin paylaşılması kültürü tanımak isteyen, kültürün izlerini taşıyan yerleri ziyaret etmek isteyen turistler açısından istek uyandırabilir. Ateşbaz-ı Veli’nin daha yaygın bilinmesi hem Konya hem de Mevlâna için yarar sağlayacaktır (K5)”.

“Ateşbâz-ı Veli veya benzeri kişilerin toplumun örf, adet, gelenek ve göreneklerini yansıtan kişiler olmasının yanında yetiştikleri ortam nedeniyle de kendilerine din veya maneviyat yüklenebilen kişilerdir. Bu açıdan bakıldığında hem gelenek ve görenekleri yansıtan hem de manevi boyutlarla açıklanabilen Ateşbâz-ı Veli için Konya, Konya için de Ateşbâz-ı Veli önemlidir. Özellikle Konya’da Mevlâna’dan hareketle yapılacak her türlü turistik ve kültürel faaliyetler içinde Ateşbâz’ın isminin de geçmesiyle Konya turizminde etkin rol oynayacağı düşüncesindeyim (K7)”.

Mevlevi kültüründe eğitimin mutfakta başlaması, Mevleviliğin tevazu anlayışı, sofra adabı, yemeğe duyulan saygı, Ateşbaz-ı Veli’nin aşçıların piri olarak anılması ve Ateşbaz-ı Veli makamının bulunması şüphesiz Ateşbaz-ı Veli’nin Mevlevilik örf adetleri, Mevlevi mutfağı ve aşçılık vazifesi ile tanıtımının yapılmasını mümkün kılmaktadır. Doğru stratejilerin uygulanması durumunda Konya mutfağı ve Mevlevi mutfağının imajına değer sağlayabilecektir.

Ateşbaz-ı Veli’nin Hakkında Tanıtım Faaliyetlerine İlişkin Görüşler Teması

Katılımcılara, Ateşbaz-ı Veli’nin daha iyi tanıtılması için nasıl bir yol izlenmesi gerektiği sorulmuş ve görüşleri alınmıştır. Alınan görüşler, katılımcıların Ateşbaz-ı Veli’nin Konya’nın pazarlanmasında etkili olabilmesi, tek başına turizm hareketliliği yaratabilmesi için bulundukları önerilerle benzerdir.

“Konya turizminin gelişmesi ve planlamasında daha çok Kültür ve Turizm Müdürlüğü Ateşbaz-ı Veli’nin tanıtımlar yapmaları ve Mevlâna konusunda yapılan yayınlarda Ateşbaz-ı Veli’ye daha kapsamlı yer ayırabilirler (K5)”.

Konya Gastronomisinde Ateşbaz-ı Veli

“Ateşbaz-ı Veli ile ilgili konferanslar ve paneller düzenlenmeli, sempozyum ve kongrelerde sunulan bildiriler yayımlanarak insanların onu daha iyi tanıması sağlanmalıdır. Ateşbaz-ı Veli ile ilgili olarak daha sonra belediye tarafından kısa filmler, hediyelik eşyalar vs. üretilerek insanların hafızalarında yer etmesi sağlanabilir (K3)”.

“Mutfak kültürü, yeme içme faaliyetleri gibi etkinliklerle adından daha fazla bahsedilebilir. Ancak yalnızca bahsetmek yetmez. Öneminin doğru bir şekilde aktarılması, insanların bilinçlendirilmesi gerekir (K2)”.

“Turistik bir politika izlenmelidir. Kongre ve konferanslara katılım sağlanarak ya da düzenlenerek Ateşbaz-ı Veli tanıtılmalıdır. Daha sonra özel sektörün bu konuda yer alması sağlanarak turizm acentelerinin pazarlayabilmesi şeklinde bir turizm hareketi oluşturulabilir (K10)”.

