Aşçılık Mesleği etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Aşçılık Mesleği etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5 Ağustos 2020 Çarşamba

İlk Valilik Yıllarında Muhsinzade Mehmed Paşanın Konak Mutfağı

İlk Valilik Yıllarında Muhsinzade Mehmed Paşanın Konak Mutfağı
Prof. Dr. Arif BİLGİN

İktisat tarihçileri tarafından dolaylı olarak başlatılan Osmanlı dönemi yeme-içme kültürüne ilişkin araştırmalar, uzun süre İstanbul'la sınırlı kaldı1. Son zamanlardaki kimi girişimler, mutfak tarihiyle ilgili çalışmaların İstanbul odaklı olmaktan çıkıp taşrayı da kuşatacak şekilde yelpazesini genişlettiğini göstermektedir ki, bu dikkate değer bir gelişmedir2.

Aslında Osmanlı başkentindeki yeme-içme kültürüne ait çalışmalar bile büyük oranda saraylara veya şehirde yaşayan seçkinlerin yaşantısına aittir. Bu nedenle şehirdeki sıradan halkın beslenmesine ilişkin araştırmalara halen ciddi düzeyde ihtiyaç bulunmaktadır. Öte yandan Osmanlı taşrasındaki yeme-içme alışkanlıkları belli bir düzeyde bilinmeden merkez-taşra arasındaki benzerlik ve farklılıkları keşfetmek pek mümkün değildir. 

Taşranın beslenme kültürünün akademik araştırmalara konu olmaması, yalnızca buradaki sıradan halkın mutfağıyla sınırlı değildir. Bölgelerinde elit tabakayı oluşturan vali, ayan vs. seçkinlerin mutfakları hakkında da bilgilerimiz son derece sınırlıdır. Henüz yeterince bilinmeyen Osmanlı taşrasının beslenme kültürüne dair yapılacak araştırmalar, geniş imparatorluk coğrafyasının gerek kendi içinde gerekse başkentin mutfak kültürüyle karşılaştırmalı incelemeleri olanaklı kılacaktır. 

Kaynakların hem imparatorluk merkezinde hem de taşrasında geniş halk kesimleri yerine elit tabakanın gündelik hayatının detaylarına ilişkin nispeten daha cömert bilgiler içerdiğini ifade etmeliyiz. Yeme-içme alışkanlıkları da aynı çerçevede ele alınmalıdır. Sıradan insanların beslenmesine dair bilgilere ise, dağınık da olsa şeriyye sicillerinde rastlanabilmektedir.

Arşivlerimizde İlk Valilik Yıllarında Muhsinzade Mehmed Paşanın Konak Mutfağı kayıtlarında taşrada görev yapan valilerin tutturduğu mutfak defterlerine dair örnekler oldukça sınırlıdır ancak var olanlar üzerinde dahi şu vakte kadar hiçbir araştırma yapılmamıştır3. Muhsinzade Mehmed Paşa, taşrada görev yaptığı süre içinde tutturduğu müstakil muhasebe defterleri günümüze kadar ulaşan nadir paşalardandır. Üstelik bu defterler, arada kopukluklar olmakla birlikte hatırı sayılır bir seri oluşturmaktadır. Bu araştırmanın hedefi, hayatı birçok Anadolu ve Rumeli sancağında valilik, muhafızlıkla geçen ve iki defa sadrazamlık yapan Muhsinzade Mehmed Paşa'nın ilk valilik yıllarındaki mutfak defterlerine dayanarak konağındaki beslenme alışkanlıklarını belirlemeye çalışmaktır.

Paşa Konağı Mutfak Defterleri
Topkapı Sarayı Müzesi Arşivinde, paşaya ait 1151 Cemaziyelahirinden (Eylül 1739) başlayıp 1177 Zilhiccesine (Haziran 1764) kadar devam eden, çoğu aylık muhasebe olan 55 adet mutfak defteri yer almaktadır. Sözü edilen defterlerin bir kısmı, kataloga Muhsinzade Mehmed Paşa adına kaydedilmiş; paşanın isminin geçmediği diğer defterlerin paşaya ait olduğu tarafımdan tespit edilmiştir. Bu makalede, sözü edilen defterlerden Cemaziyelahir 1151 ile Zilhicce 1156 (Eylül 1739-Şubat 1744) arasındaki 10 defter incelenecektir.

Muhsinzade Mehmed Paşa'ya ait mutfak defterlerinin ışık tuttuğu alanlar, sadece yeme-içme alışkanlıkları ve mutfak örgütlenmesiyle sınırlı değildir. Sözü edilen mutfak defterleri, paşanın hayatına ilişkin bazı önemli bilgiler de sunmaktadır. Örneğin, paşanın görev yaptığı yerlerin tespiti bu defterler sayesinde nispeten mümkün olabilmektedir. 

Görev değişikliklerinde, paşanın ve maiyetinin hangi tarihlerde hareket ettikleri, hangi güzergahtan geçtikleri, yeni görev yerine ne zaman ulaştıkları gibi hususlara dair ayrıntılı bilgiler bu defterlerden öğrenilebilmektedir. Yine, konakta ağırlanan misafirler ve belli dönemlerde, söz gelimi savaş zamanlarında artan siyasi trafik konak mutfak defterlerinden takip edilebilmektedir. Mutfak defterlerinin ışık tuttuğu diğer bir alan da paşa konağının örgütlenmesidir. Defterlerde yer alan kayıtlardan özellikle tayinat listelerinden, konaktaki bazı hizmet alanları ve görevlileri tespit edilebilmektedir.

Şüphesiz defterlerin asıl önemli yanı, paşa mutfağı hakkında detaylı bilgi vermeleridir. Mutfak örgütlenmesinden konak halkının yiyip içtiklerine kadar birçok ayrıntı defterlerde bulunulabilecek sıradan bilgiler arasındadır.

Masraf katibi tarafından tutulduğu tahmin edilen paşa mutfağının aylık mutfak muhasebeleri birkaç bölümden oluşmaktadır: Öncelikle bir önceki aydan kalan kiler mevcudu listelenmektedir. Bu kısımda, kilerde kalan her mal, miktarıyla birlikte kaydedilmiştir. İkinci bölümde, bir ay içinde harcanan toplam meblağın Vekilharç Ağa'ya teslim edilmesiyle alakalı paşanın Miftah Ağa'ya yazdığı emir bulunmaktadır. Daha sonra paşa mutfağında ve Enderun Kileri'nde bazı temel gıda maddelerinin günlük tüketiminin ne olduğunu gösteren üçüncü bölüm gelmektedir. 

Hemen arkasında ekmek, et, pirinç ve sadeyağ tayinatının gösterildiği uzunca bir liste yer almaktadır. Listeyi gün gün satın alınan gıda maddelerinin isim ve miktarının verildiği bölüm takip etmektedir. Hemen ardından ekmekten nişastaya kadar yaklaşık on kalem temel gıda maddesinin toplam tüketimi verilmektedir. Yağ mumu (şem'-i revgan), sabunastar ve kahve dağıtımını gösteren üç listeden sonra bütün harcamalar birkaç temel başlık altında topluca aktarılarak aylık muhasebe kaydı tamamlanmaktadır (Bkz. Ekler).

Muhsinzade Mehmed Paşa'nın Hayatı4
Tarihi kesin olmamakla birlikte 1704 yılında İstanbul'da doğdu. Babası, Patrona Halil İsyanı sırasında yeniçeri ağası, daha sonra da sadrazam olan Muhsinzade Abdullah Paşa'dır. Herhangi bir kayda sahip değilsek de, babasının konumu nedeniyle iyi bir eğitim gördüğü düşünülebilecek paşa, silahşorlukla kapıcıbaşılar arasına girmiş, babası Bender muhafızı olduğunda beraberinde gitmiştir. 1150 (1737) yılında babası sadrazam olunca kapıcılar kethüdası tayin edilen Muhsinzade Mehmed Paşa, bir sonraki yıldan 1765'e kadar İstanbul dışında valilik ve muhafızlık görevlerinde bulunmuştur.

Kaynaklar, paşanın ilk taşra görevinin 1151 (1738)'de vezirlik rütbesiyle atandığı Maraş valiliği olduğunu belirtir. Bundan sonra sırasıyla İnebahtı, Bender ve ikinci defa Maraş'ta valilik yapmıştır. Buralardaki görevlerinin kesin tarihi bilinmemektedir. Fakat bundan sonraki görevleriyle ilgili nispeten tarih verilebilmektedir. Mart 1747'de Adana valiliğine tayin edilen paşa 1749-1750 yıları arasında iki defa Özi ve bir de Hotin valiliği, 1752'den itibaren Hotin, İnebahtı ve Niğbolu muhafızlığı Ekim 1756'dan itibaren de Özi valiliği görevlerinde bulunmuştur. Daha önce padişah III. Ahmed'in kızı Esma Sultan ile nişanlandırılan Mehmed Paşa, Halep ve Anadolu valiliğine tayin edildiği 1758 yazında İstanbul'da evlendirilmiştir.

Paşanın "balayı" sayabileceğimiz Kadırga'daki Esma Sultan Sarayında bir yıllık ikameti, Anadolu valisi olarak atanmasıyla son buldu ve paşa Kütahya'ya yerleşti. Ağustos 1760'da Bosna valisi tayin edildi fakat İstanbul'da kaldığı için görev yerine bir yıl sonra, Haziran 1762'de gitti. 1762'de Rumeli, Şubat 1763'te tekrar Bosna, Kasım 1763'te de ikinci defa Rumeli valiliğine atandı.

Paşanın bu görevi sadrazamlığından önce taşrada üstlendiği son görev olacaktı. Çünkü aynı görevi yürütürken, 30 Mart 1765'te sadrazam tayin edildi. 7 Ağustos 1768'e kadar görevde kalan paşa bu süre içinde Anadolu ve Rumeli'deki kargaşayı ortadan kaldırmaya ve düzeni yeniden tesis etmeye dönük faaliyetlerde bulundu. Osmanlı Devleti'nin Rusya'ya karşı savaşa girmemesi gerektiğini savunduğu için de görevden alındı ve sürgüne gönderildi.

Ağustos 1769'da Mora'da çıkan Rum isyanını bastırmak için görevlendirildi. İsyanı bastırmadaki başarısı, kendisine hem Bosna valiliği hem de Rumeli seraskerliği unvanını kazandırdı (Aralık 1770). Daha sonra bu iki göreve Vidin, Eflak ve Boğdan seraskerlikleri eklenecektir. Paşa, Kasım 1771'de ikinci defa sadrazam tayin edilmiş ve ordunun başına getirilmiştir. Ruslarla savaşa karşı çıkan Mehmed Paşa, ikinci sadaretinde de sürekli barışın zeminini oluşturmaya çalışmışsa da savaş üç yıla yakın daha devam etmiş ve nihayet 1774 yazına doğru barış görüşmeleri yapılmıştır. Paşa, barış yapıldıktan sonra İstanbul'a dönerken Karinabad yakınlarında yolda ölmüştür (4 Ağustos 1774).

Sadrazam olması dolayısıyla hayatına ait belli düzeyde bilgi bulabildiğimiz Muhsinzade'nin ilk valilik dönemleri oldukça bulanıktır. İncelediğimiz defterler onun mutfağını aydınlatmakla kalmamakta, hayatına dair kimi belirsiz ve karanlıkta kalan noktalara ışık da tutmaktadır. 11511156 (1739-1744) tarihleri arasındaki mutfak defterlerindeki kimi kayıtlar, onun hayatıyla alakalı bazı bilgilerin tashih edilmesi gerektiğini ortaya koymaktadır. 

Paşayla ilgili araştırmalarda5, 1150 (1737-38) yılında babasının sadrazam olması üzerine kapıcılar kethüdası, bir yıl sonra da vezir olarak Maraş valisi tayin edildiği bildirilmektedir. Ancak ele aldığımız defterlerden ilki olan 1151 Cemaziyelahirine (Eylül 1739) ait defterden6 paşanın Maraş'ta değil, Güney Yunanistan'da bir yerde, muhtemelen de İnebahtı'da olduğu anlaşılmaktadır7. Eğer paşanın Maraş valiliği, çok kısa sürmediyse bu bilginin ya kendisi ya da tarihi yanlış olmalıdır8. 

Diğer taraftan kaynaklardaki 1151 (1739) yılında Maraş'a vali tayin edildiği bilgisinin doğru olduğunu kabul etsek bile, paşanın buraya maiyetiyle birlikte ortalama varış süresini dikkate alarak bunun pek mümkün olmadığını söyleyebiliriz. Paşanın görev süresinin kısa sürdüğünü, söz gelimi hicri yılın ikinci ayında Maraş'a vardığını ve aynı ay içinde görev yerinin değiştiğini düşünelim; bu durumda bile paşa ve maiyetinin 1151 Cemaziyelahir ayının tamamını yeni mekanında geçirmiş olması oldukça zor görünmektedir. Zira paşanın daha sonraki tecrübelerinden sözü edilen yolculuğun yaklaşık üç ay sürebileceği anlaşılmaktadır9.

Konak Örgütlenmesi
Paşanın atandığı yerlerde ne tür fiziksel özelliklere sahip bir konakta ikamet ettiği incelenen kaynaklardan tespit edilememektedir. Ancak aylık muhasebelerdeki tayinat listelerinden konaktaki hizmet grupları saptanabilmektedir. Bu listelere dayanarak paşa konağında; tabl-ı alem mehterleri, sancakdar, alemdarlar, alay çavuşları, mataracı, tüfenkçi, şatırlar, harbendeler, ahır görevlileri (seyisler vs.), aşçılar, akkamlar (deve ile yük taşıyanlar), nalband(lar), sakalar, saraçlar, yedekçiler, tuğcular, pazara giden, vekilharç ve masraf katibinin bulunduğunu söyleyebiliriz. 

Paşanın en yakın adamı olan paşa kethüdası da tayinat listelerinde adı geçen en önemli şahıstır. Tayinat listeleri haricinde mutfak defterlerinde yer alan görevliler şunlardır: Kapıcılar kethüdası, çaşnigir, selamcı ağa, mirahur, arpa emini, hazine katibi, delibaşı, terzi, kürkçü, çukadar, çoban, şamdancı, destarcı, peşkirci, çamaşırcı, makramacı, ibrikdar, kahveci, Enderun kilercibaşısı ve sofracı. Kendilerine tahsisat yapıldığı görülen muhzır ağa ve muhzır katibinin ise yerel mahkemenin personeli olmaları dolayısıyla listeye alınmadığı belirtilmelidir. Paşanın konağında ayrıca bir divanhane bulunmaktaydı10.

Görüldüğü gibi, çeşitli askeri ve sivil hizmet gruplarının yer aldığı paşa konağı, küçük bir saray görünümündeydi. Bir konakta ihtiyaç duyulabilecek neredeyse her türlü hizmet alanı paşa konağında mevcuttu. Konaktaki örgütlenme zamanla gelişmiştir. Paşanın göreve başladığı yıllarda maiyeti arasında bazergan (tacir) ve tabip yer almazken zamanla konak hizmetlilerine bu iki meslek erbabı da katılmıştır. Fakat kurum açısından en önemli gelişme, hizmet gruplarında çalışan personel sayısının zamanla artmasıdır. Mesela Eylül 1739'da bir terzi ve kürkçü varken11 Mart 1742'de 3 terzi, 2 kürkçü istihdam edilmiştir12. Bütün bunlar, konak örgütlenmesinin paşanın kıdemiyle paralel geliştiğini göstermektedir.

Konak Mutfağı
Makalenin temel kaynağını teşkil eden muhasebe defterlerini konak halkının beslenmesi için yapılan harcamalara odaklanmış, ayrıntılı hesap döküm kayıtları olarak tanımlayabiliriz. Paşa konağında tüketilen gıda maddeleri başta olmak üzere çeşitli konularda kıymetli bilgiler veren bu defterler, konağın fiziki yapısı hakkında herhangi bir malumat içermemektedir. Dolayısıyla konak mutfağının mekansal özelliklerine ilişkin tahminde dahi bulunamıyoruz. Bununla birlikte, konak mutfağına ait muhasebelerde mutfakla ilgili çeşitli hizmet dalları ve çalışanlar hakkında dikkate değer sayıda ve nitelikte kayıt yer almaktadır. Konaktaki mutfak, her defterde görülen "matbah-ı paşa-yı veliyyi'n-ni'amf" ismiyle tanımlanmaktadır.