Sonuç ve Öneriler

Turistlerin bir destinasyonu ziyaret etmelerine neden olan en önemli etkenlerden biri, o destinasyonun zihinlerinde oluşmuş imajıdır (Seitz, 1990: 25). Turizm hareketliliğinin sürekli artış gösterdiği günümüzde, ülkelerin daha çok sayıda turistin ülkeyi ziyaret etmesini sağlamak adına tanıtım faaliyetleri yapması gerekmektedir (Ünüvar ve Şimşek, 2012: 326). Bu kapsamda önemli bir potansiyel teşkil ettiği düşünülen Ateşbaz-ı Veli’nin Konya ilinin bir destinasyon olarak pazarlanmasındaki rolü değerlendirilmiştir. 

Çalışmada; Ateşbaz-ı Veli’nin önemi, hakkında yapılan tanıtım çalışmalarının yeterliliği, etkili tanıtım faaliyetlerinin nasıl yürütülmesi ve neler yapılması gerektiği, Konya’nın pazarlanmasında nasıl yararlanılacağı, uluslararası tanınırlığa etkisi, dinsel imaja katkısı ve turist çekme niteliği gibi konular üzerinde durulmuştur.

Araştırmada en önemli noktalardan biri, Ateşbaz-ı Veli’nin Konya’daki turizm hareketliliklerini değiştirecek nitelikte olup olmadığı konusudur. Ulaşılan sonuçlar, Ateşbaz-ı Veli’nin, turizm hareketliliğini değiştirecek potansiyel taşıdığı fakat şu an değiştirecek nitelikte olmadığı yönündedir. Bu durumun en büyük nedeni Ateşbaz-ı Veli hakkında yeterli tanıtım faaliyetlerinin yapılmaması ve türbe çevresinin çekici hâle getirilememesidir. Aynı şekilde tek başına turist çekme niteliği ve Konya’nın uluslararası tanınırlığındaki etkisine ilişkin ulaşılan sonuçlar yeterli olmadığı yönündedir. 

Ateşbaz-ı Veli’nin Konya’da turizm hareketliliği yaratabilmesi, tek başına turist çekecek bir destinasyon unsuru hâline gelebilmesi ve Konya ilinin uluslararası tanınırlığına etkin bir rol üstlenebilmesi için şehirde düzenlenecek kongre, sempozyum, konferans etkinlikleri imaj oluşumuna yarar sağlayacaktır. Ateşbaz-ı Veli’nin, uluslararası öneme sahip olabilmesi için hakkında yabancı eserlerin yazılması ve çalışmaların yapılması gerekmektedir. 

Yurt içi tanıtım faaliyetleri kapsamında Konya ve Mevlevi mutfak kültürü ile ilişkilendirilmesi, gastronomi etkinliklerinde Ateşbaz-ı Veli’ye yer verilmesi gerekmektedir. Yapılacak tanıtımlarda görsel malzemelerin olması önemlidir. Ateşbaz-ı Veli ile ilgili broşür, afiş gibi görsel destekli tanıtım araçları yayımlanmalıdır. 

Ateşbaz-ı Veli’nin turistik açıdan ilgi görmesi, ülkesel ve bölgesel katkı sağlayabilmesi için iyi plânlanmış tanıtım faaliyetlerinin gerçekleşmesi gerekmektedir. Konya’daki kamu kurum ve kuruluşları, sivil toplum örgütleri, acenteler gibi paydaşların iş birliğinde bulunması önem taşıyan konulardan biridir. Bu bağlamda, başta Kültür ve Turizm Bakanlığı olmak üzere Dışişleri Bakanlığı, turist rehberleri, özel sektör ve akademik çevrelerin entegre olarak çalışmaya özen gösterilmesi gerekmektedir.

Yapılan görüşmeler sonucunda, bölge halkının Ateşbaz-ı Veli hakkında yeterli bilgi birikimine sahip olmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Turizm potansiyeli oluşturan tarihi, kültürel ve doğal değerlerin uzun vadede korunması, plânlanan çalışmaların gerçekleşmesi, sürdürülebilirliği, söz konusu değerlere uygun turizm faaliyetlerinin geliştirilebilmesi için bölge halkının farkındalığı ve katılımı gerekmektedir.
Çalışmada Ateşbaz-ı Veli’nin, Konya’nın dinsel imajına değer kattığı sonucuna ulaşılmıştır. Ateşbaz-ı Veli; Mevlâna’nın aşçılığını yapması, Mevlâna’nın yaşamından sonra Mevlevilik anlayışının oluşmasında katkı sağlaması, efsaneleşmiş bir hikâyesinin olması nedeniyle önem taşımaktadır.

Konya, Mevlâna’nın yaşadığı şehir olması ve Mevlâna Müzesi’nden ötürü bir inanç şehri olarak görülmektedir. Selçuklu Devleti’nin başkentliğini yapmış olması, eski dönemlerden kalan kilise, manastır, cami, türbe, höyük, han ve eserlerin bulunması nedeniyle tarihi ve kültürel değerleri yüksek bir şehirdir. Aynı zamanda göl, yayla, şelale, milli park, mağaraları ile birçok alternatif turizm çeşitliliğini karşılayacak doğal güzelliklere sahiptir. Tarihi imajı ve alternatif turizm çeşitliliğine hitap eden Konya, bugün yeteri kadar değerlendirilememektedir. 

Bu durumun nedeni tanıtım faaliyetlerinin ve turizm altyapısının karşılanamamasıdır. Bu doğrultuda Konya’nın imaj yaratacak turizm unsurları yeniden belirlenerek plânlanmalı ve bu plân kapsamında turizm altyapısı sağlanmalıdır. Turizm alanlarında çalışan personellere eğitimler verilmelidir. Kaliteli hizmet anlayışıyla çalışan 5 yıldızlı otel ve restoranların sayısı artırılmalıdır. Aynı zamanda gün içinde gezen turistlerin vakit geçireceği sosyal alanlar çoğaltılmalıdır. Tanıtım ve yeterli bilgilendirmeleri sağlayacak eğitimli rehberler bulunmalıdır. 

Bu kapsamda acente ve tur şirketleri ile iletişime geçilerek rehberlerin eğitimi sağlanmalıdır. İnanç ziyareti, tarihi ve kültürel miras, doğal güzelliklere dikkat edilerek kentsel turizm kapsamında alt ve üst yapı çalışmaları gerçekleştirilmelidir. Yerli ve yabancı turistlere Ateşbaz-ı Veli ile ilgili bilgilendirmeler görsel ve işitsel olarak yapılmalıdır. Unutulma tehlikesi altında kalan kültür ögelerinin yaşatılması ve aktarılmasının yolları bulunmalıdır. Konya’nın tarihi ve kültürel mirası özgün projelerle yeniden gözden geçirilerek fonksiyon kazandırılmalıdır. Konya’nın alternatif turizm noktalarının etkili tanıtım ve pazarlaması yapılmalıdır.

• Ateşbaz-ı Veli’nin tanıtılması için yeni stratejiler belirlenmeli, resmi ile özel kurumlar ve turizm paydaşları bu stratejiler doğrultusunda gerekli adımları atmalı ve gayreti göstermelidir.

• Bölgede yaşayan halkın, Ateşbaz-ı Veli hakkında bilinçlenmesi sağlanmalı, bunun için tanıtım broşürleri, anma törenleri, Ateşbaz-ı Veli adına düzenlenen yiyecek etkinliği gibi yerel halkın dikkatini çekecek faaliyetler yapılmalıdır.

• Ateşbaz-ı Veli’nin uluslararası tanınırlığının sağlanması için yabancı eserler yazılmalı, hakkında yapılan akademik çalışmalar artırılmalıdır.

• Ateşbaz-ı Veli’nin hangi kültür unsurları ile ilişkilendirileceği turizm, marka değeri ve pazarlama strateji kapsamında belirlenmelidir.