Muhasebelerde   mutfakla   ilgili   adı   geçen   görevliler   şunlardır:
Çaşnigir(ler), aşçılar, sakalar, kilerci, bazarcı, ekmekçiler, masraf katibi, sofracı,kahveci(ler), vekilharç ve Enderun kilercibaşısı. Sadece bir muhasebede adı geçen Enderun kilercibaşısı, mutfağın personel işleriyle de ilgilenen Enderun ağalarından biri olmalıdır. Konaktaki yapılanmanın sarayınkini örnek aldığını varsayarsak konakta mutfak kilerinin (kilar-ı birun) dışında bir iç kilerin (kilar-ı Enderun) olması ve idarecisi olan Enderun kilercibaşısının bütün mutfak görevlilerinin nazırı olması gerekirdi. Fakat henüz bu görevlinin tüm fonksiyonlarını tespit etme imkanına sahip değiliz. 

Yine bazı listelerde geçen vekilharcın kilerle ilişkili bir görevli olduğu bilinmektedir13. Dolayısıyla kilerci ile vekilharcı aynı görevli olarak düşünebiliriz. Zira bir kayıtta "vekilharç ağa ve kilerci"14, diğer bir kayıtta ise "vekilharç ağa ve kilerciler"15 şeklinde geçmektedir. Dolayısıyla vekilharcı, kilerci sayısının bir olduğu zamanda kilerci, sayının arttığı zamanlarda ise kilercibaşı olarak tanımlamamız gerekir.

Paşa mutfağının muhasebelerinde, mutfak görevlilerinin isimleri genellikle tayinat kısımlarında geçmektedir. Bazı muhasebelerde tayinat verilen hizmet gruplarının sayısı hiç verilmemekte, bazılarında ise bir kısmının sayısı belirtilmektedir. Dolayısıyla mutfak çalışanlarının sayısını her zaman tespit etme imkanı yoktur. Öte yandan bazı aylarda sayıyı belirleme imkanına sahibiz. Söz gelimi konakta 1156 Şabanında (EylülEkim 1743) 1 masraf katibi, 1 çaşnigir, 1 vekilharç, 6 saka ve an az 6 aşçı bulunmaktaydı. Listeye kilerci, bazarcı ve sofracıyı da eklersek aynı dönemde paşa mutfağında 18 kişinin görev yaptığını söyleyebiliriz.

Konaktaki personelin ne tür bir sistem çerçevesinde terfi ettirildikleri pek bilinmemektedir. Ancak bazı kayıtlar, saraydaki çıkma16 sisteminin paşa konağında da olduğuna işaret etmektedir. Söz gelimi Zilhicce 1154'e (Şubat-Mart 1742) ait muhasebede eski çaşnigirin yeni alemdar olduğu ("alemdar-ı cedfd, sabık çaşnigir") belirtilmektedir17. Bu, tıpkı Topkapı Sarayı'ndaki dikey hareketliğe benzemektedir.

Burada önemli sorulardan biri, mutfak idaresinin nasıl şekillendiği, mutfakta nasıl bir hiyerarşinin olduğudur. Eğer örgütlenme saray mutfağınınkine benziyor idiyse, mutfağın üst idarecisi olan Matbah-ı Amire emininin konaktaki karşılığı hangi görevli olabilir?

Sarayda Enderun kilercibaşısı diğer sorumlulukları yanında mutfak personelinin de en yüksek amiriydi. Mutfağın doğrudan iç işleyişine karışmaz fakat personel alımı, terfi işleri onun onayı olmadan gerçekleştirilmezdi. Yukarıda tartışıldığı üzere, paşa konağındaki Enderun kilercibaşısının da benzer yetki ve sorumluluklara sahip olduğunu düşünebiliriz. Peki, mutfağın iç işleyişinden sorumlu olan kimdi? Muhasebelerde bu sorunun cevabını açıkça veren bir kayıt yer almamaktadır. Çaşnigirbaşı ve çaşnigirler, muhtemelen saraydaki gibi dış hizmetlerle ilgiliydiler. 

Mesela paşa konağının divanhanesinde toplantı olduğunda yemek servisini çaşnigirlerin yaptığını düşünmek yanlış olmaz. Bunun dışında gerek görüldüğünde yemekleri tatma sorumluluklarının olduğu da varsayılabilir. Öte yandan mutfak görevlilerinden masraf katibinin incelediğimiz muhasebeleri tutma sorumluluğu dışında, mutfağın gelirgiderinin planlanmasında katkısı olduğu düşünülebilir. Dolayısıyla bu iki görevlinin mutfağın üst yöneticisi olma olasılıkları oldukça düşüktür.

Kilerci ve pazarcı ile sakaların da konak mutfağının idaresinde yetki sahibi olma ihtimalleri yoktur. Muhasebelerde hiç bahsi geçmemekle birlikte, aşçılar içinde aşçıbaşı vardıysa bunun mutfak personeline nezaret etmesi, personel arasındaki ilişkileri düzenlemesi gerekirdi. Ancak aşçıbaşının mutfağın iç işleyişini düzenleyen en üst idareci olması, merkezdeki saray ve konak mutfaklarına baktığımızda pek mümkün görünmemektedir.

Paşa mutfağının üst yönetimi konusunda bazı ipuçlarına dayanarak vardığım kanaat, vekilharcın paşa mutfağının yöneticisi olduğudur. Beni böyle düşünmeye sevk eden ise, mutfak harcamaları için paşa hazinesinden alınan meblağın vekilharç tarafından teslim alınıp harcama alanlarına yönlendirilmesidir. Ayrıca vekilharcın ağa unvanına sahip olması da bu tezi kuvvetlendirmektedir.

Paşa konağındaki mutfak yapılanmasının çözümünde ve görevlilerin sorumluluk alanlarının belirlenmesinde sürekli saray mutfağındaki örgütlenmeden yararlanılması yadırganabilir. Böyle bir yaklaşım, konak teşkilatlanmalarının sarayı örnek aldığı ön kabulüne dayanmaktadır. Aynı döneme ilişkin konak teşkilatını işleyen bir çalışma olmasa da, farklı dönemler üzerine yapılmış araştırmalar bu yaklaşımın makul olduğu fikrini desteklemektedir18.

Bir başka konu, saray mutfağında yer alan bazı hizmet gruplarının konak mutfağında olmamasıdır. Nitekim konakta helvacılar diye bir hizmet grubunun adı hiçbir şekilde geçmemektedir. Oysa Osmanlı sarayında, mesela XVII. yüzyılın ikinci çeyreği başlarında helvacı sayısı, toplam mutfak personelinin % 10,4'üne tekabül edecek yoğunluktaydı. Eğer konakta helvacılar olsaydı, tayinat listelerinde kesinlikle yer almaları gerekirdi. 

Şu halde tatlı ve turşu türü yiyecekleri üreten helvacıların konaktaki işlevini, aşçılardan birinin veya birkaçının üstlendiğini iddia etmek yanlış olmayacaktır. Paşa mutfağında helvacıların ve saray mutfağında mevcut bazı özel görevlilerin bulunmaması, sarayla kıyaslanmayacak ölçüde mütevazı bir personel kadrosuna sahip olmasıyla açıklanabileceği gibi seçkin paşa mutfağının kültürel sınırlarıyla da izah edilebilir.

Paşanın mutfak masraflarının neredeyse tamamının paşa hazinesinden nakit olarak alınan meblağlarla karşılandığı anlaşılmaktadır. Diğer taraftan paşanın görev yaptığı yerdeki voyvoda, dizdar, müsellim ve zaim gibi görevlilerin tedarik ettiği sadeyağ, pirinç, bulgur ve bal gibi ürünler, ayni gelir olarak değerlendirilebilir19. Bununla birlikte hazine dışından yapılan katkının ayni gelirlerden başka nakdi geliri de içerip içermediği bilinmemektedir. Yukarıda sözü edilen yerel görevliler tarafından temin edilenler dışındaki gıda maddelerinin pazarcı vasıtasıyla alındığı ve ödemelerin de bu görevli tarafından yapıldığı ihsas edilmektedir.

Paşa Konağında Ne Yenir Ne İçilirdi?
Bir kısmı bölgedeki görevliler tarafından, kalanı ise pazardan pazarbaşı vasıtasıyla tedarik edilen gıda maddeleri, konak mutfak defterlerinde ayrıntılı olarak verilmektedir. Mesela bu defterlerden, gün gün hangi gıda maddelerinin satın alındığını miktar ve ağırlığına varıncaya kadar tespit edebiliyoruz.

Tıpkı sarayda olduğu gibi, paşa mutfağında da ekmek, et, pirinç ve sadeyağ en temel gıda maddeleri olma özelliği taşıyordu. Bununla birlikte saraydakinin aksine bu listeye bulgurun da eklenmesi gerekmektedir20. Konak mutfağı için alınan temel gıda maddelerini ve diğerlerini şöylece sınıflandırarak listeleyebiliriz:

Tahıllar: 
Un (dakik-i has, dakik-i harci), pirinç (pirinc-i Mısri, Pirinc-i Livadiye, pirinc-i Galata), bulgur, nohut.

Etler: 
Koyun eti, kuzu eti, keçi eti, oğlak eti, sığır eti, piliç, tavuk-ı siyah (karatavuk), tavuk-ı hindi (hindi), balık.

Meyveler: 
Elma, armut, ayva, erik, taze üzüm, siyah üzüm (meviz-i siyah), kişniş üzümü, razakı, incir, badem, koruk, kızılcık, portakal.

Sebzeler: 
Sebzevat, soğan, patlıcan (badılcan), bamya, sarımsak (sir), kabak, biber (büber), hıyar, saluta, lahana, pırasa (purasa), ıspanak, börülce, maydanoz, semizotu, turp, pancar, kereviz.

Süt, Süt Ürünleri ve Yağlar: Süt, sadeyağ (revgan-ı sade), peynir, yoğurt, kaymak, çerviş yağı (revgan-ı çerviş), zeytinyağı (revgan-ı zeyt), kenevir yağı (revgan-ı kenevir).

Baharatlar ve Diğerleri: Bal, kahve (kahve-i Yemeni ve kahve-i Frengi), sabun, balmumu (şem'-i asel), yağmumu (şem'-i revgan), nişasta, yumurta (beyza), sirke, şeker, tuz, safran (za'feran), kakule, hindiba, kırmız.

İncelenen dönemde ister her muhasebe isterse tek bir muhasebe kaydında geçsin rastlanan her gıda maddesi listeye alınmıştır. O nedenle bunlar içinde nadir tüketilen gıda maddeleri de yer almaktadır. Mevcut listedeki bütün malların mevsimine göre sürekli tüketildiğini varsaysak bile, paşa konağındaki beslenme imkanlarının sarayınkiyle kıyaslandığında oldukça zayıf kaldığı söylenmelidir. Üstelik paşanın sahip olduğu imkanların, görev yaptığı şehirlerdeki elitlerin hayat standartlarını temsil ettiği düşünülürse, yeme-içme avantajları konusunda merkezle taşra arasındaki makasın dikkate değer bir biçimde açık olduğunu iddia etmek yanlış olmaz.

Tahıllar
Konağa alınan gıda maddelerinden tahıllar arasında buğday yoktur, çünkü onun yerine un satın alınmaktadır. Bu durum, konağa ait bir değirmenin olmadığını da göstermektedir. Konak için tedarik edilen pirincin genellikle menşei belirtilmemiştir. Ancak paşa Güney Yunanistan'da görev yaparken bölgedeki yerel ürünlerin, İstanbul halkının bile yakından tanıdığı Filibe, Siroz, Drama pirinçlerinin tercih edildiği düşünülebilir. Fakat yerel ürünlerden yararlanılmış olsa bile, araştırılan zaman dilimine ait en az iki muhasebede Mısır pirinci kaydı yer almaktadır. Bu iki muhasebeden birinde Mısır'ınkiyle birlikte Livadiye ve Galata pirinci alımının da yapıldığı kayıtlıdır21. 

Livadiye, Yunanistan'da bir yerleşim yeri olduğu için burada üretilen pirincin paşa konağına alınması hem doğal hem de mantıklı. Şaşırtıcı olan, paşanın İnebahtı'da olduğunu kesin olarak bildiğimiz bir zamanda şehirde Mısır pirincinin satılıyor veya yakın yerlerden getirtiliyor olmasıdır. Deniz kenarında olması dolayısıyla Mısır pirincinin İnebahtı pazarında bulunabilmesi olağan bir durum gibi görünse de22 Mısır mallarının İstanbul, Bursa, Edirne ile erken dönem için kimi şehzade şehirleri ve Mısır-İstanbul arasındaki birkaç şehir dışına çıkabileceği pek hesaba katılan bir durum değildi. Bu iki örnek, Mısır pirincinin arz edildiği pazarın tahminlerimizden çok daha geniş olduğunu göstermesi bakımından önemlidir. 

Diğer taraftan Galata pirincinin nerenin mahsulü olduğu kestirilememektedir. Muhtemeldir ki, söz konusu pirincin ticaretinde Galatalı tüccarların etkili olmasından dolayı bu isimle anılıyordu.

Pirinçle ilgili söylenmesi gereken bir diğer nokta, paşanın konağında pirinç ve bulgur tahsisatının zaman zaman yer değiştirebildiğidir. Söz gelimi Ramazan ayında bulgur tahsisatı neredeyse tamamen pirince23, diğer zamanlarda ise pirincin bir kısmı, bazen de tamamı bulgura dönüştürülmekteydi24. Bu tercihin mali kaygılardan mı kaynaklandığı yoksa başka etkenlerin mi belirleyici olduğu anlaşılamamaktadır.

Son olarak paşa mutfağına alınan tahıllar arasında nohut ve kuru bakla25 geçmesine rağmen mercimeğin bulunmamasının şaşırtıcı olduğu belirtilmelidir. Mercimek gibi her kesimden ailenin sofrasında bulunabilecek bir yiyeceğin paşa konağına alınmaması anlaşılabilir değildir. Muhtemelen diğer bazı gıda maddeleri gibi mercimek de, bölgedeki kimi mukataa yöneticilerinden ayni olarak tedarik ediliyor ve bu nedenle muhasebelerde yer almıyordu.

Et
Taşrada görev yapan bir paşanın mutfak muhasebelerinden hareketle Osmanlı toplumunda et tüketimiyle ilgili yeni şeyler söyleme imkanı buluyoruz. Başkent İstanbul'da hem saraylılar hem de sıradan kentliler, kırmızı et olarak genellikle koyun eti tüketirlerdi. Saray seçkinleri ve muhtemelen bazı konak sakinleri buna ek olarak oğlak ve buzağı eti yemeye de yatkındı. Buna karşılık İstanbulluların bir kısmının sınırlı miktarda keçi ve sığır eti yedikleri varsayılabilir. 

Beslenme alışkanlıkları resmi kayıtlardan rahatlıkla saptanabilen seçkinler başta olmak üzere İstanbul nüfusunun ağırlıklı olarak kırmızı et tüketimiyle ilgili bu tercihleri, imparatorluğun çoğu bölgesinde de benzer bir durumun geçerli olduğuna dair kanaatin oluşmasını sağlamıştır. Evliya'nın farklı etlerin tüketimine dair tanıklığına26 rağmen şehirlerdeki elit kesimlerin koyun tercihinden vazgeçmeyecekleri yönündeki kanaatler devam etmiştir. 

Fakat incelenen defterlerdeki etle ilgili kayıtlar, bu kanaatin sorgulanması gerektiğini göstermektedir. Çünkü muhasebelerde paşa konağında koyun etinin yanı sıra keçi (ve dolayısıyla oğlak) ve sığır etinin de önemli miktarda tüketildiği kayıtlıdır27. 

Ancak şunu belirtmek gerekir ki, konağa alınan veya orada kesilen sığır etini paşanın bizzat tükettiğini gösteren hiçbir emareye rastlanılmamıştır. Aksine paşanın sığır eti yemediğine işaret eden bulgular vardır. Konağa neredeyse her dönemde sığır eti satın alınmasına rağmen incelenen dönemin sadece bir ayına (Şaban 1156/Eylül-Ekim  1743)  ait  tayinat  listesinde  sığır  eti  dağıtımana  ilişkin döküm verilmiştir. 

Dolayısıyla kimin sığır eti tükettiği bu listeden öğrenilebilmektedir. Buna göre, paşanın mutfağı sığır eti tahsisatı almamıştır. Buna karşılık paşanın en yakın adamı paşa kethüdasından alay çavuşlarına kadar geniş bir kesime sığır eti tayinatı verilmiştir28.
Tablo I: Çeşitli Muhasebe Dönemlerinde Tüketilen Temel Et Çeşitleri ve Miktarı

Konak  halkı,  beyaz  etlerden  tavuk/piliç  ve  balık  da  tüketmekteydi. Tıpkı sarayda olduğu gibi beyaz et tüketimi kırmızı ete göre çok daha düşüktü. Söz gelimi paşa mutfağının Cemaziyelevvel 1156'daki (Haziran-Temmuz 1743) günlük tüketim rakamlarına göre, 54,5 kıyye koyun ve kuzu etine karşılık 26 adet tavuk tüketilmekteydi30. Söz konusu rakamlar yaz aylarına aittir. Kış mevsiminde kırmızı et tüketiminin oransal olarak çok daha fazla gerçekleşeceğinin belirtilmesi gerekir.

Muhasebelerde balık kaydı oldukça sınırlıdır31. Eğer konak sakinleri kendi imkanlarıyla satın almıyor veya hediye olarak gelmiyor idiyse konakta çok sınırlı miktarda balık tüketildiğini söylemek gerekir. Ancak bir düzeyde kayda girmeyen balık tüketiminin varlığına veya olmadığına işaret eden herhangi bir bulguya sahip olmadığımız için konunun bu yönü muğlak kalmaktadır.

Öte yandan Amerikan menşeli bir hayvan olan hindinin kayda girmesi32, bu yeni kanatlının taşra şehirlerinde bile bulunabilirliğine ve dolayısıyla yaygınlaşma seyrine işaret etmektedir. Kanatlılardan Ağustos 1742 tarihli kayıtta geçen, kilerde mevcut olduğu vurgulanan 90 adet tavuk-ı siyah  şaşırtıcıdır  (TSMA,  D.  2833/4).  Bundan  kasıt  karatavuk  ise,  başka hiçbir saray ve konakta tüketime konu olduğunu bilmediğimiz bu kuşun paşa konağında küçümsenmeyecek sayıda bulunması dikkat çekicidir.

Paşa konağına dışarıdan et satın alındığı gibi konakta mevcut hayvanlar da kesilerek et ihtiyacının karşılanması yoluna gidiliyordu. 

Paşa konağına zaman zaman hediye olarak canlı hayvan girdiği de oluyordu. Nitekim paşa İnebahtı'da iken kocabaşılar tarafından kendisine birkaç defa koyun hediye edilmişti33. Gerek hediye olarak gerekse başka yollarla konağa giren hayvanlar, ihtiyaç halinde kesilmişlerdir. İşte bu kesimler, konak halkına kırmızı et yanında yağ ve sakatat tüketme imkanı da vermekteydi. Belgeler, hem koyunun hem de keçinin işkembesinin asla israf edilmediğini, ayrıca koyunun paçasından, kuyruk ve işkembe yağından (yağ mumu yapımı için) yararlanıldığını göstermektedir34. Diğer taraftan konak sakinlerinin mumbar yedikleri de bilinmektedir35.

Meyveler ve Sebzeler
Konakta değişik mevsimlerde satın alınıp tüketilen meyveleri, sarayda tüketilenlerle36 kıyasladığımızda zayıf bir listeyle karşı karşıya kalmaktayız.

Listedeki meyvelerden kızılcık Ağustos 1742'de bir defa alınmıştı37. Yine dönem boyunca bir defa alınan portakalın, İstanbul'da narh listelerine yeni girdiği tarihlerde38 İnebahtı pazarında yer aldığını öğrenmek heyecan verici bir bilgidir.

Sarayla karşılaştırıldığında nisbi bir sınırlılık sebzelerde de mevcuttur. Listelerde sebzevat olarak geçen kaydın hangi sebzeleri içerdiğini bilemiyoruz ancak masraf rakamlarından hareketle sınırlı sayıda sebzeyi ihtiva ettiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Listelerde zaman zaman geçen salutadan kastın marul olma ihtimali yüksektir. Yine Amerikan menşeli bir ürün olan taze biberin (büber) kayda girmesi ilginçtir. 

Zira 18. yüzyılın ilk çeyreğinde saray mutfağına alınan mallar arasında taze biber geçmemektedir39. Buna karşılık sarayda yüksek oranda (yıllık 325.000 adet) tüketime konu olan domatesin de paşa konağına girmediğini belirtelim. Saraya alınıp da konak mutfağı defterlerinde yer bulmayan sebzelere tarhun, nane, ebegümeci ve taze baklayı40 da eklemek gerekir.

Ancak belirtilmelidir ki, paşa konağının bahçesinde bazı meyve ve sebze türleri yetiştirilmiş olabilir. Bu şekilde tedarik edilen meyve ve sebzeler mutfak listelerine girmemiştir.

Süt, Süt Ürünleri ve Yağlar
Paşa konağında süt ve süt ürünlerinin hatırı sayılır miktarda tüketimi söz konusuydu. Listelerde süt, peynir, kaymak, yoğurt ve şüphesiz sadeyağ alımlarına dair kayıtlar mevcuttur. Tereyağının eritilerek tortusu alınmış kısmından ortaya çıkan sadeyağ, incelenen dönem Osmanlı dünyasının büyük kısmında temel yağ olarak kullanılıyordu. Bununla birlikte paşa mutfağına nadiren de olsa çerviş yağı alınmaktaydı41. 

Öte yandan listelerde yer alan diğer bir yağ türü olan zeytinyağının sınırlı bir kısmının balık türü yemeklerin yapımında kullanıldığı düşünülebilir. Ancak bu yağın büyük kısmının konağın aydınlatılması amacıyla tüketildiği açıktır. Konağın bütün birimleri ve idari görevlileri zeytinyağı tahsisatı almaktaydılar42. Muhasebe defterlerindeki başka bazı kayıtlarda da yağın yoğun kullanım alanına işaret edilmektedir: "Divanhane kandillerine revgan-ı  zeyt."  gibi43.  

Ramazan  ayı  geldiğinde  Divanhane'nin  ve  paşa mutfağının zeytinyağı tahsisatında artış yaşanıyordu44. Bu "izdiyad"ın paşa mutfağındaki kısmının sahurla ilgili olduğunu söylemek gerekir. Divanhane'deki tüketim artışını da paşanın bazı idari işlerini iftar sonrasına, belki de teravih sonrasına bırakmasına bağlamak mümkündür.45

Tüm Osmanlı dünyasında olduğu gibi, paşa konağında da aydınlanma aracı olarak zeytinyağı dışında balmumu ve yağ mumu da kullanılmış ve Topkapı Sarayı'nda olduğu gibi bu iki malın masrafı mutfak bütçesinden karşılanmıştır.

Baharatlar ve Diğerleri
Gıda maddeleriyle ilgili belirtilmesi gereken bir nokta, konak mutfağına giren baharat sayısının oldukça sınırlı olduğudur. Farklı zamanlarda saraya alınan hindiba, safran, kakule dışında renk veren kırmızı da eklersek konağın maksimum dört çeşit baharatla iktifa ettiğini söyleyebiliriz. Ancak listelerde en azından karabiberin geçmemesi olağan bir durum gibi görünmemektedir.

Tüm Osmanlı halkı gibi paşa konağı sakinleri de kahvesiz yaşayamazdı. Kahve, diğer bazı temel gıda maddeleri gibi dağıtıma tabi tutulan bir maldı. Yemeni ve Frengi olmak üzere konağa iki türü giren kahvenin, neredeyse bütün konak sakinlerine dağıtıldığını görmekteyiz (Ek 6).

Yemekler
İncelenen muhasebeler, gıda maddelerini içermelerine rağmen doğrudan yemeklerden söz etmezler. Listelerdeki dolaylı atıflar sayesinde konakta yapılan yemek ve kimi diğer mamullerden haberdar olmaktayız. Söz gelimi bir gıda maddesinin ne için satın alındığının küçük bir notla belirtilmesi (mesela "bera-yı harc-ı aşura") yemeklerle ilgili dikkate değer bir listenin oluşmasını sağlamıştır. Şüphesiz bu liste, konakta yapılan yemeklerin sınırlı bir kısmını içermektedir ancak birçok açıdan araştırmacılara fikir verecek düzeydedir.

Osmanlı mutfağının en önemli unsuru olan ekmek, paşa konağında da müstesna bir yere sahipti. Konak mutfağı muhasebeleri, sanki konakta tek bir çeşit ekmek üretiliyormuş gibi, bu kutsal üründen sadece nan-ı azız olarak söz ederler. Öte yandan bir muhasebede "nan-ı has"dan bahis vardır46. Dolayısıyla konakta nan-ı azızin en az iki çeşidinin (nan-ı has, nan-ı harci) olduğunu tahmin edebiliriz. Fakat daha başka ne tür ekmek çeşitlerinin üretildiği bilinmemektedir.

Konakta ekmekçiler grubunun varlığı ve başlarında bir ekmekçibaşının (ser-habbaz) oluşu, lokma, halka, pide vb. hamurluların da üretilme ihtimalini kuvvetlendiren bir olgudur. Ancak, paşa mutfağı defterleri, ekmek (nan-ı azız) yapımında süt kullanılması47 dışında başka hiçbir detaya ilişkin bilgi sunmamaktadır.

Paşa mutfağının aylık bilançolarında, konakta pişen çorbalara ilişkin kayıtlar sakatat çorbalarıyla sınırlıdır. Paça ve işkembe alımları, konakta kesilen hayvanların paça ve işkembelerinden yararlanılması, en azından bu iki çorbanın konak mutfağında pişirildiğini göstermektedir. Ayrıca paça çorbası için ekmek tahsisi bile söz konusu olmuştur48. Bütün bu kayıt kıtlığına rağmen Osmanlı sarayında yapıldığını bildiğimiz çok sayıdaki çorba çeşidinden49 en az birkaçının paşa konağında pişirildiğini ve tüketildiğini varsaymak yanlış olmayacaktır.

Muhasebelerdeki dolaylı kayıtlardan tiritin paşa konağında sık tüketilen bir yemek olduğu anlaşılmaktadır. Tayinat listelerinde dağıtılan ekmeğin ikisinin tirit için olduğunun belirtilmesi ve daha da önemlisi listelerde sık sık yer alması, bu yemeğin paşa konağında tüketilen temel yemekler arasında yerini aldığını göstermektedir.

Et yemeklerinden kebap ve yahni de sarayda olduğu gibi vali konağında da vazgeçilmezler arasındaydı. 

1154 Ramazanında (Kasım-Aralık 1741) alınan koyun etinin 30,5 kıyyesinin açıkça kebap yapımında kullanılacağının belirtilmesi50, 1157 Cemaziyelevvelinde (Haziran-Temmuz 1744) ise satın alınan balın paluze ve tavukgöğsü yanında yahni için de kullanılacağının bildirilmesi51, İstanbul'un seçkin mutfaklarında yüksek düzeyde rağbet gören bu iki yemeğin paşa mutfağının da önde gelen yiyecekleri arasında olduğunu göstermektedir.

Anadolu'da halen her bölgede yendiğini bildiğimiz keşkek de muhasebelerde ismi sık geçen bir yemektir. 1155 Cemaziyelahir (Ağustos 1742) muhasebesinde bir kayıtta adı geçen paparanın içeriğini de öğrenmekteyiz. Papara yemeğine ekmek (nan-ı aziz), kaymak ve yumurta (beyza) katılmıştır52. Son olarak listelerde hepsi de birer defa geçen mumbar53, sahanda yumurta54 ve ballı sütü55 zikredebiliriz.

Konakta yapıldığını öğrendiğimiz yemekler arasında reçel ve turşular da yer almaktadır. Kayıtlarda bazen çeşidi belirtilmeksizin "reçel" alındığı bildirilmektedir. Bazı kayıtlarda ise türü vurgulandığı için konakta tüketilen reçellerden bir kısmının cinsini rahatlıkla öğrenebilmekteyiz. Muhasebe defterlerinde reçelle ilgili bilgiler çoğunlukla meyve alımlarını gösteren öbekler arasında geçmektedir. 

Nadiren de olsa meyvenin ne için alındığının belirtilmesi sayesinde reçel yapımında kullanılacak olan meyveler ayrıştırılabilmektedir. Bu çerçevede iki meyvenin reçelinin yapıldığı tespit edilmiştir. Bunlardan biri ayva, diğeri de elmadır56. Kayıtlarda geçen turşu çeşidi ise reçellerden daha azdır. Mutfak defterlerinde satın alınan pancarın turşu yapımında kullanılacağının belirtilmesi57,

XVIII. yüzyıla ait bir yemek kitabında58 ismi geçmeyen pancar turşusunun paşa konağında kayda değer bir yeri olduğuna işarettir.

Konakta yapıldığını öğrendiğimiz yemekler arasında en fazla çeşide sahip olanlar tatlılardır. Muhsinzade Mehmed Paşa'nın konağında geleneksel tatlıların en önemlileri olan zerde, paluze, tavukgöğsü, aşure ve kadayıf yapılmaktaydı. Konakta Ramazan ayında pişirildiğini gördüğümüz aşurenin Muharrem aylarında da pişirildiğini tahmin etmek güç değildir. Ancak alınan malların aşure yapımında kullanılacağını katiplerin belirtme ihtiyacı duymaları nadirattan olduğu için, bu tatlının, konakta ne kadar sıklıkla yapıldığını tespit etme imkanına sahip değiliz. Tatlılar arasına, bir çeşit reçel olarak da tanımlanan gülbeşeker adındaki şekerlemeyi de ekleyebiliriz.

Sonuç
Muhsinzade Mehmed Paşa'nın tamamına yakını İnebahtı'da geçen ilk valilik yıllarındaki konak mutfağına ait aylık muhasebelere dayanarak konak sakinlerinin yeme-içme alışkanlıklarının tespit edilmeye çalışıldığı bu araştırmada Osmanlı dönemi yemek kültürü incelemeleri için önemli bulgular elde edilmiş, kayda değer sonuçlara ulaşılmıştır.

Nispeten düzenli bir seri oluşturan aylık muhasebe defterleri, Muhsinzade Mehmed Paşa konağı örneğinde taşra seçkinlerinin yaşam mekanlarında mevcut olabilecek çeşitli görevliler ve hizmet ünitelerini kapsayan konak örgütlenmesi hakkında önemli veriler sunmaktadır. Muhasebelerin çeşitli yerlerindeki dolaylı notlar, paşanın hangi tarihlerde nerelerde görev yaptığını göstermektedir. 

Dolayısıyla paşanın mesleki/idari kariyerini bu defterlerden sağlıklı şekilde tespit etmek ve onun biyografisine dair eksiklikleri tamamlamak, yanlışları düzeltmek mümkündür. Diğer taraftan muhasebeler, yeni bir göreve atandığında paşanın maiyetiyle beraber gerçekleştirdiği göçlere ilişkin detaylı bilgiler verdiğinden hangi tarihte görev değişikliğinin yaşandığı tahmin edilebilmekte, göç sırasında hangi güzergahtan yol alındığı belirlenebilmektedir. Bütün bu avantajlı yanları yanında muhasebelerin en önemli özelliği, gerek konak mutfağının ihtiyaçlarını karşılamak ve gerekse konakta veya konak dışındaki görevli kimselere dağıtılmak üzere konak mutfağının bütçesinden karşılanarak alınan gıda maddelerinin detaylı listelerini vermesidir.