• Türbe ve çevresi şehir yapısına uygun olarak genişletilmeli, sosyal olanaklar artırılmalı, tarihi ve kültürel eserler ile zenginleştirilerek hakkında yapılan çalışmaların yer aldığı detaylı bir özgeçmiş bölümü oluşturulmalıdır.

Kaynakça
Aksoy, M., Akbulut, A. B. ve İflazoğlu, N. (2016). Mevlevilikte Mutfak Kültürü ve Ateşbaz-ı Veli. Journal of Tourism and Gastronomy Studies, 4(1): 96-103.
Arat, T. ve Gürhan, Y. E. (2016). Konya’nın Markalaşmasında Turistik Ürün. Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Meslek Yüksek Okulu Dergisi, 19(2): 183-200.
Arık, İ. A. (1998). Psikolojide Bilimsel Yöntem. İstanbul: Çantay Kitabevi.
Azsöz, G. (2016). Mevlevihanelerde Matbah-ı Şerif. Toros Üniversitesi İktisadi İdari ve Sosyal Bilimler Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, 3(5): 31-44.
Bahar, H. (1994). Takkeli Dağ (Kevele Kalesi) ve Konya Tarihi Bakımından Önemi. Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 1(3): 313-333.
Balcı, A. (2009). Sosyal Bilimlerde Araştırma Yöntem, Teknik ve İlkeleri. Ankara: Pegem Akademi.
Bekleyiciler, N. (2007). Ateşbaz-ı Veli. Konya: Tablet Yayınevi.
Boyacıoğlu, F. ve Erdağ, S. (2013). Mevlâna Celaleddin Rumi ve La Fontaine’de Hoşgörü Algısı. Electronic Turkish Studies, 8(8): 325-340.
Çakmak, F. T. (2014). İnanç Turizminin Turistik Destinasyon Pazarlamasındaki Yeri ve Önemi: Göbekli Tepe Örneği (Yüksek Lisans Tezi). İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul.
Çubukçu, İ. A. (1993). Mevlâna ve Felsefesi. Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 26(1): 97-118.
Demirci, M. (2008). İnsan Eğitimi Açısından Mevlevi Çilesi. Mevlâna ve İnsan Sempozyumu; Sempozyum Bildirileri, İzmir: Türk Diyanet vakfı, ss.121-131.
Gölpınarlı, A. (1963). Mevlevi Adap ve Erkanı. İstanbul: Yeni Matbah.
Güven, R. ve Arpaguş, S. (2004). Mevlâna Celaleddin ve Şems-i Tebriz. Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, (27): 135-148.
Hacıgökmen, M. A. (2017). Ateşbaz-ı Veli ve Mevlevilikteki Önemi. Çatalhöyük Uluslararası Turizm ve Sosyal Araştırmalar Dergisi, (2): 161-167.
Halıcı, N. (2007). Mevlevi Mutfağı. İstanbul: Kubbealtı Yayınları.
İspir, M. (2007). Mevlâna’da İnsan ve Aşk. Din bilimleri Akademik Araştırma Dergisi, (1): 179-186.
Kara, M. (2006). Doğumunun 800. Yılında Mevlânâ ve Mevlevîlik. Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 15(1): 1-22.
Karabulut, T. ve Kaynak, İ. H. (2016). İnanç Turizmi Bağlamında Kentsel Turizm ve Kültürel Turizm: Konya Örneği. Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 35: 185-191.
Kars Bilgili, R. (2018). Konya Ticaret Tarihi içinde, XVIII. Yüzyılın İlk Yarısında Konyalı Tüccarların Faaliyetleri Kapsamında İç Ticarete Konu Olan Emtia (ss. 309-322), Konya: Damla Ofset Matbaacılık ve Ticaret A.Ş.