Konak mutfağı, teşkilatlanma ve alışkanlıklar itibariyle saray mutfağını taklit eden bir görüntü sunmaktadır. Fakat içerik zenginliği açısından saray mutfağından çok geride bir yeme-içme düzeyine sahiptir. Paşa mutfağında İstanbul mutfağının etkileri açık bir şekilde görülmektedir. Tirit, keşkek, paluze, kebap ve yahni yemekleri bunu açıkça göstermekte; konakta yerel herhangi bir yemeğin izine rastlanmamaktadır. Bununla birlikte İstanbul'da pek tercih edilmeyen keçi ve sığır etinin yüksek düzeyde tüketimi, merkez mutfağıyla ayrılmanın olduğunu göstermektedir. 

Konakta keçi etinin hatırı sayılır bir oranda tüketimi, paşa mutfağındaki alışkanlıkların yerel tercihlerden etkilendiğini göstermesi açısından önemlidir. Konakta, paşa kethüdası başta olmak üzere çok sayıda kişinin sığır eti tüketiyor olması ise, Osmanlı halkının et tüketimine ilişkin şimdiye kadar oluşan neredeyse kemikleşmiş kanaatlerin gözden geçirilmesi gereğini dayatmaktadır. Artık ağırlıklı olarak koyun etiyle beslenen İstanbul halkının aksine taşrada yaşayan Osmanlıların ne tür etler tükettikleri sorusunu sürekli gündemimizde tutmamız gerekmektedir.

Diğer taraftan muhasebeler, saray ve diğer konaklar gibi seçkin mekanlarda tüketilmediğini bildiğimiz karatavuğun en az bir defa konak kilerinde yer aldığını göstermektedir. Bu durum, paşanın veya konak elidinin bu

kuşun etine yönelik geçici de olsa düşkünlüğüne işaret etmektedir. Kanatlılar konusunda dikkat çekici bir diğer nokta ise, paşa konağında karatavuk yanında hindinin tüketime girmesidir. Paşa, bu kanatlıyı özel taleple başka bir yerden getirtmediyse, incelenen zaman diliminde hindinin İnebahtı'da beslenen ve en azından hali vakti yerinde olanlar tarafından tüketilebilen bir canlı olduğunu iddia etmek yanlış olmayacaktır.

Muhasebelerde yer alan gıda maddelerinden hareketle, özellikle taze meyve ve sebzelerin yörede yetişenlerden tercih edilmek zorunda kalındığını, dolayısıyla paşanın mutfağında pişen yemeklerin bir kısmının yerel imkanlara tabi olduğunu belirtmeliyiz. Bu, aynı zamanda insanların yaşadıkları coğrafyayla beslenme alışkanlıkları arasındaki genel-geçer ilişkinin bir sonucudur. Buna karşılık konakta yapıldığı belirlenen yemeklere göz atıldığında merkez kültürün belirgin bir biçimde hakimiyeti fark edilmektedir. Diğer bir ifade ile, Osmanlı yöneticileri merkezde edindikleri yeme alışkanlıklarını büyük oranda taşrada da sürdürmüşlerdir.

Paşa konağı mutfak muhasebelerinde yer alan gıda maddeleri arasında, mutfağa girdiği halde kayda geçmeyen yok idiyse, konaktaki baharat tüketiminin oldukça sınırlı kaldığını söylemek gerekir. Baharattan renk, tat ve koku veren her şey anlaşılmalıdır. Bu yanıyla baharat bir mutfağın zarifleşmesinin, rafineleşmesinin bir aracıdır. Paşa konağı mutfağını baharatlar açısından saray mutfağıyla karşılaştırdığımızda gerçekten makasın ikincisinin lehine oldukça açık olduğunu belirtmek gerekir.

Tablo: Araştırmaya Esas Olan Aylık Muhasebelerin Künyesi

Muhsinzade Mehmed Paşa'nın Konak Mutfağı

Ekler

Muhsinzade Mehmed Paşa'nın Konak Mutfağı
Muhsinzade Mehmed Paşa'nın Konak Mutfağı
Muhsinzade Mehmed Paşa'nın Konak Mutfağı
Muhsinzade Mehmed Paşa'nın Konak Mutfağı
Muhsinzade Mehmed Paşa'nın Konak Mutfağı
Muhsinzade Mehmed Paşa'nın Konak Mutfağı
Muhsinzade Mehmed Paşa'nın Konak Mutfağı
Muhsinzade Mehmed Paşa'nın Konak Mutfağı
Muhsinzade Mehmed Paşa'nın Konak Mutfağı
Muhsinzade Mehmed Paşa'nın Konak Mutfağı
Muhsinzade Mehmed Paşa'nın Konak Mutfağı
Muhsinzade Mehmed Paşa'nın Konak Mutfağı


1- Ömer Lütfi Barkan'ı bu meyanda anabiliriz. O, saraylara  ait  defterleri  yayınlayıp  bunların zengin içeriğine dikkat çekmeseydi ("İstanbul Saraylarına Ait Muhasebe Defterleri",  Belgeler,  IX/13  (Ankara  1979),  s.  1-380),  halihazırda  mevcut  literatürün düzeyini hiçbir şekilde yakalayamayacaktık. Barkan'dan  sonraki  çalışmaların  da sarayın veya İstanbul'un iaşesine ya da yiyecek-içecek kültürüne odaklandıkları görülmektedir (Birkaç örnek: Halil İnalcık, "The Ottoman State: Economy and Society, 1300-1600", An Economic and Social History of the Ottoman Empire, 1300-1914, Cambridge 1996; Feridun Emecen, "XVI. Asrın İkinci Yarısında İstanbul ve Sarayın İaşesi İçin Batı Anadolu'dan Yapılan Sevkiyat", Tarih Boyunca İstanbul Semineri, Bildiriler, İstanbul 1989,

s. 197-230; Gerry Oberling, Food Culture of the Ottoman Palace, İstanbul 2001; Stefanos Yerasimos, Sultan Sofraları - 15. ve 16. Yüzyılda Osmanlı Saray Mutfağı, İstanbul 2002; Arif Bilgin, Osmanlı Saray Mutfağı (1453-1650), İstanbul 2004; Özge Samancı, La Culture Culinaire d'Istanbul au XIXe Siecle: L'alimentation, les techniques culinaires et les manieres de table (19. Yüzyıl İstanbul Mutfak Kültürü: Yiyecekler, Pişirme teknikleri ve Sofra Adabı), Basılmamış Doktora Tezi, Paris: EHESS, 2009; Salih Aynural, İstanbul Değirmenleri ve Fırınları Zahire Ticareti 1740 - 1840, İstanbul 2002; Mehmet Demirtaş, Osmanlıda Fırıncılık (17. Yüzyıl), İstanbul 2008; Greenwood, Antony, Istanbul's Meat Provisioning: A Study of the Celepkeşan System, Doktora Tezi, Chicago 1988).
2- İstanbul dışındaki Osmanlı halkının beslenmesiyle ilgili araştırmalar ne  yazık ki, bu  eğilimi tebarüz ettirecek düzeyde değildir. Bununla birlikte mevcut potansiyel harekete geçirildiğinde hatırı sayılır bir birikime ulaşılacağı bir sempozyum münasebetiyle net  bir biçimde fark edilmiştir. Bilecik'te gerçekleştirilen ve tebliğleri yakında basılacak olan I. Türk Mutfak Kültürü Sempozyumu programı için bkz. http://www.turkbeslen mekulturu.org/   Ayrıca   yeni   çıkan   bir   kitap   (Marianna   Yerasimos,   Evliya   Çelebi Seyahatnamesi'nde Yemek Kültürü, İstanbul 2011) taşraya yönelik bilgilerimizi zenginleştirmekle kalmamakta, aynı zamanda bu alanla ilgili araştırmaları teşvik de etmektedir.
3 Manisa'da valilik yapan Şehzade Mehmed'in sarayına ait mutfak defterini inceleyen Feridun Emecen'in çalışması ("The Şehzade's Kitchen and its Expenditures:  An  Account Book From Şehzade Mehmed's Palace in Manisa, 1594-1595", The Illuminated Table, The Prosperous House, ed. Suraiya Faroqhi - Christoph K. Neumann, Würzburg 2003, s. 89-126) bu genellemenin dışındadır.
4- Bu kısım şu kaynaklardan derlenmiştir: Yuzo Nagata, Muhsin-zade Mehmed Paşa ve Ayanlık Müessesesi, Tokyo 1982; Aynı Yazar, "Muhsinzade Mehmed Paşa", DİA, XXXI, İstanbul 2006, s. 48-50.
5-Nagata'nın yukarıda anılan, paşaya dair iki çalışmasına bakınız.
6-TSMA, D. 05620/1.
7- Rüüs defterlerine göre, Kasım 1738'de İnebahtı Kalesi muhafazası şartıyla kendisine  sancak tevcih edilen Abdullah Paşa'nın (Mehmed Paşa'nın babası), Kasım 1739'da yapılan yenileme ile görev süresi uzatılmıştır (Orhan Kılıç, Osmanlı Devleti'nin İdarf Taksimatı - Eyalet ve Sancak Tevcihatı, Elazığ 1997, s. 216). Fakat burada sancakta kale muhafızlığıyla valiliğin ayrıştırıldığı bir durumun varlığı ihsas edilmektedir.
8- Eyalet tevcihlerini gösteren listelerde Maraş valiliğinin 2 Aralık 1730'da el değiştirdiği   ve eski Selanik sancakbeyi Murtaza Paşa'nın Maraş beylerbeyi olduğu kayıtlıdır (Kılıç, a.g.e., s. 134).
9- Paşanın 1161 (1748)'de eski görev yeri Adana'dan tayin edildiği Hotin'e kadar yolculuğunun 4 ay 8 gün sürdüğünü biliyoruz (TSMA, D. 3393/1).
10- Konak görevlilerini XVII. yüzyılda Diyarbakır ve Erzurum'da  valilik  yapan  iki paşanınkilerle karşılaştırınız: İ. Metin Kunt, Bir Osmanlı Valisinin Yıllık Gelir-Gideri Diyarbekir, 1670-1671, İstanbul 1981; Bilgehan Pamuk, "XVII. Yüzyılda Bir Osmanlı Paşasının Masraf Bilançosu", DTCF Tarih Araştırmaları Dergisi, 34/22 (2003), s. 107-124.
11- TSMA, D. 5620/1.
12- TSMA, D. 2833/3.
13 Bilgin, Osmanlı Saray Mutfağı, s. 67.
14- TSMA, D. 2833/1.
15- TSMA, D. 2833/2.
16 Personelin dönemsel olarak tabi tutulduğu mezuniyet sürecini ifade  eden  çıkma  sırasında, alttan üste doğru bir personel hareketliliği yaşanırdı. Osmanlı sarayındaki çıkmalar hakkında bkz. Bilgin, a.g.e., s. 50-53.
17- TSMA, D. 2833/2.
18 Şeyhülislam konağının sarayı örnek almasıyla ilgili bkz. İlhami Yurdakul, Osmanlı İlmiye Merkez Teşkilatı'nda Reform (1826-1876), İstanbul 2008. Ayrıca Mehmed Paşa'nın ilk valilik yıllarından bir yüzyıl sonra padişah kızı Refia Sultan'ın küçük saraylarındaki örgütlenmeyle karşılaştırınız (Ali Akyıldız, Mümin ve Müsrif Bir Padişah Kızı: Refia Sultan, İstanbul 1998, s. 105-116).
19  İlgili kayıtlar için muhasebelerin başlangıç kısımlarına bakınız.
20  Konakta tüketilen bulgur miktarı çoğunlukla pirincinkine ulaşmamakla birlikte hatırı sayılır bir düzeydeydi (Örnek için bkz. Ek 9-15).
21- 1154 yılına ait kayıtlar için bkz. TSMA, D. 2833/1.
22  Merkezi hükümetin izni olmadığı zamanlarda bile Mısır  malları güzergahtaki  birçok şehre indirilebiliyordu.
23  1154 Ramazan ayında (Kasım-Aralık 1741) gerçekleşen bu değişim defterde şu şekilde ifade edilmektedir: "Sımatın bulguru pirince tahvil" (TSMA, D. 2833/1).
24- TSMA, D. 2833/2; TSMA, D. 2833/10; TSMA, D. 6096/1.
25- TSMA, d. 2833/8.
26 Yerasimos, a.g.e., s. 103-126. Yazar, seyyahın sığır eti tüketimine dair verdiği bilgiler muğlak olmalı ki, sığırın pastırma ve sucuk yapımı dışında tüketildiğini gösteren örneklere yer vermemiştir (Özellike bkz. s. 108-112).
27 Paşanın görev yaptığı Yunanistan'da, keçi ve oğlak tüketimi günümüzde de yaygındır (Yerasimos, a.g.e., s 106). Dolayısıyla bu tercihi yerel etkiye bağlamak mümkündür.
28- TSMA, D. 2833/7.
29 Bu dönemdeki et tüketimine, konakta kesilen 91 koyun ve 12 sığırın eti dahil değildir.
30- TSMA, D. 2833/5.
31- TSMA, D. 5620/1.
32- Şaban 1156'da (Eylül-Ekim 1743) tavuk-ı Hindi olarak geçer (TSMA, D. 2833/7).
33- TSMA, D. 2833/1; D. 2833/2.
34- TSMA, D. 2833/6.
35 Mumbar, konakta kesilen hayvanlardan elde edildiği gibi pazardan da satın alınmıştır (TSMA, D. 2833/1). Konaktaki mumbar  tüketiminin işkembe ve paça tüketimine göre sınırlı kaldığı belirtilmelidir.
36 Emine Berksan, Matbah-ı Amire (Saray Mutfağı) 1703-1730, Basılmamış Doktora Tezi, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul 2005, s. 90-95).
37- TSMA, D. 2833/7.
38 Portakalın geçtiği ilk narh kaydı 1738 yılına aittir (Arif Bilgin, "From Artichoke to Corn: Some New Fruits and Vegetables in Istanbul Market (17th-19th Centuries)", basılmamış bildiri metni).
39- Berksan, a.g.t., 87-90.
40- Berksan, a.g.t., 87-90.
41 Çerviş yağı, eritilmiş sığır yağı ile sadeyağın karışımından elde edilen adi yağdır (Şemseddin Sami, Kamus-ı Türkf, İstanbul 1317, s. 510).
42- TSMA, D. 2833/2.
43- TSMA, D. 2833/7.
44- TSMA, D. 2833/1.
45 Divanhane'nin, toplantı yapılabilecek bir alan olmasının dışında, odalar arasındaki sofa ya da avluya bakan ve önü açık olan sofa anlamları da vardır. Paşa'nın köşkünde, zeytinyağıyla yanan kandillerin, odaları birbirine bağlayan koridoru / sofayı aydınlatmakta kullanılıp kullanılmadığını ne yazık ki bilemiyoruz.
46- TSMA, D. 2833/2; TSMA, D. 2833/5.
47- TSMA, D. 6096/1.
48- TSMA, D. 5620/1.
49  Sarayda pişirilen çorba listesi için bkz. Arif Bilgin, "Seçkin Mekanda Seçkin Damaklar: Osmanlı Sarayında Beslenme Alışkanlıkları (15-17. Yüzyıllar)", Yemek Kitabı, haz. Sabri Koz, İstanbul 2008, s. 116-118.
50- "Bera-yı kebab fi 19 N" (TSMA, D. 2833/1).
51- TSMA, D. 2833/8.
52- TSMA, D. 2833/4
53- TSMA, D. 2833/1.
54- "Beyza bera-yı tabh-ı sahan" (TSMA, D. 2833/1).
55- Mutfağa giren bal, "süt ile tabh" olunuyormuş (TSMA, D. 6096/1).
56- TSMA, D. 2833/1; 2833/10.
57- TSMA, D. 2833/1.
58 Mustafa Nejat Sefercioğlu, XVIII. Yüzyıla Ait Yazma Bir Yemek Risalesi, Ankara 1985.
59 Paşa konağına Balyabadra'dan üzüm gelmiş olması, Paşa'nın İnebahtı'da olabileceğini düşündürmektedir.
60 "Sefineden mübayaa olunan asel" kaydı paşanın hala İnebahtı'da olabileceğini düşündürmüştür. Üstelik iki ay sonra Paşa kesinlikle İnebahtı'da görünmektedir.

2 Ağustos 2020 Pazar

Eski Anadolu Türkçesi İle Yazılmış Tıp Eserleri

Eski Anadolu Türkçesi İle Yazılmış Tıp Eserleri Ve Bu Eserler Üzerine Yapılan Çalışmalar
Arş. Gör. Semra Canan YILDIZ

Özet
Tıp metinleri; insan sağlığını koruma, hastalıklara çare bulma yanında modern ve geleneksel uygulamalar hakkında birçok bilgi ve yöntem barındırır. Tıbbi yeterliliğin bilgi birikimi gerektirmesi ve uygulama ile tecrübe edilmesi metinleri oluşturan kişilerin ya da derleyicilerin büyük çoğunluğunun hekimlerden oluşmasını sağlamıştır. Bu durum metinlerin birçoğunun hekimlere yönelik olmasına neden olmuştur. Fakat metinlerin konusu tüm insanlığın ortak paydası olan “sağlık” ile ilgili olduğu için tıp metinleri her dönemde ilgi görmüştür. Tıp metinleri yazıldığı dönemin dil unsurlarını barındırması yönüyle metin incelemelerinde önemli bir yere sahiptir. 

Metnin müellifinin ve müstensihinin ağız özeliklerinden, yazıldığı yerin dil özelliklerine kadar birçok açıdan bize ipucu veren metinler; arkaik ve ilericil ögeleri tespit etme açısından da önem taşımaktadır. Tıp metinlerinin konusu itibarıyla tıp tarihine, onomostik (adbilim), farmakoloji (ilaç-ecza bilimi), zooloji (hayvan bilimi), botanik (bitki bilimi) araştırmalarına malzeme sunması da doğal bir sonuçtur. Bu yönüyle tıp metinleri incelemelerinde disiplinlerarası bir çalışma alanı mevcuttur.

Türklerin tıp metinlerine olan ilgisinin en yoğun görüldüğü dönem 15. yüzyıldır. Eski Anadolu Türkçesinin temelinde oluşturulan tıp metinleri telif, tercüme ve aktarma olmak üzere çeşitli türlerde görülmektedir. Bu noktada inceleme konumuz 15. yüzyılda yer alan tıp konulu metinler üzerine yapılmış çalışmalardır. Dilin bütünlüklü bir çalışma alanı olması, her metne aynı özeni göstermeyi gerektirmektedir. Her metnin konusu çerçevesinde bir diğer metni okuma ve anlamlandırmada yardımcı unsurlar barındırması ile yazıldığı dönemin sosyo-kültürel yapısını ortaya koyması açısından önem taşımaktadır. Bu noktada yaptığımız çalışmanın mevcut çalışmalara katkı sağlamasını hedeflemekteyiz.

GiRİŞ
Türklere ait tespit edilen ilk tıp metinlerinin takibi Eski Uygur Türkçesi döneminden itibaren yapılabilmektedir (Yaylagül, 2010a: 3). “Anadolu tıp metni” terimiyle 13-19. yüzyıllar arasında yazılmış olan Oğuz ağız özelliklerine dayalı metinler kastedilir. İncelenen metinlerden yola çıkılarak ilk dönemlerden itibaren oluşmaya Başlamış olan (Göktürk, Uygur) tıbbi kültürel birikimin, bilgi aktarımı ve uygulamalarının sonraki dönemlerde (Harezm) yazıya geçirilmiş olduğunu söylemek mümkündür (Doğan, 2013: 126). Bu çalışmada Eski Anadolu Türkçesi döneminde yazılmış olan tıp metinlerini ile ilgili yayınlar ele alınmıştır.

insanın var olduğu andan itibaren karşılaştığı kötü durumlar için kendi imkânları ile çareler araması ve üretmesi kaçınılmaz bir durumdur. Hayatın içinde ve belki de en önemli noktasında yer alan sağlık olgusu için de söz konusu davranışın belirgin bir şekilde yansıması beklenir. Bu çareler içerisinde modern tıp yöntemleri olduğu gibi, geleneksel tıbbi yöntemler de mevcuttur. Bu noktada modern tıp gerçekçiliğinin; 

geleneksel tıp romantikliğine yenilgisini görmek de mümkündür. şüphesiz, her iki unsurun da birbirine kaynaklık ettiği ve birbirini beslendiği görülür. Tıp metinleri bir yandan dil ve yazım özellikleriyle gramer, dilbilim ve terminoloji bakımından veri sağlarken; bir yandan da içerik bakımından eczacılık, botanik, kozmetik, tıp tarihi gibi alanlara zengin malzeme sunmaktadır (Bayat, 2005: 51).

Modern tıp metinlerinden elde edilen hastalık belirtilerini tanıma, hastalığı iyileştirme, hastalığı yok etme, sağlığı koruma bilgileri; tecrübe edilebildiğinden genel- geçer olmanın haklı değerini taşırlar. Metinlerin geleneksel tıbbi yöntemleri içermesi halk hekimliği konusunu da incelemeye değer kılmaktadır. Halk hekimliği toplumun bilgi, kültür, gelenek ve göreneklerinden beslenir. 

Halk hekimliğinin içerdiği yöntemlerle, Eski Anadolu ve Orta Türkçe tıp metinlerindeki yazılı metinlerdeki yöntemlerin benzerlik gösterdiği ifade edilir (Yaylagül, 2014a: 49). Bu durum biz halk hekimliğinin varlığının oldukça eski olduğunu kanıtlar niteliktedir. 

Nesilden nesle aktarılan bilgiler, tarifler, uygulamalar koca karı işi/otu, koca avrat işi/otu gibi kavramları doğurmuştur. Türk toplumunda bu tarz uygulamaların genellikle erkek değil de kadın cinsiyetiyle özdeşleştirildiği de bilinmektedir. Bu yönüyle tıp metinleri, halk hekimliğinin etkisi ve izleri üzerine çeşitli çalışmalar Başta olmak üzere birçok açıdan ele alınmıştır. 

Özellikle halkbilimi araştırmacılarının çalışmalarına kaynaklık eden bu durum için bir belirsizlik de söz konusudur. Metinlerde yer alan halk hekimliği bilgisinin oluşum kaynağı net değildir. Tıbbi bilgilerin; halk hekimlerinin okuduğu kitaplar sonucunda mı ortaya çıktığı, yoksa halk hekimlerinin uygulamalarının metin yazarlarınca kaydetmeleriyle mi oluştuğu henüz belirsizliğini korumaktadır.

Metinlerin inceleme alanına önemli bir katkısı ise ağızlardaki söz varlığı üzerinedir. İster modern ister geleneksel tıbba hizmet etmiş olsun hekimin kullandığı dilsel özellikleri; yaşadığı yerin ve toplumun hastalıkları adlandırma ve kavramlaştırmasının tespitini sağlarken toplumun dil kullanımı hakkında da ipucu vermektedir. Metinlerde ağız özellikleri kayda değer bulunmuş ve bu minvalde çalışmalar yapılmıştır. 

Bu durum bize metinlerin ağız özelliklerinden yola çıkarak yazıldığı yer ve dönem hakkında bilgiye yaklaşma imkânı sağlamaktadır. Bursa?da yazılan tıp metinlerinde, söz konusu bölgenin ağız özelliklerinin Eski Anadolu Türkçesini beslemiş olabileceğini tespit eden s¸ahin?in (2016: 297) çalışması bu noktada yol göstericidir. Metin yazarının modern tıp anlayışından uzak olması ve bu anlayışa paralel bir dil kullanmasının da ağız özelliklerinin metne daha fazla yansımasını ve eserin değerini artırmaya kaynaklık eden bir durum olduğunu söylemek mümkündür.

Amaç ve Yöntem
Türk dilinin ve Türkçe söz varlığının tam ve doğru bir şekilde anlaşılması için, yazılmış her metnin aynı dikkatle incelenmesi gerekmektedir. Tıp metinleri birçok bilim dalıyla ilgilidir. çalışma bu açıdan, Eski Anadolu Türkçesine ait tıp metinleri üzerine yapılmış çalışmaları tespit ederek alana katkı sağlama amacı taşır. Çalışılan eserlerin dil bilgisel özelliklerine ve söz varlığına öncelikli olarak yer verilmiştir.

çalışmamızda Eski Anadolu Türkçesi Dönemine ait tıp metinleri taranmıştır. Eserler üzerine yapılmış olan yüksek lisans ve doktora tezlerine, makale ve tanıtma yazılarına Başvurulmuştur. çalışmaların dipnotları ve kaynakçaları da değerlendirilerek söz konusu dönemde kaleme alınmış hiçbir eserin dışarıda bırakılmamış olmasına özen gösterilmiştir.

İNCELEME
Eserlerin ithaf edildiği kişileri göz önünde bulundurarak tahmini bir sıralama Erdağı- Doğuer tarafından yapılmıştır (2001a:47). Biz ise bazı eser tarihlerinin veya yazarlarının belirsiz olmasından dolayı alfabetik sıralamayı uygun gördük. Bu noktada eser - (belirliyse) yazar şeklinde verilmiş olan maddeBaşları şu şekildedir:

1.Alâ’im-i Cerrâhîn/Cerrâh-nâme - ibrahim bin Abdullah: 15. yüzyılda ele alınmış cerrahi bir tıp metnidir. Gürlek tarafından doktora tezi olarak çalışılan metnin (2011c) söz varlığı eczacılık, botanik, farmakolojik alanlarıyla ilgilidir. Eserin içerdiği bitki adları üzerine yapılmış bir çalışma da mevcuttur (Gürlek 2011a).Cerrâh-nâme, Eski Anadolu Türkçesinin imla ve gramer özelliklerini yansıtır. Akıcı bir dili olan metin; barındırdığı Türkçe ifadeler açısından önemlidir (Gürlek 2011c:10). İçerik açısından en önemli özelliği ise frengi hastalığına dikkat çekmiş olmasıdır (Gürlek 2011b:1427).

2.Bahname Tercümesi - Musa Bin Mesud: 15. yüzyıla ait olan eser Türkçeye Farsçadan çevrilmiştir. Doğan, İslam?da cinselliğin göz ardı edilmesinin bahnamelerin az işlenmesine neden olduğunu belirtir (2013: 123-126). Metin, Eski Oğuz Türkçesi dil özelliklerini gösterir. Bu dönem metinlerinde, hekimler temel organ adlarında ağırlıklı olarak Türkçe kelimeler kullanmaktadır. Fakat kadın ve erkeklere ait cinsel organların ifadesinde Türkçe tercih edilmemiştir. Yazar, eserini değersizleştirmeme düşüncesiyle sohbet et-, mübâşeret kıl-, işe meşgul ol- gibi örtmecelere sıkça Başvurmuştur (Doğan 2013: 131-135).

3.Cerrâhiyetü’l-Haniyye - s¸erafettin Sabuncuoğlu: 1465 yılında yazılan eser resimli ilk Türkçe tıp kitabıdır. Yazar, metne yaşadığı dönemin dil özelliklerini yansıtmıştır. Eserin üç nüshası mevcuttur. Eserde cerrahi alet ve cihazların çizimi ile jinekolojik görseller bulunmaktadır (Acar 2015: 38). Yazar eserini yalın bir Türkçe ile yazmıştır. Eser üzerine bir doktora çalışması (Kurt 2012) yapılmıştır. Dilbilgisel özellikleri Hatiboğlu tarafından çalışılmış olup (1956) üzerine yapılmış olan bir bibliyografya çalışması da mevcuttur. Söz konusu metinde yer alan tıp terimleri hakkında inceleme yapan Önler, eserin tedavi işlemlerinde kullanılan araç gereçler hakkında bilgi vermesi sebebiyle söz varlığı açısından diğer tıp metinlerinden farklılık gösterdiğini ifade etmiştir (2017:1320).

4.Cerrahnâme-i Esbâbü’l Alâmât: Yazarı bilinmeyen eserin 15. yüzyılda İslami çevrede yazıldığı düşünülmektedir. 1504 yılında istinsah edilen eser, Eski Anadolu Türkçesi döneminin dil özelliklerini gösterir. Tıpla ilgili eserlerin ortak adının „cerrahname? olması sebebiyle birçok eserle karıştırılmıştır (Bulut 2014:1672). Eser, insanlara faydalı olmak amacıyla ele alınmıştır. Bu sebeple dili sadedir. Eser müstehcen bulunmaktadır. Fakat içerdiği tedavi yöntemleriyle önem arz ettiği ifade edilir (Doğan 2011:124). Eser üzerine yapılmış en yeni ve kapsamlı çalışma Serdar Yavuz?a aittir (2013). Yavuz?un çalışması üzerine Bulut tanıtma yazısı yazmıştır (2014).

5.Ebvab-ı Şifa: İslami çevrede yazılan eser Yaylagül tarafından çalışılmıştır. İmla özellikleri göz önünde bulundurulduğunda Batı Türkçesi veya Geç Dönem Eski Anadolu Türkçesi ile yazılmış olabileceği belirtiliren metinde Doğu Türkçesi ve Eski Anadolu Türkçesi ile benzerlik gösteren kararsız bir imla kullanıldığı ifade edilir (Yaylagül 2010: 1, 10). Eseri metin-dilbilimsel açıdan inceleyen Yaylagül bu çalışmasıyla, diğer tıp metni çalışmalarından farklı bir çizgi oluşturmuştur.

6.Edviye’i Müfrede - İshak bin Murad: 1390 yılında Geredede yazılmıştır. Tarihi kesin olarak bilinen ilk telif eserdir. Eserde hastalıklara hangi bitkilerin iyi geldiği anlatılır. Argunşah, söz konusu eser üzerine bir tanıtma yazısı yazmıştır. Eserin okuma ve sözlük kısmında hata ve eksikliklerin olduğunu belirten Argunşah, İshak bin Murad?ın bilimsel bir tarz benimseyerek hiçbir hurafeye yer vermediğini ifade etmiştir (2009:191-192). Önler, metnin özgün bir yönünün olmadığını belirterek genel bir tıp bilgisi içerdiğini ifade eder (2015: 2). Eser, ilaç olarak kullanılan yiyecek-içecek adları (I. bölüm), hastalıkların sebebi, teşhisi ve tedavisi (II. bölüm), insanın yaşlanma sebepleri (III. bölüm) ve Arapça-Farsça- Türkçe terimler sözlüğünden (IV. bölüm) oluşmaktadır. 

Ergin, eserin imla ve dil özelliklerinin 14. yüzyıldan önceyle tarihlendirilmesi gerektiğini belirtir (Canpolat 1973: 22- 30).

7.Haza’inu’s-Sa’adat - Eşref bin Muhammed: 1460 yılında yazılmıştır. Tek nüshası vardır. Nadir İlhan tarafından doktora tezi olarak çalışılmıştır (1998). İlhan, eserde Arap/Fars ve Uygur imlasının karışık kullanıldığını ve metnin Eski Anadolu Türkçesi döneminin dil özelliklerini yansıttığını belirtir (1998: 20-31). Eserde organlar hakkında doğrudan bir bölüm mevcuttur (Acıduman 2012: 104). Eserin koruyucu hekimlikle ilgili verdiği bilgiler de önemlidir (Kaya-Gözlü 2008: 7).

8.Hulâsatu’t-Tıbb - Hekim Bereket: 14. yüzyılın Başlarında yazıldığı düşünülen eserde şematik düzen söz konusudur. Paris ve Konya olmak üzere iki nüshası mevcuttur. Mensur olan eser 27 bölümden oluşmaktadır (Doğru 2015: 9-10). Hastalıkla ilgili birinci şema hastalığın sebebini ve belirtilerini, ikinci-üçüncü ve dördüncü şemalar ise hastalığın türünü ve tedavisini içerir (Doğru 2015: 10). Hastalık ve organ adlarının Türkçe; tedavilerde kullanılan ilaç, macun ve bitki adlarının Arapça ve Farsça olduğu ifade edilmiştir. Yabancı sözcüklerin fazla olduğu eserde, Eski Anadolu Türkçesi dil ve imla özellikleri görülür (Doğru 2015: 369-370). Kitâb-ı der Hulâ?a İlm-i Tıbb adlı eser üzerine iki yüksek lisans çalışması mecuttur (Demir 2010, Doğru 2015). Eser üzerine çalışması bulunan Erdağı-Doğuer, Tu?fe-i Mübarizî?nin Hulasa?dan önce yazıldığını ifade eder (Erdağı-Doğuer 2016: 13).