Kılınçarslan, H. (2006). Dede Efendi’nin Hüzzam Mevlevi Ayininin Makam, Usul ve Ezgisel Yönden İncelenmesi. (Yüksek Lisans Tezi). Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Konya.
Konuk, A. (2002). Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/konya#3-mimari, (Erişim Tarihi: 30.04.2020).
Konya İl Kültür ve Turizm Bakanlığı. Tarihçe, https://konyakultur.gov.tr/index. php?route=pages/pages&page_id=1, (Erişim Tarihi: 30.03.2020 ).
Konyalı, İ. H. (1997). Konya Tarihi. Ankara: Burak Matbaası.
Küçükbezirci, Y. (2013). Mevlâna’nın Hoşgörü Felsefesi ve İletişim. Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, (30): 19-25.
Kültür ve Turizm Bakanlığı Konya İl Halk Kütüphanesi. (2019). Konya Tarihi, http://konya.kutuphane.gov.tr/tr-144006/tarihi.html, (Erişim Tarihi: 30.03.2020).
Özbek, S. (2001). Türkiye Selçuklularında Kültürel Hayat (Mevlâna’nın Fihi Mâfih ve Mesnevi’sine Göre). Sosyal Bilimler Dergisi, 3(1): 41-58.
Özönder, H. (1988). Ateş-Baz Veli ve Mevlevilik Dergâhlarında Ateş-Baz Veli Makamı’nın Önemi. 3. Milli Mevlâna Kongresi. Konya: Selçuk Üniversitesi Basımevi, ss. 97-111.
Özönder, H. (1991). Ateşbaz-ı Veli, https://islamansiklopedisi.org.tr/atesbaz-i-veli, (Erişim Tarihi: 26.04.2020).
Seitz, E. (1990). İmaj Reklamının Turizm Pazarlamasındaki Önemi. Anatolia Turizm Araştırmaları Dergisi, 1(1): 25-26.
Tapur, T. (2009). Konya İlinde Kültür ve İnanç Turizmi. Journal of International Social Research, 2(9): 473-492.
Top, H. H. (2012). Mevlevi Usul ve Adabı. İstanbul: Ötüken Yayınları.
Türk, İ. (2016). Mevlânâ’nın İlmî-Manevî Şahsiyetinin Oluşumunda Şems’ten Önceki Dönemin Rolü. Journal of Divinity Faculty of Hitit University, 15(30): 507-525.
Ünüvar, Ş. ve Şimşek, S. (2012). Kültür ve Turizm Bakanlığının Yurtdışı Tanıtım Filmlerinde Kültürel İmge Kullanımı. Sosyal Ekonomik Araştırmalar Dergisi, 12(24): 305-330.
Üzümcü, T. P. (2015). Otel Yöneticilerinin Turizm Eğitimine Yönelik Algıları: Kocaeli İli Otel Yöneticileri Üzerinde Bir Araştırma. Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, (30): 123-150.
Yörük, D. (2017). XVI. Yüzyılda Konya Şehir Ekonomisi. Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi, (42): 353-379.

Has aşçıbaşı Ahmet ÖZDEMİR olarak kaynak gördüğüm:
Sn. Onur TUGAY, Sn. Ayça TUNCA ve Sn. Yeliz PEKERŞEN'e ilgili "Konya İlinin Bir Destinasyon Olarak Pazarlanmasında Ateşbaz-I Veli Hazretleri’nin Rolü" isimli akademik çalışmaları için yürekten teşekkür eder mesleki yaşamlarında başarılar dilerim. Profesyonel mutfaklarda ve gastronomi ve aşçılık camiasında ihtiyacı olanlar tarafından mutlaka örnek olarak dikkate alınacaktır.

Konya Gastronomisinde Ateşbaz-ı Veli

Türk Mutfağından Kaybolan Kerkük Yemekleri Nedir?

 Türk Mutfağından Kaybolan Kerkük Yemekleri Nedir? Ziyat AKKOYUNLU* Özet:  Bu makalede, Orta Asya’dan başlayarak Osmanlı’ya ve oradan da Ker...