9.İlyasiyye - sirvanlı Mehmed bin Mahmud: 14. yüzyıl sonlarına ait olduğu belirtilir. Yazarın, eserini Osmanlı sarayına girdiği zaman yazdığı ifade edilmiştir. Anadolu beyliklerinden Menteşoğulları İlyas Bey?in isteği üzerine kaleme alınan eser (Gümüşatam, 2009: 23) Türkçe?ye Arapça?dan çevrilmiştir.

10.Kâmilü’s-Sınâ’a-Ali bin Abbas: Mecusînin Kâmilü’s-Sınâat-üt-Tıbbiye diğer adıyla da Kitab-ül Melikî adlı eserinin, sağlık ve hastalıkla ilgili kısımlarından oluşan tercüme bir eserdir. Dil ve imla özellikleri dolayısıyla 14. yüzyılda oluşturulduğu düşünülen eser Umur Bey?e sunulmuştur. 

Bursa nüshası hakkında detaylı bir inceleme yapan Koç, bu nüshada yer alan birtakım belirsizlikleri açıklamıştır (2017). Eser Anadolu sahasındaki Türkçe ilk tercüme olması sebebiyle önemlidir. Önler, eserin Edviye-i Müfrede?den daha eski olabileceğini ifade eder. Ergin ise eserin “dil, yazım, kağıt” gibi özelliklerini değerlendirerek XIV. yüzyıldan daha önce yapılmış bir çeviri olduğu fikrindedir (Önler 1990a: 3). Eserin söz varlığı, sağlığın korunması ve yaşlılıkta alınacak tedbirlerle ilgilidir (Acıduman vd. 2018: 261).

11.Kemâliyye - sirvanlı Mahmud: Eski Anadolu Türkçesi dil özellikleri gösteren eseri, Yelten ve s¸ahin (2005: 151) s¸irvânlı Mahmûd?a mal etmektedirler. Bayat, eserin İbn- i Kemal?e ait olamayacağını belirtir. Yazarın, tıp uzmanı olduğu ve Arapça bildiği ifade edilir (2007:3). Eserin; Yelten üç, s¸ahin iki nüshası olduğunu belirtirken; Bayat on beş nüshasını tespit ettiğini ifade etmiştir. On bir bölümden oluşan eser, tercümeden ziyade yarı telif niteliğindedir. Hastalık adlarıyla ilgili zengin bir söz varlığı olduğu ifade edilir (s¸ahin 2005: 153). Türkçe terim ve kavramların yer alması da esere önem kazandırmaktadır.

12.Kitâb-ı Akrabâdîn - Sabuncuoğlu serefeddin: Akrabadin Tercümesi olarak da bilinen eser 15. yüzyıla aittir (Köksal 2014: 227). Eski Anadolu Türkçesi dil özelliklerini gösteren eser, “Zahire-i Harzemşahi”nin tercümesine Sabuncuoğlu tarafından iki bölüm eklenmesiyle oluşturulmuştur. Akrabadin, ilaç formülü demektir. Doğan tarafından doktora tezi olarak çalışılmış olan eserde, ilaçların hazırlama aşamaları ve süreleri ele alınmıştır (2009a). Doğan, metinde dinsel/büyüsel uygulamalar olmadığını tespit etmiştir (2011: 124). Söz konusu eserin terim sözlüğü olarak hazırlanmış olan Istılah Lügati adlı bölümü Doğan tarafından incelenmiştir (1990b). Doğan, Kitâb-ı Akrabâdîn ile Edviye-i Müfrede?nin, tıp alanındaki ilk terim sözlüklerinden olduklarını ifade etmiştir (2009b: 252).

13.Kitâb-ı Güzîde - sirvanlı Mahmud: Zafer Önler tarafından duyurulan metnin tek nüshası İngiltere?de bulunmaktadır. Teshil ile birlikte ciltlenen esere bu isim müstensih tarafından sonradan verilmiştir. Kırk bir varak olan eser, fasıllara ayrılmış on dört babdan oluşmuştur. Herkesin anlayacağı bir dille kaleme alınan eserin, tek nüsha olması da eseri değerli kılmaktadır (Küçüker 2010: 174-175).

14.Kitâb-ı Kânûn-ı Türkî - Ahmed Bin Mustafa Bin Abdulganî: Bilinen tek nüshası olduğu belirtilir. Eserin farklı kaynaklardan yararlanılarak oluşturulduğu ifade edilmiştir (Güneş 2015: IV). Eser, Eski Anadolu Türkçesi dönemi dil özelliklerini gösterir (Güneş 2015: 399).

15.Kitab-ı Keal-name-i Nurü’l-Uyun: Yazarı ve istinsah tarihi belli değildir. Eski Anadolu Türkçesi dönemi dil özellikleri gösteren metin, farklı eserlerin taranmasıyla oluşmuştur. Söz varlığı; gebelik, doğum süreci, göz hastalıkları ve ilaçların yapımıyla ilgili bilgiler içerir. Eserin anatomi, botanik ve eczacılık terimleri açısından zengin olduğu ifade edilmiştir. Eserde yer alan Türkçe terimlerin varlığı; Türkçenin hem terim karşılama gücünü hem de bilim dili olma sürecini göstermektedir (Parlar 2015: 15).

16.Kitâbü’l Mühimmât: 15. yüzyıla ait olan eserin yazarı belli değildir. Eserde Hızır Paşa?nın anılması dolayısıyla ondan daha geç bir tarihte oluşturulduğu söylenebilir. Altı nüshası bulunan eserin korunmuş olması bakımından en iyi durumda olanı Diyarbakır nüshasıdır (Özçelik 2001: IX). Eser on farklı tıp kitabının tercümesidir. Saadettin Özçelik (2001) tarafından da çalışılmıştır. Birçok tıp kitabı ve hekim adını içeren eserin Tire nüshası üzerine Ali Haydar Bayat?ın bir çalışması mevcuttur. Eser, sözcüklerin ve terimlerin Türkçelerine ve yazıldığı dönemde rağbet gören yabancı dillerdeki karşılıklarına yer vermesi sebebiyle önemlidir. 

Bu yönüyle metin, Türkçenin tıp dilini karşılayacak güçte olduğunu göstermektedir (Özçelik 2001: 13).

17. Kitâbü’l Tıbbü’l-Hikmet: 15. yüzyılın son döneminde yazılmış olan eserin tek nüshası Almanya Gotha Araştırma Kütüphanesi?ndedir. 128 baptan oluşan eserin müstensihi ya da müellifi bilinmemektedir. Eser, insan vücudunda görülebilecek olan hastalıkları Baş bölgesinden ayağa doğru sıralamıştır. Söz varlığı, ilaç adlarını ve tedavi yöntemlerini içerir. Eski Anadolu Türkçesi dil özelliklerini taşıyan eserde, diğer tıp metinlerine göre daha sade bir dil kullanılmıştır (Doğan A.T, 2014: 312-315). Eser Doğan, A.T. tarafından doktora tezi olarak çalışmıştır (2015).

18.Mâ’ddetü’l-Hayât - Akşemseddin: Dört nüshası olduğu belirtilen eser üzerine bir yüksek lisans çalışması mevcuttur (Aktürk 2012). 15. yüzyıla ait olan eser tıp terimleri, botanik, farmakoloji ve eczacılık bakımından oldukça zengin malzeme sunmaktadır (Aktürk 2012:I). Akşemseddin, tıp tarihinde mikroptan bahseden ilk bilim adamı olması dolayısıyla da önemlidir (Süslü 2015:14).

19.Mecmu’atü’l-Fevâ’id: Hekim Beşir Çelebi tarafından Karamanoğlu ibrahim Bey için 15. yüzyılda yazılmıştır. Kaya-Gözlü tarafından doktora tezi olarak çalışılmıştır (2008). İç hastalıklardan bahseden bir eserdir (Kaya-Gözlü 2008: 7). Eski Anadolu Türkçesi dil özellikleri gösteren eserin son bölümünde ise ilaç adları alfabetik olarak verilmiştir. Doğan; eserin bilinen tek nüshasının Paris?te olduğunu belirtir (Doğan 2009:13). Böler; üç nüshası olduğunu belirterek Konya ve Paris nüshasının birbirinden farklı iki eser gibi değerlendirilmesi gerektiğini ifade etmektedir. Faydalı bilgiler içeren metinlerden seçkiyle oluşturulmuş olması da eseri önemli kılan bir husustur (Böler 2013: 16-17).

20.Menâfiü’n-Nâs - Ankaralı Hekim Nidâî: 15.yüzyılda kaleme alınan eserin konusu salgın hastalıklar ile ilgilidir. Eserin, Dürr-i Manzum,Risâle-i Tıb ve Manzûme-i Tıbb adıyla da bilindiği belirtilmiştir (Kartal 2016:4). Nüsha sayısı oldukça fazla olan eserin büyük bir ilgi gördüğünü söylemek mümkündür. Eski Anadolu Türkçesi dil özelliklerini taşıyan eser, akılda kolay kalınması için manzum olarak ele alınmıştır. Eserde yer alan Arapça ve Farsça sözcüklerin zaman zaman Türkçelerinin de verilmesi, eserin önemini artıran bir husustur. Eser bu yönüyle tıp dilinin Türkçeleşmesi hakkında bilgi verirken, metin; Başlı Başına bir sözlük görevi görmektedir (Ölker ve Direkçi 2009: 303-305). Eserde yer alan çocuk hastalıkları üzerine Acıduman?ın bir çalışması mevcuttur (2013).

21.Miftahü’n Nur Hazâ’inü’s-Sürur - Sinoplu Mümin bin Mukbil: 15. yüzyıl eseridir. Baş kemiklerinin ve beynin yapısıyla ilgili bölümlerin bulunması sebebiyle kısmî bir anatomi eseri olduğunu söylemek mümkündür (Acıduman 2012:104). Eser sade bir dille yazılmıştır. Anatomi, hijyen ve göz hastalıklarından bahseden telif niteliğindeki eser, M. Ünal s¸ahin tarafından doktora tezi olarak çalışmıştır (1994).

22.Mücerreb-nâme - s¸erafettin Sabuncuoğlu: 15. yüzyılda yazılan eser üzerine İlter Uzel ve Kenan Süveren çalışmıştır (1999). Eski Anadolu Türkçesi dil özellikleri gösteren eser; yazarın kendi gözlem ve deneylerinden faydalanarak yazması yönüyle diğer tıp metinlerinden ayrılmaktadır. Önler; s¸lter ve Süveren?in çalışmasını değerlendirerek; eserin tam ve doğru bir şekilde incelenmesi gerektiğini ifade eder (2001: 347, 353). Eserde, insanlar ve hayvanlar üzerindeki ilaç denemeleri de ele alınmıştır (Acar 2015: 38). Eserin söz varlığı; ilaç adları, ilaçların yapımı ve hangi ilacın hangi hastalığa karşı kullanabileceği ile ilgilidir (Önler 1990b: 359). Sabuncuoğlu, eserinde göz hastalıklarına iyi gelen ilaçları; sürme, toz ve basit ilaçlar olarak ayrıntılı bir şekilde incelemiştir (Keskinbora 2013: 17).

23.Müfredât-ı İbn-i Baytar: Büyük bir botanikçi olan İbn-i Baytar?ın Arapça eserinin Aydınoğlu Umur Bey adına yapılmış çevirisidir (Kaya-Gözlü 2008: 6). Kitâbü’l-Câm`i fi- Edviyetü’l-Müfrede adlı eserin kısaltılmışıdır. Eserin, Selçuklu Döneminde yazılmış en önemli tıp eserlerinden biri olduğu ifade edilir (Murad 2011:81). Eserin 17. yüzyılda yapılmış bir tercümesi üzerine yüksek lisans çalışması mevcuttur (s¸arkışla 2013).

24.Müntahab-ı Şifâ - Hacı Paşa (Celâleddin Hızır): Eserin yazılış yılı ve yeri hakkında herhangi bir kayıt yoktur. Hacı Paşa?nın 14. yüzyılın sonu ile 15. yüzyılın Başında yaşaması sebebiyle bu aralıkta yazıldığı tahmin edilir. Önler, eseri Giriş-Metin (I-1990) ve Sözlük (II-1999) olmak üzere iki cilt halinde yayımlamıştır. Üç ana bölümden oluşan eser kendi içinde “bab”lara ayrılmıştır (1990a, 5). Birçok nüshası bulunan eserin en iyi durumda olan nüshası, Malatya nüshasıdır. Eser, Anadolu?da yazılmış ilk Türkçe tıp kitabı olması bakımından oldukça önemlidir. Yazıldığı dönemdeki tıp bilimi karşısındaki Türkçenin durumunu gözler önüne seren eser bu yönüyle oldukça önemlidir (Önler 1990a: 7).

25.Müntahab-ı Fi’t-Tıbb / Kitabu’l Müntehab Fi’t-Tıbb - Abdülvehhâb bin Yûsuf ibn-i Ahmed el-Mardânî: 15. yüzyıl eseridir. Sözlükçülük açısından zengin olduğu belirtilen eser üzerine dil çalışması yapılmadığı belirtilmiştir (Argunşah 2009:186). Osmanlı sultanı adına yazılan ilk tıp kitabı olması dolayısıyla önemlidir. Eser filogenetik yöntemiyle ele alınmıştır. Birtakım organ adlarının ilk kez bu eserde yer aldığı tespit edilmiştir (Güven 2008:113). Eserde yer alan çocuk hekimliği bilgileri üzerine de bir inceleme mevcuttur (Yurdakök 2003). Ali Haydar Bayat?ın eser üzerine yaptığı inceleme 1420 tarihinde istinsah edilmiş nüsha üzerinedir (2005). Bu eser üzerine Sadettin Özçelik?in de tanıtma ve düzeltme yazısı vardır (2007).

26.Mürşid - Mahmûd-ı s¸irvânî: 1438 yılında yazıldığı tahmin edilen eser, Türk tıp tarihine dair en hacimli göz anatomisi kitabıdır (Argunşah 1999: 22, Acıduman 2012:104). 120?ye yakın göz hastalığının teşhis ve tedavilerini anlatan eser son derece önemlidir. Eser üzerine en kapsamlı çalışma Bayat ve Okumuş tarafından yapılmıştır (2004). Bayat, s¸irvânî?nin Mürşid?i kaleme alırken yararlandığı kaynaklar sebebiyle, bu döneme kadar yazılmış göz hekimliğinin vardığı son noktayı temsil ettiğini belirtmektedir (2004:23). Sistematik bir şekilde yazılan metnin, Türkçe terimlerin yanında bazen Arapça, bazen Farsça ve bazen de Grekçe karşılıkları barındırması yönüyle önemli olduğu ifade edilir. Arkaik Türkçe sözcükleri bulundurması da eseri önemli kılan bir diğer husustur (Bayat ve Okumuş 2004: 48).

27.Sultâniyye - Mahmûd-ı s¸irvânî: Yazılış tarihi hakkında herhangi bir bilgi olmayan eserin, Çelebi Mehmed?e ithaf edildiği belirtilir (Argunşah 1999: 7). Koruyucu hekimlik bilgisi içeren eser; nasıl ve ne zaman yemek yenilmesi, göz ve kulak sağlığı gibi konuları ele almıştır (Gürlek 2011c: 7). Yüksek lisans tezi olarak çalışılan eser (Kurban 1990), sade bir Türkçe ile kaleme alınmıştır. Eski Anadolu Türkçesi dil ve imla özelliklerini taşıyan eserin söz varlığı da oldukça zengindir. Eserde, tıbbi deyimlere, ilaç adlarına ve ilaç yapımında kullanılan bitki adlarına, şarap ile şerbet tariflerine genişçe yer verilmiştir (Kurban 1990: I).

28.Tabiatnâme - Tutmacı: Farsçadan Türkçeye çevrilen manzum eser, 14. yüzyılda kaleme alınmıştır. Eser, tıp dili üzerindeki Farsça ve Arapça etkisinin azalmasını sağlayan metinlerden biridir. Tutmacı, her bir yiyecek için ayrı bir Başlık açmış; söz konusu yiyeceğin özelliğini, yararını, zararını belirterek; dönemin, vücuda giren her yiyeceğin bir etkisi olduğu anlayışını yansıtmıştır. 

Eserin, İsmail Hikmet Ertaylan?ın çalıştığı İstanbul nüshası ile birlikte Konya ve Paris olmak üzere üç nüshası bulunmaktadır (Karasoy 2009: 17-22). Tabiatnâme?nin çevirisinin tıp literatürüne hakim olmayan kişiler tarafından anlaşılmasının önemli olduğunu ifade eden Yaylagül?ün, söz konusu eser üzerine tanıtma yazısı bulunmaktadır (2010: 244).

29.Tercüme-i Hülâsâ / Hâzâ Kitâb-ı Hulâsa-i Tıbb - Cerrah Mesud: Eserin yazılış tarihi tam bilinmemekle birlikte 15. yüzyılın Başlarında yazıldığı tahmin edilmektedir. En eski nüshası Konya Koyunoğlu Kütüphanesi 12030 numarada kayıtlı olan eserin Cerrah Mes?ud tarafından hekimlere bilgi vermek amacıyla çevrildiği belirtilir (s¸ahin 2009: 111). Türkiye kütüphanelerinde çeşitli nüshaları olan eser Tercüme-i Hülâsa fî Fenni’l-Cirâhe ve Tercüme-i Hülâsâ olarak da bilinir. Fatih nüshası üzerine İlhan Uçar tarafından doktora tezi yapılmıştır (2009). Emel Kaya-Gözlü (2004) ve Berna Arda?nın (1999) eser üzerine çalışmaları mevcuttur. 

Eski Anadolu Türkçesi ürünü olan eserde o dönemin şartlarıyla açık beyin ameliyatı yapılmasının ve bunun ayrıntılı bir şekilde anlatılmasının dikkat çekici bir husus olduğu ifade edilmiştir (Uçar 2009: 3). Eserin Bursa Haraççı 1149/1 numarada kayıtlı 43 varaklık nüshası üzerine Hatice s¸ahin inceleme yapmıştır. Eser üzerine Acıduman ve Er?in bir çalışması da mevcuttur (2008). Kütahya Vahit Paşa Kütüphanesinde bulunan nüsha üzerine Külcü tarafından yapılan bir yüksek lisans çalışması mevcuttur (2009). Eserin 25b-56a varakları üzerine yüksek lisans tezi yapılmıştır (Doğru 2015).

30.Tercüme’l-Mûcez Fi’tıbb - Ahî Çelebi: 15. yüzyıla ait olan eser Türkçeye Arapçadan tercüme edilmiştir. 1b-70a varakları Aydın (2016) tarafından çalışılmış olup; 70b-141a arası varakları Yıldız (2016) tarafından çalışılmıştır. Eserin Eski Anadolu Türkçesi dönemi ses özellikleri gösterdiği tespit edilmiştir. Hastalık ve organ adları ile bitki adları açısından zengin malzeme sunan eserin bilinen beş nüshası vardır (Yıldız 2016: V).

31.Tertib-i Mu’âlece:15. yüzyıla ait olan eserin kim tarafından yazıldığı belli değildir. Eseri doktora tezi olarak çalışan Gümüşatam (2009a), metnin farklı devirlerdeki tıp kitaplarından yararlanılarak oluşturulduğunu ifade eder. Sade nesir diliyle yazılmış olan eserin Eski Anadolu Türkçesi tıp kitaplarıyla benzer özellikler gösterdiği belirtilir. Eser Türkçe terimler barındırması sebebiyle önemlidir (2009b:1375-1404).

32.Tervi-ü’l-Erva - Ahmedi: Eserin 1403-1410 yılları arasında yazıldığı bilinmektedir. Manzum olarak kaleme alınan ilk tıp kitabı olması sebebiyle önemlidir (Özer 1995:1). İlk cildinde tıp teorileri ve eczacılık; ikinci cildinde Baş bölgesinden ayağa doğru bütün hastalıklar ve tedavileri anlatılmaktadır. Osman Özer, eser hakkında doktora çalışması yapmıştır (1995). Dört nüshası bulunan eser, Eski Anadolu Türkçesi dil ve imla özelliklerini taşımaktadır (Özer 1995:13).

33.Teshîl: Teshilin Sabuncuoğlu s¸erafettinin öğrencisi Muhyiddin Mehî tarafından 1467 yılında manzum hale getirilen Müfîd (Nazmü’t-Teshil) üzerine Emel Kaya-Gözlü doktora çalışması yapmıştır (2008). Tek nüshası Ankara Milli Kütüphane?de Türkçe Yazmalar Bölümü?nde kayıtlıdır. Eserin söz varlığını; teorik ve pratik tıp (I. bölüm) uygulamaları ve yiyecek, içecek ve ilaç adları (II. bölüm) ile hastalıkların sebepleri, belirtileri ve tedavileri (III. bölüm) oluşturmaktadır. Metin, Eski Anadolu Türkçesi dönemi dil özelliklerini barındırır. Tıp dilini Türkçeleştirme çabasının olgun bir ürünü olan eser, standartlaşmamış bir imla ile yazılmıştır (Kaya-Gözlü: 126-134).

34.Tıbb-ı Nebevî tercümesi veya Kitâbü’ş-şifâ fi e?âdîsî’l-Muafâ - Ahmed-i Dâî: Gazi Umur Bey adına yazılmıştır. Türkçeye tercüme yoluyla kazandırılmıştır. Önder Çağıran?ın metin üzerine doktora çalışması mevcuttur (1992). Standart bir imlası bulunmayan eserin, 15. yüzyılda yazıldığı ve 16. yüzyılda istinsah edildiği ifade edilmiştir (Çağıran 1992: 116). Eserin Eski Anadolu Türkçesi dil özelliklerini tüm yönleriyle yansıtması sebebiyle dilbilgisi ve sözlük çalışmalarında önemli bir yer edindiği belirtilmiştir (Çağıran 1992: 394).

35.Tufe-i Mübarizi - Hekim Bereket: Eski Anadolu Türkçesi döneminde yazılmış ilk Türkçe tıp kitabı olduğu tahmin edilir (Erdağı-Doğuer 2001a:46). Eser, ilk olarak Lübabü?n- Nühab adıyla Arapça yazılmıştır. Türkçe?ye Farsça?dan çevrilen eserin Konya ve Paris olmak üzere iki nüshası vardır. Konya nüshası üzerine Adnan Derin yüksek lisans tezi yazmıştır (1987). Eserin Paris nüshasında Tuhfe-i Mubârizî (1b-61a), Hulâsatu’t-Tıbb (61b- 185b), Tabiatnâme (186a-193b) aynı cilt içinde bulunmaktadır. 

Bu sebeple Tabiatnâme?nin de Hekim Bereket?e ait olabileceği düşünülür. Aynı dönem eserlerinde nadir olarak görülen türetilmiş sözcüklerin varlığı eserin önemini artırmıştır (Erdağı-Doğuer 2001a:52). Metin; hastalık adları, bitki adları ve organ adları açısından zengin bir söz varlığına sahiptir. Ölçünlü dilde yer almayan ve ağızlarda varlığını sürdüren Eski Türkçeye ait sözcüklerin kullanımı da dikkat çekicidir (Erdağı-Doğuer 2016:

17). Eser, Zehra Uslucan Tekdemir (2000) ve Nurhan Kafadenk (1996) tarafından yüksek lisans tezi olarak çalışılmıştır. Eser hakkında en kapsamlı çalışma Binnur Erdağı-Doğuer?e aittir (2001b).

36.Tuhfe-i Muradi fi’ilm’i cevahir - şirvanlı Mehmed bin Mahmud: 15. yüzyıla ait olan esertıptan ziyade değerli taşlarla ilgilidir. Bu sebeple bazı araştırmacılar tarafından tıp eseri olarak kabul edilmez. Eser Argunşah tarafından doktora tezi olarak çalışılmıştır (1989). Eserin, tıp tarihçilerinin büyük çoğunluğu tarafından Anadolu?da yazılan ilk tıp kitapları arasında sayıldığı ifade edilir (Argunşah 1999: 39). Cevhernâme?nin genişletilmesiyle oluşan eser üzerine Balcı?nın yüksek lisans çalışması bulunmaktadır (1995). Üç nüshası bulunan eserde, yazar Arap terminolojisi kullanmıştır. Zaman zaman terimlerin Farsça, Türkçe ve Yunanca karşılıklarının verilmesi eseri önemli kılmaktadır (Argunşah 1999: 25).

37.Yadigar - Ali Çelebi bin serif: Bursa?da yazıldığı düşünülen eser Umur Bey?e sunulmuştur (Erdağı-Doğuer: 47). Eserin tam olarak hangi yüzyılda yazıldığı net olarak bilinmemekle birlikte, Önler?in yazım tarihini 16. yüzyıla kadar götürdüğü ifade edilir (Gümüşatam 2009:27). Kaya-Gözlü, eserin s¸bn-i s¸erif?in yaşadığı dönemde pek çok yerde hekim bulunmadığından, herkesin anlayacağı ve faydalanacağı tıp kitaplarına ihtiyaç duyulması sebebiyle ele alındığını belirtir (2008:7). Hazainu?s-Saadet adlı eserde de Yadigar?dan bahsedilmesi (Özer 1995: 3) eserin yaygın bir şekilde bilindiğinin kanıtıdır. 

Paki Küçüker tarafından doktora tezi olarak çalışılan eserin (1994); istanbul, Paris ve British Museum?da olmak üzere üç nüshası mevcuttur. Birinci ciltte sağlıkla ilgili temel bilgiler ile ilaç özelliklerine yer verilirken, ilaçların nasıl hazırlanacağı ve nerede bulunduğuna dair bilgiler ikinci ciltte yer almıştır. Eser, bitki adlarıyla ilgili zengin bir malzeme sunmaktadır (Önler 1990b: 59).

Sonuç
Eski Anadolu Türkçesi İle Yazılmış Tıp Eserleri Eski Anadolu Türkçesi dönemine ait tıp metinleri üzerine yapılmış çalışmalarla ilgili şu sonuçlara ulaşılmıştır:
Eserlerin yazım yılının; yazarının veya eserin sunulduğu kişinin yaşadığı tarih aralığıyla yola çıkılarak tahmini olarak verilmesi çalışmaların tespitinde karışıklığa yol açmaktadır.

Tıp tarihi açısından önemli olan birçok eserin detaylı bir şekilde incelenmediği tespit edilmiştir. Hastalık sıralamasının Baştan ayağa doğru yapılması yöntem benzerliğine; metinlerin içeriğinin çoğu eserde aynı olması söz varlığı benzerliğine neden olmuştur.

Taranılan çalışmalarda, metinlerin çoğunlukla ses ve şekil bilgisi üzerine yöneldiği görülmüştür. Tıp dilinin sentaktik açıdan ele alındığı herhangi bir çalışma tespit edilmemiştir. Ebvab-ı Şifa adlı eseri metin dilbilimsel açıdan inceleyen Yaylagül, bu noktada çalışmalara farklı bir bakış açısı kazandırmıştır.

çalışmamız sonucunda, metnin konusunun işlenme oranına etki ettiği görülmüştür. Tıp metinlerinde yer alan cinsellikle ilgili bölümlerden bahsedilmemesi bu etkinin bir yansımasıdır. Bu durum metinlerin yazıldığı dönemin düşünce dünyası hakkında bilgiler içermesi sebebiyle oldukça önemlidir.

Tıp terimlerinin birkaç dildeki karşılığını veren metinler, sözlükçülük açısından daönemli veri sağlamaktadır. Bu sebeple metinlerin bütün yönleriyle çalışılması gerekmektedir.

Tablodan da görebileceğimiz üzere Eski Anadolu Türkçesi ile yazılmış olan Cerrahnâme-i Esbâbü’l Alâmât, Ebvab-ı Şifa, Kitab-ı Ke??al-name-i Nurü’l-Uyun, Kitâbü?l Mühimmât, Kitâbü’l Tıbbü’l-Hikmet, Tertib-i Mu’âlece adlı eserlerin yazarları hakkında bilgi bulunmamaktadır.

Eserlerin içeriği ve söz varlığı açısından temel konuların bitkiler, cerrahi bilgiler, hastalıklar, ilaçlar, koruyucu hekimlik ve vücut organları olduğu görülmüştür:

Eserlerin bir kısmının ise birden fazla konuyu ele aldığı görülmüştür: Alâ’im-i Cerrâhîn/Cerrâh-nâme (eczacılık, botanik, farmakolojik), Kitab-ı Ke??al-name-i Nurü’l- Uyun (anatomi, botanik, eczacılık), Tercüme-i Hülâsâ- Hâzâ Kitâb-ı Hulâsa-i Tıbb (hekimlere bilgilendirme) , Tervi?ü’l-Erva? (tıp teorileri, eczacılık), Tu?fe-i Mübarizi (hastalıklar, bitkiler ve organlar), Yadigar (İlaçlar ve bitkiler) gibi. Eserlerle ilgili yapılan çalışmaların çoğunlukla makale düzeyinde kaldığı tespit edilmiştir. Bunun yanı sıra 13 eser üzerine Doktora Tezi, 12 eser üzerine ise Yüksek Lisans Tezi yazıldığı görülmüştür.

yazinin tamami ; Eski Anadolu Türkçesi İle Yazılmış Tıp Eserleri Ve Bu Eserler Üzerine Yapılan Çalışmalar

KAYNAKLAR
ACAR, H. Volkan, (2015), “Yazılışının 550. Yılında Cerrahiyetü?l-Haniyye Hakkında SCI-E Kapsamındaki Dergilerde Yayınlanan Türkiye Kaynaklı Makaleler”, Lokman Hekim Dergisi, 5(2): 37-44.
ACIDUMAN, Ahmet, Uygur Er, (2008), “Cerrâh Mes?ûd ve Eseri Hulâsa-i Tıbb?da Nöroşirürji İle İlgili Bölümler”, Türk Nöroşirürji Dergisi, Cilt: 18, Sayı: 1, 26-33.
ACIDUMAN, Ahmet, (2012), “HekimBaşı Emîr Çelebi ve Ünlü Eseri Enmûzecü?t-Tıbb?da Kafatası ve Omurga Anatomisi Üzerine”, Türk Nöroşirürji Dergisi, Cilt: 22, sayı: 2 103- 110.
ACIDUMAN, Ahmet, (2013), “Ankaralı Hekim Nidâ?î ve Ünlü Eseri Menâfi?ü?-Nâs: XVI. Yüzyıldan Çocuk Hastalıkları ve Tıbbî Deontolojiye Bir Bakış”, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Dergisi, 56: 151-167.
ACIDUMAN, Ahmet, Çağatay Akşit, (2018), “Alî b. el-„Abbâs el-Mecûsî?nin Kâmilu?ş- s¸ınâ?ati?t-Tıbbiyye (Kitâbu?l-Melikî) Adlı Ünlü Eserinde Yaşlıların Tedbiri Üzerine”, Lokman Hekim Dergisi, 8/3, 261-273.
AKTÜRK, Engin, (2012), Maddetü’l-Hayât (İnceleme - Metin-Dizin), Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi.
ARDA, Berna, (1999), “Hekim Hayreddin?in Hulâsa Eseri?, Erdem Dergisi, Ankara: AKM Yayınları, Cilt: 12.
ARDA, Berna, Ahmet Acıduman, (2011), “Dede Korkut Öyküleri tıp tarihi bakış açısıyla ne söyler?”, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Dergisi, Sayı 54: 189-196.
ARGUNs¸AH, Mustafa, (1999), Muhammed b. Mahmûd-ı Şirvânî Tuhfe-i Murâdî, İnceleme-Metin-Dizin, Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.
ARGUNs¸AH, Mustafa, (2009), “Edviye-i Müfrede?nin Neşri Üzerine Düşünceler”, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, Ankara: 185-196.
AYDIN, Çiğdem, (2016), Ahî Çelebi Tercümetü’l-Mûcez Fi’?-?ıbb (Giriş-İnceleme [Söz Dizimi], Metin [1b-70a varakları arası]- Dizinler, Abant s¸zzet Baysal Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi.
AYNACI, Mihrican, (2012), “Divan s¸iirinde Geçen Göz Hastalıklarının Klâsik Dönem Tıp Metinleri Ekseninde Değerlendirmesi”, Divan Edebiyatı Araştırmaları Dergisi 9, İstanbul: 29-48.
BALCI, Orhan, (1995), Şirvanlı Mehmed bin Mahmud Tuhfe-i Muradi fi’il-mi’l-Cevahir (İnceleme-Metin-Sözlük), Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi.
BAYAT, A. Haydar, Necdet Okumuş, (2005), Muhammed bin Mahmûd-ı Şirvânî Mürşid (Göz Hastalıkları), Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Yayınları.
BÖLER, Tuncay, (2013), “Hekim Beşir Çelebi ve Mecmû„atü?l-Fevâyid Adlı Eseri”, Uluslararası Türk Dili ve Edebiyatı Kongresi, UTEK’13 Bildiri Kitabı II, Saraybosna, 17-19 Mayıs, 493-501.
BULUT, Serdar, (2014), “Yavuz, Serdar (2013), Cerrah-nâme (s¸nceleme-Metin-Dizin- Tıpkıbasım)”. Kesit Yayınları, İstanbul, 687 s., ISBN: 978-605-4646-45-6”, Turkish Studies, Volume 9/3, 1671-1673.
CANPOLAT, Mustafa, (1973), “XIV. Yüzyılda yazılmış Değerli Bir Tıp Eseri”, Türkoloji Dergisi, 21-47.
CANPOLAT, Mustafa, Zafer Önler, (2007), Edviye-i Müfrede, Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.
DEMİR, Aydın, (2010), Hekim Bereket Hulasa (1-50. Sayfalar) (İnceleme-Metin- Sözlük), Hacettepe Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi.
DERiN, Adnan, (1987), Tuhfe-i Mübarizî (Metin-Gramer Notları- Sözlük), Gazi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Ankara.
DOĞAN, Ahmet Turan, (2014), “Eski Anadolu Türkçesiyle yazılmış Bir Tıp Metni: Kitâb-ı Tıbb-ı Hikmet”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, Cilt: 7 Sayı: 29, 312-318.
DOĞAN, Ahmet Turan, (2015), Kitâb-ı Tıbb-ı Hikmet (İnceleme-Metin-Dizin), Cumhuriyet Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi.
DOĞAN, s¸aban, (2009a),Terceme-i Akrabâdîn (Sabuncuoğlu Şerefeddin (Giriş - İnceleme - Metin - Dizinler) Birinci Cilt, Sakarya Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi.
DOĞAN, şaban, (2009b), “15. Yüzyıla Ait Bir Tıp Terimleri Sözlüğü: Terceme-i Akrabâdîn?in Istılah Lügati”, Turkish Studies, 4/4, Yaz, 250-322.
DOĞAN, şaban, (2011), “XIV-XV. Yüzyıl Türkçe Tıp Metinlerinde Halk Hekimliği İzleri”, Milli Folklor Dergisi, 120-132.
DOĞAN, şaban, (2013), “Anadolu Türk Tıbbında Bahnamaler ve Musa Bin Mesud?un Bahname Tercümesi”, AİBÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Semih TEZCAN?a Armağan, Cilt: 13, Yıl: 13, 123-138.
DOĞAN, şaban, (2016), “Tarihî Tıp Metni çalışmalarında Karşılaşılan Sorunlar Üzerine”, Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yıl: 20, Sayı: 31.
DOĞRU, Gizem, (2015), Hekim Bereket’in ?ula?atu’t-Tıbb (25b-56a) Eseri -İnceleme, Metin, Dizin-, Doğu Akdeniz Üniversitesi, Yüksek Lisans Tezi.
ERCiLASUN, Ahmet Bican (2013), “Türk Dili Araştırmalarının Bugünkü Durumu ve Sorunlar”, Gazi Türkiyat.
ERDAĞI-DOĞUER, Binnur, (2001a), “Anadolu?da yazılmış İlk Türkçe Tıp Kitabı”, Türkbilig, 2001/2, 46-54.
ERDAĞI-DOĞUER, Binnur, (2001b),Tuhfe-i Mübarizî (Metin - İnceleme-Sözlük), Hacettepe Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi.
ERDAĞI-DOĞUER, Binnur, (2016), Hekim Bereket - ?ulâ?a, Metin-Sözlük, Ankara: Ürün Yayınları.
ERDEM, Mevlüt, Mustafa Sarı, (2010), “Karışık Dilli Eserlere Farklı Bir Bakış”. Turkısh Studies, Cilt 5/1, 390-415.
GÜMÜs¸ATAM, Gürkam, (2009a), Ha?a Kitab u ?ükema-yı Tertib-i Mu’alece Adlı Eser Üzerine Bir Dil İncelemesi (İnceleme, Metin, Dizin-Terimler Sözlüğü), Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi.
GÜMÜs¸ATAM, Gürkam, (2009b), “15. Yüzyıl Kitaplarından Tertib-i Mu?âlece?nin Söz Varlığı, Dil ve Anlatım Özellikleri”, Turkısh Studies, Cilt 4/8, 1374-1406.
GÜMÜşATAM, Gürkam, (2010), “Eski Anadolu Türkçesinde Eczacılık Terimleri ve Bu Terimlerin Tıp, Botanik, Zooloji, Madencilik, Kimya Terimleriyle s¸lişkileri”, Turkish Studies, Cilt 5/2, 1033-1087.
GÜNEş, M. Sezen, (2015), Ahmed Bin Mustafa Bin Abdulganî Kitâb-ı Kânûn-ı Türkî (Giriş - İnceleme-Metin-Dizin-Sözlük). Abant İzzet Baysal Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi.
GÜVEN, Meriç, (2008), “Eski Anadolu Türkçesiyle yazılmış Tıp Yazmalarındaki Türkçe Organ Adları Üzerine Bir İnceleme”. Selçuk Türkiyat Araştırmaları Dergisi, Bahar, 111- 135.
GÜRLEK, Mehmet, (2011a), “„Alâ?im-i Cerrâhîn?de Geçen Bitki Adları Üzerine”, Adıyaman Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Yıl:4, Sayı:7, 123-145.
GÜRLEK, Mehmet, (2011b), “Anadolu?da yazılmış İlk Türkçe Cerrahî Yazmalara Bir Örnek: Alâ?im-i Cerrahîn”, Turkish Studies,Volume 6/3, Summer, 1423-1434.
GÜRLEK, Mehmet, (2011c), İbrahim Bin Abdullah’ın Cerrâh-nâme (Alâ’im-i Cerrâhîn) Adlı Eseri (Giriş-Metin-Sözlük), Marmara Üniversitesi, Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, Doktora Tezi.
HATİBOĞLU, Vecihe, (1956), Cerrahiye-i Haniyye, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları. İLHAN, Nadir, (1998), Eşref bin Muhammed ve Haza’inu’s-Sa’adat (İnceleme-Metin-
Dizin),Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi.
KAFADENK, Nurhan, (1996), Hekim Bereket’in Tuhfe-i Mübârizî Adlı Eserinin Tenkitli Metni ve Akrabadin Kısmının İncelenmesi, İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi.
KARASOY, Yakup, (2009), Tutmacı- Eski Oğuz Türkçesiyle Yazılmış Bir Tıp Kitabı Tabiatnâme,Konya: Palet Yayınları.
KAYA-GÖZLÜ, Emel, (2004), “Hekim Hayreddin?in Hulasatu?u-Tıbb Adlı Eseri Üzerine Bir Değerlendirme”, VIII. Türk Tıp Tarihi Kongresi, Ankara: 16-18 Haziran 2004 Bildirileri.
KAYA-GÖZLÜ, Emel, (2008), Muhyiddin Mehî’nin Müfîd (Nazmü’t-Teshil) Adlı Eseri (İnceleme - Metin- Dizin) ve Bu Eserin XV. yüzyıl Türk Tıp Dilinin Oluşmasındaki Yeri, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi.
KAYA-GÖZLÜ, Emel, (2012), “Betimleyici Tıp Terimi Kavramı ve Eski Anadolu Türkçesiyle yazılmış Tıp Metinlerindeki Betimleyici Terimler”, TÜBAR-XXXI, Bahar.
KESKİNBORA, H. Kadircan, (2013), “s¸erefeddin Sabuncuoğlu?nun Cerrahiyet?ül Haniye Kitabında Göz Hastalıkları Konuları”, Lokman Hekim Journal, 2, 16-27.
KOÇ, Mustafa, (2011), “Anadolu?da İlk Türkçe Telif Eser”, Bilig, Sayı: 52, 159-174.
KOÇ,Mustafa, (2017), “Eski Anadolu Türkçesi ile yazılmış Bir Tıp Metni: Kâmilü?s- Sınâ?ati?t-Tıbbiyye Üzerine”, Türkbilig, 34, 1-6.
KÖKSAL, Mehmet Fatih, (2014), “Ünlü Tabip Amasyalı Sabuncuoğlu s¸erefeddin?in Bilinmeyen Bir Eseri (mi?): Fütüvvet-nâme”, TÜBAR-XXXVI, Güz, 227-248.
KURBAN, Ferhat, (1990), Şirvani Mahmud Sul?aniye (Giriş - Metin-Sözlük), Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi.
KURT, Ümit Emrah, (2012), Hekim Şerafeddin Sabuncuoğlu'nun Cerrahiyetü'l Haniyye Adlı Eserinde Yer Alan Cerrahi Aletlerin Tanımlanması, Çizimi, Sınıflanması ve Karşılaştırılması, İstanbul Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Doktora Tezi.
KÜÇÜKER, Paki, (1994), Yadigar-ı İbn-i Şerif, Fırat Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi.
KÜÇÜKER, Paki, (2010), “Kitâb-ı Güzîde ya da Sultâniyye”, Uludağ Üniversitesi Fen- Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, Yıl: 11, Sayı: 18.
KÜLCÜ, Melek, (2009), Cerrah Mes’ud Hulasa (Dil Özellikleri - Metin- Dizin),Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi.
MURAD, Sibel, (2011), “Terceme-i Akrabâdîn?de Terkipler ve Adlandırılmaları”,Osmanlı Araştırmaları XII, 81-94.
PARLAR, Zahide, (2015), “Eski Anadolu Türkçesine Ait Bir Tıp Metni: Kitab-ı Ke??al- name-i Nurü’l-Uyun”, International Journal of Cultural and Social Studies, Cilt: 1, 15- 24.
SÜSLÜ, Ahmet, (2015), “Türklerin Bilim Tarihine Katkıları”, Akademia Disiplinlerarası Bilimsel Araştırmalar Dergisi 1(1), 6-16.
SÜVEREN, Kenan, (1991), İbn-i Sina (980-1037)’nın Akrabadin Eseri ile Şerefeddin Sabuncuoğlu (1385-1468)’nun Akrabadin Eserinin Tıp ve Bilim Tarihi Açısından Karşılaştırılması, GATA, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Doktora Tezi.
SAHİN, Hatice, (2005), “Anadolu?da yazılmış Bir Tıp Kitabı Kemâliyye”,Uludağ Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi,Yıl: 6, Sayı: 9.
SAHİN, Hatice, (2009), “Tercüme-i Hülâsâ?nın Bir Nüshası Üzerine”, Turkısh Studies, Cilt 4/8.
SAHİN, M. Ünal (1994), Mü’min bin Mukbil Miftâ?ü’n-Nûr ve ?azâinü’s-Sürûr (Dil Özellikleri-Metin-Söz Dizini), İnönü Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi.
s¸ARKIs¸LA, s¸eyda, (2013), Mu’alecât’ı İbn-i Baytar’ın XVII. Yüzyıl Tercümesi (İnceleme-Metin-Dizin), Cumhuriyet Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi.
ÖLKER, Perihan, Bekir Direkçi, (2009), “Hekim Mehmed Nidâî?nin Manzum Tıp Risâlesi Keyf-i Kitâb-ı Nidâî”, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 22, 295- 305.
ÖNLER, Zafer, (1990a), Celâlüddin Hızır (Hacı Paşa) Müntahab-ı Şifâ I Giriş-Metin, Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.
ÖNLER, Zafer, (1990b), “XIV. ve XV. Yüzyıl Anadolu Türkçesi Botanik Terimleri”, Turkısh Studies (Fahir İz Armağanı I), Cilt 14, Harvard, 357-392.
ÖNLER, Zafer, (1998), “XIV.-XV. Yüzyıl Türkçe Tıp Metinlerinin Dili ve Sözvarlığı”. Kebikeç / Sayı 6, 157-168.
ÖNLER, Zafer, (1999), Celâlüddin Hızır (Hacı Paşa) Müntahab-ı Şifâ II Sözlük, Simurg Yayınları, İstanbul: Türk Dilleri Araştırmaları Dizisi 24.
ÖNLER, Zafer, (2015), “İshak bin Murad ve „Edviye-i Müfrede? Adlı Eseri”, Türk Tarihinde İz Bırakan Bolulular Çalıştayı, Abant İzzet Baysal Üniversitesi, 21-22 Ağustos, 1-9.
ÖNLER, Zafer,(2017), “Cerrahiyetu?l-Haniyye?deki Tıp Terimleri Üzerine”, Uluslararası Amasya Sempozyumu, 4-7 Ekim 2017, 1317-1327.
ÖZÇELiK, Sadettin, (2001), Kitâbü’l-Mühimmât, Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Yayınları.
ÖZÇELiK, Sadettin, (2007), “Ali Haydar Bayat, Abdülvehhâb bin Yûsufibn-i Ahmed el- Mardânî Kitabu?l Müntehab Fi?t-Tıbb (İnceleme - Metin – Dizin – Sadeleştirme- Tıpkıbasım)”, Merkez Efendi Geleneksel Tıp Derneği Yayını, İstanbul, Turkısh Studies Volume 2/2.
ÖZER, Osman, (1995), Ahmedi Tervi?ü’l-Erva? (Giriş-İnceleme-Metin), Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi.
TEKDEMİR, Zehra, (2000), Hekim Bereket, Tuhfe-i Mübarizî (İnceleme- Metin), Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi.
UÇAR, ilhan, (2009), Hâzâ Kitâb-ı Hulâsa-i Tıbb Cerrâh Mes’ud (Giriş-İnceleme-Metin- Dizinler), Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi.
UZEL, İlter, (1992), Cerrâhiyetü’l-Haniyye, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları. YAYLAGÜL, Özen, (2010a), Ebvab-ı Şifa Metin Dilbilimsel Bir İnceleme,Ankara:
KÖKSAV Tengrim Türklük Bilgisi Araştırmaları Dizisi: 8.
YAYLAGÜL, Özen,(2010b), “Prof. Dr. Yakup Karasoy, Tutmacı, Eski Oğuz Türkçesiyle yazılmış Bir Tıp Kitabı: Tabiatnâme, Palet Yayınları: Konya 2009, 180+52, ISBN: 6058913738”. Modern Türklük Araştırmaları Dergisi, Cilt: 7, Sayı 2 (Haziran).
YAYLAGÜL, Özen, (2014), “Anadolu?da Yaşayan Halk Hekimliği Uygulamalarının Eski ve Orta Türkçe Tıp Metinlerindeki Temelleri”, Milli Folklor Dergisi, Yıl 26: Sayı 103, 48-58.
YILDIZ, Elifnur, (2016), Ahî Çelebi Tercümetü’l-Mûcez Fi’?-?ıbb (Giriş-İnceleme [Söz Dizimi], Metin [1b-70a varakları arası] - Dizinler], Abant İzzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi.
YURDAKÖK, Murat, (2003), “Kitâbu?l - Müntehabfi?t-Tıb?da Çocuk Hekimliği”, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Dergisi, 2003: 46, 328-329.

Türk Mutfağından Kaybolan Kerkük Yemekleri Nedir?

 Türk Mutfağından Kaybolan Kerkük Yemekleri Nedir? Ziyat AKKOYUNLU* Özet:  Bu makalede, Orta Asya’dan başlayarak Osmanlı’ya ve oradan da Ker...